Balyoz ve Ergenekon'da delil tartışmaları 
Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın getirdiği delillerin 
		sahte olduğunu, polis tarafından üretildiğini iddia ediyorlar. Bu 
		haberimizde bu tartışmalara dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı 
		amaçlıyoruz. Tartışma konusu olan deliller ile bu delillere karşı ileri 
		sürülen itirazları gücümüz yettiğince burada bir araya toplamayı 
		istiyoruz. 
		Odatv davasında yaşanan 
		delil tartışmaları sayfasına ulaşmak için tıklayın 
 
		27.03.2012 15:33 Abdullah Harun - Ergenekon ve Balyoz davalarında sanıklar savcılığın 
		getirdiği delillerden bazılarının sahte olduğunu, polis tarafından 
		üretildiğini iddia ediyorlar. Kritik delillerin hiçbirisini kabul 
		etmiyorlar. Örneğin bir sanıktan elde edilen cd'lerden bazılarını kabul 
		ederken içerisinde kritik bilgiler olduğunu iddia ettikleri bazılarını 
		ise kabul etmiyorlar. Bu konuda oldukça komik gerekçeler de ileri 
		sürebiliyorlar. 
		 
		Örneğin Ergenekon sanığı Levent Bektaş'ın, "Aramaya gelen 
		polislere çay söylemek için bürodan çıktığımda onlar tarafından 
		yerleştirilmiş" demesi gibi. Diğer bir Ergenekon sanığı Mustafa Dönmez, 
		evinden çıkan silahları arama esnasında polislerin yerleştirdiğini iddia 
		etti. Aramaya katılan askeri yetkililer ise böyle bir şey olmadığını 
		belirttiler. Ergenekon sanığı Dursun Çiçek'in hazırladığı ıslak imzalı 
		belgenin fotokopisi için "Kağıt parçası bu, hukuki değeri yok. Aslını 
		bulun yoksa dünyayı başınıza yıkarız" denildi. Aslı çıkınca da bu kez 
		"ıslak imza sahte" denildi. "Üzerinde parmak izi var mı bakılsın. Kağıt 
		o dönem genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı bakılsın. Mürekkep de 
		aynı şekilde kontrol edilsin. Herşey uygun olsa bile, imza ıslak imza 
		makinesi ile atılmış olmalı. Ayrıca yazışma formatı resmi bir belgeye 
		uymuyor.." gibi sürekli yeni bahaneler ileri sürüldü.  
		 
		Ergenekon 
		davalarında olduğu gibi Balyoz davasında da sanıklar delillerin sahte 
		olduğunu iddia ediyorlar. Sanıklar ve avukatları, "Balyoz'da delil cd'leri sahte. 2003'teki balyoz planına ait olduğu ileri sürülen 
		cd'lerinde sonraki yıllara ait bilgiler var. Bu da o cd'lerin 
		sahteliğini ispatlıyor" diyorlar. 
		 
		Aslında bu sayfanın hazırlanmasına bir ziyaretçimizin siteye gönderdiği 
		aşağıdaki mesaj yol açtı: 
		 
		"Merhaba, Balyoz davası ile ilgili olarak yayınladığınız 
		www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=4331 linkindeki yazıya 
		istinaden tamamen sahte CDler ve delillerden oluşan ve 365 masum insanın 
		aylardır hatta yıllardır hapishane cürütülmesine neden olan davada neden 
		tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren 
		delillerden bahsetmediğinizi merak ederek bu mesajı göndermek istedim. 
		Davaya konu olan ve suç içeriği olduğu iddia edilen CDleri sahteliği hem 
		bilirkişi hem de cdlerin içindeki bilgilerle (örn. plakası 2006 yılında 
		değişen bir araç nasıl 2003te hazırlanan bir cd'de yeni plakası ile 
		bulunabilir. Dosyalar nasıl window 2007 sürümü ile yazılmış olabilir. vb 
		vb) Yapmış olduğunuz haberlerin ve yazıların insanları doğruları 
		aktarmak için yazılması gerekli, masum insanların şu an ileri demokrasi 
		ile övünen günümüz Türkiye Cumhuriyetinde hapishanelerde olmasını 
		desteklemek hangi etiğe ve vicdana sığmaktadır. Doğru ve adaletli bir 
		haber okumak dileğiyle. İyi çalışmalar dilerim. cremole80@yahoo.com.tr, 
		15 Mart 2012, Perşembe 04:30" 
		 
		Biz de kendisine şöyle bir cevap vermiştik: 
		 
		"Hiç kimsenin haksız yere zan altında kalmasını ya da suçlanmasını asla 
		istemeyiz. Biz iddiaları aktarıyoruz. Ancak cevap gelirse onu da 
		memnuniyetle yayınlarız. Bu işimize gelir şu gelmez diye bir düşüncemiz 
		asla olmamıştır. Fikrini beğenmediğimiz bir kişi bile olsa onun haksız 
		yere suçlanmasını asla istemeyiz. Bu sitede yayınlanan haberlerin bir 
		çoğu aslında alıntıdır ve iddiaları içermektedir. Lehte ve aleyhte, 
		ciddi içeriği olan, hakaret içermeyen, site konumuzla ilgili ve gücümüz 
		yettiğince tüm iddiaları aktarmaya çalışıyoruz. Sitede yayınlanması o 
		iddiaların doğru olduğunu göstermez. Sadece bir tartışma ortamının 
		oluşmasını, site konumuzla ilgili lehte ve aleyhte dile getirilen 
		iddialar arasında o iddiaları içeren haberin de dikkate alınmasını 
		amaçlıyoruz.  
		 
		Bir kişi mahkemece suçlu bulunmadığı sürece suçsuzdur, masumdur. O kişi 
		hakkında dile getirilenler sadece bir iddiadır. İddialara farkında 
		olmayarak cevap verememesi, ya da farkında olsa bile muhtelif sebeplerle 
		cevap vermemesi, ya da vermek istememesi 'bize göre' o kişinin suçlu 
		olduğunu göstermez.  
		 
		Hiçkimse farkına varmasa bile Allah her şeyin farkındadır. Kimsenin kul 
		hakkını almak istemiyoruz. Biz bu inançtayız. Umarız sizler haklı 
		çıkarsınız, içerideki yakınlarınız da biran önce çıkarlar, beraat 
		ederler. Maduriyetiniz uzamaz. Lütfen bu konudaki samimiyetimize inanın.
		 
		 
		Ancak olay kamu davası olduğu yani kamuyu, yani bizleri de 
		ilgilendirdiği için ilgilenmemezlik de edemeyiz. Suçlamalar çok ciddi.
		 
		 
		Bunları belirttikten sonra mesajınızdaki görüşlerinize gelelim. 
		Bahsetmiş olduğunuz haberimizdeki aktardığımız ya da kendi ileri 
		sürdüğümüz görüşler arkasında duracağımız, savunduğumuz görüşlerdir. Bu 
		konuları sürekli takip etmekteyiz. Gelişmeleri dikkatle gözlemekteyiz.
		 
		 
		1) Neden tutukluların lehine olan ve iddianamenin sahte olduğu gösteren 
		delillerden bahsetmediğimizi merak etmişsiniz.  
		 
		Eğer karşı görüşleriniz varsa, uzun bir yazı şeklinde de olabilir, 
		gönderebilirsiniz. Onu sansürlemeden olduğu gibi yayınlarız. Cevap 
		hakkınıza saygı duyarız.  
		 
		2) CD’lerin sahteliği görüşünüz bizce doğru değildir. Yani bunu 
		söylerken eldeki bulgulara bakarak tabi ki bunu söylüyoruz. Bizimki de 
		elbet bir iddiadır. Yanılabiliriz . Ama nasıl siz eldeki bulgulara 
		bakarak sahte diyorsanız biz de yine bulgulara bakarak sahte olmadığı 
		görüşündeyiz. Umarız yanılırız.  
		 
		2003’tek darbe hazırlıklarına dair hazırlanmış CD’lerin içerisinde 
		sonraki yıllara ait bilgilerin olması normal. Çünkü bilgiler 
		güncellenmiş. Darbe girişimleri sonraki yıllarda da devam etmiş. 
		Ergenekon kapsamında açılan çok sayıdaki davalarda ele geçen silah belge 
		ve benzeri deliller bunu gösteriyor. Bu konuda Gölcük Donanma 
		Komutanlığı’nda zemin altında bulunan bilgiler de önemli delil oldu. 
		 
		Başta da dediğimiz gibi biz bu konuları dikkatle takip etmekteyiz. 
		Savunma yapan sanıkların ve avukatlarının kolaycılığa kaçtığı 
		kanaatindeyiz. Bir çok davada aynı savunma sözkonusu. CD ve DVD’ler, 
		bilgisayarlardaki mailler, dosyalar, hatta ıslak imza belge olayında 
		olduğu gibi ıslak imza dahi sahte deniliyor. Polisin tertibi deniliyor. 
		Virüs yoluyla dışarıdan yüklendi deniliyor. Bilirkişi incelemeleri dahi 
		inandırıcı olmuyor. Bu yönlerden baktığımızda Ergenekon Balyoz ve benzer 
		davalardaki yargılama şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde şeffaf ve adil. 
		Tüm iddialar dikkate alınıyor araştırılıyor. Davaların uzamasına da 
		sebep olsa gerçeklerin açığa çıkması için bu hassasiyet önemli. 
		 
		Sanıklarca ileri sürülen delillere karşı olan delilleri, bulguları ve 
		gelişmeleri çok sayıdaki haberimizde dile getirdik. Onları derleyip 
		toplayıp düzenli şekilde tek bir habere toplamayı planlıyoruz sizin 
		mesajınız üzerine. Eğer sizin de aksi yöndeki delilleriniz bulgularınız 
		görüşleriniz varsa aynı haber içinde aynen yansıtırız. Belki böylesi 
		daha adil olur. 
		 
		Mesajınıza kısaca cevap yazmaya çalıştık. Ancak bahsetmiş olduğumuz 
		delilleri bir haberde toplama çalışmasına ise hemen başlıyoruz. Biter 
		bitmez siteye ekleyeceğiz. Sonra da güncelleyeceğiz yeni bilgilerle. 
		Eğer sizin de görüşleriniz gelirse yayınlarız. Görüşlerinizi 
		güncelleştirirseniz onu da ilgili satırlarınıza yansıtırız. 
		 
		Site ziyaretiniz için tekrar teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz. 16 
		Mart 2012, Cuma 06:22" 
		 
		İşte bu haberimizde, yukarıda da belirttiğimiz gibi delil tartışmalarına 
		dair iki tarafın görüşlerini de yansıtmayı amaçlıyoruz. Bu sayfadaki 
		bilgiler sürekli güncellenmeye çalışılacaktır. 
		 
		Sayfanın en altında bu haberle ilgili olabilecek linkler verilmiştir. 
		Örneğin ses kayıtlarında sıklıkla görüldüğü gibi, geçerliliğini 
		kaybetmiş yani ölü hale gelmiş linkler varsa bildirmeniz halinde 
		güncellenmeye, geçerli yenileri bulunmaya çalışılacaktır. 
		 
		Abdullah Harun / kontrgerilla.com  
 
		 
		
	İşte Balyoz 'darbe' diyen deliller 
	Balyoz davasında sona yaklaşıldı. İddiaların aksine Balyoz'un rutin bir 
	seminer olmadığı anlaşıldı. Yaşar Büyükanıt'ın ifadeleri de bunu teyit etti. 
	Askerlik hayatı boyunca 2003'teki Balyoz gibi bir seminer görmediğini 
	belirten Büyükanıt, plan seminerlerinin 1999'da yasaklandığının da altını 
	çizdi. Büyükanıt'ın semineri hukukçulara inceletme gereği duyması, iç tehdit 
	konuşulmadı denilmesine karşın konuşulduğunun kesinleşmesi, Balyoz planında 
	yer alan Milli Mutabakat Hükümeti kurma planının bir seminerde 
	olamayacağının askeri yetkililerce de kabul edilmesi ve diğer bazı kritik 
	deliller de darbeyi ispatlayan ayrıntılar. 
	 
	09.03.2012 10:59 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 15 ay önce başlayan 
	365 sanıklı Balyoz davasında 83 duruşma geride kaldı.Savunmalar ve tanık 
	ifadeleri alınırken, delil değerlendirme kısmına geçildi. Savcının esas 
	hakkındaki mütalaasının ardından dava sonuçlandırılacak. Bugüne kadar gelen 
	süreçte şu net olarak anlaşıldı ki, Balyoz planı, masum ve rutin bir harp 
	oyunu değil. Dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan başta 
	olmak üzere sanıklar, savunmalarında seminerin Egemen Planı olduğunu iddia 
	etti. Onlara göre harp oyunu oynanmıştı. Bazı sanıklar da, 'iç tehdidin' 
	konuşulmadığını ileri sürdü. Ancak hem seminer ses kayıtlarında, hem de 
	gözlemci raporunda hemen her aşamada 'iç tehdit' başlığı altında konuların 
	konuşulduğu ortaya çıktı. Bu da söz konusu seminerde, örtülü olarak darbe 
	planı görüşüldüğü iddiasını doğruluyor.  
	 
	Büyükanıt niçin hukukçulara inceletme gereği duydu 
	 
	2002-2003 yılının Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Büyükanıt, dönemin Daire 
	Başkanı Orgeneral Bekir Kalyoncu ve yine dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay 
	Başkanı İlker Başbuğ'un 'tanık olarak verdikleri ifadeler de önemli. Bu 
	tanıkların 'plan seminerinde gerçek isimler konuşulmaz', 'gözlemci raporunu 
	imzaladım ama bu içeriğini onayladım anlamına gelmez' açıklamaları 
	savcıların iddialarını destekliyor. Büyükanıt'ın, yasada olmamasına rağmen 
	gözlemci raporunu hukukçulara incelettirdiğini söylemesi de dikkat çekici. 
	Akıllara, 'Eğer normal bir plan semineri ise neden hukukçulara inceletme 
	gereği duyuldu?' sorusunu getirdi. Çetin Doğan'ın, Büyükanıt'a yönelttiği, 
	"Dış tehditle mücadele ederken bir taraftan da iç tehdidi kontrol etmek 
	gerekmez mi?" sorusu da, seminerde 'iç tehdit'in konuşulduğunun kanıtı gibi. 
	Ayrıca, seminerde imam hatip lisesi müdürleri, belediye başkanları gibi 
	gerçek isimlerin neden kullanıldığı hiçbir sanık tarafından açıklanamadı.
	 
	 
	Madem herşey rutin niçin Balyoz'un benzeri yok 
	 
	Sanıklar, dört bir yandan bilirkişi bulma, dosyadaki delilleri tek tek 
	irdeleme, en ufak yazışma hatasını kullanarak kamuoyu oluşturma yoluna 
	gitti. Balyoz seminerinin benzeri olan başka bir semineri örnek gösterip, 
	kendilerine çok iyi bir savunma sağlayabilirlerdi. Madem her şey rutindi, 
	TSK bünyesinde benzer bir seminer kayıt ve harp oyunu yok muydu? Bunun neden 
	yapılmadığını Büyükanıt'ın açıklamalarından anlıyoruz. Gözlemci raporunda 
	imzası olan Büyükanıt, bir sanık avukatının, "Olasılığı En Yüksek Tehlikeli 
	Senaryo' gibi bir planın seminer icrasını gördünüz mü?" şeklindeki sorusuna, 
	"Hayır." karşılığını verdi. Askerlik hayatı boyunca birçok sıkıyönetim ve 
	harp oyunu seminerlerine katıldığını belirten Büyükanıt'ın, Balyoz semineri 
	gibi bir seminer görmediğini söylemesi de oldukça önemli. Bu da, sanıkların 
	neden Balyoz seminerinin bir benzerini savunma olarak sunamadıklarını 
	gösteriyor.  
	 
	Milli Mutabakat Hükümeti kurma planı Balyoz'u ele veriyor 
	 
	İddianame ilk açıklandığında, başta Çetin Doğan olmak üzere Balyoz sanık ve 
	avukatları, 'Milli Mutabakat Hükümeti'nin ekonomi programının Haydar Baş'ın 
	2005 yılındaki açıklamalarından alındığını iddia etti. Ama ilerleyen 
	günlerde görüldü ki, aslında 'Milli Mutabakat Hükümeti' tanımı hem Balyoz 
	seminerinde hem de 1. Ordu gözlemci raporunda yer alıyor. Ayrıntılı 
	çalışmalar yapan sanıkların, Milli Mutabakat Hükümeti programı oluşturması 
	da çok zor olmasa gerek. Bu konuda duruşma savcısı Savaş Kırbaş'ın 
	Büyükanıt'a sorduğu soruya aldığı cevap önemli. Savcının, "Milli Mutabakat 
	Hükümeti'ni kurmak 1. Ordu Komutanlığı'nın görevi midir?" sorusuna Büyükanıt, 
	"Meclis'in görevini 1. Ordu yüklenemez. Böyle bir görev değişimi eşyanın 
	tabiatına aykırı." karşılığını vererek, Milli Mutabakat Hükümeti 
	kurulmasının plan seminerinde olmaması gerektiğine işaret ediyor.  
	 
	Yazışma hataları var öyleyse askerler hazırlamamıştır denildi, ama.. 
	 
	Sanıklar, Balyoz CD'lerindeki yazışma hataları sık sık savunmalarda eleştiri 
	konusu yaptı. Ama son olarak eski Genelkurmay başkanlarının imzası olan ve 
	doğruluğu yönünde hiçbir şüphe bulunmayan 'gözlemci raporu'nda ilginç 
	anlatım bozuklukları ve harf hataları var. Hakim, bu yanlışlıkları duruşmada 
	dile getirdi. Hem Büyükanıt hem de gözlemci raporunda parafı bulunan dönemin 
	Daire Başkanı Korgeneral Köksal Karabay, imla hataları ve anlatım 
	bozuklukları olduğunu doğruladı. Dolayısıyla, askerlerin darbe planının 
	parçası ya da rutin günlük işleyişinde hazırlanan tüm belgeler hatasız, 
	yanlışsız değil.  
	 
	Cunta faaliyetleri 2003'te bitmiyor, planlar zaman içinde güncellenmiş  
	 
	Balyoz davası ciddi bir seyirde devam ediyor. Çetin Doğan'ın, Balyoz 
seminerinin tarihinin Genelkurmay Başkanlığı'nın katılmayacağı anlaşılınca 4-6 
Mart iken, birden 5-7 Mart 2003 olarak değiştirmesi, emekli Korgeneral Süha 
Tanyeri'nin ajandasındaki el yazısı seminer notları, seminer gözlemcilerinin 
duruşmada sessiz kalması ve sorulara genel olarak "Hatırlamıyoruz." şeklinde 
cevap vermesi sanıklar açısından hiç de iç açıcı değil. CD'lerdeki bazı el 
konulacak hastane ve ilaç şirketlerinin 2003 yılından sonra yapılan isim 
değişikliği ile yer aldığını söyleyerek bütün davayı da bu açıdan temelsiz 
bırakmaya gayret ediyorlar. Sanıklar aleyhine deliller o kadar fazla ki, bu 
aşamada bu teknik durum tek başına davayı temelsiz bırakması mümkün değil. 
Mahkeme, delilleri değerlendirirken bu durumu da tekrar gözden geçirecektir. 
Ayrıca ortaya çıkan deliller, iddia edilen Balyoz cuntasının 2003 yılında sona 
ermediğini, sonraki yıllarda da devam ettiğini gösteriyor. Gölcük Donanma 
Komutanlığı'nda ele geçirilen 5 No'lu hard diskteki dokümanlar, Balyoz 
belgelerinin zaman içinde güncellendiğini işaret ediyor. Bunu tespit etmek de bu 
aşamada mahkemenin işi. (Büşra 
	Erdal / Zaman) 
	 
	ASKERİ SAVCIDAN ŞOK İTİRAF 
		 
		'Savcılar literatürü bilmediği için daha 
	anlayamadılar ama yazışmalar darbe delili!' 
	 
	Balyoz'un darbe planı olduğunu gösteren çok sayıda başka bulgu daha 
	sayılabilir aslında. Ama en çarpıcı iki tanesi herhalde eski Genelkurmay 
	Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı ile bir grup askeri savcının 
	konuşmalarının yer aldığı ses kaydı olmalı. Hem Koşaner'in hem de askeri 
	savcıların bu ses kayıtları Balyoz davasının önemli delilleri arasına girdi. 
	Askeri Savcı Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu 
	ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile ilgili 
	itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' deniliyor. 
	Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer toplantıları için 
	'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen görevinden 
	alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor 
	hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Ses kaydında bu iddia da 
	doğrulanıyor.   
		 
		
		Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
		
		O ses kaydı, Balyoz dosyasında 
		 
		
		İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu 
	 
	Balyoz soruşturması sürerken internete düşen bir ses kaydında, aralarında 1. 
	Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'in de bulunduğu askeri hukukçular, 
	hararetli bir şekilde Balyoz planı ve CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent 
	Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının 
	imkansız olduğunu anlatıyordu. Münger şu şok ifadeleri kullanıyordu: 
	 
	"1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının 
	delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...) 
	Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül 
	darbe planının bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) 
	Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan 
	arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? 
	Daha bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor, 
	biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim. 
	Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve 
	bütünlüğü bozan bir şey yok."  
	 
	Albay Münger, ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında 
	rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl sürgün 
	edildiğini de kayıtta anlatıyordu. Münger'in bahsettiği Binbaşı Erdoğan, söz 
	konusu raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe 
	hazırlığı olduğunu aktarmıştı. Hazırladığı bu rapor üzerine de sürgün 
	edildi. Ses kaydı 2011 Mart ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar, 
	Ekim ayında Albay Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı 
	belge ve CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını 
	doğruladı. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savundu. Bülent 
	Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan da soruldu. 
	Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan Erdoğan'ın raporu 
	hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini doğruladı. Münger, "Benim 
	yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş genç bir bilirkişi olan Ahmet 
	Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle tayin görmüş olmasına üzülmüştüm." 
	ifadelerini kullandı. 
	 
	'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişiye sürgün 
	 
	Askeri savcı Münger'in ses kaydında bahsettiği bilirkişi raporu da Balyoz 
	davasının delilleri arasına girdi. İnternet ortamına düşen ses kaydında 
	"Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" 
	ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 
	'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri 
	bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü 
	iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz 
	planının benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 
	tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim 
	esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip 
	devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi 
	yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir 
	kişi" demişti. 
	 
	KOŞANER: Namerde malzeme verdik 
	 
	Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı 
	da girdi. Ses kaydında 'herşeyimizi çaldırmışız, maalesef namerdin eline 
	malzeme verdik' diyen Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine 
	oradan da savcılara ulaşmış olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1 
	valiz dolusu belge ve ses kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En 
	üst kademeden gelen bu itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında 
	ve askeri yetkililerin yargıdan suç ve delillerini gizlediklerine dair güçlü 
	bir delil olarak yer alıyor. Ses kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan 
	temin edilen ses kayıtları' başlığı altında sıralanıyor.  
	 
	Koşaner ve askeri savcıların ses kayıtları dışında başka ses kayıtları da 
dava dosyası delilleri arasında yer alıyor. Balyoz semineri toplantılarında 
katılımcı subayların konuşmalarını içeren saatlerce uzunluktaki orjinal ses 
kayıtları Balyoz davasındaki en önemli deliller arasında yer alıyor. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)  
	
	 
	 
	Ses Kaydı: Askerlerden Balyoz doğrulaması 
	Balyoz darbe planıyla ilgili dailymotion.com sitesinde şok bir ses kaydı 
	yayınlandı. 2002-2003 yıllarında 1. Ordu Adli Müşavirliğinde çalıştığı iddia 
	edilen kişiler Balyoz darbe planıyla ilgili önemli itiraflarda bulunuyorlar. 
	Hukukçu olduğu iddia edilen bu kişiler, hem kamuoyunun tüm şüphelerini 
	giderecek, sivillere mantıksız gibi gelen ayrıntılar hakkında çözümlemeler 
	yapıyorlar hem de Balyoz darbe planlarının gerçekliğini kendi aralarında 
	kabul ediyorlar. 
	 
	15.03.2011 11:45
	Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili internete yeni bir ses 
	kaydı düştü. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay Bülent Münger'le birlikte 5 
	askeri hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtta, planların gerçek olduğu 
	aktarılıyor. Konuşmanın bir yerinde Münger olduğu iddia edilen kişi, "Bunlar 
	buzdağının görünen yüzü." diyor. Gölcük'te 6 Aralık'ta yapılan aramadan 
	sonra kayda alındığı anlaşılan konuşmalar, sanıkların 'planlar sahte' 
	savunmasını çökertiyor. Kayıtta, sivil savcıların görevlendirdiği askeri 
	bilirkişinin raporuyla ilgili konuşmalar da dikkat çekiyor. Raporun, çok iyi 
	hazırlandığı belirtilirken şu ifadeler kullanılıyor: "Bilirkişi olan binbaşı 
	gibi yeteneklisini hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle 
	kaydırdılar. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, 
	ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz 
	CD'lerinde var bunlar. Sen onları fark ettin. Yarın adamlar bir daha askeri 
	bilirkişiyi dinleseler senin fark ettiğin şeyleri fark edecekler."  
	 
	Çetin Doğan ve diğer sanıklar Balyoz planlarının sahte olduğunu 
	söyleyedursun, internete düşen ses kayıtları bütün savunmalarını çökertiyor. 
	Daha önce iki astsubaya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, Gölcük'te ele 
	geçirilen belgelerin gerçek olduğu söyleniyordu. Dün, dailymotion.com adlı 
	internet sitesine yeni bir kayıt daha düştü. İddiaya göre, kayıttaki sesler 
	5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta 
	yapılan aramadan sonra alındığı anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu 
	Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular, 
	Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses 
	kayıtlarında "Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri 
	taralı vaziyette. Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, 
	ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar" 
	şeklindeki sözleri dikkat çekti.  
	 
	'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü 
	 
	İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine rağmen 
	semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. Ordu Askeri 
	Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz darbe planıdır" 
	değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, görev yerinin 
	değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses kayıtlarında 12 
	Eylül darbe planları ile Balyoz planının benzerliklerinden de bahsediliyor. 
	Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat 
	Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri 
	içeren ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan 
	olduğu değerlendirmesi yapmıştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise 
	"Bilirkişi değil bir kişi" demişti. 
	 
		
		Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
	
		O ses kaydı, Balyoz dosyasında 
	 
	
		İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu 
		 
		İşte o konuşmaların dökümü: 
	 
	1. ORDU ASKERİ SAVCILIĞINDAN BALYOZ DEĞERLENDİRMELERİ 
	 
	TOPLANTI KATILIMCILARI: 
	 
	Alb.Bülent MÜNGER (1. Ordu ASKERİ BAŞSAVCISI): 
	Asker Hukukçu 2:  
	Asker Hukukçu 3:  
	Asker Hukukçu 4:  
	Asker Hukukçu 5:  
	 
	ASTSUBAYLAR, ASKERİ MAHKEMELERİN OLAYLARI NASIL KAPATTIĞINI ÇÖZMÜŞLER 
	 
	Alb. Bülent Münger (1. Ordu askeri başsavcısı): Astsubaylar bak ne diyorlar 
	biliyormusun konuşmalarında? Aralarında bu iş keşke, keşke askeri savcılığa 
	intikal etseydi bak, bu iş keşke askeri savcılığa intikal etseydi diyorlar. 
	Ne olurdu diyorlar askeri savcılık, genellikle askeri mahkemeler diyorlar 
	tamam mı? Araştırıyorlar, bir tane günah keçisi, onun üzerine diyorlar olay 
	bitiyor diyorlar. Adamlar o kadar güzel kurmuşlar ki, tahlil etmişler ki 
	askeri mahkemelerin yapılarını tamam mı? Bir tane günah keçisi, şey 
	komutanlarının da şeyiyle, desteği ile bir adam üzerine yoğunlaşıp, onun 
	üzerine mahkumiyet kararı çıkarırdı diyorlar. Ama şimdi olaylar sakat 
	diyorlar. Olay sivil savcısının gelip bunları bulması kötü oldu diyorlar (Gölcük belgelerini kast ediyor). Keşke askeri savcılığa gitseydi diyorlar. 
	 
	Asker Hukukçu 2: Bak ben sana söyleyim mi? Bakk bakk, 
	 
	X: Mesela şeyin cd’leri… Nazlı Ilıcak 7-8 senedir birşeyler çıkacak deyip 
	duruyordu zaten 
	 
	Asker Hukukçu 2: Nazlı Ilıcak varya abicim, bak, beş, 7-8 senedir 
	yazıyordu bunları. Daha çok şeyler çıkacak, biliyor. Bunlar, ellerinde 
	adamların şeylerin. Nazlı Ilıcak devamlı yazıyordu. Bunların hepsinin elinde 
	belge vardı. Ama ortam bekliyorlardı. Çok daha kuvvetli oldukları zamanı 
	bekliyorlardı. 
	 
	Asker Hukukçu 4: o zaman bu belgeler ellerinde varsa gerçek bu 
	belgeler. Gerçek. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan konuşmaları zaten normal değildi 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: hııı hıı tabii, ben söyleyim bak, Çetin Doğan’ın 
	konuşmaları normal değildi abicim. O emekli olmadan önceki konuşmaları, çok 
	abuk subuk konuşmalardı. Bir bu konuştu bir hurşit konuştu. 
	 
	Asker Hukukçu 2: bende 15.kolordudaydım. Adamlar acayip acayip 
	herkesi şey yapıyorlardı. Yanii 
	 
	Asker Hukukçu 4: abi Hurşit Tolon gelmişti bizim oraya. Acayip 
	konuşuyordu adam yaa. 
	 
	Asker Hukukçu 2: her gittiği yerde abuk subuk konuşmalar yapıyordu. 
	 
	Asker Hukukçu 4: şey, Metin Yavuz Yalçın, geldi o… 
	 
	Asker Hukukçu 2: Çetin Doğan’da Hurşit Tolon ikisi sene üst üste 
	geldiler bizim oraya, iki sene üst üste, yani onlarla başladı abuk subuk 
	konuşmalar. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bunlar acayip şeyler tabii, yanii. 
	 
	Asker Hukukçu 2: hayır hayır. Şöyle; 
	 
	Asker Hukukçu 3: Türk Silahlı Kuvvetleri 2 defa fiilen darbe yapmış, 
	 
	Adli müşavir: alışılmadık konuşmalardı onlar 
	 
	Asker Hukukçu 3: birkaç kez hükümete muhtıra vermiş bir silahlı 
	kuvvetler, yani bunlar çok acayip karşılanacak şeyler değil. 
	 
	Asker Hukukçu 2: hayır cami bombalama planlarını, bizim cahil bir 
	astsubay veya teğmenin hazırladığı bir şey gibi duruyor 
	 
	Asker Hukukçu 3: burda acayip olan sadece, o camiye bomba atma gibi 
	saçma sapan böyle planlar varya, onlar acayip. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: hazırlayan adamların cahilliğinden 
	kaynaklanmıştır. Hani. Şey vardır, il jandarma komutanı birisine demiştir 
	bir plan yap işte, ismini koy birde olay yaz demiştir tamam mı? Belki bu 
	olayı okumamıştır bile üst rütbeler. Yanii, belki üst rütbedeki adamlar 
	okusa kendi uçağımız düşürme planı mantıklımı diyorlar; geçmişte gemimizi 
	batıran, deniz kuvvetleri komutanı, gemimizi jetlerle vuran hava kuvvetleri 
	komutanı oldu. 
	 
	Asker Hukukçu 3: kendi uçağını düşürme, böyle şeyler… 
	 
	Asker Hukukçu 2: kendi gemisini batıran adam, deniz kuvvetleri 
	komutanı oldu. Onu batıran adamda hava kuvvetleri komutanı olmuştu. 
	Orgeneraller Türkiye’yi toparlamak için camide öleceklere fire verilebilir 
	gibi bir mantıkla bakıyorlardır. Onların ruh hali normal değil. Böyle plan 
	yapabilirler 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: komutanların, orgeneral seviyesinde ki 
	komutanların var ya insanları görüş açısı şu kadar. Bit gibi görüyor tamam 
	mı? Seni, beni, şu kadarcık bit gibi görüyor. Yani adam, beni hakim olarak 
	görmüyor. Kimse hakim olarak görmüyor yaa. Ben işe yarayan bir adamım, bir 
	şeyim tamam mı? 
	 
	Asker Hukukçu 3: o bakış açısı ayrı, ben ona katılıyorum. 
	 
	Asker Hukukçu 2: yani diyorki Türkiye’yi toparlamak için düzeltmek 
	için birazcık fire verilebilir diyor tamam mı? Konuşmalarında. Adamın şeyi 
	bu. Mantık olarak bunu düşünebilir. Çünkü, ben Hurşit Tolon’la bir kaç defa 
	karşılaştım. Şeyde konuşmalar falan yapıyordu. Adamların ruh hali normal 
	değil. Ben olmuştur olmamıştır demiyorum ama. Yani yapılabilir. Öyle 
	planlarda yapılabilir. Eğer, çünkü… plan seminerindeki 160 kişi daha var. 
	Planlara karşı çıkarlardı deniyor ama askerlikte herkes bilmesi gereken 
	kadar bilir jandarmanın planlarını diğerleri bilemezdi ki. 
	 
	Asker Hukukçu 3: sonra gelelim , hadi tamam öyle plan o adam yapıyor. 
	Yaa orda 160 küsür tane adam var. Hiç mi bir tane akıllı adam yok. Öyle 
	şeymi olur mu diyecek? 
	 
	Asker Hukukçu 5: o planların ayrıntısına herkes erişememiş olabilir. 
	 
	Asker Hukukçu 4: tabii tabii 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: herkes herşeyi bilmiyor ki 
	 
	Asker Hukukçu 2: herkes kendine verilen görevi biliyor yaa. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: herkesin kendi sorusunu yanıtlıyor. Her birliğe 
	soru yönetiliyor, sen bilirsin işte plan seminerlerini 
	 
	Asker Hukukçu 4: biliyorum canım 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: her birliğin sorusu var, o soruları cevaplarlar. 
	Ama şunu söyleyim. Her birliğe sorular soruluyor ya; o soruların gerçek 
	cevapları… 
	 
	Asker Hukukçu 5: planın oynanması sırasında 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: hayır, burası (1. Ordu) hazırlıyor cevapları, 
	kendi kendine ama onlar gizli tutuluyor. Birliklere verilmiyor o cevaplar. O 
	cevaplar komutanın önünde 
	 
	Asker Hukukçu 3: yani orda 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bak bir dakika, o cevaplar, o cevaplar…. 
	 
	Asker Hukukçu 5: 2002-2003 Çetin Doğan; plan seminerinde kafasına 
	uygun personel seçti. Darbe ortamında rütbeye bakılmaz iş yaparlığına 
	bakılır 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: şimdi o soruyu cevaplandıracak alay komutanı, 
	ayağa kalkıyor tamam mı? Alay komutanı, kendisine sorulan soruyu cevaplıyor 
	seminer sırasında fakat, burdaki merkezin hazırladığı cevapta, yani olması 
	gereken cevapta komutanın önünde komutan burdaki cevaptan, adamın 
	konuşmalarını takip ediyor. Acaba kendi kafa yapısına uygun mu değil mi ? 
	Tamam mı? Ve özellikle terfi sırasındaki adamları kaldırıp soruyorlar, 
	bunların. Adam hem aynı zamanda not veriyor alay komutanına, hem de aldığı 
	cevabı kendi cevabı ile değerlendiriyor. Buranın hazırladığı cevaplar, 
	burdaki harekat şube başkanlığı ve komutanın katıldığı özel şeylerle 
	hazırlanıyor. El notları falan filan. Tamam mı? Olay çok önemli yani. Adam 
	aynı zaman da kendi kafasına uygun personel seçiyor orada tabii. 
	 
	Asker Hukukçu 4: yani onun için adamın rütbesine bakmıyor. İş 
	yaparlığına bakıyor. Benim emirlerimi tereddütsüz …yerine getirir mi  
	 
	1. Ordu Başsavcısı: tabii 
	 
	Asker Hukukçu 4: …yerine getirir mi ona bakıyor adam. 
	 
	Asker Hukukçu 2: ondan sonra o olay, o tarihten sonra general çıkmadı 
	23’ ten 
	 
	Asker Hukukçu 4: demiii 
	 
	Asker Hukukçu 2: Bekir Memiş’ten sonra çıkmadı. Şey, tuğgeneral. Ki 
	burası hiç sektirmeyen bir yerdi. 
	 
	Asker Hukukçu: tabii 
	 
	Asker Hukukçu 5: evet 23 öyleydi, doğru Çetin Doğan’ın planlarını 1. 
	Ordu hazırlamıştı zaten, kolorduların tepkilerini ölçüyordu 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Çetin Doğan, kendi önündeki cevaplar hazır ya, 
	dosya hazırlamış ya. Şak diye sorular soruyor onlarla ilgili. Adam mesela 
	kendi cevaplarına eksik şey yapmış, eksik şey yapmış, cevap hazırlamış. 
	 
	Asker Hukukçu 2: bilemedin birrrr otur. :-))))) 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: adamın tepkisini ölçüyor. Olay öyle. 
	 
	1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının 
	delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha anlayamadılar 
	 
	Asker Hukukçu 4: demi, normal plan semineri yapıyorsan bu zaten 
	eğitim planı içerisindedir. Gizli saklı olmaz. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: 1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler 
	darbe planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha 
	anlayamadılar. Herşey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini 
	bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş 
	tarzını, hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar 
	daha ortaya çıkmadı. İlerde bunlarda ortaya çıkınca… 
	 
	Asker Hukukçu 4: peki o dediğin… 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: olayın normal (plan semineri) olmadığı ortaya 
	çıkacak. 
	 
	Asker Hukukçu 4: ama sen o bildiğin şeyleri nerde gördün? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: hepsi emirlerde taranmış vaziyette cd’nin içinde 
	 
	Asker Hukukçu 4: şey de değil mi bunlar? O balyoz cd’leri savcıların 
	elinde değil mi 
	 
	Savcılar tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj 
	emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, mesaj 
	emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcıların tarafsız askeri 
	bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe hazırlığını 
	hemen ispatlarlar 
	 
	Asker Hukukçu 4: tamam. Balyoz cd’lerinde var bunlar. Sen onları 
	farkettin. Ama onlar farkedemedi. Çünkü onlar askerlikten anlamıyorlar. 
	 
	Asker Hukukçu 5: gene askeri bilirkişi… 
	 
	Asker Hukukçu 4: yarın adamlar bir daha gene askeri bilirkişi 
	teferruatlı bir şekilde anlayan askeri bilirkişi dinleseler o senin 
	farkettiğin şeyleri onlar da farkedecekler. 
	 
	Asker Hukukçu 4: o dosyalara o savcılar yapamazlar ben hep onu 
	diyorum. Bak baştan beri ben burdayım. O dosyayı anlamak zor, bilmek zor. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: tarafsız olması lazım.benim ilk denediğim 
	bilirkişi..  
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bilirkişi olan binbaşı gibi yeteneklisini meslek 
	hayatımda görmedim ama adamı raporu nedeniyle kaydırdılar 
	 
	Asker Hukukçu 4: o binbaşı taraflı bir çocuk muydu? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: hayır 
	 
	Asker Hukukçu 4: tamamen tarafsız değil mi? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: tamamen tarafsız bir çocuktu. Ben hayatımda öyle 
	bir adam görmedim. Bak sana ne diyorum. Hazırladığı bilirkişi raporunda adam 
	öyle bir rapor hazırlamış ki mesela …o tarihte bir yönerge geçiyor, üzerine 
	tıklıyon yönerge şak diye önüne geliyor, bulamazsın yönergeyi. Yok 
	ortalıkta. Herif buldu. Bak yaz genelkurmay’a o yönergeyi getirin. “yok imha 
	edildi” derler. Adam 2003 yılındaki yönergeyi bulmuş. Kaydetmiş. Mümkün 
	değil. O tecrübeli bilirkişi falan diyorlar ya subay. Yemin ediyorum 
	tecrübeli subaylar getirsinler.. 
	 
	Asker Hukukçu 5: iş rütbeye bakmaz. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ne bilgisayar hakimiyeti vardır. Ne yönergeleri 
	bulabilirdi. Olay tamam. Ben şimdi yazdım. İstedim, adam av. …..ama. Hoşuma 
	gitti benim. 
	 
	Asker Hukukçu 5: sen isim belirtmedin ki. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ben isim belirtmedim ki. Adam dört dörtlük 
	çalıştı. Raporunu hazırladı. Baksanız cd’lere nasıl biliyor musunuz? Yedi 
	bin-sekiz bin tane belge var ya. Onları bulacaksın tek tek. Sıraya 
	koyacaksın. Emir, kronolojik sıraya koyacaksın. Genç bir beyin lazım tamam 
	mı? Ama… 
	 
	Asker Hukukçu 4: aslında ideal bir bilirkişiydi o çocuk.  
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ideal ya.. Dört dörtlük. Bana deseler ki şurdan 
	tekrar adam … tekrar … o arkadaşı. Çünkü ben 
	 
	Asker Hukukçu 2: iyi mi konuşuyor? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: yok adamdan şunu istedim ben. Bütün o karışıklığı 
	düzelt. Sıraya koy. Hangileri yayınlanmış. Sıraya koy. Çıkar ortaya, sıraya 
	koy. Ve çocuk hakikaten bütün o soruşturmanın yönünü tayin eden , hem onlar 
	açısından hem bizim açımızdan şey çıkardı, yol çıkardı. 
	 
	Asker Hukukçu 5: sonra hayatı kaydı. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: sonra hayatı kaydı. Ama göreceksin yani normal … 
	 
	Asker Hukukçu 3: şimdi nerde abi? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: şimdi Kocaeli’nde. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bak yemin ediyorum, 25 senelik meslek hayatımda 
	yani bu sistemde bir bilirkişi raporu görmedim abi. Bilgisayara tıklıyorsun 
	yönerge karşına çıkıyor ya. Nasıl yaptı ki herif onu bilmiyorum. Programı 
	falan var herhalde. 
	 
	Çetin Doğan savunmasını CD'lerin sahte olduğu iddiasına dayandırıyor, ama 
	onlar emir 
	 
	Asker Hukukçu 4: böyle bir çocuğa yazık etmişler o zaman. Çetin Doğan 
	kkk’lığı emrine rağmen semineri oynamış cd’lerde herşey var. Net 
	 
	Asker Hukukçu 3: ben halen anlamadım, Çetin Doğan savunmasını neye 
	koyuyor. “Böyle bir şey olmadıya” mı koyuyor. “oldu ama bu darbe değile” mi 
	koyuyor. Ben anlamış değilim. 
	 
	Asker Hukukçu 5: şöyle diyor 
	 
	Asker Hukukçu 2: sahte diyor 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: emir, resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani . Cd’ye 
	taranmış emir. Diyor ki kardeşim bu… 
	 
	Asker Hukukçu 5: iç tehditle oynamayın diyor. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: boş verin diyor, başka zaman, altında Aytaç 
	Yalman’ın imzası. Herif taramış onu. Tamam mı cd’ye taramışlar aynı adam. 
	 
	Asker Hukukçu 5: gözlemci raporları sende var mı? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: var tabii. Hepsi taranmış. Bütün seminer 
	sonuçların raporları var cd’lerde 
	 
	12 Eylül darbe planı üzerinden çalışmışlar 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Balyoz ile 12 Eylül planları örtüşüyor, üzerinden 
	çalışmışlar 
	 
	Asker Hukukçu 2: sonuç raporlarında böyle bir olay yok. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ya adamlar söylemiyor ki (Genelkurmayı kast 
	ediyor). Şeye sordum niye böyle diye. Falan filan dedi öyle geçiştirdi. Ben 
	size bir şey söyleyeyim mi Bayrak Harekat Planının bütün emirleri, 
	daktiloyla yazılan bütün dokümanlar, binlerce doküman. 
	 
	Asker Hukukçu 4: Bayrak dediğin 12 Eylül darbe planı değil mi? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: 12 Eylül darbe planının bütün şeyleri cd’ye 
	taranmış vaziyette. 
	 
	Asker Hukukçu 4: yani aslında 12 Eylül darbe planının üzerinden 
	çalışmışlar. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: tabii tabii aynen. Hepsi uyuşuyor. 
	 
	Asker Hukukçu 2: 12 Eylül’ün şeylerinin üzerinden gitmişler. Bütün 
	dinci basın yazıyor bunları. 
	 
	Asker Hukukçu 5: ama o sonradan çıktı. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ama bi dakka. 
	 
	Asker Hukukçu 4: bak bak savcı bey başka bir şey söylüyor abi. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan 
	subaylarının haberi olmadan arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben 
	size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu aysbergin görünen yüzü 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Süha Tanyeri’ye sorduk onu. Adam diyor biz 
	çıkarttık gittik arşivden. 
	 
	Asker Hukukçu 2: tamam arşivden çıkartabilir canımm. Çıkarmadılar 
	demiyorum. Dışarısı tarafından Bayrak planı biliniyor. 
	 
	Asker Hukukçu 4: abinin söylediği o değil. Diyor ki biz diyor 
	seminerden önce arşivden Bayrak planını çıkarttık, onun üzerinden yaptık 
	diyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu. 
	 
	Asker Hukukçu 2: ona ben bir şey demiyorum ki 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: plan subayı da bilmiyor. Süha Tanyeri biliyor. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bak,ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha bu 
	aysbergin görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip kullanabilmek 
	için evrakları sürekli saklıyorlar 
	 
	Asker Hukukçu 3: neyse, bir şekilde yapılmadı, geçti. Tamam bitti 
	bunun hükmü. Bunlar niye, hala o belgeler saklanıyor. 
	 
	Asker Hukukçu 4: lazım olur. 
	 
	Asker Hukukçu 3: ya lazım olur diye.. 
	 
	Asker Hukukçu 2: hayır burda en büyük sıkıntı ne biliyor musun? 
	 
	Asker Hukukçu 3: tamam da 12 Eylül olmuş bitmiş. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Ekrem, Bayrak Harekat Planı ne işe ….. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: burda adamlar giderken, her komutan giderken, 
	neler yapılmış. 
	 
	Asker Hukukçu 2: bilgisayar MEBSS sorumlusunu, evinde bütün burdaki 
	bilgileri evine aktarıyor. 
	 
	Asker Hukukçu 4 : yapma ya! 
	 
	Asker Hukukçu 2: tabii canım. Tabii tabii 
	 
	Asker Hukukçu 4 : emekli olurken veya burdaki bilgileri götürmüş. 
	 
	Asker Hukukçu 2: tabii tabii. Birol anlattı işte. 1. Ordunun bütün 
	gizli planları Ergin Saygun’un evindeki şahsi bilgisayarında da vardı  
	 
	Asker Hukukçu 5: Ergin Saygun unutmuş ya! Hizmete özel bilgisayarını 
	burdan almış, evine götürmüş, bütün planlar bilgisayarda yüklü , internete 
	takmış, ona da virüs girmiş mi? Tutuştu diyor Birol Yarbay. 
	 
	Asker Hukukçu 4: düşün, birinci ordunun tüm gizli planları şeyde, 
	adamın bilgisayarında. Adam evinden internete giriyor, internetten virüs 
	giriyor.. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: tutuşuyor 
	 
	Asker Hukukçu 4: bütün 1. Ordunun gizli planları bir anda internet 
	ortamında. Apar topar gecenin bir yarası bizim birol gidiyor burdan. Birol 
	müdahale ediyor. Panik 
	 
	Asker Hukukçu 5: sabaha kadar uğraştım diyor. 
	 
	Asker Hukukçu 2: hayır niye arkadaş, bu adam bunları evine götürür 
	anlamadım ki. Burda bittiği zaman bunun orgeneralliği bitmiyor mu? 
	 
	Darbe planları yeniden yapılmıyor, saklanan eski planlar, üzerlerinde 
	değişiklik yapılarak günümüze uygulanıyor 
	 
	Asker Hukukçu 4: yaa abicim, bak şimdi denizcilerin o belgelerin 
	bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz, hafızamız. Hafızamızı silemeyiz. 
	Sen diyorsun ya; çıkarıp çıkarıp ısıtıyor, aynı şeyleri, planları 
	kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden yapmıyor adam. Olanın 
	üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor. 
	 
	Balyoz cd'lerini siviller yapamaz, mümkün değil, bütünlüğü bozan bir şey 
	yok 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ben size Balyoz o cd’lerini vereyim. Hiçbirisine 
	yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve bütünlüğü bozan bir 
	şey yok 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bak, ben size vereyim o cd’leri. Hiçbirisine 
	yalan diyemiyorsunuz. Hepsi, mesaj emirleri,kkk emirleri 
	 
	İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten. İstanbul’un üstüne çökmek ne 
	demek? 
	 
	Asker Hukukçu 5 : olabilir ama bu camiye şey insanın kafası donuyor. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: yok bir belgelere bakın. Yan planların bir 
	yansıları yapılmış. O cami bombalamaların, yansıları tamam mı? Yaaa, olamaz 
	böyle bir şey diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman 
	bütününü bozan bir şey de yok. 
	 
	Asker Hukukçu 5 : abi her şey her yerde ya. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: Bursa il jandarma komutanı veya buranın il 
	jandarma komutanlığı vermiştir bir astsubaya görevi veya üsteğmene. Üsteğmen 
	böyle saçma-sapan birşey yapmış. Bunların da gözünden kaçmış olabilir. 
	 
	Asker Hukukçu 5 : göze girecek ya. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: bu cd’ler gelmiş toplanmıştır. Tamam mı? Burda da 
	açılmıştır. Bunları incelememiştirler bile. Belki görmemişlerdir bile. Bizim 
	çalışmamız budur demişlerdir. İşin salaklığı ses kaydının tutulması zaten. 
	İstanbul’un üstüne çökmek ne demek? Nedir senin İstanbul’la alıp 
	veremediğin? 
	 
	İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış ya 
	 
	Asker Hukukçu 2: işin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendi almış 
	ya 
	 
	Asker Hukukçu 4: “Çökeriz diyor İstanbul’un üzerine” diyor. Ne demek 
	İstanbul’un üzerine çökmek? Çökeriz diyor 
	 
	Normal plan seminerinde niye çöküyon İstanbul'un üzerine, al Yunanistan’ı 
	incele. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru bu. 
	Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini 
	belirliyorsun? 
	 
	Asker Hukukçu 3: tabii canım darbe yapar bunlar 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: nasıl? 
	 
	Asker Hukukçu 4: hani diyor ya. İstanbul'un üzerine çökeriz diyor ya. 
	Normal plan seminer planında niye çöküyon İstanbul’un üstüne kardeşim. İşte 
	statlara bilmem kaç yüz bin kişi niye topluyorsun. Bu normal seminerde 
	 
	Asker Hukukçu 5: genelkurmay başkanı dahil şeyler, 
	 
	Asker Hukukçu 4: bütün generaller fb li mi diye 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: onlara soruver, öyle cevap versinler önce. Bak en 
	temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul’la alıp veremediğin. Al Yunanistan’ı 
	incele. Tamam yani. Niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. Esas soru 
	bu. Savcıların bunu sorgulaması lazım. Niye alış veriş merkezlerini 
	belirliyorsun? 
	 
	Asker Hukukçu 4: niye İstanbul’u mahalle mahalle inceliyorsun. 
	 
	Asker Hukukçu 2: ha bende İstanbul’un 
	 
	İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü 
	bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: alış veriş merkezlerini niye tek tek 
	belirliyorlar abi. İstanbul ayağı tamamsa jandarma da tamam derse darbe 
	yapılabilir. Çünkü bütün teşkilatlanmamız jandarma üzerinden. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: genelkurmay başkanı kim: Hilmi Özkök istemiyor. 
	Aytaç Yalman istemiyor. 
	 
	Asker Hukukçu 2: Hilmi istiyor. 
	 
	Asker Hukukçu 4: ama vazgeçti istemiyor diyelim. Şimdi burası plan 
	hazırlıyor, İstanbul ayağı tamam diyelim. Ankara’da kim var iki tane bu işi 
	istemeyen. Aytaç Yalman, Özkök. Jandarma genel komutanı o. Şey kim, 4. 
	Kolordu komutanı kim? O tarihte. Bakın onları bir değerlendirin tamam mı? 
	Hilmi Özkök’le Aytaç Yalman’ı ben şey yapabilir miyim? Atamaz mıyım? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: şimdi jandarma genel komutanın çıkmadı mı abicim. 
	Yargıtay krokisini bile gördüm ben. 
	 
	Asker Hukukçu 5: sivil yargıtay’ın değil mi? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: sivil yargıtay. Yargıtay’ın planları çıktı. 
	 
	Oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse olay bitmiştir ya. 
	Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil mi? 
	 
	Asker Hukukçu 4: oğlum jandarma genel komutanlığı işin içine girerse 
	olay bitmiştir ya. Türkiye’de bütün teşkilatlanma jandarma üzerinden değil 
	mi? 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: taşlar oturuyor yerine. Planların ayrıntısını 
	katılımcıların herbiri bilmez 
	 
	Asker Hukukçu 3: yani bu kadar general, bu kadar kurmay subay, ne 
	bileyim bu kadar albay gelip de böyle bir plan.. 
	 
	Asker Hukukçu 4: ya caminin bombalanacağını, uçağın düşürüleceğini 
	kaç kişi biliyor orda. 
	 
	Asker Hukukçu 3: ordu bu 
	 
	Asker Hukukçu 4: ama ordu dediğin kişilerden oluşuyor. İçinden birkaç 
	tane sapık düşünceli insan olabilir. Bunu ordunun tamamına teşmil edemezsin. 
	Hiçbir kuruma teşmil edemezsin. O binbaşıyı mahkeme bilirkişi olarak 
	çağırması lazım 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ama normalde keşke adamlar bir bilirkişi böyle, 
	ama belirlemesi yapsalar yani. 
	 
	Asker Hukukçu 5: ama bilirkişi yazsında, bilirkişiyi kimden 
	isteyecek. Nasıl isteyecek. 
	 
	Asker Hukukçu 4: şimdi o senin binbaşıyı tekrar bilirkişi olarak 
	çağırması gerekmiyor mu mahkemenin. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: gerekiyor. Normalde çağırmaları lazım o çocuğu. O 
	binbaşı yerine kıllı mıllı tecrübeli bir kurmay olsaydı sanki bunlar normal 
	bir plan semineri diyebilecek miydi? 
	 
	Asker Hukukçu 4: bilirkişiyi kim tayin etti?. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ordu komutanı. Farzedelim çok kıllı. Bu işe 
	yıllarını vermiş, kurmaylığa. Artık, her şeyi su gibi bilen bir kişi 
	getirdik bilirkişi olarak atadık. Ne diyecekti o belgelere. Normal plan 
	semineri mi? 
	 
	Asker Hukukçu 4:ne diyecekti!? “bir dakika, bir dakika ben komutana 
	sorayım geleyim.” Diyecek ti 
	 
	Asker Hukukçu 5: aynen öyle. 
	 
	Asker Hukukçu 4: de mi.. 
	 
	Asker Hukukçu 2: kesinlikle evet. bilirkişi komutana ne yapayım diye 
	sorsa komutan ne diyebilir ki? “gerçekte olabilir olmayabilirde deyip suya 
	sabuna dokunma” diyebilir 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: komutan ne diyecekti abi. 
	 
	Asker Hukukçu 2: silahlı kuvvetlerimize..suya sabuna dokunmadan. 
	Aslanlar gibi bir ifade ver. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ne diyecekti?...... 
	 
	Asker Hukukçu 2: diyecek çok şey var.. Ooo.. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: mesela ne diyecekti? 
	 
	Asker Hukukçu 2: “olabilir de olmayabilir de.” 
	 
	Asker Hukukçu 5: bu belgeler gerçek değil mi? Diyecekti. 
	 
	Asker Hukukçu 2: “gerçek olabilir de olmayabilir de.” Bu kadar işte. 
	Al çık işte işin içinden. Ne var yani. 
	 
	Asker Hukukçu 4: öyle de olur, böyle de olur tabii. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ne diyecek ti, sıraya koy desen, koyamıyorum. 
	Komutana sorayım. 
	 
	Asker Hukukçu 2: beş bin sayfayı nasıl sıraya nasıl koyayım ben bunu 
	sıraya diyecek. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: işim vardı komutan koysun. Kolay değil… o binbaşı 
	başına gelecekleri bilseydi belki o da raporu böyle yazmazdı. Hayatı kaydı 
	çocuğun 
	 
	Asker Hukukçu 2: o binbaşı bilseydi bunlar geleceğini yapar mıydı 
	onu? 
	 
	Asker Hukukçu 4: yapmaz mı ya . Ne yapsın ya. Çocuk o kadar çalışmış, 
	akademiyi kazanmış, kurmay subay olmuş, istikbal vaad eden.. 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ve adam dört dörtlük.. 
	 
	Asker Hukukçu 4:baksana abimin anlattığı. Dört dörtlük, hayatı kaydı 
	çocuğun ya! Paşaların kaldığı cezaevinde yönetmeliği uyguladığı için cezaevi 
	müdürünü Diyarbakır’a sürdüler 
	 
	1. Ordu Başsavcısı: ordu evi şey cezaevi müdürü yerinde olmak 
	istemezdim yani arkadaşlar. 
	 
	Asker Hukukçu 5: kim ister abi.şey öbür cezaevi müdürünü sürmüşler 
	ordan. 
	 
	Asker Hukukçu 4: bu yönetmeliği uyguluyordu, değil mi?  
	 
	1. Ordu Başsavcısı: yönetmeliği uygulamıyordu. Yönetmeliği Yusuf 
	uyguluyordu. 
	 
	Asker Hukukçu 4: Diyarbakır’a sürdüler adamı. (Bugün)  
	 
	
		 
	Askeri savcıların ses kaydı Balyoz 
		delili 
		Koşaner'den sonra askeri savcıların ses kaydı da Balyoz'un önemli 
		delilleri arasına girdi. Balyoz darbe planı soruşturması kapsamında 
		kabul edilen üçüncü iddianamede, askerler tarafından hazırlanan 
		bilirkişi raporları arasındaki çelişkiye dikkat çekiliyor. 'Balyoz'un 
		bir darbe planı olduğu aktarılan ilk raporu yazan Binbaşı Ahmet 
		Erdoğan'ın sürgün edildiği aktarılıyor. 1'nci Ordu Başsavcısı Albay 
		Bülent Münger de Erdoğan'ın raporun ardından 'tayin' edildiğini itiraf 
		ediyor. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydı da üçüncü 
		iddianamenin delilleri arasına girmişti. 
		 
		25.11.2011 10:07 Balyoz soruşturması sürerken internete düşen ses 
		kayıtlarından biri de aralarında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent 
		Münger'in de bulunduğu askeri hukukçulara ait olduğu ileri sürülen 
		kayıttı. Askeri hukukçular, hararetli bir şekilde Balyoz planı ve 
		CD'leri tartışıyordu. Albay Bülent Münger, Balyoz CD'lerini incelediğini 
		ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu anlatıyordu. 
		Münger şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular arası 
		yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar 
		literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. (...) Balyoz ile 12 Eylül 
		planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının bütün 
		şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha Tanyeri, 12 
		Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan arşivden 
		kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Daha 
		bu, buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam diyor, biz 
		çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini vereyim. 
		Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün değil ve 
		bütünlüğü bozan bir şey yok."  
		 
		Albay Münger, kayıtta ayrıca Balyoz CD ve belgeleriyle ilgili soruşturma 
		kapsamında rapor hazırlayan ilk askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın nasıl 
		sürüldüğünü de kayıtta anlatıyordu. Binbaşı Erdoğan, söz konusu 
		raporunda Balyoz'un, plan seminerinin çok ötesinde bir darbe hazırlığı 
		olduğunu aktarmıştı. Bunun üzerine de sürgün edilmişti. Ses kaydı mart 
		ayında internete düştü. Harekete geçen savcılar, ekim ayında Albay 
		Bülent Münger'i 'tanık' sıfatıyla sorguladı. Münger, bazı belge ve 
		CD'ler ortaya çıkınca askeri hukukçu arkadaşlarıyla konuştuklarını 
		doğruluyor. Ancak ses kaydının içeriğinin çarpıtıldığını savunuyor. 
		Bülent Münger'e, ilk askeri bilirkişi raporunu hazırlayan Ahmet Erdoğan 
		da soruluyor. Münger, Balyoz'un bir darbe planı olduğunu doğrulayan 
		Erdoğan'ın raporu hazırlamasının hemen ardından tayin edildiğini 
		doğruluyor. Münger, "Benim yürüttüğüm bir soruşturmada tayin edilmiş 
		genç bir bilirkişi olan Ahmet Erdoğan'ın vermiş olduğu rapor nedeniyle 
		tayin görmüş olmasına üzülmüştüm." ifadelerini kullanıyor. 
		 
		SONRAKİ BİLİRKİŞİLERE GÖZDAĞI VERİLDİ  
		 
		Savcılık, askeri bilirkişi raporlarındaki 'çelişkiye' dikkat çekiyor. 
	İlk raporu hazırlayan Erdoğan'ın sürgün edilmesinin daha sonra rapor 
	hazırlayacak isimler için bir 'gözdağı' olduğunu aktarıyor. Kurmay Binbaşı 
	Ahmet Erdoğan tarafından hazırlanan bilirkişi raporunun askeri makamlar 
	tarafından hazırlanan ilk bilirkişi raporu olma özelliği taşıdığına dikkat 
	çekiliyor. İddianamede, "Ne derece objektif davranabilecekleri ve önceki 
	bilirkişinin tayininin tesiri altında kalıp tarafsız rapor verebilecekleri 
	hususu tartışma konusudur." ifadeleri kullanılıyor. Daha sonra hazırlanan 
	bilirkişi raporlarının da sanıklar lehine çıkması, savcılığın tezini 
	doğrular nitelikte. Bu raporların birçoğunun soruşturma geçiren askeri 
	personelin görev yaptıkları kurum tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu 
	sebeple tarafsızlığı konusunda tereddüt meydana geldiği ifade ediliyor. (Zaman) 
		 
		
		Askeri savcıların ses kaydının tam 
		dökümünü görmek için tıklayın 
		 
		SES KAYDINDA 5 ASKERİ HUKUKÇU KONUŞUYOR 
		 
		İddiaya göre, kayıttaki sesler 5 askeri hukukçuya ait. Konuşmalardan 
		kaydın Gölcük Donanma'da 6 Aralık'ta yapılan aramadan sonra alındığı 
		anlaşılıyor. Seslerden birinin 1. Ordu Askeri Başsavcısı Bülent Münger'e 
		ait olduğu iddia ediliyor. Hukukçular, Balyoz'u tartışıyor. CD'lerin 
		gerçek olduğu anlatılıyor. Münger'in ses kayıtlarında "Bütün o emirler 
		var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette. Savcılar 
		tarafsız askeri bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj 
		emirlerinden darbe hazırlığını hemen ispatlarlar" şeklindeki sözleri 
		dikkat çekti.  
		 
		'Balyoz darbe planı' diyen bilirkişi sürüldü 
		 
		İnternet ortamına düşen ses kaydında "Çetin Doğan, KKK'lığı emrine 
		rağmen semineri oynamış. CD'lerde her şey var" ifadeleri yer alıyor. 1. 
		Ordu Askeri Savcılığı'nca görevlendirilen ve 'Belgeler doğru ise Balyoz 
		darbe planıdır" değerlendirmesi yapan Askeri bilirkişi Ahmet Erdoğan'ın, 
		görev yerinin değiştirilip Kocaeli'ne sürüldüğü iddia ediliyor. Yine ses 
		kayıtlarında 12 Eylül darbe planları ile Balyoz planının 
		benzerliklerinden de bahsediliyor. Ahmet Erdoğan, 22 Şubat 2010 tarihli 
		raporunda "Balyoz Güvenlik Harekat Planı"nın, sıkıyönetim esaslarının 
		ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren ve hükümeti devirip devlet 
		idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu değerlendirmesi yapmıştı. 
		Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ise "Bilirkişi değil bir kişi" 
		demişti. 
		 
		KOŞANER'İN SES KAYDI DA DELİL 
		 
		Askeri savcıların ses kaydı internete düştükten sonra aslında Balyoz ana 
	davasında dikkate alınmıştı. Balyoz davasının 26 Nisan 2011 tarihinde 
	görülen 22. duruşmasında önemli bir gelişme yaşanmıştı. 15 Mart 2011 
	tarihinde internete düşen askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına 
	eklendiği ortaya çıkmıştı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri 
	hukukçuya ait olduğu ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe 
	planları ile ilgili itiraflar yer alıyor, Balyoz için 'buzdağının görünen 
	yüzü' deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer 
	toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine hemen 
	görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı bir rapor 
	hazırlatıldığı iddiası medyaya da yansımıştı. Askeri savcıların ses kaydı 
	dışında başka ses kayıtları da dava dosyası delilleri arasında yer alıyor. 
	Balyoz semineri toplantılarında katılımcı subayların konuşmalarını içeren 
	saatlerce uzunluktaki orjinal ses kayıtları Balyoz davasındaki en önemli 
	deliller arasında. Dava dosyasına son olarak eski Genelkurmay Başkanı Işık 
	Koşaner'in ses kaydı da girdi. Ses kaydından 'herşeyimizi çaldırmışız' diyen 
	Koşaner, meçhul biri tarafından Taraf gazetesine oradan da savcılara ulaşmış 
	olan ve Balyoz davasının açılmasına neden olan 1 valiz dolusu belge ve ses 
	kaydının 1. Ordudan çıktığını itiraf ediyordu. En üst kademeden gelen bu 
	itiraf şüphesiz davanın en önemli delilleri arasında yerini aldı. Ses 
	kayıtları iddianamede, 'Açık kaynaklardan temin edilen ses kayıtları' 
	başlığı altında sıralanıyor. (Abdullah 
		Harun / kontrgerilla.com)  
	 
		 
		
	Askeri yargıçların ses kaydı, Balyoz 
		dosyasında 
		Balyoz davasının 25 Nisan 2011 tarihinde görülen 22. duruşmasında 
		önemli bir gelişme yaşandı. 15 Mart 2011 tarihinde internete düşen 
		askeri yargıçların ses kaydının da dava dosyasına eklendiği ortaya 
		çıktı. Albay Bülent Münger ile birlikte 5 askeri hukukçuya ait olduğu 
		ileri sürülen şok içerikli görüşme kayıtlarında, darbe planları ile 
		ilgili itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' 
		deniliyordu. Askeri bilirkişi Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın balyoz seminer 
		toplantıları için 'darbe hazırlığı' değerlendirmesi yapması üzerine 
		hemen görevinden alındığını ve yerine atanan başka bilirkişilerce farklı 
		bir rapor hazırlatıldığı da iddia ediliyordu. Mahkeme, bu gelişmeler 
		üzerine farklı bilirkişi raporlarının peşine düşmüş, çeşitli ara 
		kararlar almıştı. 
		 
		26.04.2011 12:05 Balyoz davası bir aylık aradan sonra tekrar başladı. 
		İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın dünkü duruşmasına 155'i 
		tutuklu 177 sanık katıldı. TSK açıklamasından sonraki ilk duruşma 
		çeşitli protestolara sahne oldu. Soruşturmayla ilişkisi olabileceği 
		gerekçesiyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden istenen internetteki ses 
		kayıtları mahkemeye ulaştı. Kayıtların çözümünün yapıldığı 30 sayfalık 
		doküman ve CD'ler dosyaya konuldu. Albay Bülent M. ile birlikte 5 askeri 
		hukukçuya ait olduğu ileri sürülen kayıtlarda, darbe planları ile ilgili 
		itiraflar yer alıyordu. Balyoz için 'buzdağının görünen yüzü' 
		deniliyordu. 
		 
		-Bunlar buzdağının görünen kısmı- 
		 
		Üye hakim Ali Efendi Peksak, mahkeme tarafından yapılan yazışmalarla 
	ilgili dosyaya gelen yazı ve evrakları okudu. Peksak, Kara Kuvvetleri 
	Komutanlığı'ndan istenen 1. Ordu Seminer Planı'na ilişkin sonuç raporu ile 
	seminere konu olan kroki ve haritaların dosyaya ulaştığını kaydetti. 
	İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden dosya ve yürütülen soruşturmayla ilişkisi 
	olabileceği gerekçesiyle bir süre önce internete düşen ses kayıtlarının 
	çözümünün yapılarak 30 sayfalık dökümün ve CD'lerin mahkemeye gönderildiğini 
	belirtti. Balyoz darbe planlarının yer aldığı CD'lerle ilgili 15 Mart'ta 
	internete yeni bir ses kaydı düşmüştü. Aralarında 1. Ordu Askeri Başsavcısı 
	Albay Bülent Münger'in de bulunduğu 5 askeri hukukçuya ait olduğu ileri 
	sürülen kayıtta, Balyoz darbe planlarının gerçek olduğu aktarılıyordu. 
	Münger olduğu ileri sürülen kişi konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: 
	"Bunlar buzdağının görünen yüzü. Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler var ya, 
	mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette." (Zaman) 
		 
		-Ses kaydında yargıçların dikkat çektiği bilirkişi raporu- 
		 
		'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna 
		dair konuşmaların yer aldığı ses kaydında askeri yargıçlar ayrıca, bir 
		askeri bilirkişi raporundan da bahsediyordu. Ses kaydında, bir 
		binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u tam anlamıyla bir 
		darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe hazırlığını tespit 
		eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi değiştirerek yeni bir rapor 
		hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak görülmemişti. Ses kaydında beş 
		askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın 
		raporuna dikkat çekmesini çok önemli bulan diğer hukukçular da, Balyoz 
		davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı tanık olarak mahkemeye 
		çağırması gerektiği belirtiyorlardı. Balyoz davasına bakan mahkeme de bu 
		bilirkişi raporlarının peşine düşmüştü. Ses kaydında konuşan askeri 
		yargıçlar mahkemenin tarafsız bilirkişilerle çalışmasının 
		gerekliliğinden de bahsediyordu: " Savcılar tarafsız askeri 
		bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe 
		hazırlığını hemen ispatlarlar." 
		 
		-Askeri bilirkişi raporu: 'Balyoz planı, bir darbe hazırlığı'- 
		 
		Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait inceleme raporu 
	ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son noktayı koyacak bilgiler 
	içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde Balyoz Güvenlik Harekat 
	Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbir ve faaliyetleri 
	içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı 
	öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim seminer uygulama emri ile seminer sonuç 
	raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.' 
	(Cihan) 
		 
		
		Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
		
		O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
		
		İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu 
		 
		İNTERNETE DÜŞEN SES KAYITLARI DAVA KLASÖRLERİNE GİRDİ 
		 
		05.07.2011 12:10 Geçtiğimiz aylarda internete düşen Balyoz darbe planına 
		ilişkin ses kayıtları, dava klasörlerine girdi. 1. Ordu Başsavcısı Albay 
		Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları da dosya 
		kapsamına alındı. Münger olduğu ileri sürülen kişi söz konusu kayıtta, 
		"1. Ordu ve kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının 
		delili. Daha bu buzdağının görünen yüzü." diyordu.Geçtiğimiz aylarda 
		internete düşen Balyoz darbe planına ilişkin ses kayıtlarının çözümleri 
		tamamlandı. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi görevlileri, söz konusu 
		dosyaları davaya bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. 
		Dava dosyasına giren kayıtlar arasında 1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent 
		Münger'in Balyoz planını doğrulayan ifadeleri, Gölcük'te Balyoz 
		belgelerinin çıktığı şubede görevli iki astsubayın konuşmaları ve bir 
		albayın tutuklu yakınlarının protesto eylemlerini yönlendirmesi gibi 
		konuşmalar yer alıyor. Emniyet'in, mahkemeye gönderdiği yazıda, 
		"Yürütülen soruşturmalar ile ilgisi olduğu değerlendirilen ve internet 
		sitelerine düşen ve çeşitli haberlere konu ses kayıtlarının olduğu 
		tespit edilmiştir. Ses kayıtlarının muhteviyatının hem mahkemenizde 
		devam eden kovuşturmayı hem de bu kapsamda devam eden 2010/1439 sayılı 
		soruşturmayı ilgilendirdiğinin anlaşılması üzerine çözüm haline 
		getirilmiş, anılan dosyalara eklenmek üzere yazımız ekinde 
		gönderilmiştir." denildi.  
		 
		1. Ordu Başsavcısı Albay Bülent Münger'e ait olduğu ileri sürülen ses 
		kaydı mart ayında internete düşmüştü. Kayıttaki ses, Balyoz CD'lerini 
		incelediğini ve siviller tarafından hazırlanmasının imkansız olduğunu 
		anlatıyordu. Münger, şu ifadeleri kullanıyordu: "1. Ordu ve kolordular 
		arası yazışmalar ve emirler darbe planlandığının delili. Sivil savcılar 
		literatürü bilmediği için daha anlayamadılar. Her şey ellerinin altında 
		ama askeri yazışma usullerini bilmedikleri için anormalliği fark 
		edemiyorlar. Bak, normal bütün o emirleri, emirlerin götürülüş tarzını, 
		hangi nelerin gizli olduğunu hepsini ben çok iyi biliyorum. Bunlar daha 
		ortaya çıkmadı. İlerde bunlar da ortaya çıkınca olayın normal (plan 
		semineri) olmadığı ortaya çıkacak. (...) Ya şimdi şöyle. Bütün o emirler 
		var ya, mesaj emirleri, komutanlık emirleri taralı vaziyette.(...) Emir, 
		resmen emir. Hiçbir şeylik yok yani. CD'ye taranmış emir. Balyoz ile 12 
		Eylül planları örtüşüyor, üzerinden çalışmışlar. 12 Eylül darbe planının 
		bütün şeyleri CD'ye taranmış vaziyette. Hepsi uyuşuyor. (...) Süha 
		Tanyeri 12 Eylül planlarını, diğer plan subaylarının haberi olmadan 
		arşivden kendisinin çıkardığını itiraf etti. Ben size bir şey söyleyeyim 
		mi? Daha bu buzdağının görünen yüzü. Süha Tanyeri'ye sorduk onu. Adam 
		diyor biz çıkarttık gittik arşivden. (...) Ben size Balyoz CD'lerini 
		vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. Yapamaz siviller, mümkün 
		değil ve bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi, mesaj emirleri, KKK 
		emirleri. (...) Bak en temel soru o. Nedir yani böyle İstanbul'la alıp 
		veremediğin. Al Yunanistan'ı incele. Tamam yani."  
		 
		O BELGELER 2008'DEN BERİ GÖLCÜK'TE  
		 
		Kayıtlara giren bir diğer konuşma ise Donanma Komutanlığı'nda görevli 
		Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç Yıldız ile Deniz Astsubay Ertunç Yıldız 
		arasında geçiyor. Gölcük'teki Balyoz belgelerinin bulunduğu İstihbarat 
		Şube'de görevli astsubaylara ait kayıtta, belgelerin 2008 yılından bu 
		yana Donanma'da olduğu aktarılıyor. Deniz Astsubay Başçavuş Erdinç 
		Yıldız olduğu iddia edilen kişi, çuvalların defalarca yer değiştirdiğini 
		anlatıyor. Ertunç Yıldız ise belgelerin bulunmasıyla, "Asıl bomba şimdi 
		patlayacak." diyor.  
		 
		Mahkeme dosyasına giren bir başka ses kaydı ise tutuklu yakınlarının 
	protestolarının arka planına ışık tutuyor. 11 Mart 2011'de internete düşen 
	ses kaydında Albay Murat Özenalp, komutan eşlerini kürklü, güneş gözlüklü 
	şekilde kokonalar gibi gelinmemesi konusunda uyarıyor. Özenalp, komutan 
	eşlerine halktan uzak görünmemek için etek, pantolon veya ceket pantolon 
	giyilmesi gerektiğini anlatıyor. (Zaman)  
	 
		 
		
İşte 
		'Balyoz, darbe planıdır' diyen o rapor 
		1. Ordu Başsavcısı'nın talebi üzerine Balyoz planı ile ilgili 
		inceleme yapan askeri Bilirkişi Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'a ait 
		inceleme raporu ortaya çıktı. Rapor, 'seminer' tartışmalarına son 
		noktayı koyacak bilgiler içeriyor. Askeri bilirkişi, sonuç bölümünde 
		Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının 
		ötesinde tedbir ve faaliyetleri içerdiğini belirtiyor. Planın hükümeti 
		devirip devlet idaresine el koymayı öngördüğüne dikkat çekiyor: 'Nitekim 
		seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların 
		bile tamamen farklı olduğu tespit edilmiştir.'  
		 
		'Balyoz'un bir darbe planı, ele geçirilen CD'lerin de gerçek olduğuna 
		dair önceki gün internete düşen ses kaydında askeri bir bilirkişi 
		raporundan bahsediliyordu. Askeri 5 hukukçuya ait olduğu iddia edilen 
		ses kaydında, bir binbaşının, hazırladığı bilirkişi raporunda Balyoz'u 
		tam anlamıyla bir darbe planı olarak tanımladığı aktarılıyordu. Darbe 
		hazırlığını tespit eden bu rapor üzerine askerler bilirkişiyi 
		değiştirerek yeni bir rapor hazırlatmış, bu kez balyoz darbe olarak 
		görülmemişti. Ses kaydında beş askeri hukukçunun Balyoz'u darbe olarak 
		görmesi ve bilirkişi Erdoğan'ın raporuna dikkat çekmesini çok  üzerine 
		hukukçular, Balyoz davasına bakan mahkemenin bu bilirkişi Erdoğan'ı 
		tanık olarak mahkemeye çağırması gerektiği belirtilmişti. 
		 
		Askeri savcılığın talebi üzerine Balyoz belgeleriyle ilgili inceleme 
		yapan bilirkişinin Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan olduğu öğrenildi. 
		Erdoğan'a ait inceleme raporunda çarpıcı tespitler yer alıyor. Raporda, 
		bir takdimde bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanıldığı ve silahlı 
		kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanıldığı 
		hatırlatılıyor. Şu ifadelere yer veriliyor: "Ast birliklerin alternatif 
		harekat planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri 
		nedeniyle kolordu plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin 
		başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama 
		emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı 
		olduğu tespit edilmiştir."  
		 
		Askeri bilirkişinin hazırladığı inceleme raporu 22 Şubat 2010 tarihini 
		taşıyor. Raporda, Balyoz planı doğrultusunda hazırlanan çeşitli 
		planların gizlilik derecesi yüksek şekilde yürütüldüğü anlatılıyor. 
		Binbaşı seviyesindeki bilirkişi, 1'inci Ordu Komutanlığı'nın plan 
		seminerinden önce sınırlı sayıda birlik ve personelin bilgisi dahilinde 
		'Balyoz Güvenlik Harekat Planı' adında ayrı bir plan hazırlandığı 
		tespitinde bulunuyor. Bu plan Balyoz Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 
		2002 yılının Aralık ayında hazırlanmış. Raporda, bu planın kaynağı 
		olarak, kirli planda yer alan, "Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nda 28 
		Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 
		seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesi nedeniyle Balyoz 
		Komutanlığı'nın İç Hizmet Kanunu'nun kendisine verdiği Türkiye 
		Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevinin gereği olarak bu planın 
		hazırlandığı ifade edilmektedir." ifadeleri gösteriliyor.  
		 
		Askeri bilirkişinin tespitlerine göre; 1. Ordu Komutanlığı'ndan Kara 
		Kuvvetleri Komutanlığı'na (KKK) gönderilen 12 Aralık 2002 tarihli yazıda 
		'irticai unsurlara ilişkin' çalışmaların Plan Semineri'nde kullanılacağı 
		belirtiliyor. KKK'nın 3 Ocak 2003 tarihli cevabi yazısında ise "OEYTS" 
		olarak anılan irticai unsurlara ilişkin plan seminerinin ileride 
		belirlenecek başka bir tarihte kullanılması isteniyor. Buna rağmen söz 
		konusu plan, 17 Mart 2003'teki plan seminerinde kullanılmış. Bu durum 
		komutanlıktan da gizlenmiş. Raporda, Balyoz Komutanlığı'nın amacı 
		'demokrasinin tamamı ile askıya alınması da dahil olmak üzere nihai amaç 
		olan irticai yapılanmanın tek bir ferdi kalmayacak ve bir daha 
		hortlayamayacak şekilde ortadan kaldırılması' şeklinde anlatılıyor. 
		Bilirkişi Balyoz ekibinin almayı düşündüğü tedbirleri de şu şekilde 
		sıralıyor: "TSK bünyesinde dost ve müzahir unsurlar dışında kalan 
		özellikle yüksek rütbeli personel kontrol altında tutulacak, TSK'nın 
		müzahir eleman temini konusunda ÇYDD, ADD, TGB'den devam edilecek. TSK 
		haricindeki dost unsurlar tarafından yapılacak ekonomik operasyonlar 
		basın yayın faaliyetleri ve sosyal sorumluluk projeleri yakından takip 
		edilecek. Aleyhte yapılan her türlü propaganda ve yasal düzenleme 
		girişimlerinde muhalefet partileri ile koordineli fikir ve eylem birliği 
		içerisinde hareket edilecek."  
		 
		Rapora göre darbe planının 4 aşamada uygulamaya geçirilmesi öngörülmüş. 
		Bu aşamalar, "Hazırlık, harekat ortamının şekillendirilmesi, icra ve 
		yeniden yapılandırma safhası" olarak sıralanıyor. Raporda bu safhalar 
		şöyle açıklanıyor:  
		 
		Hazırlık safhası: 'Gizli' gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş 
		sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde 
		denenmesi, müzakere edilmesi. 
		 
		Harekat ortamının şekillendirilmesi: Hassasiyet arz eden 
		şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik 
		eylemler yapılması, ekonomik operasyonlar ile ülkenin darboğaza 
		sokulması, AKP hükümetine yönelik büyük çapta gösteriler organize 
		edilmesi  
		 
		İcra safhası: PKK ve El Kaide'nin İstanbul'da gerçekleştireceği 
		eşzamanlı büyük eylemlerin ardından toplumsal gösterilerle olağanüstü 
		hal ilan edilmesi ve sonrasında da sıkıyönetim ilan edilecek. İrticai 
		faaliyetlerde yer aldığı tespit edilenlerin Özel Görevli Toplama Timleri 
		tarafından gözaltına alınarak sorgulama timlerine teslim edilmesi  
		 
		Yeniden yapılandırma: TSK'nın kategorilendirilmiş personelden 
		tamamen arındırılması, AKP hükümetinin yerine planlanan hükümet ve 
		bürokratik kadroların görevi devralması, Türkçe ezan dahil tüm ulusal 
		değerimiz hayata geçirilerek Arap ve Kürt unsurların Türk kültürüne 
		verdikleri zararların telafi edilmesi planlanmıştır.  
		 
		-Kuvvet komutanları katılmayınca seminer tarihi değiştirilmiş- 
		 
		'Balyoz' darbe planı davasının bir numaralı sanığı eski 1. Ordu Komutanı 
	emekli Orgeneral Çetin Doğan, savunmasına dünkü duruşmada üçüncü gün de 
	devam etti. 5-7 Mart 2003'te yapılan seminere 162 askerin katıldığını ancak 
	sadece 48'inin sanık olduğunu söyledi. 12 Aralık 2002 tarihli plan semineri 
	yazısını Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na sunduklarını hatırlatan Doğan, eğer 
	burada tehlikeli bir durum olsa kendilerine bildirileceğini söyledi. Kuvvet 
	komutanları ve Genelkurmay Başkanı'nın seminere katılamayacağının 21 Şubat 
	2003'te belli olduğunu söyleyen Doğan, bu tarihe kadar '4-6 Mart 2003' 
	olarak belirlenen seminerin tarihinin bundan sonra '5-7 Mart 2003' olarak 
	değiştirildiğini kaydetti. Şehir dışından gelen askerlerin hafta sonlarını 
	İstanbul'da geçirmelerini sağlamak için tarih değişikliğine gittiklerini 
	söyledi. 3 günlük seminerin toplam 12 saat ses kaydı bulunduğunu ve bunlar 
	dışında farklı konuşmalar geçmediğini savundu. Davaya konu olan seminerde 
	yaptığı konuşmanın montajlandığını savundu. 1. Ordu Askeri Başsavcısı Albay 
	Bülent Münger'in de duruşmaya çağrılmasını talep eden Doğan, internette 
	bulunan ses kaydını hatırlatarak, "Bu, birileri hakkında dedikodu 
	yapıldığını gösteriyor. Kendisinin sorguya çekilmesini istiyorum.'' dedi. 
	Seminerde belirli sınırlar içinde, belirli konularda siyasi partilerle 
	ilgili de konuştuğunu belirtti. Mahkeme Başkanı, yorulduğunu belirten 
	Doğan'ın savunmasının sonuç kısmına bugün devam etmesine karar vererek 
	duruşmayı erteledi. (Zaman)  
	 
		 
		
İmza 
		makinesi, buzdolap, CD ve bellek 
		Balyoz davasının 52. duruşmasında Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellekle ilgili tartışma yaşandı. Hazırlattıkları bilirkişi 
		raporunu mahkemeye sunan Büyük’ün avukatları Hüseyin Ersöz ve Celal 
		Ülgen, dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna 
		ulaşıldığını vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti. Bu 
		avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza makinesi' ve 'buzdolap' 
		şovlarıyla tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice 
		CD yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle 
		yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise 
		davalık olmalarına yol açtı. 
		 
		29.11.2011 13:06
		Balyoz davasının 28 Kasım 2011 tarihinde görülen 52. duruşmasında sanık 
		Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen flash bellek tartışması yaşandı. 
		Sanık Büyük’ün avukatları flash bellek ile ilgili hazırlattıkları 
		bilirkişi raporunu mahkemeye sundu. Avukat Hüseyin Ersöz teknik raporda, 
		dijital verilere elle müdahalede bulunulmuş olduğu sonucuna ulaşıldığını 
		vurgulayarak Büyük'ün tahliye edilmesini talep etti. 
		 
		Şubat ve Haziran 
		2011 tarihlerinde Hakan Büyük’ten ele geçtiği iddia olunan flash 
		bellekle ilgili kolluk tarafından hazırlanmış 2 adet rapor bulunduğunu 
		söyleyen Avukat Ersöz, şöyle konuştu: 
		 
		"Ancak bu raporlarda yer alan 
		yazar ve oluşturma tarihleri gibi bilgiler arasında çelişkiler 
		mevcuttur. Bu çelişkiler, delil bütünlüğünü etkileyecek oranda büyüktür. 
		Bu hususlar, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ufuk Çağlayan 
		tarafından hazırlanmış bilirkişi raporu ile tesbit edilmiştir. Çağlayan, 
		raporunda özellikle oluşturulma tarihi ile doküman içeriğinde yer alan 
		bilgiler arasında yer alan önemli zaman farklılıkları olduğunu ifade 
		ederek sözkonusu dijitallerin delil bütünlüğü ve sağlığını kaybettiği 
		yönünde tesbitte bulunmuştur. Şubat ve Haziran aylarındaki raporlar 
		arasında oluşturulma tarihi ve dosya yolları ile ilgili önemli 
		farklılıklar mevcuttur. Bu farklılıklar bu bilgilere elle müdahale 
		edilmiş olduğunu göstermektedir. Öyle ki bazı karakterler ve harfler, 
		dosya içerisinde düzgün bir şekilde yer alırken Türkçe karakterler gibi 
		bazı harflerin de başka bir karakter ile ifade edilmesi, bilgisayar 
		tekniğine ve çalışma prensibine uygun değildir. Bu durum, elle 
		müdahalenin göstergesidir." 
		 
		BİLİRKİŞİ RAPORU 
		 
		Avukatlar tarafından mahkemeye sunulan bilirkişi raporu Prof. Dr. Ufuk 
		Çağlayan tarafından hazırlanmış. Emekli Albay Hakan Büyük’ün 
		Eskişehir’deki evinde 21 Şubat 2011 tarihinde ele geçirildiği flash 
		bellek üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlan raporda şu 
		değerlendirmeler yer alıyor: 
		 
		"Dijital doküman, hard disk, flash ve benzeri yazılabilen bir 
		ortamda depolanmışsa, meta data bilgilerinin dijital dokümanın neresinde 
		yer aldığını ve formatını bilen uzman bir kişi, editör olarak 
		adlandırabilecek özel bir yazılım kullanarak "meta data" bilgilerinden 
		istediğini, istediği bir şekilde değiştirebilir. Üzerinde bilinçli 
		olarak veri çıkarma, değiştirme gibi işlemler yapılmadığı sürece, bu 
		bilgilerin kendiliklerinden anlamlı bir şekilde değişmeleri mümkün 
		değildir. Ancak çevre şartları, medya materyalinde bozulmalar olması 
		gibi sebeple bu bilgiler bozulabilir ve okunmaz hale gelebilir. 
		 
		Aynı dijital medya için farklı tarihlerde yapılan incelemeler 
	neticesinde oluşturulan raporlardaki hash değeri, oluşturma tarihi, son 
	kaydetme tarihi, yazar gibi bilgilerin herhangi birinde farklılıklar varsa, 
	bu durum dijital medya içerisinde değişiklik olduğu anlamına geleceğinden, 
	dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur. 12 Mayıs 
	2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü olan dijital bir verinin 
	oluşturma tarihi hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz. 
	İçeriğinde 12 Şubat 2008 tarihli yazı olan dijital verinin oluşturma tarihi 
	hiçbir şekilde önceki tarih 19 Nisan 2007 olamaz." (Kontrgerilla.com) 
		 
		BALYOZ'DA BİLİRKİŞİNİN FLASH BELLEK RAPORUNA TEPKİ 
		 
		Balyoz davasında yukarıda bahsi geçen flash bellek tartışmasına Akit 
		yazarı Avukat Ali İhsan Karahasanoğlu yazısıyla katıldı. Balyoz 
		avukatlarının mahkemeye sunduğu bilirkişi raporunu eleştiren 
		Karahasanoğlu, ele geçen tüm çarpıcı delilleri, balyoz toplantılarının 
		ve balyozu itiraf eden askeri savcıların ses kayıtlarını, hatta 
		Gölcük'te Donanma zeminine gizlenmiş bulunan çuvallarca belgeyi dahi 
		görmemezlikten gelen çevrelerin, tartışmalı bir bilirkişi raporunu ve 
		bir flash belleği öne çıkararak kafa karışıklığı oluşturmaya çalışmasına 
		tepki gösteriyor. Karahasanoğlu'nun yazısı şu şekilde: 
		 
		"Bugünden itibaren, yeni tartışma konumuz, “Balyoz Davası kapsamında 
		Emekli Albay Hakan Büyük’ten elde edilen delillerin, aslında uydurma 
		olduğunun, Boğaziçi Üniversitesi’nden alınan Teknik Bilirkişi Raporu ile 
		tescillendiği” palavrasının pompalanması ekseninde olacak. “Ben 
		Ergenekon yok demiyorum. Ergenekon var. Ama şu gözaltılar biraz ipin 
		ucunun kaçtığını gösteriyor” diye söze başlayanların, nasıl büyük bir 
		cevvaliyet içerisinde, bu pompalamaya sarılacaklarını göreceğiz.. Biri 
		bırakacak, diğeri alacak sazı eline: “Bak Boğaziçi Üniversitesi’nden 
		Bilirkişi Raporu’nda neler deniliyor.. Deliller uydurma imiş. Zaten 
		Balyoz Davası’nın tamamı için, kahraman komutanımız Çetin Doğan, çok 
		önceden söylemişti ya, ‘uydurma’ diye..” Dünkü internet siteleri, 
		“Bilirkişi: ‘Flash bellek’e müdahale var” başlığı ile çoktan başlattılar 
		zaten bombardımanı! Bugün de gazete ve TV’lerin, aynı başlıkla konuya 
		müdahil olacaklarını göreceğiz.. 
		 
		Bu propaganda bombardımanı yapılacak da. Acaba gerçekten böyle bir 
		Bilirkişi Raporu var mı? Varsa neler içeriyor? Önce bilirkişimizi 
		tanıyalım.. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Prof.. Mesleği ne? Biz lisans 
		eğitimine bakıp söyleriz kişinin mesleğini.. Bu arkadaşın mesleği de, 
		elektrik mühendisliği imiş. Elektrik mühendisi profesörümüz, tutmuş 
		“Flash bellek üzerine rapor” yazıp, bir de mahkemeye adeta akıl vermiş: 
		“Dijital medyanın delil bütünlüğü ve sağlığı artık kaybolmuştur.” İşte 
		orada dur muhterem bilirkişi!.. Neyin “delil bütünlüğü”nü kaybedip, 
		neyin kaybetmediğini, bırak da hukukçular tespit etsin. Sen; teknik 
		raporunu yaz, sonrasını hukukçulara bırak.. Değil mi ama?.. Yazmışsın 
		zaten teknik raporunu.. Ne demişsin? Rapordan aynen alıntılıyorum: 
		“İçeriğinde 12 Mayıs 2009 tarihine ait bir gazetenin taranmış görüntüsü 
		olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir şekilde 12 Mayıs 
		2009'dan önce, yani 19 Nisan 2007 olamaz. Yine içeriğinde 12 Şubat 2008 
		tarihli bir yazı olan dijital bir verinin oluşturulma tarihi hiç bir 
		şekilde bundan önceki 19 Nisan 2007 olamaz.” 
		 
		Çok güzel.. Bunu söylemek için, ODTÜ’yü bitirmeye gerek yoktu sanırım. 
		Sıradan bir mantık muhakemesi, zaten bir maddenin, meydana gelme 
		tarihinden önceki bir tarihte oluştuğunun iddia edilmesinin 
		geçersizliğini ortaya koyar. Önemli olan, böyle bir bilgi notu varsa, 
		bunun gerçekdışılığını tespit edip, nasıl yapılmış olabileceğini bulup 
		çıkartmakta.. Niçin böyle yapıldığı hakkında makul izahlar 
		yapabilmekte.. Bilirkişimizin anlattığı olayda, onun yapmadığı 
		muhakemeyi biz yapalım. Deniyor ya, “Flash belleke müdahale var. 12 
		Mayıs 2009 tarihli gazetenin resmi, sanki 19 Nisan 2007’de taranmış gibi 
		bir not var.. Bu teknik olarak mümkün değil.” Evet mümkün değil.. Ama 
		bunun anlamı, o delilin sonradan müdahale ile oluştuğu (kastedilmek 
		istendiği gibi polisin oluşturduğu) anlamına mı gelir? Yooo. Polis de 
		yapsa, sanık da yapsa, bilirkişi de yapsa, bir gazetenin üzerindeki 
		tarihten önce, onun teknik kaydı yapılamaz.. Gazeteyi çıkaranlar bile, 
		10 gün sonrasının gazetesini şimdiden tahmin edemezler ki, bir de 
		görüntüsü teknik kayda bugünden alabilsinler... O zaman, böyle bir tarih 
		farklılığı varsa, nedir bunun izahı? Bilirkişimiz, genel bilgiler 
		altında, bunu izah etmiş zaten: “Kullanıcıların göremediği, özel 
		yazılımlarda bulunan, dijital dosya üzerindeki oluşturma, değiştirme, 
		yazar bilgisi gibi üst veriler anlamına gelen meta data bilgilerinin 
		dijital doküman CD-ROM, DVD-ROM gibi sadece okunabilen bir ortamda 
		depolanmadığı sürece, dijital doküman için değiştirilemez bilgiler 
		içermez.” 
		 
		Eeee? Dijital dokümanlar, değişmez bilgiler içermiyorsa, teknik kaydı 
		yapan kimse, ya bilmeden, ya da kasten (ileride bir iş başımıza gelirse, 
	böyle uyduruk iddialarla dikkatleri dağıtırız niyeti ile) teknik kaydı eski 
	tarihli yapmış olamaz mı? Tabii ki olabilir. Ama bence, işin en mantıksız 
	yanı; bir gazetenin eski tarihte teknik kaydı yapıldığı notunun, delil 
	olarak hiçbir avantajı olmadığı halde, polisin yaptığının iddia edilmesi.. 
	Sanık kafa karıştırmak için böyle bir tahrifat yapabilir de.. Bu tahrifatı 
	polis niye yapsın? Ne faydası var ki, yapsın? Hiçbir önemi yok, o gazetenin 
	teknik kaydının ne zaman yapıldığının. Ama şimdi, bir bardak suda fırtına 
	koparacaklar.. Emekli albayın, duruşmada hakimin sorularına verdiği itiraf 
	mahiyetindeki cevaplar gizlenecek.. Yerine “Flash bellekte sahtecilik” 
	mavalları manşet yapılacak.. Tabii kamuoyu bu hikayelere kanarsa!" (Yeni 
		Akit) 
		 
		AVUKATLARDAN İLGİNÇ ŞOVLAR 
		 
		Flash bellek olayında dikkati çeken bir ayrıntı, bilirkişi raporunu 
		hazırlatan iki avukattan Hüseyin Ersöz'ün, Balyoz davasında hakimin 
		evrakları arasına CD gizlemekten yargılanıyor olması. Sanıkların sahte 
		delillerle yargılandıklarını ispatlamak için sahte delil yerleştirme 
		girişimi Ersöz'ün davalık olmasına yol
		
		
açmıştı. 
		 
		Yine aynı avukat, yani bu habere de konu olan Balyoz davasında flash 
		belleğe polis tarafından müdahale edildiğini ima eden avukat Ersöz, bu 
		flash belleğin ve diğer belgelerin Eskişehir'deki Balyoz operasyonunda 
		hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğini iddia etmiş, sanıkların polis 
		tarafından suçlu gösterilmeye ve mahkemenin polis tarafından 
		yönlendirilmeye çalışıldığını
		
		savunmuştu. 
		 
		Sanık Büyük'ün diğer avukatı Celal 
		Ülgen ise, Poyrazköy davasında duruşmaya buzdolabı getirteceğini 
		ve polisin arama işlemini nasıl yaptığını uygulamalı olarak göstermesini 
		isteyeceğini, böylece de delilleri polisin yerleştirdiğini ve sanıkların 
		suçsuzluğunu ispatlayacağını
		
		iddia etmişti. 
		 
		Yine aynı avukat Ülgen, Poyrazköy davasında mahkemeye ıslak imza 
		makinesi getirerek sanıkların ve ıslak imza davasında Dursun Çiçek'in 
		imzasını taşıyan belgelerin sahte olduğunu ve imzaların aslında 
		makineyle atıldığını ispatlamaya çalışmıştı. Deneme sonucunda imzanın 
		makineyle birebir atılamayacağı ortaya çıkmış, hakimler Ülgen'e itiraz 
		etmişlerdi. Konuyla ilgili uzmanların da gerçek imzayla makine imzasının 
		laboratuvarda kesin olarak birbirinden ayrılabileceğini belirtmeleri 
		üzerine avukat Ersöz'ün şovu fiyaskoyla
		
		sonuçlanmıştı. Dursun 
		Çiçek'e ve avukatlara büyük bir darbe de askerlerden gelmişti. Askeri 
		savcının hazırladığı iddianamede imzanın Çiçek'e ait olduğu kabul 
		edilmişti. 
		 
		Yine bu iki avukat Balyoz davasının açılmasına neden olan deliller 
		arasında yer alan cd'lerin orjinal olduğunu tespit eden ve mahkemece 
		tayin edilen TÜBİTAK bilirkişileri aleyhine dava açmışlardı. İki 
		avukatın asliye hukuk mahkemesince reddedilen bu dava girişimi 
		kamuoyunda, Balyoz davasına bakan savcı ve hakimlerden sonra 
		bilirkişiler üzerinde de baskı uygulanmaya çalışıldığı, bu dava ile yeni 
		katılacak bilirkişilere gözdağı verme amacı taşındığı şeklinde
		
		yorumlanmıştı. 
		 
		ARTIK BIKTIRDI BU BEYHUDE ÇABALAR 
		 
		Kafa karışıklığı oluşturma çabalarını Ergenekon sürecinde dönem dönem 
		gördük. O kadar çok örneği var ki bu saptırma gayretlerinin.. Önce 
		fotokopi denilerek inkar edilen, aslını bulun yoksa dünyayı başınıza 
		yıkarız denen meşhur 'irtica' belgesinin aslı ortaya çıkınca bu kez o 
		imza başkasına ait denildi. Sivil ve askeri laboratuvarlarda doğruluğu 
		tespit edilince imza makineyle de atılmış olabilir denildi. Ayrıca 
		üzerine parmak izi var mı, ne malum başka belgeden taşınmadığı, mürekkep 
		yaşına da bakılsın, o da yetmez ayrıca kağıt ve mürekkep o dönem 
		genelkurmayda kullanılan kağıtlardan mı mürekkepten mi bakılsın, ayrıca 
		belge yazışma kurallarına aykırı. Gerçekten biz hazırlasaydık işte şu 
		şekilde nizami yazışma formatında hazırlardık gibi insan zekasıyla alay 
		eden gerekçeler gösterildi. Hele neydi o Gölcük'te zemine gizlenen 
		çuvallarca belge için getirilen yer darlığından oraya gömülmüştür 
		açıklaması.. 
		 
		Hizbuttahrir terör örgütüyle bağlantısı gündeme gelen teğmen Çelebi'nin 
		cep telefonundaki adres defterine poliste sehven bazı numaraların 
		eklendiği ortaya çıktı. Buradan hareketle Ergenekon davasının çöktüğü 
		iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve soruşturmaların içinde olan 
		polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu olasılığa hiç değinmediler. 
		Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı da 
		ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya çıktı. Teğmen, diğer delillerle 
		de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını zaten 
		kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf etti. Yalnız bunun 
		için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt hakkında bilgi 
		toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı bilgilendirecektim. 
		Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit etmek istedim." 
		 
		Yani teğmen rejimin selameti için örgüte sızdığını savundu. İşte belki 
		de olması gereken bu. Yani Ergenekoncular delillerle ortaya konulan 
		ilişkilerini tartışmalarla saptırmak yerine dürüstçe kabul etseler ve 
		şunları deseler daha inandırıcı olmaz mı: 'Evet biz yaptık ama niyetimiz 
		rejimin kötü gidişini durdurmaktı, bunu görev kabul ettik ve bu işlere 
		kalkıştık.. Profesörlerin bir görevi de öncü olmaktır biz de rejimi 
		koruma adına öncü olduk bu eylemlere destek verdik.. PKK'lılar evet 
		tehlikeli ama düşmanımın düşmanı dostumdur, rejimi koruma adına onlarla 
		işbirliği yaptık. Kurtuluş savaşında da çetecilerle işbirliği yapılmadı 
		mı?.. vs. vs." 
		 
		OYNAMAYA NİYETİ OLMAYAN GELİN 'YERİM DAR' DERMİŞ 
		 
		Ergenekon ve benzer kritik davalara karşı olan çevreler, böyle dürüstçe 
		davranmak yerine en ufak fırsatlarda bile davanın çöktüğünü iddia 
		edebiliyorlar. En üst komutan Başbuğ ve malum çevreler, çıkan belgelere, 
		fotokopi bunlar, ıslak imza yok diye 'kağıt parçası' yakıştırması 
		yapıyor, aslını bulun yoksa kıyameti koparırım diyorlar. Hemen ardından 
		tüm personeli çağırarak hafta sonu bahar temizliğine girişiyor, çuvallar 
		dolusu belgeleri evrak öğütme makinelerinde kırpıyor, 35 bilgisayarın 
		harddisklerini özel programlarla defalarca silerek tertemiz yapıyorlar. 
		Tam 'Yorulduk biraz da dinlenelim, kurtulduk oh be!' diyecekken, gelen 
		bir haberle aksiyon fırtınası devam ediyor. Bunların çığırtkanlığından 
		bıkan subaylar, ıslak imzalı asıllarını gönderiyor. Bu kez imzanın 
		başkasına ait olduğunu iddia ediyor, imza polis asker adli tıp gibi tüm 
		laboratuvarlarda doğrulanınca da ıslak imza makinesi ile atıldığını 
		iddia ediyorlar. Makinenin imza atılırken oluşan baskıyı taklit 
		edemeyeceği ortaya çıkınca bu kez bilinemeyen bir yöntemle taklit 
		edilmiş olabilir demeye getiriyor ve belgede parmak izinin de 
		araştırılmasını istiyorlar. Ayrıca o da yetmez, kağıt o belgenin 
		hazırlandığı tarihteki kağıtlarla aynı mı incelensin, belki de en iyisi 
		incelemeler yurtdışındaki bir laboratuvarda yapılsın, çünkü Adli Tıp'a 
		güvenmiyoruz, çünkü hükümetin atadığı adamlardır diyorlar. 
		 
		ESPRİ Mİ TEHDİT Mİ?.. 'KORKUNÇ BİR FİLM - SCARY MOVİE' 
		 
		Bir kağıt parçasının çıkardığı fırtına dinmeden bu kez 'boru parçası' 
		muhabbeti başlıyor. En üst komutan Başbuğ, çıkan lav silahlarına 'boru 
		parçası', bunları polis de koymuş olabilir
		
		diyor. Ordu malı çıkınca 
		Trabzon'da savaş gemisine biniyor ve güvertesinden seslenerek, 'Buradan 
		seslenmemin anlamı büyük, herkes anlıyor' gibi espri mi tehdit mi olduğu 
		anlaşılmayan, 'Korkunç Bir Film - Scary Movie' serisinin son versiyonuna 
		konu olabilecek içerikte bir anlatım
		
		kullanıyor. 
		Ergenekoncuların film yetenekleri ilk olarak, tutuklu general Hurşit  
		Tolon'un sahte raporla cezaevinden hastaneye sevki girişiminde ortaya 
		çıkmıştı. Sahte rapor düzenlenerek Hurşit Tolon cezaevinden Gata'ya sevk 
		edilmek istenmiş, rapor son anda cezaevi yönetimine takılınca Tolon 
		cezaevi kapısında
		
		durdurulmuştu. Görevimiz 
		Tehlike filmlerini anımsatan kurtarma operasyonu, gatakulli teriminin 
		literatürümüze geçmesine de neden olmuştu. Türkiye'yi sallayan ıslak 
		imzalı belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı 
		Ergenekon tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için 
		gösterdiği
		
		gayretler ayrı bir alem. 
		Burada bahsedilebilecek başka o kadar çok şaşırtıcı olay yaşadık ki dört 
		buçuk yıllık Ergenekon sürecinde.. 
		 
		BAŞBUĞ'DAN İNANILMAZ GAFLAR: 'BÖYLE REZİLLİK OLUR MU YETER YAHU' 
		 
		En üst komutan Başbuğ, Trabzon'da savaş gemisinde yaptığı 'korkunç bir 
		espri'den kimse bir şey anlamayınca içini bu kez Habertürk’e dökmüş ve 
		inanılmaz gaflar yaparak, mahkemelere intikal eden konularda açıklamalar 
		yapmayı
		
		sürdürmüştü: 'Aylarca 
		Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast yazıldı. İşte 5. iddianame çıktı. 
		Tek satır var mı? Eee, ne oldu? Hani kendi komutanlarına suikast 
		yapacaklardı? Nerede? Aylarca suikast, suikast. Ne oldu? Hesabını kim 
		verecek? Böyle rezillik olur mu? Yeter yahu! Sabrımız taştı diyoruz. 
		İşte bunlar sabrı taşırıyor.' 400 gram patlayıcı denizaltıyı batırır mı? 
		'Batırmaz tabii. Bunlar kalmış olan, gözden kaçmış olan miktar 
		olabilir.' Gemiyi gezen çocukları öldürmek için konmuş olduğu iddia 
		ediliyor. 'Saçmalık. Bakın burası Türk Silahlı Kuvvetleri. Muz 
		cumhuriyeti ordusu değil. Burada disiplin yüzde bin tamdır. Genç 
		subaylar sorunu yoktur. Olmaz da. Ama bu arkadaşları çok da sıkmasınlar 
	(eliyle sıkma işareti yaparak). Balyoz iddiası için biraz sabırlı olun. 
		Bunlar askerimin moralini bozuyor. Askerimin moralini bozan herkesle 
		savaşırım. Yarın Gölcük’e gidiyorum. Moral bozukluğuyla mücadele için.' 
		 
		MORAL BOZUKLUĞUNU ZEMİNE GÖMMEK İÇİN GÖLCÜK'E GİTTİ, GÖMÜLÜ BELGELER 
		ÇIKTI 
		 
		Son olarak Başbuğ'un moral bozukluğunu tamir etmek için gittiği 
		Gölcük'te zemine ustaca gizlenen ve hepsi kritik davalara ait çuvallar 
		dolusu belgeler ortaya çıktı. 'Bu kez kesin pes edecekler' denilirken, 
		'yer darlığından oraya gömülmüştür' şeklinde 'yok artık!' dedirten bir 
		açıklama
		
		yapıldı ve zemine 
		gizlemenin arkasında başka maksatlar aranmaması istendi. Aslında belki 
		de, bahanelerin son versiyonu olan 'yer darlığı', şu atasözünde olduğu 
		gibi, çıkan ve bundan sonra çıkacak olan delillere nasıl direnildiğini 
		ve direnilmeye de devam edileceğini tam olarak açıklıyor: 'Oynamaya 
		niyeti olmayan gelin 'yerim dar' dermiş.'  
		 
		GELİN-DAMAT ÇÜRÜK, DELİLLER BALYOZ GİBİ 
		 
		Balyoz ve Ergenekon karşıtları en ufak fırsatlarda bile davanın 
		çöktüğünü iddia edebiliyorlar. Balyoz Darbe Planı davasının bir numaralı 
		sanığı eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı Pınar 
		Doğan Rodrik ve damadı Dani Rodrik, açtıkları web sitesinde ve 
		yayınladıkları kitapta Balyoz belgelerinin sonradan üretilmiş sahte 
		belgeler olduğuna dair iddialarını ispatlamak için yoğun bir çalışma 
		yürütüyor. Hedeflerinde sadece Balyoz davası değil Ergenekon davası da 
		var. Her davada, özellikle Balyoz ve Ergenekon gibi çok yoğun trafiğin 
		yaşandığı davalarda illa ki bazı hatalar meydana gelmiş olabilir. 
		Örneğin Teğmen Çelebi'nin cep telefonuna başka sanığın telefon 
		numaralarının yüklendiği ortaya çıktı. Polis bunun sehven olduğunu 
		belirtse de bu çevreler inanmadı. Ergenekon davasının çöktüğünü iddia 
		ettiler. Ancak birşey daha ortaya çıktı. Zaten o numaralar teğmenin 
		suçlanmasında yer almamış. Ayrıca teğmen dava duruşmasında yaptığı 
		savunma ve çapraz sorgusunda Hizbuttahrir örgütüne sızdığını da itiraf 
		etti. Bu konu tartışıldıkça teğmen hakkında diğer deliller de bir bir 
		gündeme geldi. 
		 
		KAMUOYU HERŞEYİN FARKINDA 
		 
		Bu çarpıcı bir örnek. Bunun gibi tek tük insan kusuru olabilecek 
		hataları ön plana çıkarıp asıl delilleri gizleme kurnazlığı çok şükür ki 
		işe yaramıyor. Kamuoyu herşeyin farkında. Ergenekon çevrelerinin, 
		davaların komplo olduğuna dair gayretlerine o kadar çok örnek 
		sayılabilir ki. Hepsi asılsız çıktı, bir teki bile doğru çıkmadı. Askeri 
		mahkemede yargılanan Ergenekon tutuklusu Yarbay Mustafa Dönmez'in Zir 
		Vadisi'nde ve evinde ele geçen çok miktarda cephane ile el yazılı 
		ajandası gibi diğer delilleri inkar etme gayretleri. Hep polisi 
		suçlaması, askeri övmesi. Ama hiçbirisi işe yaramadı. Aramalara katılan 
		çok sayıdaki askeri gözlemciler Dönmez'in iddialarını yalanladılar. 
		Askeri laboratuvarda incelenen el yazısı Dönmez'e ait çıktı. Bir gerçek 
		daha çıktı o davada. Dönmez'in eşini başkasıyla aldattığı. Eşi dahi şok 
		oldu. Yani iş nereden nereye geldi. Türkiye'yi sallayan ıslak imzalı 
		belgenin ilk olarak fotokopi olarak ofisinde ortaya çıktığı Ergenekon 
		tutuklusu Avukat Serdar Öztürk'ün delilleri inkar etmek için gösterdiği 
		gayretler ayrı bir alem. Tüm delillere direndiler, hepsine bir kulp 
		bulmaya gayret ettiler. 
		 
		HERON İHANETİ VE TSK'DAN SIZDIRILAN BELGELER 
		 
		Bir valiz dolusu belge ve ses kaydından başka Gölcük Donanma'nın 
		zemininden çıkan çuvallar dolusu belge. Yine de direniyorlar.. Onlar 
		direndikçe TSK'daki şerefli subaylar yeni belgeler gönderiyor. 
		Gönderiyorlar, çünkü cuntacıların ihanetinden rahatsızlar. 'Çok PKK'lı 
		vuruluyor durdurun ya da düşürün şu heronları!' diyen subaylar TSK 
		içindeki PKK işbirlikçisi hainleri bütün çıplaklığıyla ortaya serdi. 
		Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Jandarma Komutanı Eşref Bitlis, Bingöl'de 33 
		er katliamı gibi çok sayıda subay ve sivile yönelik suikastler ihanetin 
		nasıl geniş boyutlu olduğunu gösterdi. İşte bundan rahatsız olan şerefli 
		subaylar cuntanın sırlarını bir bir ortaya döküyor. Cunta direndikçe 
		yeni belgeler geliyor.. Fotokopi diye küçümsüyorlar ıslak imzalı aslı 
		gönderiliyor, o ıslak imzalı belgeyi ortadan kaldırmak için 
		Genelkurmay'da nasıl haftasonu mesaisi yaptıklarına dair ihbarlar, 
		savcılardan hangi delilleri gizleyeceklerine dair ses kayıtları geliyor. 
		Direniyorlar. Bir valiz dolusu balyoz belgesi ve ses kaydı geliyor. 
		Direniyorlar. Zemine gizlenmiş çuvallar dolusu belge geliyor. Yine 
		direniyorlar. 
		 
		MAHKEME AYRINTILARA İNDİKÇE YENİ DELİLLER ÇIKIYOR 
		 
		Delilleri inkar etmek için sanıkların neredeyse yapmadığı numara, 
	atmadığı takla kalmıyor. Böyle olunca mahkeme uzuyor. Aslında uzaması bir 
	açıdan da iyi oluyor, çünkü ayrıntılara inildikçe Danıştay davasında kamera 
	görüntülerinin örtüldüğünün ortaya çıkması gibi yeni çarpıcı gerçeklerle 
	karşılaşıyoruz. Soruşturma genişledikçe genişliyor, örgütün diğer 
	uzantılarına yöneliyor. Haberal için yapmadıkları numara kalmayınca mahkeme 
	olayın üzerine gidiyor ve orada da örgüt uzantıları tespit ediliyor. Onun, 
	doktorların dediği gibi kıpırdarsa ölecek durumda olmadığı, gayet sağlıklı 
	olduğu, düzenlenen düzmece raporlarla hasta gibi gösterilerek cezaevinden 
	uzak tutulmaya çalışıldığı ortaya çıkıyor. Bu gelişme bir başka korkunç 
	şüpheyi daha teyit ediyor. Ecevit'in Haberal'ın hastanesinde nasıl 
	iyileşemediğini, 'Kasten iyi edilmiyor, çünkü başbakanlıktan düşürüp 
	başkasını yerine geçirecekler' ihbarı üzerine adeta kaçırılırcasına 
	hastaneden çıkarılan Ecevit'in evinde nasıl hızla iyileştiğini. 
	Soruşturmalar sürdükçe ve genişledikçe çok çarpıcı başka gerçeklerle 
	karşılaşacağımız anlaşılıyor. (Abdullah Harun 
		/ kontrgerilla.com)  
	 
	 
	Yalman'ın 
		ifadesi Balyoz delili 
		Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın 
		Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi, Balyoz 
		davasının önemli delilleri arasında yer alıyor. Yalman'ın ifadesinde şu 
		sözler yer alıyor: 'Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay 
		Başkanı Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi 
		tarafından bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını 
		söyledim. Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi. 
		Esasen bir slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne 
		olduğunu. Planı okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali 
		oldum.' 
		 
		27.03.2012 13:04 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç 
		Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği 31 sayfalık ifadesi, 
		Balyoz darbe planı iddialarına yönelik davaya delil oldu. Yalman’ın 
		“Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını, 2004 baharında Hilmi Özkök 
		odasında bana gösterdi” sözleri dikkat çekti.  
		 
		-Soruların tamamı günlüklerden- 
		 
		Balyoz Darbe planı davasına bakan İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza 
		Mahkemesi, delillerin toplandığını son duruşmada sanıklara söyledi. 
		Balyoz davasının delilleri arasına giren en önemli ifade ise dönemin 
		Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’a ait. Yalman’a 
		yöneltilen soruların tamamının, Özden Örnek’in olduğu öne sürülen 
		günlüklerdeki iddialar ve Ergenekon yapılanmasıyla ilgili olduğu 
		görüldü.  
		 
		-Planı gördüm dışlandığımı anladım- 
		 
		Savcının “Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz adlı darbe planlarından haberiniz 
		var mı? Planların hazırlanmasında rolünüz ne oldu? Kimler hazırladı? Ne 
		gerçekleştirmeyi planlıyordunuz?” sorusuna Yalman şu cevabı veriyor: 
		“Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başkanı Hilmi 
		Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi tarafından 
		bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını söyledim. 
		Bunun üzerine kendisi de ‘ben de öyle tahmin etmiştim’ dedi. Esasen bir 
		slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne olduğunu. Planı 
		okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali oldum.” 
		 
		-Bazı komutanlar aşırıya gidiyordu- 
		 
		Örnek’in günlüklerindeki “16 Mart 2004’te Genelkurmay Başkanını görmeye 
		gittim. Şener’in yaptıklarının yetkisini aştığını ve birçok şeyden 
		haberi olduğunu söyledi. Ben de KKK’ya gittim bunu anlattım ve Hava 
		Kuvvetleri Komutanıyla ikisini durdurma karar aldık” ifadesi sorulan 
		Yalman, “Özellikle MGK’daki görüşmelerde bazı komutanların 
		aşırlılıklarından rahatsız olduğumu ve Hilmi Özkök’ün de aynı fikirde 
		olduğunu zannediyorum. Darbeyle ilgili hiçbir düşünceye katılmam mümkün 
		değil.” Yalman, Kıbrıs sorunuyla ilgili Hilmi Özkök’e sunulan ve altında 
		4 kuvvet komutanının imzasının yer aldığı bildiriyi, Özkök’ün ‘muhtıra’ 
		olarak niteleyip altındaki 3 imzayı çıkarttırdığını anlattı.  
		 
		-O mektuplardan bana da gönderildi- 
		 
		Savcının Özden Örnek’in günlüklerinde yer alan “Genelkurmay Başkanına 
		tam bir tavır oluşmuş. Mustafa Balbay Jandarma Genel Komutanına gelerek 
		‘bildiklerimi yazarsam kaçacak yer bulamaz’ demiş. Yine bugün ayrıca 
		Cumhuriyet’te ‘Genç subaylar rahatsız’ diye bir haber çıkmış” 
		ifadelerini hatırlatarak “Genelkurmay Başkanına tavır almanızın nedeni 
		neydi” sorusuna Yalman “Genelkurmay Başkanına karşı tavır geliştirmek 
		söz konusu olmadı ve olamaz. Cumhuriyet’teki haber beni şok etmişti. Ben 
		de bu haberden rahatsız oldum” cevabı verdi. 
		 
		-Kim organize etti bilmiyorum- 
		 
		Yalman’a, Şener Eruygur’dan ele geçen ve Hilmi Özkök’ü istifaya zorlamak 
		amacıyla sanki alt düzey subaylar yazmış gibi gönderilen istifa içerikli 
		mektuplar da soruldu. Yalman, “Ben de komuta heyetini zan altında 
		bırakacak içerikte imzasız mektuplar aldım. Aynı mektupların Özkök’e 
		gönderildiğini tahmin ediyorum. Ancak bu mektupların kimler tarafından 
		organize edilip gönderildiğini bilmiyorum” cevabını verdi. 
		 
		-Jandarma beni de yasadışı dinlemiş- 
		 
		Savcının, MHP Milletvekili Ümit Özdağ ile kendisi arasında geçen ve 
		Şener Eruygur’da ele geçen telefon konuşma dökümlerini sorması üzerine 
		Aytaç Yalman, “Özdağ ile görüşme yaptığımı hatırlamıyorum. Bu görüşmenin 
		doğru olduğu varsayılıyorsa Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 
		telefonlarımın mahkeme kararı olmadan dinlenmiş olabileceğini 
		değerlendiriyorum” cevabı veriyor.  
		 
		Aytaç Yalman’a, Şener Eruygur’da ele geçen belgelerdeki eski Genelkurmay 
		Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın zehirleme planları soruldu. Yalman, bu konuyu 
		basından duyduğunu bir bilgisi olmadığını dile getirdi. Yalman’a, 
		Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Hurşit Tolon’da ele geçen “opera-son” 
		adlı belgedeki, “Özkök istifa ettirilip yerine Yalman getirilecek” 
		iddiası soruldu.  
		 
		Bu stratejiden bilgisi olup olmadığı sorulan Yalman, şunları dile 
	getirdi: “Özkök’ün ifadelerinden bu bilgiye muttali oldum. Bundan haberim 
	yok. Bu bilgi benim göreve başladığım günlerdeki bazı bilgilerle 
	örtüşmesinden calib-i dikkattir. KKK görevine başladığım ilk haftalarda Ali 
	Er adlı Kurmay Albay bana ‘Siz 1. yılın sonuna kalmadan istifa 
	edecekmişsiniz, bu konu her tarafta konuşuluyor’ dedi. Tabi benim için çok 
	ciddi bir şok oldu. Buna takiben bir hafta sonra bir gazetede ‘Aytaç Paşa 
	sağlık nedeniyle istifa edecek’ diye bir yazı çıktı. Opera-son isimli 
	dosyadaki istifa etmem konusuyla veya ettirilmem konusuyla bu yaşadığım olay 
	arasında anlamlı bir ilişki var.” (Star - http://www.stargazete.com/politika/emekli-orgeneralden-dikkat-ceken-sozler-haber-437805.htm) 
		 
		-Balyoz sanıkları ısrarla Yalman'ın tanıklığını istiyordu- 
		 
		28.03.2012 10:34 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç 
	Yalman'ın, Ergenekon soruşturması çerçevesinde savcılığa verdiği ifadede 
	darbe planlarını doğrulayan açıklamalar yapması, Balyoz sanıklarını önemli 
	derecede etkileyecek. Darbe planlarını kabul etmeyen Balyoz sanıkları, son 
	duruşmalarda ısrarla Aytaç Yalman'ın ifadesine başvurulmasını istiyordu. Dün 
	görülen 87. duruşmada da çok sayıda sanık bu taleplerini tekrar dile 
	getirmişti. Sanıklar, mahkemenin Yalman'ın tanıklığına başvurmaması halinde 
	eksik bir yargılama yapmış olacağını iddia etmişti. Yalman'ın Balyoz 
	davasının en önemli delilleri arasına giren ifadeleri, sanıkların 
	savunmalarını çökertmiş oldu. (Zaman) 
		 
		-Atilla Kıyat: Özkök ve Yalman’a yalvarıyorum, lütfen tanık olsunlar- 
		 
		28.03.2012 13:27 Emekli Koramiral Atilla Kıyat, darbe planı davalarında 
		eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı 
		Aytaç Yalman’ın tanık olmasını istedi. Kıyat, “Özkök ve Yalman’a 
		yalvarıyorum. Gönüllü tanıklık yapma hakları var. Lütfen mahkemeye 
		gelsinler” dedi. 
		 
		A Haber’de yayınlanan Selin Ongun’un sunduğu “Bi Sormak Lazım” 
		programına katılan Emekli Koramiral Atilla Kıyat darbe planı davalarıyla 
		ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na, eski komutanlara ve hükümete seslendi. 
		 
		Kıyat, “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman. Ben kendilerine yalvarıyorum. 
		Sanıkların bütün taleplerine rağmen yargı kendilerini tanık olarak 
		çağırmıyor. O yargının bileceği iş. Gerek görmüyordur. Mahkeme heyetinin 
		kararına karışamayız. Ama yanlış bilmiyorsam kendilerinin gönüllü tanık 
		yapma hakları var. Lütfen bu mahkemelere gelsinler. Bir asker olarak 
		yemin edecekler. Hakikaten böyle bir darbe var mıydı? Onlar mı 
		önlediler? Yoksa bu bir plan tatbikatı mıydı?” dedi. 
		 
		-“Genelkurmay davaya hukuken müdahil olmalı”- 
		 
		Genelkurmay Başkanlığı’nın hukuken dava süreçlerine müdahil olması 
		gerektiğini söyleyen Atilla Kıyat, en büyük zarar gören TSK olduğunu 
		ifade etti. 12 Eylül dava süreçlerinde müdahil olan kesimleri örnek 
		gösteren Kıyat, “Genelkurmay’ın da bu davaya müdahil olması gerekir. 
		Bundan sonra iki şık var. Bir iddia makamının iddiası var. Bunlar darbe 
		yapacaklar. İki, kendini savunanların iddiası var. Biz darbe 
		yapmayacaktık, önümüze konulanlar sahtedir. Mahkeme sonucunda darbe 
		yapacakları ortaya çıkarsa Silahlı Kuvvetlerin itibarını zayıflatan 
		darbe yapmaya kalkanlardır. Ama eğer bu sonuç çıkmazsa TSK’yı 
		itibarsızlaştıran öbür taraftır” diye konuştu. 
		 
		-“TSK savaşamaz hale getirilmemeli”- 
		 
		Atilla Kıyat, hükümetin de bu süreçte dikkatli olması gerektiğini 
		belirtti. Emekli Koramiral Kıyat, “Son sözüm hükümete. TSK’yı darbe 
		yapamaz hale getirelim derken TSK’yı savaşamaz hale getirirsek bunun 
		hesabını hiç kimseye veremeyiz” uyarısında bulundu. 
		 
		-“Deniz Kuvvetlerinin komuta kademesinin yüzde 60’ı tutuklu”- 
		 
		156 kurmay subayın hapiste olduğunu kaydeden Kıyat, “Deniz Kuvvetleri 
	Komutanlığı komuta kademesinin yüzde 60’ı bugün tutuklu olarak hapiste. Bu 
	durum böyleyken Ben Libya’da aslanlar gibi görev yaparım, Doğu Akdeniz’i 
	Rumlara ve İsrail’e bırakmam, yok hayır bırakırız” dedi. (Star - http://www.stargazete.com/guncel/atilla-kiyat-ozkok-ve-yalman-a-yalvariyorum-haber-438335.htm)  
	 
		 
	ABD'li 
		firmaya göre Balyoz cd'leri sahte 
		Amerikalı Adli Bilişim uzmanları, Balyoz CD'lerinde 76 adet 
		sahtecilik tespit etti. Hazırlanan raporda, 2002-2003 yıllarında 
		oluşturulduğu iddia edilen dokümanların 2007’deki bilgisayar 
		teknolojisinden yararlanarak hazırlandığı vurgulandı. Amerikalı 
		uzmanların raporu, esas hakkındaki mütalaanın verilmesine kısa bir süre 
		kala dava dosyasına girdi. 
		 
		22.03.2012 18:41 Balyoz davasında delil olarak gösterilen CD'lerle 
		ilgili önemli bir rapor hazırlandı. Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın 
		avukatlarının başvurusu üzerine Balyoz belgelerini inceleyen Amerikalı 
		adli bilişim uzmanları, CD'ler üzerinde sahtecilik yapıldığını tespit 
		etti. Balyoz Davasında CD'lerin 2002 ile 2003 yıllarında hazırlandığı 
		ileri sürülüyordu. Arsenal Consulting şirketinde görevli uzmanlar, 
		CD'lerin ilk kez 2006 yılında kullanılmaya başlanan, Office 2007 
		yazılımıyla oluşturulduğunu saptadı. 
		 
		Arsenal Adli Bilişim Raporuna göre Ocak 2007’de sunulan Microsoft Office 
		2007, Calibri yazı karakterini taşıyan ilk Office versiyonudur. 11 ve 17 
		numaralı CDlerin oluşturulma tarihi, en erken 2006 ortası olabilir. 
		Amerikalı adli bilişim uzmanları, Balyoz belgeleri içinde 2007’de 
		oluşturulmuş "Calibri" yazı karakterinin bulunduğu tam 67 doküman tespit 
		etti. Raporda, “Bu 67 dokümanının son kayıt tarihlerinin 2002 ve 2003 
		olması mümkün değildir; zira o tarihlerde "Calibri" mevcut değildir” 
		denildi. 
		 
		Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve 
		zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varmıştır. Arsenal, aynı 
		zamanda, 11 ve 17 numaralı CD’lerin oluşturma tarih ve zamanlarında 
		sahtecilik olduğu sonucuna da varmıştır. İncelemeyle ilgili rapor 
		hazırlayan Arsenal Consulting Genel Müdürü Mark Spencer, şu saptamayı 
		yaptı: “Son kayıt tarihlerindeki 9 grup sahteciliğin mevcudiyeti 
		nedeniyle Arsenal, 11 ve 17 numaralı CD’deki tüm Office ve dosya sistem 
		üst verilerini güvenilmez addetmektedir.” 
		 
		Balyoz CD'lerinde sahtecilik tespit eden rapor, davada esas hakkındaki 
	mütalaanın verilmesine çok az bir süre kala dava dosyasına girdi. (Ulusalkanal.com.tr)  
	
  
		
	Balyoz 
		ve gerçekler (1) 
		Balyoz davasını savcılığa teslim ettiği 1 valiz dolusu 
		belge, cd ve ses kaydıyla başlatan Taraf muhabiri Mehmet Baransu, yazı 
		dizisinde Balyoz delillerinin sahte olduğu iddialarına tek tek cevap 
		veriyor. Geçtiğimiz günlerde ABD'de bir firmaya teknik inceleme yaptıran 
		Balyoz sanıklarının yakınları delillerin sahte olduğunu, 2003 tarihli 
		Balyoz darbe planına ait bilgilerin yer aldığı cd'lerde 2003 sonrasına 
		ait bilgilerin de bulunduğunu, bunun da cd'lerde oynama yapıldığına, 
		yani sahte olduğuna dair delil olduğunu ileri sürmüşlerdi. 
		 
		26.03.2012 16:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (1).. 
		Balyoz Darbe Planı’yla ilgili son günlerde avukatların Amerika’dan 
		aldığı bir rapor tartışılmaya başlandı. Rapora göre, Balyoz belgeleriyle 
		ilgili bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 
		sonrasıydı ve “belgelerin sahte olduğu kanıtlanmıştı”. İddia buydu ve 
		Balyoz belgelerinin içeriğini hiç görmeyen, görmek istemeyen medyadaki 
		bazı kalemler, bu rapor üzerine yazı yazıp, yorum yapmaya başladılar. 
		 
		Öncelikle şu notu düşerek yazıma başlayayım. Balyoz Darbe Planı’nı 
		ortaya çıkaran gazeteci olarak, yargılamanın devam ettiği bu süreçte 
		sessiz kalmayı tercih ettim. Çünkü olayı ortaya çıkaran gazeteciydim ve 
		davanın bir tarafı gibi görünmek istemiyordum. Yaptığım, 2003 yılında 
		yapılan bir darbe planını, tüm belgeleriyle haberleştirmek ve kamuoyuna 
		yansıtmaktan ibaretti. Davanın bir tarafı değildim. 
		 
		Haberim üzerine herkesin bildiği gibi savcılık bir soruşturma açmış, 
		belgeleri gazeteden istemiş ve ardından da konuyla ilgili bir iddianame 
		hazırlamıştı. Hazırlanan iddianame de mahkeme tarafından kabul 
		edilmişti. Bir süre sonra da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat 
		Şubesi’nde yapılan bir aramada, savcılar karoların altına saklanan 
		çuvallar dolusu belgeyi yakalamış ve bu çuvallar içerisinde Balyoz Darbe 
		Planı’yla ilgili yeni ve eski belgeler ortaya çıkarılmıştı. 
		 
		Olayın ilk gününden itibaren, davanın bir tarafı olmadığım hassasiyetini 
		göstermeme rağmen ortaya çıkan raporlar ve bazı gazetecilerin Balyoz 
		Darbe Planı’nı okumadan yaptıkları yorumlar, yargılama sürerken konuyla 
		ilgili yazı yazmama neden oldu. Yazdıklarım ve yazacaklarımla “Adil 
		yargılamayı etkileme” kastımın olmadığını öncelikle belirteyim. Bu notu 
		düşerek “Balyoz ve gerçekler” başlıklı yazılarıma başlayayım. 
		 
		Bugün konuya kısa bir giriş yapacağım. Yarından itibaren de her gün bu 
		köşede konuyla ilgili iddialara, yapılan çarpıtmalara cevap vereceğim. 
		Balyoz belgeleriyle ilgili en kritik nokta, fişleme belgeleri ve ek 
		planlarındaki bazı bölümlerin nasıl olup da 2003 sonrası bir tarihe ait 
		olduğu sorusu. Bu konuyla ilgili daha önce bir yazı kaleme almıştım. Bu 
		belgelerin bir bölümünün “güncellendiğini” belirtmiştim. 
		 
		Balyoz Darbe Planı çok sayıda belgeden oluşuyor. Sadece fişleme 
		belgelerinin sayısı binlerce. Ses kayıtları, el yazıları, fişleme 
		notları, power point’ler ve daha fazlası yüz binlerce belgeden ibaret. 
		Tartışmaya açılan notların sayısı ise asıl planların eklerinde yer alan 
		yaklaşık yüz ayrı konu. Hastane, sokak vb. gibi isimlerin güncellenmesi 
		gibi. 
		 
		Öncelikle “güncellemeden” kastımın ne olduğunu açıklayayım. “Güncelleme” 
		tabiri bana ait değil. Tamamen Balyoz Darbe Planı içerisinde yer alan 
		bazı askerlerin itirafları. Balyoz ses kayıtlarında ve alınan bazı 
		ifadelerde belgelerin zamanla “güncellendiği” itiraf ediliyor. Planlar 
		ve fişleme belgeleri zaman içerisinde “güncellenerek”, Kozmik Oda’da 
		tutulmuş. Ya da eski listeler güncellenerek “merkeze” gönderilmiş. 
		Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için yarın güncellemeyle ilgili 
		“itiraflardan” bir bölümüne yer vereceğim. 
		 
		Balyoz Darbe Planı’nın yapıldığı toplantıda üç isme daha önce dikkat 
		çekmiştim. Bu isimlerden biri 2003 yılında 3. Kolordu Komutanı olarak 
		darbe toplantısına katılan ve burada bir de sunum yapan Korgeneral Ergin 
		Saygun. Saygun, 2005 yılında Orgeneralliğe terfi etti. 2006-2008 yılları 
		arasında da Genelkurmay 2. Başkanlığı görevinde bulundu. Bir yıl sonra 
		da 1. Ordu Komutanlığı’na atanarak, 2009 yılı ağustos ayında emekliye 
		sevk edildi. Dikkat çektiğim bir diğer isim ise Süha Tanyeri’ydi. Balyoz 
		Darbe Planı’nın yapıldığı dönemde Kurmay Albay rütbesiyle 1. Ordu 
		Komutanlığı Harekat Başkanı olarak görev yapıyordu. Balyoz’un “beyni” 
		olarak, tüm planları organize etmişti. 1980 darbesindeki Bayrak Harekat 
		Planı’nı arşivlerden indirip, el yazısıyla güncelleyen de kendisiydi. 
		Bir diğer isim ise Bertan Nogaylaroğlu’ydu. 
		 
		Her üç ismin de 2007 yılında yolları Amerika’da kesişti. 2007 haziran 
		ayında Hudson Enstitüsü’nde yapılan bir toplantı, bu üç ismi kamuoyunun 
		gündemine taşıdı. Toplantıya katılan isimler Tuğgeneral rütbesiyle Süha 
		Tanyeri ve Bertan Nogaylaroğlu’ydu. Burada dönemin Anayasa Mahkemesi 
		Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast, Taksim’de bomba patlatılması gibi 
		korkunç planlar konuşulmuştu. Bu toplantı da tıpkı Balyoz gibi o 
		günlerde “jenerik” diyerek geçiştirilmeye çalışılmıştı. Ergin Saygun da 
		367 krizi öncesi özellikle Amerika’da “darbe yapılması halinde”, okyanus 
		ötesinde nabız yokluyordu. 
		 
		Bu toplantıdan önce de Hudson Enstitüsü uzmanlarından Zeyno Baran, 
		Newsweek dergisine yazdığı bir makalede “2007 yılında Türkiye’de darbe 
		olma ihtimalinin yüzde 50” olduğunu yazdı. Kilit cümle “darbe olma 
		ihtimali” ve “ordu içerisinde bir grubun 2006 yılı sonrası bir darbe 
		girişiminde bulunabileceğinin” kamuoyuna açıklanmasıydı. Bu bir anlamda 
		itiraf da demekti. Zeyno Baran isim vermeden haber kaynağının bir subay 
		olduğunu belirtse de, bugün herkes haber kaynağının Ergin Saygun 
		olduğunu biliyor. 
		 
		2003 yılında Balyoz Darbe Planı içerisinde bulunan bu üç kilit isimden 
		Ergin Saygun, 2006 yılı ağustos ayında Genelkurmay 2. Başkanlığı 
		görevine getirildi. Yaşar Büyükanıt’ın yardımcısı olarak bu görevde iki 
		yıl kaldı. 367 krizi, Cumhurbaşkanlığı tartışması, Taraf’ın ortaya 
		çıkardığı Lahika Darbe Planı’nda, Karargah’ın göbeğindeki isimdi. Balyoz 
		Darbe Planı’nda Harekat Başkanı olarak Albay rütbesiyle görev yapan Süha 
		Tanyeri de daha sonra Tuğgeneralliğe terfi ederek, 2005-2008 yılları 
		arasında Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM) 
		Başkanlığı görevinde bulundu. 
		 
		İşte bugün çok tartışılan bazı listeler, o günlerde bu üç isim 
		tarafından arşivlerden tıpkı Bayrak Planı’nda olduğu gibi 2003 yılında 
		indirilmiş, 2006 sonrası “ihtimal” olarak değerlendirilen darbe planları 
		için “güncellenmişti”. 
		 
		Bu listelerin nasıl güncellendiği, bu güncellemelerin ortaya çıkmasıyla 
	Saygun’un bilgisayarlarını neden yaktığı, Lahika’nın darbe planı olarak 
	değerlendirilip, 2007 yılında bu ve benzeri belgelerin kim tarafından nasıl 
	imha edildiğiyle ilgili yazışmalar, güncelleme itirafları ve diğer iddialara 
	ilişkin yazıma yarın devam edeceğim. Başta da belirttiğim gibi konunun 
	anlaşılabilmesi için, bugün iddialarla ilgili küçük bir giriş yaptım. 
	Detaylı açıklamaları ve Balyoz ve gerçekleri anlamak için 2007-2008 yılında 
	yaşanan bazı olayları yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (2) 
		Taraf'tan Mehmet Baransu,"Balyoz belgeleriyle ilgili 
		bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve 
		belgeler sahte..." iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Dün başlattığı 
		yazı dizisinde belgelerdeki 'güncelleme'ye dikkat çeken Baransu, bugün 
		de köşesinde ilgili ses kayıtlarına yer verdi. İşte Baransu'nun 
		tespitleri: 
		 
		27.03.2012 15:19 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (2)..
		Balyoz ve gerçekler yazımıza kaldığımız yerden devam edelim... Dün, 
		CD’lerin içeriğindeki bazı dosyaların zaman çelişkilerini yazmış, 
		çelişkinin nedeninin “güncelleme”, bu iddianın da askerlere ait olduğunu 
		belirtmiştim. Balyoz darbe planına 2003 yılında katılan ve ardından da 
		orduda yükselen üç isme de dikkat çekmiştim; Ergin Saygun, Süha Tanyeri 
		ve Bertan Nogaylaroğlu. Bu üç ismin ortak noktası, 2007 ve sonrası 
		Türkiye’de darbe iddialarının konuşulduğu günlerde, tartışmanın odağında 
		bulunmalarıydı. 
		 
		Zeyno Baran’ın da dediği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grup, 
		eski alışkanlıklarını bırakmamış ve hükümeti zor durumda bırakmak için 
		bazı girişimlerde bulunmuştu. Yine birtakım planlar yapılmaya, arşivler 
		güncellenmeye başlanmıştı. 
		 
		Balyoz Darbe Planı’nın hazırlandığı dönemde 3. Kolordu Komutanı olan 
		Orgeneral Ergin Saygun da bu dönemde önce Genelkurmay 2. Başkanlığı 
		ardından 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. Adı, 367 krizinde, 
		Lahika Darbe Planı’nda geçti. Müdahale olması durumunda Amerika’da bazı 
		temaslarda bulunduğu da hep konuşuldu. 
		 
		Tıpkı Balyoz Planı’nda, 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden 
		indirilip, güncellenmesi gibi, 2003 yılında katıldığı seminer 
		kayıtlarının da güncellendiği iddia edildi. İddianın sahibi ise hem 
		İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul 
		subay hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı 
		Bülent Münger’di. Bugün sizlerle güncellemeyle ilgili hem seminer 
		kayıtlarını hem de 2007 yılında imha edilen bazı belgelerle ilgili 
		bilgileri paylaşacaktım. Ancak, yerim olmadığı ve paylaşacağım ses kaydı 
		uzun olduğu için, tek bir örnek vererek, diğer konuları yarın ve 
		sonrasına bırakacağım. Balyoz belgelerinin tümünü gören ve soruşturma 
		yapan Askeri Savcı’nın anlatımlarıyla, güncelleme konusuna girelim. 
		 
		Bülent Münger, Balyoz Darbe Planı’nı gazetede yazdığımız dönemde 1. Ordu 
		Komutanlığı’nda Başsavcı olarak görev yapıyordu. Tıpkı sivil savcılar 
		gibi Münger de Askeri Savcılığın başlatmış olduğu soruşturma kapsamında 
		Taraf’tan Balyoz Darbe Planları’yla ilgili CD ve DVD’leri istedi. Ahmet 
		Altan ve benim de ifademe başvurdu. Münger’e CD ve DVD’leri teslim ettik 
		ve soruşturma genişletildi. 
		 
		Soruşturma kapsamında belgeleri incelemek üzere bir bilirkişi 
		görevlendirildi. Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan yazdığı raporda seminer 
		adı altında yapılan toplantıda, sınırın aşıldığıyla ilgili 
		değerlendirmelerde bulundu. Seminerde gerçek isimlerin, yerlerin, 
		siyasetçilerin adlarının kullanılmasının teamüllere aykırı olduğunu 
		belirtti. Bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan Münger, 
		ilginç bir şekilde dosyayı kapattı. 
		 
		Ancak daha sonra Savcı Bülent Münger ve üç askeri hukukçunun internete 
		ses kaydı düştü. Balyoz belgelerinin konuşulduğu toplantıda Münger ve 
		arkadaşları “güncelleme” başta olmak üzere, çarpıcı itiraflarda 
		bulunuyorlardı. Ses kaydının internete düştüğü gün, Münger’le telefonda 
		görüşmüştüm. O gün kaydı yalanlamıştı. Ancak 3. Balyoz iddianamesinde, 
		sivil savcıların Münger’in ifadesini aldıkları ortaya çıktı. Askeri 
		savcı ses kaydını doğruladığı gibi kayıt mahkemeye de sunulmuştu. 
		 
		
		Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
		
		O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
		
		İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu 
		 
		Yazışmalar-emirler darbenin delili 
		 
		Sonradan kabul edilen ses kaydında özetle şunlar konuşulmuştu: “Normal 
		plan semineri yapıyorsan, bu zaten eğitim planı içerisindedir. Gizli 
		saklı olmaz. 1. Ordu ve Kolordular arası yazışmalar ve emirler darbe 
		planlandığının delili. Sivil savcılar literatürü bilmediği için daha 
		anlayamadılar. Her şey ellerinin altında ama askeri yazışma usullerini 
		bilmedikleri için anormalliği fark edemiyorlar. ...Emirler taranmış 
		vaziyette. CD’nin içinde. Bütün o emirler var ya, mesaj emirleri. 
		Komutanlık emirleri. Taranmış vaziyette. Savcılar tarafsız askeri 
		bilirkişilerle çalışabilse, ellerindeki mesaj emirlerinden darbe 
		hazırlığını hemen ispatlarlar. Balyoz CD’lerinde var bunlar. Onlar fark 
		edemedi. Askerlikten anlamıyorlar.” 
		 
		Planları güncelleyip saklıyorlar 
		 
		“Süha Tanyeri, 12 Eylül planlarını diğer plan subaylarının haberi 
		olmadan arşivden kendisinin çıkarttığını itiraf etti. Plan subayı 
		bilmiyor. Süha Tanyeri söylüyor bunu. Ben size bir şey söyleyeyim mi. 
		Daha bu Iceberg’in görünen yüzü. Bir gün lazım olur diye, güncelleyip 
		kullanabilmek için evrakları sürekli saklıyorlar. Hala o belgeler 
		saklanıyor. Lazım olur diye. Bilgisayar MEBSS sorumlusu, evinde, bütün 
		buradaki bilgileri evine aktarıyor. Emekli olurken veya buradaki 
		bilgileri götürmüş. 
		 
		Birol anlatmıştı. Ergin Saygun (2008-2009 yılı kastediliyor. Saygun 1. 
		Ordu Komutanı) unutmuş ya. Hizmete özel bilgisayarını buradan almış. 
		Evine götürmüş. Bütün planlar bilgisayarda yüklü. İnternete takmış. Ona 
		da virüs girmiş mi. Tutuştu diyor Birol Yarbay. Düşün 1. Ordu’nun tüm 
		gizli planları şeyde, adamın bilgisayarında. Adam evinden internete 
		giriyor. İnternete virüs giriyor. Tutuşuyor. Bütün 1. Ordu’nun gizli 
		planları biranda internet ortamında. Apar topar gecenin bir yarısı Birol 
		gidiyor buradan. Müdahale ediyor. Panik. Sabaha kadar uğraştım diyor. 
		Hayır, niye arkadaş bu adam bunları evine götürür. 
		 
		Denizcilerin (Gölcükte, karolar altında bulunan belgeler kastediliyor.) 
		o belgelerinin bulunması diyor ya bunlar geçmiş şeyimiz. Hafızamız. 
		Hafızamızı silemeyiz. Sen diyorsun ya çıkarıp çıkarıp ısıtıyor aynı 
		şeyleri. Planları kullanıyorlar. Ufak tefek rütuşlar yapıyorlar. Yeniden 
		yapmıyor adam. Olanın üzerinden değiştiriyor. Günümüze uyguluyor. 
		 
		Ben size Balyoz CD’lerini vereyim. Hiçbirisine yalan diyemiyorsunuz. 
		Yapamaz siviller, mümkün değil. Bütünlüğü bozan bir şey yok. Hepsi mesaj 
		emirleri, KKK emirleri. Belgelere bakın, planların bir yansıları 
		yapılmış. O cami bombalamaların yansıları tamam mı. Olamaz böyle bir şey 
		diyorsun. Yapamaz siviller. Şimdi bütününe baktığınız zaman bütününü 
		bozan bir şey de yok. 
		 
		İşin salaklığı. Adam kendi ses kaydını kendisi almış. Çökeriz diyor 
		İstanbul’un üzerine. Ne demek İstanbul’un üzerine çökmek. Çökeriz diyor. 
		Tabii canım, darbe yapar bunlar. Normal plan seminerinde niye 
		İstanbul’un üzerine çöküyorsun. Bak en temel soru o. Nedir yani böyle 
		İstanbul’la alıp veremediğin. Niye İstanbul’u mahalle mahalle 
		inceliyorsun. Alışveriş merkezlerini belirliyorsun. İstanbul ayağı 
		tamamsa, Jandarma da tamam derse darbe yapılabilir. Çünkü bütün 
		teşkilatlanmamız jandarma üzerinden.” 
		 
		Balyoz soruşturmasını kapatan Askeri Savcı’nın söyledikleri özetle 
	böyleydi. Yarın, diğer güncelleme itirafları ve raporları ele alacağım. (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (3) 
		Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili 
		bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve 
		belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Yazı dizisinin 3. bölümde 
		Balyoz seminer toplantılarında yapılan konuşmalara ait ses kayıtlarını ele alan Baransu, 
		güncellemelerin yapılacağının, o toplantıda bir çok kişi tarafından dile getirildiğini 
		örneklerle açıklıyor. Yani 2003 yılındaki toplantıda bizzat 
		katılımcıların ifadeleriyle, planlarda güncellemeler yapılacağının 
		belirtildiğini gösteriyor. 
		 
		28.03.2012 14:44 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (3).. 
		Bugün güncellemeyle ilgili bölüme devam edeceğim. Balyoz Darbe Planı’nın 
		görüşüldüğü ve Çetin Doğan tarafından kayıt altına alınan ses kaydında 
		yüzlerce yerde güncelleme ve çalışmaların devam ettiğiyle ilgili 
		bölümler var. Şimdi bu konuşmalardan bazı bölümleri vererek, aslında 
		listelerin bir bölümünün 2003 ve seminer sonrası nasıl güncellendiğini, 
		bazı planların hangi birliklerden alınıp, güncellenerek İstanbul’a 
		uyarlandığını anlatalım. 
		 
		“Birlikler seferberliğin ilan edilmesiyle birlikte teşkil edilecek, 
		sıkıyönetim planları gözden geçirilecek ve GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR. 
		 
		Planın istihbarat ekinde yer alan görevde kalması sakıncalı olan kamu 
		kurum ve kuruluşları yöneticileri, bunların yerine atanacak sivil ve 
		asker şahıslar ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkan ve kabiliyetlerini 
		içeren bilgiler GÜNCELLEŞTİRİLECEKTİR. Sıkıyönetim bildirileri 
		güncelleştirilerek yayınlanmaya hazır hale getirilecek, basın ve halkla 
		ilişkiler merkezinde çalışacak personel ile basın sözcülerine gerekli 
		eğitim verilecektir. 
		 
		Plan istihbarat ekinde yer alan kuruluş amaçları dışında çalışan veya 
		faaliyetlere devam etmesinde sakınca görülen dernek, sendika ve meslek 
		kuruluşlarıyla bunların yan örgütlerinin faaliyetleri üst komutanlık 
		emirleri doğrultusunda durdurulacaktır. 
		 
		Valilik, belediye başkanlığı, televizyon stüdyosu, radyo evleri gibi 
		binaların emniyeti sağlanacak, giriş ve çıkışlar kontrol altına 
		alınacaktır. Planın istihbarat ekinde belirtilen irticai, yıkıcı ve 
		bölücü örgütleri desteklediği bilinen yayın organlarının yayımı ve 
		dağıtımı durdurulacaktır. Sıkıyönetim tali komutanlıkları sorumluluk 
		bölgelerine ait bilgileri karşılıklı olarak koordine etmek suretiyle 
		GÜNCEL halde bulunduracaktır. 
		 
		Polisi hiçbir zaman ne jandarmanın ne silahlı kuvvetlerin dışında 
		müstakil olarak bir göreve göndermemeyi planlıyor ve düşünüyoruz. Çünkü 
		yapacağımız operasyon başarısız olabilir. 
		 
		Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel 
		görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve 
		sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca GÜNCELLENMİŞ 
		ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri 
		personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel harp akademileri, 
		sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve 
		subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik 
		edilecektir.” 
		 
		Ses kaydına burada ara verip, yukarıdaki bu bölümle ilgili şu notu 
		düşeyim. Hatırlanacağı gibi, Balyoz Darbe Planı’nın Taraf’ta 
		yayımlanmasının ardından Çetin Doğan, avukatları ve ailesi listelerdeki 
		bazı isimlerle ilgili itirazlarda bulunmuş ve eklerin sahte olduğunu 
		iddia etmişlerdi. Gerekçeleri ise şuydu; Mart 2003’te yapılan toplantıda 
		bazı isimler 1. Ordu Komutanlığı’nda görev yapmıyorlardı ve ya daha 
		sonra 1. Ordu Komutanlığı bünyesine atandılar. O dönem görev yapmayan 
		isimler, nasıl oluyor da bu listelere girdiler sorusunu yöneltmişler ve 
		listelerin sahte olduğunu belirtmişlerdi. Ancak yukarıdaki ses kaydından 
		da anlaşılacağı gibi, toplantının bu bölümünde sunum yapan Kurmay Albay 
		Ömer Küçükkılıç, atanacak asker ve sivil şahısların listesinin daha 
		sonra güncelleneceğini belirtmiş ve bu listelerin aslında nasıl ve ne 
		zaman hazırlandığını itiraf etmişti. Kaldı ki ses kaydının tamamı 
		okunduğunda buna benzer onlarca bölümün olduğu görülüyor. 
		 
		Çetin Doğan ve avukatlarının bir itirazı da emekli olan veya o tarihte 
		görevde bulunmayan isimlerin listelere girdiği ve listelerin bu yüzden 
		sahte olduğu iddiasıydı. Ses kaydında darbe yapılması sonrası kilit 
		görevleri atacak kişilerin yetmemesi durumunda emekli general ve 
		subayların görevlendirileceği belirtiliyor. Ayrıca “diğer askeri 
		birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylar” denerek de 1. Ordu 
		Komutanlığı bünyesinde bulunmayan, askerlerin de listelerde olacağı ses 
		kaydında itiraf ediliyor. 
		 
		Çetin Doğan: “Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel 
		hatamız, ben 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak 
		söylüyorum. Temel hatamız şu olmuştur. Sıkıyönetim görevleri hap-darp 
		olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır. Planlarımızın boyutları 
		böylece detaylandırılması lazım. Aksi halde her şey yarım kalır. Kim 
		nereye nasıl gelecektir, kim nerde görev yapacaktır, şartları ve bu 
		konudaki istihbarat dosyalarımız olması lazım. Aksi halde her şey yarım 
		yamalak olur. Ki olmuştur da. Mesela 80 ihtilalini yaşamış biri olarak 
		söyleyeyim. Şimdi bakanlıklara personel gönderdik, ama hiçbir talimat 
		vermedik... 
		 
		Gerekli koordine ve sevk ve idare tedbirleri tamamlanacaktır. Bu safhada 
		ayrıca kadro tatbikatları ve keşifler yapılacak, asayiş harekat 
		merkezleri ile müşterek istihbarat merkezleri oluşturma hazırlıkları 
		tamamlanacaktır. Ancak en önemli faaliyet olan istihbarat toplama 
		gayretleri kesintisiz sürdürülecektir.” 
		 
		Ses kaydının bu bölümünden de anlaşılacağı gibi 12 Eylül Bayrak Planı 
		güncellenerek hazırlanan bazı planlardaki eksiklikler Çetin Doğan’ın 
		dikkatinden kaçmamış ve listelerin, tedbirlerin, istihbarat dosyalarının 
		güncel hale getirilmesi emredilmiştir. Hazır bulunan ve hazırlanacak 
		listelerin de kesintisiz sürdürüleceği açıklanmıştır. 
		 
		Balyoz ses kayıtlarında İstanbul’a el konulması ve belirlenen liderlerin 
		özel bir operasyonla bir gecede derhal toplanmasının anlatıldığı bölümde 
		ise ilginç bir itiraf var. Önce bu bölümü okuyup ardından planların 
		nasıl yapıldığını, nereden alındığını açıklayalım. 
		 
		“Biz tabii 2. Ve 5. Kolordu Komutanlığı Bölgesinden aldık bu planları. 
		İstanbul’un içerisinde daha değişik bir tertiplenmeyle bütün tugaylara 
		düşündüğümüz tarzda görevlendirme yaptık.” 
		 
		Kayıttan da anlaşılacağı gibi, darbe planlamaları ve ayrıntıları başka 
		birliklerde hazırlanan planların güncellenip, değiştirilmesiyle 
		oluşturulmuş, 12 Eylül Bayrak Planı’nda olduğu gibi arşivlerde hazır 
		bulunan dosyalardan yararlanılmıştır. Aslında 2007 yılı ve sonrasında 
		yapılan planlamalarda da Ergin Saygun ve ekibi benzer yöntem 
		uygulamıştı. 
		 
		Çetin Doğan: Doğrudan doğruya bu belediye yönetimlerine el koyma gibi 
		görevlendirmelerimiz yok mu? Mesela diyelim, Pendik Belediye başkanı, 
		Ümraniye Belediye Başkanı.... 
		 
		Asker: Komutanım şimdi onunla ilgili olarak bizim çalışmalarımız devam 
		ediyor. Bazı bilgiler arz ettiğim gibi ulaşamadığımız şeyler var.” 
		 
		Ses kaydının bu bölümünde de seminer sonrası çalışmaların devam ettiği 
		itiraf ediliyor. Bu bilgi de Çetin Doğan ve arkadaşlarının, seminerden 
		sonra belgeler arasında listeler var, bunlar sahte iddialarının 
		kaynağını açıklıyor. 
		 
		NOT: Dünkü yazımla ilgili Albay Bülent Münger bir açıklama göndermiş. 
	Açıklama ve cevabım yarın bu köşede olacak. (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (4) 
		Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili 
		bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve 
		belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin 
		4. bölümünde, davada çok önemli bir delil olan askeri savcı Albay Bülent 
		Münger'in ses kaydına dair Münger'den gelen tekzip yazısını ve bu 
		tekzibe cevabını aktarıyor. 
		 
		29.03.2012 13:58 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (4).. 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizime bugün kısa bir ara verip, önceki gün ses 
		kaydını yayımladığım 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcısı Albay Bülent 
		Münger’in göndermiş olduğu açıklamaya yer vereceğim. Sayın Savcı’nın 
		cevap hakkına saygı olarak açıklamayı yayımladıktan sonra konuyla ilgili 
		cevabımı okuyacaksınız. 
		 
		“Gazetenizin 27.3.2012 tarihli nüshasında ‘Kozmik Köşe Mehmet Baransu- 
		Balyoz ve Gerçekler 2’ başlıklı yazıda ‘İddianın sahibi ise hem İrtica 
		ile Mücadele Eylem Planı’nın orijinalini savcılığa gönderen meçhul subay 
		hem de Balyoz Darbe Planı soruşturmasını yürüten Askeri Savcı Bülent 
		Münger’di. Balyoz soruşturmasını yürüten Askeri Savcı’nın söyledikleri 
		özetle böyleydi, bu rapora ve belgelere rağmen soruşturmasını tamamlayan 
		Münger, ilginç bir şekilde dosyayı kapattı,’ şeklindeki ibarelerin yer 
		aldığı, yine kanuna aykırı olarak elde edilmiş ve internete düşmüş ses 
		kayıtlarının tarafıma aitmiş gibi gösterilip, bunu da 3. Balyoz 
		İddianamesi’nde sivil savcıların bu konuda almış olduğu ifadelerimi 
		mahkemeye sunması şeklindeki gerekçeye dayandırdığı görülmüştür. 
		 
		Yayınlanan yazının kişilik haklarımı ihlal edici nitelikte olduğu, 
		hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bulunan bilgilere dayandığı, hukuka 
		aykırı elde edilmiş bilgilerin daha da saptırılarak ve eklenen şahsi 
		yorumlarla kasıtlı olarak hakaret ve iftira suçunu teşkil edecek tarzda 
		yayınlandığı, meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda ismimin 
		gösterilmeye çalışıldığı, bunun basın özgürlüğünün kullanılması ile izah 
		edilemeyeceği, söz konusu internet kayıtlarının hiçbir hukuki 
		geçerliliği olmaması yanında yapılan teknik araştırma, inceleme ve diğer 
		soruşturmalarla tarafıma ait olmadığının belirlendiği, keza sivil ve 
		adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda ya da ifadede 
		bulunulmadığı, bu bağlamda ismim zikredilerek tarafıma aitmiş gibi 
		gösterilen konuşmalara dair söz konusu yayınlarla diğer yorumların kamu 
		görevlisine görevinden dolayı hakaret ve iftira suçunu oluşturabileceği 
		aşikardır. Bülent Münger. Hakim Albay Askeri Savcı.” 
		 
		Askeri Savcı’nın açıklaması böyle. Savcı Münger, ses kaydının kendisine 
		ait olmadığını, sivil adli makamlara da bunu doğrulayıcı bir beyanda 
		bulunmadığını açıklamasına rağmen,
		
		
3. Balyoz İddianamesi’nin 138. 
		sayfasında 05.10.2011 tarihinde konuyla ilgili ifade verdiği, 
		ses kaydının bir bölümünü kabul ettiği görülüyor: 
		 
		“Donanma komutanlığı Gölcük’te yapılan arama sonrasında orada geçen 
		belgelerle ilgili biz de herkes gibi askeri savcılıktan arkadaşlarla 
		hayretler içerisinde kaldık. Bazı konuşmalarımız oldu. Bunlar sabah 
		toplantılarında çay muhabbeti şeklinde gerçekleşen günlük konuşmalardı. 
		Bu konuşmalarımızın kanuna aykırı olarak dinlendiğini ve internet 
		ortamında yayınlandığını gördük. Bazı konuşmaların çarpıtıldığını, 
		eklemeler yapıldığını, bazı konuşmaların kesilip arkasına eklemeler 
		yapıldığını, bazı konuşmaların tarafıma ait olmadığı halde ismimin 
		zikredilerek bana aitmiş gibi gösterildiğini gördük.” 
		 
		Askeri Savcı Münger, bana gönderdiği açıklamada ses kaydını 
		yalanlamasına rağmen, 05.10.2011 tarihinde sivil savcılara vermiş olduğu 
		ifadede görüldüğü gibi kaydı “kısmen” doğruluyor. Kaldı ki yazımda ses 
		kaydında tamamen Münger’e ait olmadığını, üç ayrı hukukçunun daha bu 
		toplantıda bulunduğunu, konuşmaların bir bölümünün de bu hukukçulara ait 
		olduğunu belirtmiştim. Askeri Savcı verdiği ifadede konuşmanın sabah 
		toplantısındaki bir çay muhabbetinde, Askeri Savcılık’tan arkadaşlarıyla 
		geçtiğini de doğruluyor zaten. Ses kaydının Balyoz mahkemesi tarafından 
		dikkate alınıp, dosya kapsamına konduğunu da hatırlatayım. 
		 
		Sayın Münger, kendisini meçhul subayla aynı pozisyon ve saflarda 
	göstermeye çalıştığımı iddia etse de, yazıya bakıldığında iki konunun ayrı 
	olduğu net bir şekilde görülecektir. Yazımda, Münger’in kişilik haklarını 
	ihlal etmediğim gibi hakaret ve iftira da atmadım. Yazımda kamuya açıklanan 
	iddianamede yer alan ifadesini ve ses kaydını yazıp, Balyoz davasını 
	soruşturan bir savcının tesbitlerini aktardım." (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		
		Askeri savcıların ses kaydı Balyoz delili |
		
		O ses kaydı, Balyoz dosyasında |
		
		İşte 'Balyoz, darbe planı' diyen bilirkişi raporu 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (5) 
		Taraf'tan Mehmet Baransu, 'Balyoz belgeleriyle ilgili 
		bazı CD’lerin içeriğindeki belgelerin oluşturulma tarihi 2003 sonrası ve 
		belgeler sahte...' iddialarını yanıtlamaya devam ediyor. Baransu, yazı dizisinin 
		5. bölümünde, balyoz planlarında güncelleme yapıldığına dair ses 
		kayıtlarında yer alan konuşmaları örneklerle aktarmaya devam ediyor. 
		 
		30.03.2012 12:11 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (5).. 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bir günlük aranın ardından kaldığımız 
		yerden devam edelim. Bundan önceki dört yazımda Balyoz darbe planlarının 
		2003 sonrası güncellendiğini anlatmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının 
		gerçek dedikleri ses kayıtlarından güncellemeyle ilgili örnekler 
		vermiştim. Planların sürekliliğinden bahsetmiş, güncelleme bilgisinin de 
		yine sanıklardan bazılarına ait olduğunu belirtmiştim. Bugün 
		güncellemeyle ilgili dosyadaki sayısız örneklerden ikisini daha verip, 
		yarın teknik ve içerik konularıyla ilgili çelişkileri anlatmaya 
		çalışacağım. Güncellemelerin ardından 2003’teki bir dosyanın, 2007’de 
		hazırlanmış gibi, üstelik yazı karakterinin de otomatik olarak nasıl 
		değişebileceğini, Microsoft’tan aldığımız bilgiler ışığında anlatacağım. 
		 
		Güncellemeyle ilgili ses kayıtlarının yer aldığı Balyoz İddianamesi’nde, 
		çarpıcı bir kayıt var. Konuşan kişi perdede Çetin Doğan’a slaytlar 
		eşliğinde yapılacak hazırlıklardan bahsediyor. Ancak bazı bölümleri 
		atlıyor. Önce kaydı dinleyip, ardından bu çarpıcı bölümün altını 
		çizelim: 
		 
		“Komutanım, genel olarak aynıyız yaklaşımda. Ufak tefek rakamlarda 
		oynamalar var. 15’e geçin. (15 no’lu slayta geçiyorlar.) Komutanım 
		bununla ilgili olarak da sabah da arz edildi. Bu bilgiler Kara 
		Kuvvetleri Komutanlığı’nın bu konuda yayınlanmış emrine istinaden ve 
		oradaki hususlar GÜNCELLEŞTİRİLEREK yerine getirilmektedir. Konunun 
		hassasiyeti ve bilgilerin yüksek gizlilik derecede kişiye özel gizlilik 
		derecesinde olması nedeniyle takdime dahil edilmemiştir. Ancak bunlar 
		dosyada, bu bilgilerimiz mevcuttur. GÜNCELLEŞTİRME faaliyetleri devam 
		etmektedir. 22 lütfen.” 
		 
		Burada 15. slayttan direk 22’ye geçiliyor. 
		 
		Çetin Doğan ve arkadaşları Mart 2003’te yapılan toplantıda, yapılanın 
		bir seminer olduğunu ve savaş senaryosu oynandığını açıklamasına rağmen, 
		ses kayıtlarından anlaşıldığı gibi bazı dosyalar, gizli- gizlilik 
		dereceli- kişiye özel denerek seminerde anlatılmıyor. Bu anlatılmayan 
		planların dosyaların içerisinde olduğu da açıkça belirtiliyor. 
		 
		Eğer bir seminer yapılıyorsa ve bu seminer savaşla ilgiliyse, harp 
		oyunuysa, bu bilgilerin harp oyununa katılacak kişilerden neden 
		saklandığı sorusu akıllara takılıyor. Akla ikinci gelen soru ise şu; 
		Seminerde konuşulmayan ancak dosyada bulunan gizli- gizlilik dereceli 
		bilgi, nasıl bir bilgidir ki GÜNCELLEŞTİRME faaliyetlerinin devam 
		ettiğine vurgu yapılıyor? Gizli- gizlilik dereceli bilgi nasıl bir 
		bilgidir ki güncellemeye ihtiyaç duyuluyor? Ve akla gelen üçüncü soru; 
		Slaytlar neden atlanarak ve “seminerde” bulunan kişilere gösterilmek 
		istenmiyor. Bu toplantı normal bir “seminerse” ve burada “harp oyunu 
		oynanıyorsa” bazı planların saklanması, katılımcılara gösterilmemesinin 
		gerekçesi nedir? 
		 
		Bu soruları sorduktan sonra ikinci ses kaydındaki güncelleme bölümüne 
		geçelim. 
		 
		“2 Şubat 2003 tarihinde Kısmi Seferberlik ilan edildi. Bu kanun da 
		yürürlüğe girdi. Şimdi gelelim bu Marmara Nakliyat Planı’yla ilgili 
		olarak elimizdeki planlara. Bu elimizdeki planlarda hala Debedeniz 
		Nakliyat diye ibareler var. Şu anda Debedeniz Nakliyat diye herhangi bir 
		şey kalmadı. Bunun kesinlikle ve kesinlikle GÜNCELLEŞTİRİLMESİ lazım.” 
		 
		Görüldüğü gibi yalanlanmayan ve kabul edilen seminer ses kayıtlarında, 
		toplantıya getirilen bazı planların içeriğinde, o gün olmayan bazı 
		Nakliyat ibarelerinin olduğu ve bunların kesinlikle ve kesinlikle 
		güncelleştirilmesi gerektiği emri veriliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, 
		bazı planlar arşivlerden çıkarılıp, üzerinde kısmi değişiklik 
		yapılmasına rağmen, hatalı olarak seminere getirilmiş. Bu planın daha 
		sonra güncellendiği de kayıtlardan anlaşılıyor. Debedeniz Nakliyat 
		ibaresinin planlarda olması durumunda, biz bugün böyle bir ibarenin 2003 
		yılında olmadığını ve bu planın da sahte olduğunu tartışacaktık. 
		 
		Yazımı yazarken Balyoz davasının görüldüğü mahkemede savcının mütalaa 
		verdiği haberi ajanslara düştü. Konuyu burada noktalayıp, savcının 
		mütalaasıyla ilgili bazı hatırlatmalar yaparak, yazı dizimin detaylarına 
		yarın devam edeyim. 
		 
		Balyoz davasının görüldüğü mahkeme savcısı, mütalaasında darbenin 
	icraata geçtiğiyle ilgili sayısız noktaya işaret etti. Kamuoyunda tartışmaya 
	açılan ve bu yazı dizisinin de konuları arasında yer alan CD’lerden 11 no’lu 
	CD’nin de orijinal olduğunu ileri sürerek, CD’nin Süha Tanyeri’nin el 
	notlarıyla örtüştüğünü, TÜBİTAK raporunun da gerçek olduğunu belirtti. 
	Raporları, CD içeriğini merak edenler, iddianamenin 74-100. sayfaları 
	arasındaki bölümü internetten okuyabilir." (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (6) 
		Balyoz sanığı Çetin Doğan ve avukatları, Karadeniz ve Ereğli 
		planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttı? Taraf yazarı Mehmet Baransu 
		yazı dizisinin 
		bugünkü bölümünde, Balyoz sanığı Çetin Doğan'ın ve avukatlarının 
		Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili kamuoyunu nasıl yanılttığını 
		açıkladı. Doğan ve avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora 
		göre, 16 no’lu CD içerisinde bulunan Karadeniz ve Ereğli’yle ilgili 
		planlar, aslında 2006 yılından sonra 'üretilmişti ve sahtelerdi'. Peki, 
		gerçekler kendilerinin dediği gibi miydi? Baransu, belgelerin 2003 
		yılında bir dergide nasıl aynen yayınlandığını ispatlıyor. 
		 
		31.03.2012 11:22 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (6).. 
		Dünkü yazımda bu “sahte” denen belgelerin perde arkasını yazacağımı 
		açıklamıştım. Ayrıca, “sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nı, gerçek 
		denen belgeler ve ses kayıtlarıyla karşılaştıracaktım. 2003 yılında 
		hazırlanan bir belgenin güncellenmesi halinde nasıl 2007 
		görünebileceğini, Microsoft’un notlarını paylaşarak açıklayacağımı da 
		belirtmiştim. Bugün yerim olmadığı için Balyoz Harekat Planı ve 
		Microsoft’un notlarını, yazı dizime de bir gün ara vererek, pazartesi 
		gününe bırakıyorum. 
		 
		Bugün Karadeniz ve Ereğli planlarıyla ilgili Çetin Doğan’ın 
		avukatlarının kamuoyunu nasıl yanılttığını açıklayayım. Şimdi sıkı 
		duralım... 2006 yılında üretildi denen belgeler, aslında Mehveş Evin’in 
		yayın yönetmenliği yaptığı Aktüel dergisinde, Eylül 2003’te üç haftalık 
		yazı dizisi olarak yayımlanmıştı. Üstelik belgeler ıslak imzalıydı ve 
		üstünde de sayı numaraları vardı. Arşivlere giren, kayıtlı belgelerdi.
		 
		 
		2003’te Aktüel’de yayımlanan ve Balyoz CD’lerinden 16 no’lu CD’de yer 
		alan belgeler, “Türkiye’nin irticai taktik resmi”nin çıkartılması için 
		Zonguldak’ın ilçesi Karadeniz Ereğli’nin fişlenmesiyle oluşturulmuştu. 
		Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karadeniz Bölge Komutanı Tümamiral Deniz 
		Kutluk’un imzasını taşıyordu. Belgelerde irticacı mahalleler, tüm cami 
		ve okullar, Ereğli Demir-Çelik fabrikaları başta olmak üzere her yer ve 
		her şey “gözetim altına” alınmıştı. 
		 
		Tümamiral Kutluk’un imzasını taşıyan belgelerde Recep Tayyip Erdoğan, 
		Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener’in ismi de geçiyordu. Ama belgelerde 
		yer alan sürpriz isim, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in damadı Mahmut 
		Süleyman Göksu’ydu. Erdemir Yönetim Kurulu üyesi olduğu için istihbarat 
		raporlarında adı geçmişti Göksu’nun. 30 Ağustos 2003’te tuğamirallikten 
		tümamiralliğe terfi eden Kutluk, elbette durduk yerde koca bir ilçeyi 
		mercek altına almamıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın emri üzerine 
		harekete geçmiş, emirde, Batı Çalışma Grubu rapor sisteminin tekrar 
		hayata geçirilmesi; 1 Mayıs 1997’de Batı Çalışma Grubu’nca uygulanmaya 
		başlanan rapor sistemi gereği, 13 Mart 2003’te revize edilmesi 
		istenmişti. Yani Balyoz Darbe Planı’ndan bir hafta sonra, raporların 
		güncelleştirilmesi ve fişleme yapılması emredilmişti. Tıpkı Balyoz ses 
		kayıtlarındaki listeleri güncelleştirin, fişlemelere devam edin 
		itirafları gibi. 
		 
		İşte bu emir gereği, tüm ilçe büyüteç altına alındı. İlçede asıl önemli 
		olan Ereğli Demir-Çelik fabrikalarıydı. Böylelikle araştırmanın önemli 
		bir kısmı Erdemir üzerinde yoğunlaştı. AK Parti, iktidara gelmesinin 
		hemen ardından Erdemir dahil, Türkiye’de bulunan tüm demir-çelik 
		fabrikalarının yönetim kurulu üyelerini değiştirmişti. 14 Ocak 2003’te 
		Ereğli’de göreve gelen yeni kurul, dokuz kişiden oluşuyordu. Kdz. 
		Ereğli’de bulunan “Karadeniz Bölge Komutanlığı İstihbarat ve İstihbarata 
		Karşı Koyma ve Güvenlik Şube Müdürü” Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in 
		hazırladığı dört sayfalık rapora göre bu yönetim kurulunun yedi üyesi 
		AKP ile irtibatlıydı. 
		 
		Tümer’in hazırladığı istihbarat raporu, AKP yöneticilerinin yönetim 
		kurulu üyeliklerini kendi aralarında paylaştıklarını söylüyordu. Bu 
		paylaşıma göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan üç, Dışişleri Bakanı 
		Abdullah Gül ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’in payına iki üyelik 
		düşmüştü. Erdemir’in eski Genel Müdürü Maksut Süleyman Göksu da yönetim 
		kurulunda yer aldı. Göksu, yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in 
		damadıydı. 
		 
		Tümer’e göre Erdemir’e Nakşibendiler hakim olmaya çalışıyordu. Bu 
		çerçevede 50 ve 55 yaşını dolduran 400 kişi emekli edilerek şirkete yeni 
		isimler alınmaya çalışıldı. Tümer bu işlemi “şirketi ele geçirmek” 
		olarak yorumluyor ve AKP’yi sorumlu tutuyordu: “Erdemir içindeki 
		personel tasfiyelerinin genel müdürün (Abdülkerim Dervişoğlu) 
		inisiyatifinde olmayıp Nakşibendi tarikatının bölgesel planı izlenerek, 
		yeni yönetim kurulu ve AKP mahalli yönetimi tasarruflarıyla yürütülmekte 
		olduğu sanılmaktadır.” 
		 
		Dnz. Bnb. İsmail Tümer, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem 
		gören Erdemir hisselerinin değer kaybetmesini şöyle yorumluyordu: 
		“Değeri ucuzlayacak şirket Yeşil Sermaye’nin eline geçecek. Diğer bir 
		öngörü ise Erdemir’in bilinçli olarak piyasa değerinin ucuzlatılmakta 
		olduğudur. Bilahare Erdemir stratejik yatırımının ve stratejik 
		nitelikteki limanının özel sermaye gruplarının eline geçirilmesi 
		sağlanacaktır. Üç yıl içinde kar patlaması yapması düşünülen Erdemir’in 
		‘Yeşil Sermaye’ eline geçmesi halinde Koç ve Sabancı grupları ile baş 
		edebilecek mali portföye kısa sürede ulaşabileceği uzmanlarca 
		değerlendirilmektedir.” 
		 
		Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in dikkat çektiği bir başka nokta ise Erdemir’de 
		çalışanların maaşlarını aldıkları bankalardı. Rapora göre bu isimlerin 
		çoğunluğu iki milyar lira ve üzerinde maaş alıyordu, maaşları ise 
		Pamukbank ile Yapı Kredi Bankası ödüyordu. Ancak bu durum yakında 
		değişecek, iki bankanın yerini faizsiz finans kurumu Asya Finans 
		alacaktı. Bu durumda Asya Finans yaptığı bankacılık işlemlerinden yılda 
		500-600 milyar lira para kazanacaktı! 
		 
		Dnz. Bnb. İsmail Tümer’in üzerinde durduğu bir başka isim de Fazlı 
		Erdoğan’dı. Erdoğan, Kdz. Ereğlisi’nin bağlı olduğu Zonguldak’ın 
		milletvekiliydi. 3 Kasım 2003 seçimlerinde AKP’den milletvekili olmuştu. 
		Bnb. Tümer’e göre Erdoğan, Ereğli Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu’nu görevden 
		aldırmak için uğraşıyordu. Sönmezoğlu’nun laik ve Atatürkçü kimliği ile 
		tanındığının altını çiziyordu Dnz. Bnb. Tümer. 
		 
		Aslında o, bu kanıya kendi kendine varmamıştı; Sönmezoğlu da kendi 
		kimliği hakkında onu aydınlatmış, yardımcısı Halil İbrahim Demirbaş’ın 
		irticai kesimlerle bağlantısı olduğunu söylemişti. Raporda bu konu 
		ayrıntılarıyla ele alınmıştı. Tüm bu raporlar anında Deniz Kuvvetleri 
		Karargahı’na bildiriliyordu Tümamiral Deniz Kutluk tarafından. Hatta Kdz. 
		Ereğli İmam-Hatip Lisesi müdürünün değiştirilmesi bile rahatsız etmişti 
		Kutluk’u ve bu durum da 30 Nisan 2003’te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na 
		bildirilmişti: “Türban ile mücadelede başarısı ile temayüz etmiş ve dört 
		yıldır görevinde bulunan İmam-Hatip Lisesi Müdürü İslam Güner’in Kdz. 
		Ereğli yeni Milli Eğitim Müdürü Nuri Yılmaz’ca görevinden alınma 
		çabasının İlçe Kaymakamı’nca önlendiği ilgi (d) yazısı ile bildirilmiş 
		idi. Müdür İslam Güner, Zonguldak Valiliği’nin Ek-B’de sunulan ilgi (e) 
		yazısı ile 30 Nisan 2003 tarihinden itibaren görevinden alınmıştır. Bu 
		arada Zonguldak Valisi’nin –Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin parti 
		politikaları kapsamında– AKP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan’ın 
		yoğun taleplerine maruz kaldığı istihbar edilmiştir.” 
		 
		Kdz. Ereğli’de sadece tayin ve terfileri izlemekle sınırlı kalınmadı. 
		Kurban Bayramı namazları ile Cuma namazları takibe alındı. Bu defa 
		laiklik karşıtı vaaz ve hutbe verilip verilmediği araştırılmaktaydı. 
		Bölgedeki 300’ü aşkın camide, imam ve vaizler incelemeye alındı. 
		Haklarında rapor tutulup, Karargah’a gönderildi.  
		 
		Mahalle mahalle fişlediler 
		 
		İlçedeki özel eğitim kurumları da fişlemelerden nasibini almıştı. O 
		kadar ki Özel Yıldırım İlköğretim Okulu’nun düzenlediği “18 Mart- 
		Çanakkale Şehitleri Haftası” çalışmaları bile ilgililerin dikkatinden 
		kaçmadı. Konuşmacı, muhafazakar camianın yakından tanıdığı 
		eğitimci-yazar Vehbi Vakkasoğlu’ydu. Konuşma, konuşmacı, dinleyiciler, 
		konuşmaya verilen tepkiler ayrıntılarıyla bir bir tesbit edildi ve aynen 
		Karargah’a iletildi. Konuşmayı izleyen, yine aynı okulda Milli Güvenlik 
		Dersleri’ne giren Dnz. Bnb. İsmail Tümer’di ve özel izinle, görevli 
		olarak gitmişti bu toplantıya. 
		 
		Camiler ve okullardan sonra sıra mahallelere gelmişti. Tüma. Deniz 
		Kutluk’un hazırladığı rapora göre ilçede altı mahallede “Kılık ve 
		Kıyafet Kanununa Aykırı Giyinenler” mevcuttu: “Bölgede Kılık ve Kıyafet 
		Kanunu’na aykırı giyime az rastlanılmakla birlikte, söz konusu kanuna 
		aykırı giyinenlerin nispeten daha fazla görüldüğü mahaller aşağıda 
		belirtilmiş olup, konu ile ilgili istihbari çalışmalara devam 
		edilmektedir; Yeşiltepe ve Belen mahalleleri, Bağlık Mahallesi 1 no’lu 
		ve 2 no’lu Sakindere sokakları, Atatürk İlköğretim Okulu civarı, Karga 
		Mahallesi, Güldere Mahallesi ve Gülüç Erdem Yuva Evleri arkası Sazlık 
		Sokak...” 
		 
		İlçedeki otomotiv şirketleri, döviz büroları, finans ve factoring 
		kuruluşları ile dinlenme tesisleri de tek tek fişlendi. Her kuruluşun 
		hangi dini cemaat veya tarikata bağlı olduğu tesbit edildi. Böylece bu 
		tesislere giden kişiler hakkında da kanaat oluşturuldu. Deniz Kuvvetleri 
		Komutanlığı, Karadeniz Bölge Komutanlığı’nın 3590-81-03 numaralı, 23 
		Mart 2003 tarihli, “Kdz. Ereğli’deki İrticai Kadrolaşma Çalışmaları 
		Hakkında” raporu ve aynı kurumun 30 Nisan 2003 tarihli bir başka 
		raporunda yazılanların bir kısmı böyleydi. 
		 
		Yani Çetin Doğan’ın avukatlarının Amerika’dan aldıkları rapora göre 
		sahte dedikleri belgelerin sayı numaraları bunlardı. Şimdi sahte denen 
		belgeyle ilgili biraz daha ayrıntılı bilgi verelim. 
		 
		İlk rapor, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1 Mayıs 1997 tarihli 
		yazısıyla (Bu emri de Çetin Doğan 1997 yılında aldırmıştı) “tesis 
		edilen” aynı kurumun “241034B Ocak 2003” numaralı mesajıyla yeniden 
		aktive edileceği bildirilen “Batı Çalışma Grubu” rapor sistemi 
		kapsamında hazırlanmış ve “Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Kdz. 
		Ereğli’de yürüttüğü kadrolaşma çalışmalarına ilişkin elde edilen 
		bilgiler” sunulmuştu. Bu rapor, 2004 yılında yayımlanan bir kitapta da 
		yer aldı. Ayrıca, sahte denen bu belgelerin ayrıntılarına, Tuncay 
		Opçin’le birlikte hazırladığımız PİRUS adlı kitapta yer verdik. 
		 
		Çetin Doğan ve avukatlarının, 16 no’lu CD sahte, içindekiler sahte 
		dedikleri bir belge de yine yıllar önce, 2003 yılında Aktüel dergisinde 
		yayımlanan bir fakstı. Faksı tüm birliklere çeken isim Çetin Doğan’dı. 
		Bu faksın ayrıntıları da PİRUS kitabımızın 296-299’uncu sayfalarında. 
		İlgilenenler, “sahte” denen ancak aslında gerçek olan bu belgenin 
		ayrıntılarına oradan ulaşabilir. Üstelik “sahte-üretildi!” denen bu 
		belgenin üzerinde faks numarası var ve faksın çekildiği saat de belli. 
		Faks, 15 Ocak 2003’te, saat 14:43’te Donanma Komutanlığı İstihbarat 
		Başkanlığı’na çekilmiş. Faks numarası 1. Ordu Komutanlığı Özel 
		Müdürlüğü’ne ait. Altında da Çetin Doğan’ın emriyle çekildiği net bir 
		şekilde görünüyor. Çetin Doğan, Balyoz Darbe Planı’nı ortaya çıkardığım 
		gün, “yeni iktidara gelmiş bir parti için neden çalışma yapayım” 
		minvalinde açıklamalar yapmıştı. Bu faksı okuyanlar, Çetin Doğan’ın 
		darbe çalışmalarına aslında ne zaman başladığın net bir şekilde 
		görebilir. 
		 
		2006 yılında üretildi denen belgelerin bir bölümünün hikayesi bu. Şimdi 
	şu soruyu sormak gerekiyor. Bu belgeler 2006 yılında üretildiyse, 2003 
	yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta nasıl yer aldı? Bu 
	belgelerin altında imzalar, sayı numaraları var. “Belgeler üretildi, sahte” 
	diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar?" (Mehmet Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (7) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin 
		bugünkü bölümünde, Balyoz sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair 
		iddialarının asılsız olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Balyoz 
		sanıkları delillere itiraz ettikçe o deliller tartışılıyor, 
		araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam oldukları, aslında iddiaların 
		kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik olduğu görülüyor. Kamuoyu bu 
		tartışmalar sayesinde davaya müdahil oluyor.  
		 
		02.04.2012, 10:23 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (7).. 
		Balyoz ve gerçekler dizimizin cumartesi günkü bölümünde yazdığım yazıda, 
		Çetin Doğan'ın avukatlarının 2006'da, 2007'de üretildi dedikleri iki 
		belgenin, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir kitapta 
		yayımlandığını belirtmiştim. Ve şu soruyu sormuştum: Bu belgeler 2006 
		yılında üretildiyse, 2003 yılında Aktüel dergisinde, 2004 yılında bir 
		kitapta nasıl yer aldı? Bu belgelerin altında imzalar, sayı numaraları 
		var. "Belgeler üretildi, sahte" diyenler, bu durumu nasıl açıklıyorlar? 
		Beklediğim gibi bu soruma Çetin Doğan'ın yakınları cevap vermekte 
		zorlandılar. Verdikleri cevap özetle şuydu; "O dediğiniz belgeler sahte 
		değil, biz onları kastetmedik." 
		 
		Ancak Çetin Doğan'ın avukatı Celal Ülgen'in 11, 16, 17 no'lu CD'lerle 
		ilgili yaptığı açıklamalara baktığımızda, 2006'da üretildi denen bu 
		belgeleri kastettiği net bir şekilde görülüyor. Ülgen, çıktığı 
		televizyon programlarının hemen hemen hepsinde "CD içerisindeki tüm 
		belgeler sahte, sonradan üretildi" demiş ve cumartesi günü perde 
		arkasını yazdığım belgelerin de sonradan üretildiğini iddia etmişti. 
		Kaldı ki Ülgen'le katıldığım bir programda, Karadeniz Ereğli planlarını 
		gündeme getirmiştim ve Ülgen bunlara da sahte demiş, sonradan 2006 yılı 
		sonrası üretildiğini iddia etmişti. Ancak sonradan üretildi denen bu 
		belgelerin, 2003 yılında Aktüel dergisinde yayımlandığını ortaya koymam 
		üzerine, başta Ülgen olmak üzere, davanın tarafları sessizliği tercih 
		ettiler. 
		 
		Bugün sizlerle sahte denen Balyoz Harekat Planı'nı ve Microsoft'un 
		konuyla ilgili bilgisini paylaşacağımı ifade etmiştim. Sizlerden bugün 
		de izin isteyerek ve özür dileyerek bu konuyu ilerleyen güne 
		bırakacağım. Çünkü konuyla ilgili yüz sayfalık bir not aldım ve bu 
		notlar bu köşeye sığamayacak kadar fazla. Tıpkı cumartesi günü 
		yaptığımız gibi konuyla ilgili geniş bir yazı kaleme alıp, 
		değerlendirmeyi sizlere bırakacağım. Bugün Çetin Doğan ve avukatlarının 
		kamuoyunu yanılttığı bazı noktalara parmak basacağım. 
		 
		Çetin Doğan'ın avukatlarından Celal Ülgen 5 Mart 2012'de katıldığımız 
		bir televizyon programında iddianamede ses kayıtlarının delil olmadığını 
		söylemiş ve delil olmadığıyla ilgili e-mail adresimi isteyerek, 
		belgesini bana göndereceğini, kamuoyundan özür dileyip dilemeyeceğimi 
		sormuştu. Kendisine, iddianameyi beş kez okuduğumu ve ses kayıtlarının 
		delil olduğunu söylemiştim. Şimdi iddianamenin delil kısmını sizlerle 
		paylaşacağım. Ses kayıtlarının deliller arasında bulunup bulunmadığı 
		yorumunu sizlere bırakacağım: "İddia, ayrıntıları iddianamenin genel 
		değerlendirme bölümünde detaylı olarak izah olunan doküman ve belge 
		inceleme tutanakları, bilirkişi raporları, şüpheli beyanları, tesbit 
		tutanakları, dijital inceleme raporları, SES KAYIT ÇÖZÜMLERİ ve TÜM 
		DOSYA kapsamı." 
		 
		Sanırım benim değil, Celal Ülgen'in kamuoyuna bir özür borcu var. Ses 
		kayıtları deliller arasında. "Tüm dosya" kapsamını büyük harfle yazmamın 
		da bir nedeni var. Şimdi bunun nedenini de açıklayayım. Çetin Doğan'ın 
		avukatları ilk günden itibaren delillerin yalnızca 11, 16 ve 17 no'lu 
		CD'ler olduğunu iddia ettiler. Ancak tüm dosya kapsamından da 
		anlaşılacağı gibi, diğer CD'ler de deliller arasında. Bu ifadeyi 
		savcının "genel" bir ifade olarak deliller arasına koyduğu şeklinde bir 
		itiraz da gelebilir. Bu itirazı çürüten belgeler ve gerekçeler de 
		iddianamede var. İddianamede diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili 
		sayısız bölüm mevcut. Onlardan küçük bir kısmını sizlerle paylaşayım. 
		 
		"Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza teslim edilen CD'lerden 
		11, 16 ve 17. CD'lerde bulunmaktadır. Diğer CD'lerin tamamına yakını ise 
		1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu yapılan Egemen harekat 
		planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım askeri durum ve 
		değerlendirmeleri ve planları içeren CD'lerdir. Bu nedenle söz konusu 50 
		klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak adlandırılarak tamamı 
		adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve suçla ilgili bir kısım 
		çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya çıktısı alılarak klasörler 
		halinde soruşturma dosyasına konmuştur." 
		 
		Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 no'lu CD'lerde, Balyoz Harekat Planı'yla 
		ilgili planların ekleri olduğu belirtilip, "diğer CD'lerde suçla ilgili 
		bir kısım çıktıların alındığı ve belgelerin dosyaya konduğu" 
		belirtiliyor. Yani, deliller üç CD'den oluşmuyor. Bu CD'lerin hepsine, 
		başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, ifadesi alınan o dönemin 1. 
		Ordu Komutanlığı'nda çalışanlarının tümü gerçek dediler. Askeri 
		bilirkişiler dahil tüm bilirkişiler bu CD'lerin 1. Ordu Komutanlığı'nda 
		hazırlandığını raporlarıyla belirttiler. Kaldı ki Çetin Doğan'ın 
		yakınları ve avukatları da bu CD'lerin gerçek olduğunu kabul ediyorlar. 
		 
		Diğer CD'lerin de delil olduğuyla ilgili iddianamedeki diğer bölümlerden 
		de biraz örnek verelim. 52. Tümen Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral Metin 
		Yavuz Yalçın'ın, Yuldaer Olcan'ın, Albay Suat Aytin'in, İhsan 
		Balabanlı'nın ve bazı isimlerin konuşması ve darbe toplantısında yaptığı 
		sunumlar, 2 no'lu CD'de. Bu kişiler ses kayıtlarında ve powerpoint 
		sunumlarında, İstanbul'un üzerine nasıl çökeceklerini, tankları nereye 
		koyacaklarını, kimleri gözaltına alacaklarını, tüm listelerin ellerinde 
		olduğunu ve dosyada bulunduğunu, milli mutabakat hükümetini, gözaltına 
		alacakları kişileri ve daha fazlasını işte bu CD'lere koymuşlar. Bu 
		deliller de 2 no'lu CD'de. İddianame de bu bölüm 200- 350. sayfalarda 
		ayrıntılı olarak anlatılıyor. 
		 
		"Albay Aytin'in, "Tüm basın yayın organları kontrol altına alınacak, 
		rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak" bölümü de 14 no'lu CD'de. 14 
		no'lu CD'de diğer darbe sunumları da var. Yani, Çetin Doğan ve 
		avukatlarının sahte demedikleri CD'lerde darbenin ses kayıtları, 
		powerpoint'ler var. Ve bu belgeler de deliller arasında. İddianamenin 
		100. sayfasında da bu CD'lerin deliller arasında olduğu açıkça 
		vurgulanıyor. 
		 
		Yerim kalmadığı ve konuyla ilgili sayısız belge olduğu için, 
		çarpıtmalara cevabım Çetin Doğan ve avukatlarının gerçek dediği, 
		yalanlayamadıkları belgelerle devam edecek. 
		 
		Balyoz savcısına itirazım! 
		 
		Balyoz davasının görüldüğü mahkemede, savcı esas hakkındaki mütalaasını 
		verdi. Savcının mütalaasını okudum. Savcı tüm sanıklar hakkında darbeye 
		eksik teşebbüsten 15 ila 20 yıl hapis cezası verilmesini talep etti. 920 
		sayfalık mütalaada dikkatimi bir bölüm çekti: "Balyoz Darbe Planı eyleme 
		geçmiştir. Listede adı olan sanıkların ‘bana böyle bir görev verilmedi' 
		savunması geçersizdir." İşte bu noktada sayın savcıya itirazım var. 
		Sanıkların bir bölümü isimlerinin bulunduğu listelerden haberdar 
		olmadıklarını söylemiş ve kendilerine böyle bir görev verilmediğini, 
		kimlerin bu listelere isimlerini koyduklarını da bilmediklerini 
		açıklamışlardı. 
		 
		Savcı, esas hakkındaki mütalaasında da belirttiği gibi, bu savunmayı 
		geçersiz saymış. Ancak, listelere baktığımızda bazı sanıklarla ilgili 
		listelerin dışında dosyada herhangi bir delil olmadığını görüyoruz. 
		Burada da hukukun en temel prensiplerinden birinin devreye girmesi 
		gerekiyor. Velev ki bu sanıklar, listelerden haberdar.. Haklarında eğer 
		başka bir delil bulunmamışsa, savunmalarının dikkate alınıp, "delil 
		yetersizliğinden" bu kişilerle ilgili karar verilmesi gerekiyor. 
		Beklentim, mahkeme heyetinin bu durumu dikkate alması ve kararını bu 
		gerçekliğe göre vermesi. Çünkü iddianameler okunduğunda sanıkların büyük 
		bir bölümüyle ilgili savcılığın elinde çok fazla sayıda delil(ler) 
	olduğu görünüyor. Ancak bazı sanıklarla ilgili, sadece listelerde 
	isimlerinin olması, bu kişilere de aynı cezanın verilmesi vicdanları 
	yaralayacaktır. (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (8) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz 
		sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız 
		olduğunu örneklerle açıklamaya devam ediyor. Sanıkların sahte olduğunu 
		iddia ettikleri delillerden biri de 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı. 
		Ancak 'sahte' denilen bu planın daha fazlası, ses kayıtları ortaya çıkan darbe 
		semineri toplantılarında gündeme getirilmiş. 
		 
		03.04.2012 12:04 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (8).. 
		“Balyoz ve gerçekler” yazı dizimize bugün Çetin Doğan ve avukatlarının 
		“sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı’nı, ses kayıtları, powerpoint’ler, 
		Süha Tanyeri’nin el yazıları ve 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla 
		karşılaştırarak devam edeceğim. Burada küçük bir not düşeyim. Balyoz 
		Harekat Planı, 11 sayfadan oluşuyor. Ancak iddianamenin ilk 600 
		sayfasında yaptığım incelemede, 11 sayfayla ilgili toplam 100 sayfalık 
		benzerlik, birebir aynılık tesbit ettim. “Sahte” denen Balyoz Harekat 
		Planı’nın daha fazlası seminer adı altında yapılan darbe toplantısında 
		gündeme getirilmiş. Bugün bu konunun çok küçük bir bölümünü aktaracağım. 
		Aldığım notlar, yüz sayfa ve karşılaştırmalı yapacağım değerlendirmeyi 
		tek yazıya sığdırmam imkansız. 
		 
		Dizimizin bu bölümünde iki ara başlık kullanacağım. Birinci ara başlık 
		Çetin Doğan ve avukatlarının “sahte” dedikleri Balyoz Harekat Planı 
		olacak. İkinci ara başlık ise Doğan ve avukatlarının, Genelkurmay’ın, 
		askeri ve sivil bilirkişi raporlarının gerçekliğini kabul ettikleri, 
		üzerinde tartışma açamadıkları belgelerdeki, konunun nasıl geçtiği 
		olacak. 
		 
		İlk olarak dönemin Harekat Başkanı olarak görev yapan Kurmay Albay Süha 
		Tanyeri’nin arşivlerden indirip, el yazısıyla notlar alarak Balyoz’a 
		güncellediği 12 Eylül Bayrak Harekat Planı’yla, “sahte” iddiası ortaya 
		atılan Balyoz Harekat Planı’ndaki benzerlikleri karşılaştıralım. 
		 
		• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin içinde bulunduğu son 
		derece önemli ekonomik siyasi ve sosyal sorunların yanında, her geçen 
		gün hızını biraz daha arttıran anarşi, terör ve bölücülüğün devletin 
		bekasını tehdit eder boyutlar kazandığı...” 
		 
		• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Büyük Atatürk’ün emanet ettiği ülkesi ve 
		milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, 
		izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine 
		ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde 
		olduğu...” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’nda Durum Başlığı: “28 Şubat 
		sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 
		seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber, 
		ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, ülkesi ve milletiyle bir bütün 
		olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laiklik karşıtı ve irticai 
		unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına, 
		rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar 
		içinde olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme 
		gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikar ve had safhaya ulaştığı...” 
		 
		Sahte denen belgeyle, gerçekliği kabul edilen belgeler arasındaki 
		benzerlik veya birebir aynılık dikkat çekici. 
		 
		• Bayrak Harekat Direktifi Durum Başlığı: “Ülkenin mevcut sorunlarından 
		başka yakın çevresinde her an silahlı bir çatışmaya dönüşebilecek ciddi 
		gelişmeler cereyan etmesine rağmen bugüne kadar başta parlamento olmak 
		üzere tüm siyasi partiler ve bazı anayasal kuruluşların verimli ve 
		uyumlu çalışma düzenine ısrarla girmeyerek ülkenin acil sorunlarına 
		köklü önlemler alamadığı, yasaların uygulanmasında komünizm, faşizm ve 
		şeriat düzeni gibi ideolojik tercihlere ağırlık vererek ülkeyi uçurumun 
		kenarına getirdikleri...” 
		 
		-Balyoz’a sahte, birebir aynısına gerçek diyorlar!- 
		 
		• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Devletin, başlıca organlarıyla işlemez duruma 
		getirildiği, anayasal kuruluşların tezat veya suskunluğa bürünmüş 
		olduğu, siyasi partilerin kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla 
		devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamadıkları ve lüzumlu 
		tedbirleri almadıkları, böylece yıkıcı ve bölücü mihrakların 
		faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları ve vatandaşların can ve mal 
		güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı Durum Başlığı: “Devletin, başlıca 
		organlarıyla işleyemez duruma getirildiği, anayasal kuruluşların tezat 
		veya suskunluğa bürünmüş olduğu, muhalefet partilerinin kısır çekişmeler 
		ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği 
		sağlayamadıkları ve lüzumlu tedbirleri almadıkları, böylece irticai, 
		yıkıcı ve bölücü mihrakların faaliyetlerini alabildiğine arttırdıkları 
		ve vatandaşların can ve mal güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğü...” 
		 
		Çetin Doğan’ın avukatlarının gerçekliğini kabul ettiği, Süha Tanyeri’nin 
		üzerinde el yazısıyla notlar alıp, güncelleyerek Balyoz’a uyarladığını 
		itiraf ettiği bu belgeler, yani MGK’nın 1 no’lu Bildirisi’nde yer alan 
		ibarelerden sadece iki kelime farklı. 
		 
		• MGK 1 no’lu Bildirisi: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık 
		ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, 
		ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, 
		yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi 
		partiler ve nihayet yurdun en masum köşelerindeki yurttaşların dahi 
		saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine 
		getirildiği, kısaca devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...” 
		 
		• Balyoz Harekat Planı: “Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık 
		ideolojik fikirlerin üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, 
		ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, 
		yargı organları, Milli İstihbarat Teşkilatı, Polis ve iç güvenlik 
		teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en 
		masum köşelerindeki yurttaşlarımızın dahi saldırı ve baskı altında 
		tutularak yozlaşma, bölünme ve iç harbin eşiğine getirildiği, kısaca 
		devletin güçsüz bırakıldığı ve acze düşürüldüğü...” 
		 
		Gerçek denen belgeyle, sahte olduğu iddia edilen belge arasında yine iki 
		kelime farklı. Buna benzer çok sayıda örnek olduğunu da vurgulayayım. 
		 
		-Başlıklar birebir aynı, biri gerçek, biri “sahte”- 
		 
		Şimdi başka bir çarpıcı ayrıntıyı gözler önüne serelim. Balyoz Harekat 
		Planı kapsamında incelenen belgelerde, iddianamede 517 ile 
		numaralandırılmış doküman mevcut. Bu dokümana da Çetin Doğan’ın 
		avukatları sahte iddiasında bulunuyorlar. Önce dokümanı yazıp, ardından 
		çarpıcı ayrıntıyı verelim. Bu belge içinde l’den 10 a kadar 
		numaralandırılmış başlıklar mevcut. İşte onlar: “l: Yeni kadro 
		uygulamaları, 2: Bayrak harekat direktifi, 3: Üst makamlara arz edilen 
		yazılar ve ilgili makamlara verilen düzeltici emirler, 4: 1’inci Ordu ve 
		İst. Sıkıyönetim Devamlı Talimatı, 5: Sıkıyönetim bilgi dosyası, 6: 
		Sıkıyönetim karargah brifingi, 7: Sıkıyönetim bildirileri, 8: 
		uygulamalarındaki aksaklıklar ve alınacak önlemler, 9: Aşırı solcu ve 
		komünist terörist örgütler arasındaki birlik çalışmaları, 10: Komutanlık 
		bildiri ve prensip kararları.” 
		 
		İşte bu 10 başlık, Bayrak Harekat Planı’nda, 12 Eylül 1980 askeri 
		darbesinin uygulamalarının yer aldığı dokümanların ana başlıklarıyla 
		birebir aynı. Yani, arşivlerden indirilen ve 2003’e birebir aynı 
		başlıklarla aktarılan bu belgeye de avukatlar sahte diyorlar. Bu belgeye 
		sahte diyen Çetin Doğan ve avukatları, belgeye kaynaklık teşkil eden ve 
		Süha Tanyeri’nin el yazısıyla da bu notların gerçek olduğu belirtilen, 
		aynı zamanda da birebir aynı başlıklar olan diğer belgenin gerçekliğini 
		kabul ediyorlar. Eğer bu gerçekse, Balyoz Harekat Planı’ndaki bu 
		başlıkların “sahte” olduğunu avukatlar nasıl iddia ediyorlar? 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Özellikle, 
		gözaltına almalar ve yağma talan, gasp ve milli serveti tahrip gibi 
		eylemler sırasında ikazlara uymayanlara karşı, Silahlı Kuvvetlerin 
		gücünü çok kısa sürede hissettirecek sert uygulamalara başvurulacak...” 
		 
		• Gerçekliği tartışılmayan Balyoz’un ses kayıtlarından: 66’ncı Zırhlı 
		Tugay Komutanı Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Kolordu planımızda da 
		belirtildiği gibi nokta operasyonlarda müdahale etmek üzere (3) tane 
		bölüğüm hazırdır. Bu bölükte (4) mekanize unsur, (4) zırhlı personel 
		taşıyıcı, (3) panzer ve Jandarma’nın unsurları bulunmaktadır. Bunlar 
		Gaziosmanpaşa, Bağcılar ve Fatih Bölgesi’ne süratle intikal edebilecek 
		şekilde kışlamda hazır beklemektedir...”  
		 
		Seminerde X Şahıs: “Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 
		olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin, süratli, sert tedbirler 
		alınmadığı takdirde bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma 
		ihtimali mevcuttur.” 
		 
		Şükrü Sarıışık: “Kuvvetleri sağa sola göndermenin bana göre yapılacak en 
		kolay harekat tarzı 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize 
		edilmek suretiyle biranda söndürülmesine imkan sağlar.” 
		 
		X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin 
		karşısında şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa 
		sola tankla gireceğiz komutanım. Şimdi mesela Fatih bölgesinde bu 
		olayların elebaşları kimler belli komutanım. Tehdide yönelik tahsis 
		edilmiş kuvvetlerimiz var komutanım. Komutanım. 3. Bölge için aynı olay 
		meydana geldiğinde olaya şiddetle müdahale edeceğim. Bütün planlarımın 
		temelinde olaya şiddetle müdahale edilme esası var.” 
		 
		Ses kayıtlarından küçük bir örnek verdim. “Sahte” denen belgedeki bu 
		bölümden daha fazlası ses kayıtlarında mevcut. 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “Hiçbir hak ve özgürlük 
		mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber 
		verme ve basın özgürlüğü de sınırsız ve mutlak değildir. Harekatın 
		icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın-yayın 
		kuruluşları kontrol altında tutulacak...” 
		 
		• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: İhsan Balabanlı: 
		“Komutanım böyle bir harekatta basının kontrol altında tutulması 
		gerektiğine inanıyorum... Biraz sonra arz edeceğim teşkilatlanmamda da 
		sivil işler bölümünde irtibat kısmı var. Bu basını bu şekilde kontrol 
		etmek suretiyle bölgeme özellikle basın unsurlarının girmemesi için 
		gerekli tedbirleri aldım komutanım.” 
		 
		Çetin Doğan: “Basın da senin bölgende zaten. Basın-yayın şeyi 
		kuruluşlarının çoğunluğu değil mi?” 
		 
		İhsan Balabanlı: “Keza Radyo Televizyon Üst Kurumu da var İstanbul’da 
		görev yapan, bunlar Gayrettepe’de komutanım, İstanbul radyolarını ve 
		televizyonun da bazı bir bölümünü izliyorlar... Ayrıca Basın Savcılığı 
		konusu var. Bu konuda Basın Savcılığı bize müşavir olarak çalışacaklar.” 
		 
		• Ses kaydından başka bir bölüm: “Bölgedeki bütün basın-yayın 
		kuruluşları kontrol altına alınacak. Halkın kışkırtılmasına ve 
		tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek. Rejim 
		aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak.” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Tüm sorumluluk bölgesini 
		kapsayacak şekilde kontrol noktaları tesis edilecek ve anılan bu 
		noktalarda gerekli görüldüğü takdirde tanklar da kullanılarak, kitlesel, 
		kalabalık grupların yer değiştirmelerine, toplanmalarına ve gösteri 
		yapmaları engellenecek. Plan, planlama ve hazırlık maksadıyla derhal, 
		icra safhası ise emirle yürürlüğe girecektir.” “...Planı ve hazırlıkları 
		ifşa etmeyecek şekilde ilgili personelle kadro tatbikatları icra 
		edilecek...” 
		 
		• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Tümgeneral Metin Yavuz 
		Yalçın: “Birlikleri buraya getirir İstanbul’un üzerine çökerim 
		komutanım. Belediye başkanıymış, savcıymış, hakimmiş, kaymakammış yani 
		bu konuya olumsuz bakan tabloda yer alan (Perdede gözaltına alınacak 
		kişilerin listesi var) insanları gerekirse belediye başkanını komutanım, 
		komutanları o görevde rütbesi olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve 
		ağır bir baskı biraz evvel ifade ettiğim gibi... böyle halka da 
		acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir.” 
		 
		X Şahıs: “Ayaklanma var. Şiddetle bastırılması gerekiyor. Şiddetin 
		karşısında, şiddet kelimesinin karşısında ateş açmak var komutanım. Sağa 
		sola tankla gireceğiz komutanım.” 
		 
		Tuğgeneral İhsan Balabanlı: “Komutanım, bölgemde bulunan bütün ilçelere 
		ait şimdiye kadar meydana gelen olaylar ve müteakip safhalarda meydana 
		gelecek gelebilecek olaylar nerelerde olduğu tesbit edilmiştir. Emir 
		verildiğinde süratle belirtilen intikal yollarından ilgili geri toplama 
		bölgelerine birliklerim intikal edeceklerdir. Bu yerleri en son olarak 
		geçen ay sivil giyinmiş unsurlarım tarafından tekrar keşfini yaptırdım. 
		Şu anda komutanım bölgelere intikal için gerek zırhlı unsurlarım gerekse 
		tekerlekli unsurlarımın intikali için herhangi bir mani yok. Yine 
		bölgemde önemli kavşak ve meydanlar var. Altı tane önemli meydan ve 
		kavşak tesbit ettim. Bu bölgeler kontrol altına alınacak. Emirle sokağa 
		çıkma yasağı ilan edilecek. Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesiyle 
		birlikte birliklerimin kullanılması ve sevk ve idaresinde daha da 
		kolaylık olacağını değerlendiriyorum.” ... “Komutanım, yine kolordu 
		planında emredildiği üzere bazı bölgelere süratle darbe harekatı 
		yapabilmem, yapmam emredilmişti. Özellikle zırhlı unsurları kullanarak 
		gözdağı vermek veya cezalandırma şeklinde yapacağım bu harekat sonunda 
		daha önce hassas bölgeler olarak değerlendirdiğimiz metro meydanı var 
		Fatih’te komutanım. Cemevi, Gazi Mahallesi Mezarlığı, Gazi Kültür Evi 
		bir önceki yansıda da vardı. Bu bölgelere süratle zırhlı unsurlarım 
		gösteri harekatı şeklinde intikal edecekler...” 
		 
		Tuğgeneral Yuldaer Olcan: “Kritik yol, kavşak ve ulaşım merkezlerinde 
		kontrol noktaları ve bu kontrol noktalarıyla irtibatlı olarak gece 
		gündüz ana güzergahlarda motorlu devriyeler oluşturulacak.” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı içerisinde: “...Teşkil edilecek 
		olan... kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel. Teşkil 
		edilecek birimlerle, başta tüm kara deniz ve hava yolu terminalleri 
		olmak üzere, Kamu kurum ve kuruluşları, Özel hastaneler ve ilaç 
		depoları, Gümrükler, depolar, ambarlar ve büyük alışveriş merkezlerinin 
		tamamı kontrol altına alınacak ve özellikle ülkeye yurtdışından giriş 
		çıkışlara ikinci bir emre kadar müsaade edilmeyecek,...” 
		 
		• Gerçekliği tartışılmayan ses kayıtlarından: Çetin Doğan: “Kamu kurum 
		ve kuruluşları silahlı kuvvetlerin denetimine girmeli.” 
		 
		İhsan Balabanlı: “Önemli olan halkın günlük yaşantısının gereği olan 
		bazı hizmetlerin aksamadan yürütülmesidir. Bu konuya özellikle 
		hassasiyet göstermekteyiz. Bunun için kamu kurum ve kuruluşlarını etkin 
		bir şekilde kullanmak esas olmakla beraber buraya görevlendireceğim 
		personel özellikle üst subay ve bu konuda uzman personel olarak 
		görevlendirilecektir. Yine bölgemde önemli terminal ve istasyonlar var. 
		Üniversitelerin kontrolünü de komutanım, kendi özel güvenlik teşkilatı, 
		ayrıca emniyet ve jandarmayla yapmayı düşünüyorum.” 
		 
		Ses kaydında bir diğer asker: “Bölgedeki bütün fırınlar, marketler ve 
		gıda maddeleri satan yerler kontrol altında bulundurulacak. Halkın temel 
		gıda maddeleri açısından sıkıntı çekmesi önlenecek. Hastane, eczane ve 
		sağlık ocaklarında görev yapacak personelin durumu tesbit edilecek. Özel 
		sağlık kuruluşları dahil halka kesintisiz hizmet vermeleri sağlanacak.” 
		 
		Kurmay Albay Ömer Küçükkılıç: “Kamu görevlerinin devralınması için 
		önceden belirlenmiş olan personel görevlendirmeleri icra edilecektir. Bu 
		maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan 
		yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlıklarına 
		gönderilecektir.” 
		 
		Korgeneral Ergin Saygun: “Migros, Carfur, Capitol bunların başta el 
		konulması halinde daha düzenli bir dağıtım yapmak mümkündür.” 
		 
		“Sahte” denen belgedeki bu ifadelere rağmen, görüldüğü gibi ses 
	kayıtlarında belgeden daha fazlasının olduğu görülüyor. Bugün, 100 sayfalık 
	notumdan sadece sekiz sayfasını yazabildiğim notunu da düşerek, konuya yarın 
	kaldığımız yerden devam edelim. (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz ve gerçekler (9) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz 
		toplantılarına ait ses kayıtlarında yakalamış olduğu çok çarpıcı bir ayrıntıyı 
		gösteriyor. Baransu yazısında, seminerlerin aslında bir darbe toplantısı olduğunun 
		itirafı olan Çetin Doğan'ın cümlelerindeki çok hassas kelimeleri büyük 
		harflerle gösteriyor. 
		 
		04.04.2012 12:00 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (9).. 
		Balyoz ve gerçekler dizimize, “sahte” denen belgelerle, gerçek olduğu 
		Çetin Doğan ve avukatları tarafından kabul edilen belgeler arasındaki 
		incelemeyle devam edelim. 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 
		günden bu yana en sıkıntılı ve en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Henüz 
		tam olarak dünya devletlerince tanınmadığı ve iç isyanlar ile boğuştuğu 
		bir dönemde dahi bu kadar büyük bir tehlike içerisinde olmamışken, 
		bugün, hortlatılmak istenen Sevr, başta irticai faaliyetler olmak üzere 
		iç ve dış tehditler kötü yönetimle birleşmiş ve bugünkü tehlikeli 
		safhaya gelinmiştir. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tümüyle 
		ortadan kaldırmaya yönelik çabalar, yerli işbirlikçilerin gönüllü 
		katkılarıyla, ülke içinde yıkıcı güç odaklarının aynı noktada 
		buluşmasına neden olmuş ve zirve noktasına ulaşmıştır.” 
		 
		• Gerçekliği tartışılmayan ses kaydı: Çetin Doğan: “... Aslında 
		günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele 
		almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz... İçinde 
		yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz yaşadığımız durumları ve 
		gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü 
		senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir 
		kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek 
		bilmiyorum. Öyle endişe verici bazı gelişmeler de var... 
		 
		Ama bizim başımıza gelebilecekler olası planlarımız içerisinde yer 
		alması gereken konular daha geniş kapsamlı hatta yönetimin bir bölümünü 
		de içine alan Silahlı Kuvvetler’e Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti 
		Devleti’nin laik demokratik yapısını bozma girişiminde daha ciddi 
		kalkışmalar olabileceği olayları da gözardı etmememiz lazım. Bunu 
		gözardı etmemek için de evvela her EMASYA komutanı kendi bölgesinde 
		kendi sorumluluğu olduğu alanlardaki gelişmeleri yakından takip etmesi 
		potansiyel olarak böyle bir olayları yaratacak insanları bölge 
		içerisinde istihbari çalışmayla bulması gerekmektedir. 
		 
		Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını KASITLI OLARAK belli bir 
		çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjoktürel 
		gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini 
		ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz ANLAMIŞSINIZDIR. Yani 
		buradaki Yunanistan meselesi TALİ bir meseledir; Yunanistan MESELESİ 
		BÖYLE BİR ORTAM İÇERİSİNDE ZATEN OLASILIĞI EN UZAK BİR SENARYODUR. 
		Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler 
		götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç 
		güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan 
		çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği 
		konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha 
		fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. 
		Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız 
		tarafından endişeyle takip ediliyor.” 
		 
		“Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndaki bu bölümle konuşmaların birebir 
		örtüştüğü, hatta konuşmalarda daha fazlasının olduğu görülüyor. Tabii 
		akla da ister istemez şu soru takılıyor. Belge sahteyse, fazlasının 
		konuşulduğu bu konuşmalar ne? 
		 
		-Kim kandırıyorsun Çetin Doğan!- 
		 
		Çetin Doğan’ın konuşmasında büyük harflerle yazdığım bölümler ise 
		önemli. Hatırlayacağınız gibi Balyoz haberini ilk yazdığım günden 
		itibaren, Çetin Doğan, avukatları, ailesi, bazı Balyoz sanıkları ve 
		Doğan’ın medyadaki gazetecileri, seminerde dış tehdidin yani 
		Yunanistan’ın ele alınıp görüşüldüğünü, iç tehdidin tali unsur olduğunu 
		iddia etmişlerdi. Ancak ses kaydında açıkça görüldüğü gibi plan semineri 
		“KASITLI” olarak, bir çerçeveye oturtulmuş, günün şartlarına göre yani 
		AK Parti’nin iktidara gelmesine göre, önce sıkıyönetim sonra darbe 
		yapılacağı ele alınmış bunun anlaşılması için de Doğan ANLAMIŞSINIZDIR 
		demek zorunda kalmıştı. Senaryoda Yunanistan’ın tali mesele olduğu, en 
		uzak bir senaryo olduğu da açık açık itiraf ediliyor. 
		 
		Konuyla ilgili kamuoyuna yansımayan başka çarpıcı nokta da şu: 
		Hatırlanacağı gibi, Çetin Doğan, AK Parti’nin 3 Kasım 2003 seçimlerinde 
		tek başına, Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukla iktidara gelmesinden 
		hemen sonra darbe çalışmalarına başlamıştı. Çetin Doğan, dokuz ay sonra 
		emekliye ayrılacağı için, kısa dönemde darbe hazırlıkları, harekat ve 
		sıkıyönetim planları yapmak yerine, o dönem 1. Ordu Komutanlığı’nda 
		Kurmay Başkanı olan Albay Süha Tanyeri’ne emir vererek, 12 Eylül darbe 
		planı olan Bayrak Harekat Planı’nın arşivlerden indirilip, hazırlıkların 
		ona göre yapılması emrini vermişti. Tanyeri de arşivlerden bu planı 
		indirerek, üzerinde el yazılarıyla notlar alarak, 12 Eylül planlarını 
		2003’e uyarlamış, güncellemişti. 
		 
		-12 Eylül’de de darbe dış tehdidin içine sokulan iç tehditle yapıldı!- 
		 
		İşte 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da dış tehdidin içerisine, iç tehdit 
		yerleştirilerek hazırlanana bir plandı. Bayrak Harekat Planı da tıpkı 
		Balyoz Planı gibi dönemin Kurmay Başkanı tarafından hazırlanmıştı. 
		İddianamede konuyla ilgili bölümler şu şekilde anlatılıyor: 
		 
		“Diğer yandan 12 Eylül Bayrak Harekat Planı da incelendiğinde, iç tehdit 
		yanında dış tehdit değerlendirmesinin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu 
		şekildeki bir çalışma; deşifre olunması halinde yasal bir çalışma 
		yapıldığına ilişkin zemin hazırlamaya, bu yönde savunma yapmaya 
		yöneliktir. Yani plan içerisinde dış tehdit irdelemesi tamamen kamufle 
		yapma maksadıyla konulmuştur. Bu bağlamda 1. Ordu’da yapılan sıkıyönetim 
		planları tam anlamıyla askeri müdahaleye yönelik çalışmalardır... 
		 
		12 Eylül 1980 öncesinde askeri müdahaleye ilişkin Bayrak Harekat Planı 
		1. Ordu Komutanı tarafından imzalanmıştır. Planın ekinde muhafaza altına 
		alınacak hassas tesisler, yakalanacak ve tutuklanacak kişiler, siyasi 
		parti temsilcileri, dernek temsilcileri.. gibi kişilerin isimlerinin yer 
		aldığı listeler bulunmaktadır. Bu listeler de o dönemin 1. Ordu Kurmay 
		Başkanı tarafından imzalanmıştır. Listelerde gözaltına alınacak 
		milletvekillerinin isimleri, sendikacıların isimleri, bankacıların 
		isimleri, ülkücü derneklerin isimleri de tek tek belirtilmiştir. Akla 
		gelebilecek her kurum ve dernek hakkında detaylı çalışmalar yapılmıştır. 
		Harekatın başlamasıyla birlikte gözaltılar yapılmıştır. Bu dönemi 
		yaşayanlar, gelişmeleri daha iyi bilmektedirler. 1. Ordu’nun 2003 
		yılında yaptığı bu Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nda da ekler kısmında 
		kişiler, dernekler, basın kuruluşları, yönetici ve kamu görevlileri de 
		tek tek fişlenmiştir. Bunların yapılmasıyla Hükümeti ortadan kaldırmaya 
		teşebbüs suçunun hazırlık hareketlerinden çıkılıp icrai hareketlerine 
		geçilmiştir.” 
		 
		Ses kaydındaki bu çarpıcı bölümü ve 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat 
		Planı’nın da dış tehdidin içerisine yerleştirilmiş, iç tehditle 
		yapıldığı notunu düştükten sonra Balyoz Harekat Planı ve ses kayıtların 
		karşılaştırmaya devam edelim; 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı’ndan: “Laiklik etrafındaki gerici 
		kuşatma kontrolden çıkmış, bilinçli, sistemli ve kontrollü bir şekilde 
		Cumhuriyet’in kazanımlarına yönelmiştir. Bu hedef önünde en sağlam ve 
		sarsılmaz kale olarak görülen TSK hedef haline getirilmiş, yıpratılması 
		ve komuta zafiyeti oluşturulması için yoğun çaba sarf 
		edilmiş/edilmektedir. İrticai grupların, hedefe giden yolda engel olarak 
		gördükleri TSK’ya karşı bir taraftan sızma gayretleri artarak devam 
		ederken diğer taraftan yıpratma, komuta zafiyeti içerisinde ve dinsiz 
		gösterme çabaları da artan bir ivme ile devam etmektedir.” 
		 
		Burada araya girerek şu hatırlatmayı yapayım. Balyoz belgeleri arasında 
		seminer ses kayıtlarının yanı sıra, Çetin Doğan’ın darbe toplantısından 
		önce Kolordularının hazırlıklarını denetlemek üzere yaptığı iki 
		toplantının ve 1. Ordu Komutanlığı’nda gerçekleştirilen aylık karargah 
		koordinasyon toplantısının da ses kayıtları var. Bu kayıtlar 
		incelendiğinde de yukarıdaki “sahte” denen belgeyle, içeriğinin birebir 
		örtüştüğü hatta daha fazlasının konuşulduğu görülecektir. Bu ses kaydı, 
		“Ordu Komutanı’nın Direktifleri” başlığıyla bir metin haline de 
		getirilip, CD’lere de konmuş. 
		 
		• 20 Aralık 2002 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı Karargah koordinasyon 
		toplantısında Çetin Doğan’ın darbe hazırlığı için yaptığı konuşma: 
		“Özellikle belli gazetelerde çok pervasızca silahlı kuvvetler 
		personeline saldırdıkları görülmektedir. Arkadaşlar; silahlı kuvvetler 
		olarak biz siyasetin dışındayız. Siyasetin dışında olmak Türkiye 
		Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerin örselenmesine, gözardı 
		edilmesine göz yumarız anlamına gelmez. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 
		tarihi misyonu, kendisine verilen tarihi görevi bu devletin kurucusu 
		olma, tarih”i Kemalist çizgisini her zaman muhafaza etmek zorundadır.” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Buna rağmen, şimdiye kadar 
		içimizde barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında 
		kategorili personel pervasızca biraz daha cesaretlenmiş ve kadrolaşma 
		faaliyetlerine hız vermişlerdir. Bu nedenle anılan personelin, sadece 
		Silahlı Kuvvetler içerisinden değil, bütün kamu kurum ve kuruluşlarından 
		derhal uzaklaştırılmaları bir zorunluluk haline gelmiştir. Her türlü 
		olumsuz şartlara rağmen Cumhuriyet’i koruma ve kollamaya yönelik eylem 
		ve planlamalarımız devam etmektedir. Bu kapsamda; TSK bünyesindeki dost 
		ve müzahir unsurlar dışında kalan, özellikle yüksek rütbeli personelin 
		kontrol altında tutulmasına...” 
		 
		• Ordu Komutanı’nın Direktifleri: Çetin Doğan: “Öncelikle kategorili 
		personel ile ilgili düşüncelerimi söyleyeyim: Dışarıda içimizde şimdiye 
		kadar barınmayanlar Meclis’e taşınmıştır. Maalesef bu çok üzücüdür. Bu 
		bir meydan okumadır. Bu meydan okumaya karşı biz geri adım atmayız ve 
		bundan sonra da yine içimizde olabilecekler, varolanlar, takip ettiğimiz 
		insanlar vardır. Hiç kimsenin öncelikle cesaretinin kırılmasını 
		istemiyorum. Böyle kategorili personelin pervasızca biraz daha 
		cesaretlenmiş olmaları Silahlı Kuvvetler içerisinde bunlara daha fazla 
		hiçbir suretle yer vermeme ihtiyacının ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle 
		aralık ayı değerlendirmelerinin çok ciddi olarak yapılmasını, bilgili, 
		belgeli ve önümüzdeki şura dönemine bunların götürülmesi gerekmektedir. 
		Önümüzdeki hafta şura toplantısında konu ele alınacaktır. Ancak ağustos 
		ayı değerlendirmelerimize göre işlem yapıldığı için ağustos ayında tek 
		bir kimse bölücü, yıkıcı faaliyetlere katılan bir kimsenin kesin işlem 
		için teklif geldi. Başka gelmediği için bu döneme koyamadık. Keşke 
		yüzüne çarpa çarpa bize daha fazla konuşma imkanı olacak şekilde 
		elimizde kanıtlarıyla adamların olsaydı da bunların gözlerine 
		sokabilseydik. Bunu böyle hayıflanarak söylüyorum... 
		 
		• Çetin Doğan 5-7 Mart 2003 Konuşması: “Biz okullarımızda askeri 
		okullarımızda da mesela zaman zaman ne oluyor, ordudan atılmalar oluyor. 
		Zaman zaman ordudan atılıyor çünkü irtica bulaşmış oluyor. Nasıl oluyor 
		da modern çağdaş kurum kuruluş içerisinde bulunan insanlar bunların 
		fetvalarına kanarak, bunların efsanelerine kanarak aydınlık çağdaş 
		yoldan çıkıyorlar; ama bir gerçek bu. Şu halde evvela Silahlı Kuvvetler 
		içindeki bünyesel sağlamlığını korumak durumundadır. Buna bulaşmış, irticaya bulaşmış insanların uslanması ve fikir değiştirmesi olanağının 
		olmadığı birçok örnekleriyle sabittir ve o yüzden de bunların defterleri 
		mutlaka evvela ilk adım olarak dürülmeli ordu bünyesi sağlam bir hale 
		getirilmelidir. Bunun ötesinde böyle bir olay olduğu zaman çünkü 
		içimizden çıkacak çatlaklıkların tereddütlerin maliyeti çok çok daha 
		büyük olacaktır. Kendi içimizde kendimizle savaşmak zorunda kalacağız. 
		Bunun önlenilmesi için evvela ordu bünyesinin sağlamlaştırılması 
		lazım...” 
		 
		• Süha Tanyeri’ne ait el notlarında da benzer bilgiler yer alıyor: 
		“İrticai faaliyetlerde bulunan personel değiştirilebilir. Bunun yerine 
		yeni bir personel atandırılabilir. Bu durumda tercihen bizim gibi 
		düşünen, yetenekli, bilgili kişiler görevlendirilebilir.” 
		 
		• “Sahte” denen Balyoz Harekat Planı: “Milliyetçi- Muhafazakar Sağ 
		iktidarların Türk Silahlı Kuvvetleri’nin karşısına alternatif silahlı 
		güç olarak tasarlayıp güçlendirdiği polis teşkilatının askere bakışı 
		dikkate alındığında; polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak 
		jandarma kullanılacak, bu nedenle İl J.K.lıkları karargahlarından 
		istifade ile ivedilikle ağır silahlardan arındırıldıktan sonra polisin 
		mutlaka kontrol altına alınması sağlanacak.” 
		 
		El yazısı ve kapanış konuşmasında 
		 
		Plandaki bu bölüme Çetin Doğan ve avukatları sahte deyip, sonradan 
		üretildiğini iddia etseler de Süha Tanyeri’nin el yazısıyla tuttuğu 
		notlarda bu bölümün aynen yer aldığı görülüyor. 
		 
		Tanyeri’nin yanı sıra bu bölüm, Çetin Doğan ve avukatlarının, 
		Genelkurmay Başkanlığı’nın, 1. Ordu Komutanlığı çalışanlarının ve 
		asker-sivil bilirkişi uzmanlarının “1. Ordu’da hazırlandığını” kabul 
		ettikleri 3 no’lu CD’de de var. 3 no’lu CD’de, “Plan Semineri Kapanış 
		Konuşması” başlığıyla bulunan bölüm, belge şöyle: 
		 
		“Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl kullanabiliriz, polisin sevk 
		ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı kullanabiliriz. Bu nedenle İl 
		J.K.lıklarının karargahlarından istifade edebiliriz. Polisle birlikte 
		özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis mutlaka kontrol altında 
		olmalıdır.” 
		 
		Burada küçük bir dip not düşeyim. Hatırlanacağı gibi Çetin Doğan, ailesi 
	ve avukatları iddianamenin açıklandığı ilk günden itibaren kamuoyunu yanlış 
	bilgilendirmiş ve belgelerin yalnızca 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler olduğunu 
	iddia etmişlerdi. Önceki günkü yazımda bu bilginin kasıtlı olarak psikolojik 
	harp amaçlı kullanıldığını belgeleriyle yazmıştım. Diğer CD’lerin de delil 
	olduğunu iddianameden alıntılarla açıklamıştım. Yukarıda verdiğim bu 
	bölümden de anlaşılacağı gibi 3 no’lu CD’de deliller arasında ve iddianamede 
	yer almış durumda. (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz 
		ve gerçekler (10) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Balyoz 
		toplantılarının, olası bir senaryoya göre oynanacak yasal bir harp oyunu 
		görüşmeleri olduğuna dair iddiaların geçersizliğini işliyor. 
		 
		05.04.2012 10:42 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (10).. 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin bundan önceki son üç bölümünde, 
		“sahte” olduğu iddia edilen belgelerle, gerçek olduğu belirtilen 
		belgeleri karşılaştırmıştım. Ortaya ilginç bir sonuç çıkmış ve gerçek 
		olduğu Çetin Doğan ve avukatları tarafından belirtilen belgelerin 
		içeriğinin “sahte” olduğu iddia edilenlerle aynı ve benzer olduğu, 
		içerik olarak da daha fazla suç unsuru taşıdığı ortaya çıkmıştı. 
		Karşılaştırmaya bir gün ara vererek, bugün ve yarın Balyozla ilgili 
		farklı iki konuya değineceğim. 
		 
		Davanın ilk açıldığı günden itibaren, Çetin Doğan ve avukatları 
		katıldıkları televizyon programlarında, ardından yargılandıkları 
		mahkemede, 2003 yılı mart ayında yapılan toplantının “olası bir 
		senaryoyu konuştukları bir seminer” olduğunu vurgulamış, diğer 
		belgelerin de “sahte” olduklarını iddia etmişlerdi. Muhtemelen, herkesin 
		olası senaryonun ne anlama geldiğini bilmediklerini düşünüyorlardı. Ya 
		da bu terimi sadece askerlerin bildiğini zannediyorlardı. 
		 
		Gelin, hep beraber “olası senaryo”nun ne anlama geldiğini irdeleyelim. 
		Eğer olası senaryoyu kurgulayan reel yani gerçek bir kişilikse, üretilen 
		senaryo kendisinin gerçek kişi olduğu durumunu etkilemez. Mesela, 
		diyelim ki siz tüzel bir kişiliğin, 1. Ordu’nun olası bir senaryo 
		hazırladığından bahsediyorsunuz. Bu durumda, 1. Ordu’nun kendisi, 
		ürettiği senaryonun aksine kendi gerçek yapısını muhafaza eder. Zaten 
		amaçlanan da budur. Olası bir senaryo karşısında gerçek bir kişilik 
		olarak kendisinin nasıl davranabileceğini anlamak. Oysa, Balyoz 
		Planı’nda bu söz konusu değil. Bu bizzat iddianamede belirtiliyor. 173. 
		sayfada. Buna göre aralarında organik bir bağ olmamasına rağmen bazı 
		Jandarma birlikleri, Birinci Ordu’ya bağlı Kolordu’nun emrine veriliyor. 
		Ve bu görevlendirme seminerde konuşuluyor.Ayrıca, 1. Ordu Komutanlığı, 
		gerçek yapısının aksine, Ankara ve Türkiye’nin diğer bölgeleriyle ilgili 
		de planlama yapıyor. 
		 
		Bu nokta önemli. Eğer siz gerçek bir kişilikseniz, senaryoyu uygulama 
		adına bu gerçek kişiliğinizi kendi başınıza buyruk bir şekilde 
		değiştiremezsiniz. Senaryo olasıdır, siz değil. Sadece bu bile Balyoz 
		davasının Çetin Doğan ve ailesinin savunduğu şekilde sadece senaryoya 
		dayanmadığını ispatlamaya yeter. 
		 
		Ama madem bu konuya girdik, devam edelim. Yine, diyelim ki siz tüzel ve 
		gerçek bir kişiliksiniz ve olası bir senaryo hazırlıyorsunuz. Bunun iki 
		yöntemi vardır. Birinci yöntem şudur; senaryoyu soyut kavramlar 
		üzerinden yaparsınız. Örneğin “olası bir irticai grup”, “aşırı sol grup” 
		gibi. Bu durumda hem bahsettiğiniz grup olasıdır, hem de yapacakları 
		şeyler. İkinci durumda, kanun dışılığı kanıtlanmışsa, olasılığınızı 
		somut bir gruba dayandırabilirsiniz. Bu durumda örgüt veya yapılanma 
		gerçek kişilik, yapacakları ise olasıdır. “Hizbullah Terör Örgütü şunu 
		yaparsa” gibi... Ama şunu yapamazsınız; gerçek kişilerin ismini kanun 
		dışılıkları ispatlanmadığı müddetçe olası bir senaryo içerisinde sanki 
		suç örgütüymüş gibi kullanamazsınız. Örneğin; “AK Parti varsayalım ki 
		şunu şunu yaparsa” gibi. Bu olası bir senaryo değil, düpedüz bir fişleme 
		ve suçtur. Çünkü olası bir suçu işleyeceğini öngördüğünüz kişi gerçek 
		bir kişiliktir ve böyle bir kişinin olası bir suçundan hele de bir darbe 
		planı dahilinde bahsedemezsiniz. Halbuki Balyoz davası kapsamında olan 
		belgeler, bu tür gerçek isimlerle dolu. 
		 
		Şimdi gelelim Çetin Doğan’ın iddialarına; diyor ki, “Biz seminerde 
		sadece senaryo çalıştık o da olası bir senaryoydu”. Halbuki yasa 
		dışılığı kanıtlanmamış olan AK Parti’yi, yani gerçek tüzel bir kişiliği, 
		olası bir suç senaryosunda olası bir suçla ilişkilendirerek seminerde 
		ele almışsınız. Bazı okul müdürlerinin tutuklanması isim verilerek 
		görüşülmüş. Binlerce kişinin tutuklanacağı, listelerin dosyalarda 
		olduğunu “seminerde” konuşmuşsunuz. Toplantıda buna benzer örneklerin 
		sayısı binlerce. 
		 
		Şimdi isterseniz o örneklerden sadece birini ele alalım. Çetin Doğan’ın 
		seminer konuşmasından:“Milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela 
		inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur, dini 
		öne çıkartan ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli 
		birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz. ...Genelkurmay Başkanına, Kuvvet 
		komutanına diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti uyarıcı bu gidişe dur 
		deyici bir ültimatom verin gerekirse. Gerekirse çağırın bu işin sonu b..ktur 
		işte sonunuz böyledir. Bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. 
		Evvela ulusal birliğimizin evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya 
		öyle yazmışım. Milli Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın 
		tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek. Edeceği bu kadar gaile içinde 
		ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir 
		hükümetin kurulması en önemli birinci... Bu tabi, bu öngördüğümüz 
		senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı...” 
		 
		Evet, Çetin Doğan seminerde aynen bunları söylüyor. Şimdi yukarıdaki 
		olasılık tesbitlerimize göre bu konuşmayı analiz edelim. Konuşmadaki 
		Genelkurmay Başkanı çok belli ki halihazırdaki genelkurmay başkanı. Yine 
		konuşmadaki kuvvet komutanı da belli ki halihazırdaki kuvvet komutanı. 
		Yani her iki isim de olası bir komutan değil. Gerçek kişiler. Peki, ne 
		teklif ediliyor bu gerçek kişiliklere. Hükümete ültimatom verin. Diğer 
		kişiler gerçek olduğuna göre ültimatom verilecek hükümet de haliyle 
		halihazırdaki hükümet olmalı. Yani AK Parti. Sonra ne deniyor? 
		“Gerekirse çağırın bu işin sonu b..tur” deniliyor. “Milli Mutabakat 
		Hükümeti” denerek de darbeyle tehdit ediliyor. 
		 
		Eğer olası tehlikeleri konuştuğunuz bir seminer yapsaydınız, bu durumu 
		belirtmek isteseydiniz hükümetin adını koymazdınız. Çünkü daha önce ne 
		demiştik, olası suç senaryolarında eğer suçu ispatlanmamışsa siz sadece 
		soyut kavramlarla isimlendirme yapabilirsiniz. “Olası bir hükümet ülkede 
		rejimi değiştirirse” gibi. Halbuki siz düpedüz görevdeki hükümetten 
		bahsediyorsunuz. Sadece bu durum bile seminerde konuşulanın olası bir 
		senaryo olmadığını ispatlamaya yeter de artar bile. 
		 
		Yukarıda yazdığımız diğer olayı da detaylandıralım. Yine iddianamenin 
		173. sayfasına göre Jandarmaya bağlı bazı birliklerin, 1. Ordu’ya bağlı 
		olan 15. Kolordu’nun emrinde görev yapması öngörülmüş. Bu durum da 
		seminerde senaryo kapsamda görüşülmüş. Halbuki, normalde Jandarma ve 1. 
		Ordu arasında organik bir bağ bulunmamakta. İddianameyi hazırlayan 
		savcılar bu durumun altını özellikle çizmiş. Ama biz yine olasılık 
		hesaplarına dönelim. 1. Ordu gibi ciddi askeri bir kurum, olası bir 
		senaryo hazırlarken kendi gerçek yapılanmasında bir değişikliğin 
		olamayacağını bilmiyor mu? Gerçek bir kişilik olası bir senaryo 
		hazırlıyorsa olası olan senaryodur, kendisi değil. Yani siz gerçek 
		askeri tüzel bir kişilik olarak olası bir senaryoda kendi gerçek 
		imkanlarınızın nasıl etkin olacağını görmek istediğiniz için bu 
		senaryoyu hazırlıyorsunuz. İşte bu da yine bu seminerde konuşulanın bir 
		senaryo olmadığını kanıtlıyor. 
		 
		Kaldı ki 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca hazırlatılan bilirkişi 
		raporunda şu bilgi veriliyor: “Harp oyunu ve plan tatbikatı, gerçek veya 
		gerçek olması muhtemel bir senaryo veya jenerik senaryoya dayanarak 
		oynanır. Plan seminerinde ise senaryo kullanılmaz.” 
		 
		Askeri bilirkişi, net bir şekilde, askeri kurallara, emirlere göre plan 
		seminerinde, senaryo oynanamayacağını belirtiyor. Çetin Doğan ve 
		ekibinin, plan semineri yaptığı belgelerle, yazışmalarla net ve 
		kendileri de bunu itiraf ediyorlar. Şimdi şu soru akıllara takılıyor. 
		Siz plan seminerinde senaryo kullanılmaması emrine ve kuralına rağmen 
		nasıl senaryo görüştünüz? 
		 
		Ayrıca aynı askeri bilirkişi raporunda, Doğan ve ekibinin seminer adı 
		altında yaptıkları darbe toplantısında siyasetçilerin resimlerini, 
		isimlerini kullandıklarını belirtiyor. Rapordaki bölüm şöyle: “Görüşülen 
		alternatif harekat planlarının EGEMEN harekat planı ile ilgili 
		olabileceği gibi seminerde yapılan bir takdimde bazı siyasetçilerin 
		fotoğraflarının kullanılması ve silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına 
		çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle seminerde ‘BALYOZ Güvenlik 
		Harekat Planı’nın ifşa olmayacak bir seviyede görüşülmüş olabileceği’ 
		değerlendirilmektedir.” 
		 
		Görüldüğü gibi yapılan olasılığın ele alındığı bir seminer değil, 
		darbenin görüşüldüğü bir toplantı. 
		 
		Askeri bilirkişinin bile seminer adı altında, darbe çalışması 
	yapıldığını itiraf ettiği bu raporun geniş bir bölümünü ve Microsoft’un 
	zaman çelişkisiyle ilgili bilgisini yarın sizlerle paylaşacağım." (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz 
		ve gerçekler (11) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Askeri 
		Bilirkişinin hazırlamış olduğu rapora göre Balyoz seminer 
		toplantılarının açıkça bir askeri darbe hazırlığı olduğunun 
		değerlendirildiğini işliyor. Baransu yazısında ayrıca Microsoft'tan 
		gelen yazıya istinaden office sürümleriyle ilgili açıklamalar da 
		yapıyor. 
		 
		06.04.2012 12:35 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (11).. 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizimize bugün, Askeri Bilirkişi’nin 
		hazırladığı çarpıcı raporla ve zaman çelişkisiyle devam edelim. Balyoz 
		iddianamesinde dikkatleri çeken bir rapor vardı. Taraf gazetesinde, 
		Balyoz belgelerini yayımlamamızın ardından, 1. Ordu Komutanlığı Askeri 
		Savcılığı soruşturma açmış ve gazeteden de belgeleri istemişti. Sivil 
		savcılara teslim ettiğimiz gibi, Askeri Savcılığa da aynı belgeleri 
		tutanakla teslim ettik. İşte bu soruşturma kapsamında, Kurmay Binbaşı 
		Ahmet Erdoğan çarpıcı bir rapor hazırladı. Rapor 2 Şubat 2010’da Askeri 
		Savcılığa ardından da sivil savcılarda teslim edildi. Bilirkişi, 
		raporunda, kendisine teslim edilen evrakın “doğru olduğu faraziyesine” 
		göre incelemesini yaptı. Soruşturma sırasında doğruluğunu kendisinin de 
		tesbit ettiği evrakları ise bu faraziyenin dışında tuttu. 
		 
		Binbaşı Erdoğan, ilk önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 1. Ordu’ya 
		yazılı bir emir gönderdiğini, emre göre 1. Ordu’nun plan semineri 
		yapacağını, harp oyunu icra edemeyeceğine dikkat çekti. Çetin Doğan bu 
		emre uymamıştı. Kendisine bağlı birliklere “olasılığı en yüksek 
		tehlikeli senaryoyu” elden teslim ettirmişti. Normal seminerde elden 
		teslim etme de yoktu. Bu da gizli bir organizasyon yapıldığını 
		gösteriyordu. 
		 
		Raporda dikkat çekici bir ayrıntı da gözlerden kaçmamıştı. 1. Ordu 
		kendine bağlı birliklerden, “muhakkak” kaydıyla “somut verilere 
		dayanarak” çalışmaları yapmasını istemişti. Halbuki Kara Kuvvetleri 
		Komutanlığı seminerde “iç tehdidin” yer almayacağını kesin olarak 
		belirtmişti. Bu emre rağmen, Çetin Doğan birliklerden, “1. Ordu 
		Komutanı’nın, ast birliklerin OEYTS’ya (olasılığı en yüksek tehlikeli 
		senaryo) dayanarak hazırladıkları alternatif harekat plan çalışmalarında 
		muhakkak, somut verileri kullanmasını” emretmişti. Yani sıkıyönetim 
		planları ve fişlemelerin, darbe harekatının somut veriler, gerçek 
		isimler üzerinden yapılması emrini vermişti. Doğan bununla da 
		yetinmemiş, “hazırlıkların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat 
		Başkanlığı tarafından hazırlanan iç tehdit değerlendirmelerinin yer 
		aldığı KKK’lığı Durum Değerlendirmesi dokümanından faydalanmalarını” 
		emretmişti. 
		 
		Askeri Bilirkişi Raporu daha sonra mart ayı semineri öncesi ve sonrasını 
		anlatıyordu. Bazı konularda, bazı sorunlar yaşandığını da itiraf 
		ediyordu. Ancak raporda, bu “bazı sorunların” ne olduğu açık açık 
		yazılmıyordu. Bilirkişi açıkça belirtmese de bu sorunların, Çetin 
		Doğan’ın emre uymaması, seminer adı altında gerçek isimlerin 
		kullanılması, fişleme belgelerinin hazırlanması, gözaltına alınacak, 
		tutuklanacak isimlerin belirlenmesi gibi onlarca konudan oluşuyordu. 
		Raporun satır aralarında bunları anlatmıştı. 
		 
		Rapordaki en dikkat çekici bölüm şöyleydi: 1. Ordu Komutanlığı kendisine 
		bağlı ast birliklerle darbe planı olan “‘olasılığı en yüksek tehlikeli 
		senaryo’ya yönelik alternatif harekat planları hazırlamaları” emri 
		vermemesine rağmen, üstlerinden bu durumu saklamıştı. Yani darbe 
		hazırlıkları, ast birliklere emredilmesine rağmen, üstlerden saklandı. 
		 
		Askeri Bilirkişi Raporu’na göre aynı gizlilik seminer sonuçları için de 
		gözetilmişti. Bu durum yayımlanıp yayımlanmadığı tesbit edilemeyen 31 
		Ocak 2003 tarihli emir yazısında ortaya çıkmıştı. Hem de emrin Kara 
		Kuvvetleri Komutanlığı’ndan saklanan bir nüshasında. Bu emir yazısında 
		Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na olasılığı en yüksek tehlikeli senaryonun 
		uygulanacağı bildirilmişti. Ama bu kez de seminerde yapılacak 
		çalışmaların sonuçları gizlenmek isteniyordu. Askeri Bilirkişi 
		Raporu’nda bu durum şu sözlerle belirtilmişti: “31 Ocak 2003 tarihinde 
		yayınlanan Seminer Uygulama Emrinin KKK’lığı hariç olmak üzere diğer 
		ilgili birliklere gönderilen nüshasında.” Kilit cümle, “KKK’lığı 
		hariç”ti. Çetin Doğan, hazırlıklarını bağlı olduğu komutanlıktan 
		gizlemişti. 
		 
		Acaba neden? İşte bu soru önemliydi. Eğer normal bir “seminer” icra 
		ettiyseniz, bunu neden saklama ihtiyacı hissediyordunuz? 
		 
		Raporun devamı da çarpıcıydı. Seminer sonuçlarının sadece ordu 
		komutanlıklarına gönderilmesi emrini vermişti Çetin Doğan. Genelkurmay 
		Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve diğer kuvvet komutanlıkları 
		ayrı tutulmuştu. Planların saklanması ise 1. Ordu Komutanlığı’nın 
		alacağı tedbirlere göre muhafaza edilecekti. Tıpkı 12 Eylül darbesi, 
		Bayrak Harekat Planı’nda olduğu gibi. 
		 
		Askeri Bilirkişi Raporu seminerin icra aşamasıyla devam ediyordu. Bu 
		kısımda da birtakım sıradışılıklar sözkonusuydu. Rapora göre seminer 
		planında senaryo icra edilemezdi. Sadece hazırlanmış bir harekat 
		planının tamamı veya bir kısmı incelenebilirdi. Yani, mart ayı semineri 
		için düşünecek olursak, Kara Kuvvetleri’nin isteği doğrultusunda Egemen 
		Harekat Planı’nın tartışılması gerekiyordu. Fakat seminerde senaryo 
		ircaa edilmişti. Fakat bu durumda ortaya bir çelişki çıkıyordu. Eğer 
		harekat planları senaryo gereği yapılıyorsa Egemen Harekat Planı’nın 
		senaryosu niye çalışılmamıştı? Öncelikle ana planın bağlı olduğu 
		senaryonun çalışılması gerekmiyor muydu? Dahası plan seminerinde zaten 
		senaryo çalışılmaması gerekiyordu. Bu da bir emirdi. 
		 
		Burada küçük bir parantez açalım. Askeri Bilirkişi Raporu’ndan çıkan 
		neticeye göre, zaten daha baştan Birinci Ordu Komutanlığı’nın talebi 
		kural dışıydı. Yani bir plan seminerinde olası bir senaryo 
		uygulanamazdı. Halbuki Birinci Ordu Komutanlığı Kara Kuvvetleri 
		Komutanlığı’na gönderdiği bir yazıyla bunu talep etmişti. Kara 
		Kuvvetleri Komutanlığı bu talebi her ne kadar reddetse de talebin 
		gerekçesini öğrenmek için herhangi bir soruşturmada bulunmamıştı. 
		 
		Bilirkişi raporuna göre “seminerde” Silahlı Kuvvetler’in yetki alanı 
		dışına çıkan konuşmalara rastlanmıştı. Askeri Bilirkişi Raporu bu durumu 
		mart ayında Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın dolaylı olarak denenmesine 
		yormuştu. Raporda bu durum da şu sözlerle ifade edilmişti: “Alternatif 
		harekat planlarının görüşülmesi esnasında yapılan bir takdimde düşman 
		durumunun arzı esnasında bazı siyasetçilerin fotoğraflarının 
		kullanılması ve seminer ses kayıtlarında da silahlı kuvvetlerin yetki 
		alanı dışına çıkan konuşmalara rastlanılması nedeniyle alternatif 
		harekat planlarının ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın sınırlı detayı 
		içerecek şekilde dolaylı olarak denenmesi için kullanılmış olabileceği’” 
		değerlendirilmekteydi. 
		 
		Bir diğer husus diğeriyle çok alakalıydı. Askeri Bilirkişi Raporu’nda 
		Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın bir darbe planı olduğu kabul 
		ediliyordu. Raporun belki de en önemli cümleleri şu şekildeydi: “BALYOZ 
		Sıkıyönetim K.lığı tarafından hazırlandığı anlaşılan ‘BALYOZ Güvenlik 
		Harekat Planı’nın ise sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde 
		tedbirleri ve faaliyetleri içeren bir plan olduğu ve hükümeti devirip 
		devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu...” 
		 
		Dikkat çekici son husus mart ayı seminerinin yapılması gerektiği gibi 
		yapılmadığını belirten tesbitlerdi. Buna göre ast birlikler ana plan 
		yani Egemen Harekat Planı yerine alternatif planlara yani Balyoz 
		Güvenlik Harekat Planı’na daha çok önem vermişlerdi. Bu durumda şu 
		cümlelerle aktarılıyor: “Ast birliklerin alternatif harekat planlarına 
		ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle kolordu plan 
		tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan 
		maksatlardan uzaklaştığı, nitekim seminer uygulama emri ile seminer 
		sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu..” 
		 
		Sanırım, Balyoz bir darbe planı mıydı, yoksa seminer miydi 
		tartışmalarına, Askeri Bilirkişi’nin raporunda belirttiği bu hususlar 
		nokta koyuyor. Evet, Balyoz dört dörtlük bir darbe planıydı ve Çetin 
		Doğan bunu seminer adı altında, olasılığı ön yüksek tehlikeli senaryonun 
		içine sokmuştu. Tıpkı 12 Eylül’de yapılan darbe gibi. 
		 
		ZAMAN ÇELİŞKİSİ 
		 
		Balyoz davasında Çetin Doğan ve avukatları, Amerika’dan aldıkları rapora 
		göre, 11, 16 ve 17 no’lu CD’ler içerisindeki bazı dosyalarda zaman 
		çelişkisi olduğunu vurgulamış ve belgelerin sahte olduğunu iddia 
		etmişlerdi. Gerekçelerinden biri şuydu: “Seminer 2003 yılında 
		görüşülmüştü. Ancak CD’lerin içerisindeki bazı dosyalar, 2006 yılında 
		piyasaya çıkan bir sürüm ve yazı karakterinde hazırlanmış.” 
		 
		Konu teknik olduğu için, başta Microsoft olmak üzere, bazı 
		bilişimcilerden konuyla ilgili bilgiler aldık. Ellerinde CD’ler olmadığı 
		için teknik bir karar veremeyeceklerini söyleyen yetkililer, zaman 
		çelişkisiyle ilgili şu noktaya vurgu yaptılar. Bilişimcilerin vurgu 
		yaptığı nokta da Microsoft’un internet sitesinde var. 
		 
		“Microsoft Office 2003, Microsoft Office Excel 2003, Microsoft Office 
		PowerPoint 2003, Microsoft Office Word 2003, Microsoft Office XP, 
		Microsoft Excel 2002, Microsoft PowerPoint 2002, Microsoft Word 2002, 
		Microsoft Office 2000, Microsoft Excel 2000, Microsoft PowerPoint 2000, 
		Microsoft Word 2000 sürümlerinde hazırlanmış bir dosyayı açmak 
		isterseniz, 2007 Office sistemi için Uyumluluk Paketi’ni yüklemeniz 
		halinde, bu dosya açılır ve ilk kez kaydedilmiş gibi otomatik olarak 
		kayıtlara geçer.” 
		 
		Teknik olan bu konuyu açmalarını istediğimizde de şu karşılığı aldık: 
		“2006 öncesi hazırlanmış bir dosyayı, açmak istediğinizde veya üzerinde 
		işlem yapmak istediğinizde, Bir dosya programı, 2007 yılı uygulamasının 
		önceki bir beta sürümünde oluşturulmuşsa, ‘Program adı’ dosyayı 
		kaydettiğinizde, program adı 2007 dosya biçiminde en son sürüme 
		dönüştürülür. Bu da otomatik olarak dönüşür ve dosya 2007’de kaydedilmiş 
		gibi görünür. Bu uygulama hem Excel, hem Word için geçerlidir. Bu 
		yöntemlerin, Word 2007’nin Beta-2 sürümünde kaydedilmiş bir Açık XML 
		dosyasını açmaya olanak tanımadığı gibi, tek geçici çözüm, dosyayı Word 
		2007’nin özgün yayın sürümünde açmak ve yeniden kaydetmek. Bu 
		yapıldığında, dosya en yeni dosya biçimiyle kaydediliyor. Böylece, 
		belgenin alıcısı uyumluluk paketi ile birlikte Word’ün önceki bir 
		sürümünü kullanarak dosyayı açabiliyor.” 
		 
		Microsoft’un internet sitesinden de bu bilgileri görmek mümkün. Konu 
	teknik bir konu olduğu için, görüştüğüm kişilere Microsoft’un internet 
	sitesinde de bulunan ve anlattıkları bu konunun ne anlama geldiğini sordum. 
	Özetle, anlayabileceğim şekilde söyledikleri şu oldu. “Bir dosya, 2007 
	sürümü öncesi hazırlanmışsa, bu dosyayı 2007 sürümünde açtığınızda yazı 
	karakteri otomatik olarak değişebilir ve dosya ilk kez kaydedilmiş gibi 
	görünebilir.” Yani, bu yazı dizisine başladığım ilk gün de belirttiğim gibi 
	Balyoz sanıkları arasında bulunan, Ergin Saygun, Süha Tanyeri gibi kişiler 
	2007 sonrası listelerin güncellenmesinde hazır listeleri kullanmış ve 
	dosyaları güncellemişler. Kaldı ki bu güncelleme itirafı da bana ait değil. 
	Balyoz ses kayıtlarında listelerin güncellendiğiyle ilgili sanıkların 
	ağzından yalanlayamadıkları sayısız örnek verdim. (Mehmet Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz 
		ve gerçekler (12) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, 
		delillere sahte diyen çevrelerin iddianameyi okumadıklarının net şekilde 
		ortaya çıktığını, çünkü iddia makamının defalarca bilirkişi incelemesi 
		yaptırdığını ve tüm şüpheleri aydınlattığını belirtiyor. Baransu 
		ardından da iddianameden bu konudaki örnekleri aktarıyor. 
		 
		07.04.2012 13:25 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (12).. 
		Yazı dizimizin dünkü bölümünde, Balyoz iddianamesindeki, CD’leri 
		inceleyen Teknik Bilirkişilerin raporlarını yazacağımı, hem TÜBİTAK’ın 
		hem de Çetin Doğan ve avukatlarının kabul ettikleri ve “iyi rapor” 
		dedikleri Askeri Bilirkişilerin raporlarındaki çarpıcı detayları 
		aktaracağımı duyurmuştum. Bu raporlar şu açıdan önemli. Doğan ve 
		avukatlarının üç CD’yle ilgili çelişki olarak bahsettikleri iddiaların 
		büyük bir bölümü aslında yeni değil. Balyoz iddianamesinde bilirkişi 
		raporlarında konular ayrıntılı olarak ele alınmış. İddianameyi 
		hazırlayan savcılar, kendilerine gönderilen her raporun ardından da 
		raporlar arasındaki çelişkileri ortaya koymak için, yeni bilirkişiler 
		tayin etmiş. “Sahte, üretildi” denen, teknik olarak farklılıklar arz 
		eden raporlardaki maddelerin tek tek açıklanmasını istemiş. Bu açıdan 
		iddianameye bakıldığında, savcıların her iddiayı, raporu çok ciddi 
		olarak ele aldıkları, çelişkilerin açıklanması için bilirkişiler 
		arasında sürekli yazışmalar yaptıkları görülüyor. İddianamedeki bu 
		gerçek, konuyla ilgili yazı yazan, gazete ve televizyonlarda yorum, 
		haber yapan gazetecilerin, aslında iddianameyi okumadıklarını, raporları 
		incelemediklerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu da gazeteciliğin 
		hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından önemli bir ayrıntı. 
		 
		-İddianameyi okumaktan aciz gazeteciler!- 
		 
		Bu ayrıntıyı verdikten sonra raporlardaki çarpıcı detaylara gireyim. 
		Hatırlanacağı gibi, Doğan ve avukatları ilk günden itibaren kamuoyunu 
		yanıltmak için, doğru olmayan bilgileri dolaşıma sokmuş ve bu dolaşımı 
		da iddianameyi bile okumaktan aciz durumda olan gazetecileri kullanarak 
		yapmışlardı. Ancak iddianamede, sözkonusu üç CD’yle ilgili, iddianamenin 
		açıklanmasından çok önce, savcıların geniş bir araştırma yaptıkları, her 
		iddiayı yetkili birimlere sordukları görülüyor. CD’lerle ilgili 
		bilirkişi raporları, iddianamenin 50-89’uncu sayfalarında genişçe yer 
		almış. 
		 
		Bugün sizlerle bu bölümde özetlediğim, önemli, çarpıcı detayları 
		paylaşacağım. En önemli detay, hem TÜBİTAK’ın hem de Çetin Doğan ve 
		avukatlarının “iyi rapor” dedikleri Askeri Bilirkişilerin hazırladıkları 
		raporda görünüyor. Savcılar her iki bilirkişi heyetine de CD’ler 
		üzerinde yapılan incelemelerden kesin sonuç alınıp, alınamayacağını, 
		CD’lerde değişiklik yapılıp, yapılmayacağını sormuş. Savcılara verilen 
		cevap ise oldukça çarpıcı. Önce TÜBİTAK’ın raporundan başlayıp, ardından 
		Askeri Bilirkişi’nin verdiği cevapları okuyalım. 
		 
		-Tek başına CD’ler yeterli değil!- 
		 
		TÜBİTAK raporundan: “İncelenen CD’lerde bu tür değişikliklerin yapılması 
		mümkün olmakla beraber yapılıp yapılmadığının tespit edilebilmesi için, 
		gerçekliği destekleyici unsurlardan, (CD veya DVD’nin ve içeriklerindeki 
		dokümanların hazırlandığı kaynak sistem, iddia edilen tarihlerde ilgili 
		kişilerin kullandığı her türlü bilgi depolama medyası, CD-DVD medyasının 
		fiziksel özellikleri yani üzerindeki el yazısı parmak izi, seri 
		numarası, üretici bilgisi, yazma hızı gibi... yine iddia edilen 
		tarihlerde ilgili kişilerin iletişim kayıtları, yani e-postalar, 
		iletişim tespit tutanakları vb., kamera kayıtları, bina giriş-çıkış 
		kayıtları gibi) elde edilebilenler bir BÜTÜN HALİNDE incelenmelidir.” 
		 
		TÜBİTAK’ın ikinci raporundaki bu açıklamayı, raporu hazırlayan 
		bilirkişiler ayrıntılı bir şekilde açıklamışlar. Ayrıntılarda özetle 
		söylenen şu: “Bir CD’nin gerçekliğini inceleye bilmek için, CD tek 
		başına yeterli değil, elimizde hard disk gibi, yukarıda belirtilen 
		bilgilere ihtiyaç var.” 
		 
		-Askeri Bilirkişi’den çarpıcı rapor- 
		 
		TÜBİTAK’ın bu raporu bazıları için “taraflı” gelebilir. O açıdan gelin 
		bir de Çetin Doğan ve avukatlarının sıkça çok iyi rapor olarak 
		değerlendirdikleri, Askeri Bilirkişi Albay Yavuz Fildiş’in hazırladığı 
		rapordaki çarpıcı bölüme bakalım. Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi 
		savcılığın bu sorusuna benzer bir cevap vermiş. Gelin hep birlikte 
		okuyalım: “Elektronik belgelerin hiç birinin dijital imza ile 
		imzalanmamış olması ve 1. Ordu Komutanlığı bilgisayar ve sistemlerinde 
		yapılan incelemede karşılıklarının bulunmamış olması nedeni ile bu 
		belgelerin bilimsel olarak gerçekliğinin kanıtlanması MÜMKÜN DEĞİLDİR.” 
		 
		Görüldüğü gibi, Askeri Savcılık da tıpkı TÜBİTAK gibi, sadece CD’lere 
		bakarak, incelemenin yapılmasının mümkün olmadığını, CD’lerin yazıldığı 
		hard disk başta olmak üzere, diğer materyallere ihtiyaç duyulduğunu 
		belirtiyor. Askeri Savcılığın vurguladığı dijital imzadan kasıt ise şu. 
		Aynı bilgiyi TÜBİTAK’ın raporunda da görmek mümkün: 
		 
		“E-imza veya dijital imzanın geçerli olması için, ilgili dijital imzada 
		kullanılan elektronik sertifika, kanunla yetkilendirilmiş makamlardan 
		alınmış olmalıdır. 15.01.2004 tarihli 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu 
		23.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir.” 
		 
		Bilirkişiler bu tarihten sonra Türkiye’de dört kuruma elektronik imza 
		sertifikası verildiğini, ilgili kanun ve diğer düzenlemeler gereği 2005 
		yılından itibaren Türkiye’de nitelikli elektronik sertifikanın kayıtlara 
		girdiğini belirtiyorlar. 2005 yılından önceki olaylarla ilgili 
		incelemelerde nitelikli elektronik imzanın dayanak olarak 
		kullanılmasının mümkün olmadığını da değerlendiriyorlar. 
		 
		-Orijinal olduğunu nasıl anladınız?- 
		 
		Savcılar, “tek başına CD’lerin incelenmesiyle gerçeklerin anlaşılmasının 
		MÜMKÜN OLMADIĞININ BELİRTİLMESİNDEN” sonra bilirkişilere, bu 
		gerçeklikten hareketle, CD’lerle ilgili nasıl orijinal raporu 
		verdiklerini de soruyorlar. Savcılığa gelen raporlara göre, 
		bilirkişiler, CD’leri, diğer tüm belgelerle karşılaştırıp, (yazılım, ses 
		kayıtları, el yazıları, powerpoint sunumlar, eldeki diğer tüm dokümanlar 
		ve teknik özellikler, ifadeler vb.) orijinal olduğuna karar verdiklerini 
		açıklıyorlar. 
		 
		Askeri Savcılık da benzer ifadeler veriyor. CD’lerle tek başına CD’lerin 
		bilimselliğinin kanıtlanmasının mümkün olmadığını belirten Askeri 
		Savcılık Raporu’nda ilginç bir iddiada daha bulunuyor. Bilgisayar 
		dosyası için tek olarak üretilen hash kodunun karşılaştırılmasını 
		yaptıklarını, hash değerleriyle CD’nin orijinal olup olmayacağının 
		anlaşılabileceğini belirtiyorlar.Hatırlanacağı gibi, bu iddiayı Çetin 
		Doğan ve avukatları da dile getirmiş, hash değerleriyle CD’lerin sahte 
		olduklarını iddia etmişlerdi. 
		 
		Bu bilgi üzerine savcılık, TÜBİTAK’a hash değerleriyle bir CD’nin 
		bilimselliğinin kanıtlanıp, kanıtlanmayacağını soruyor. TÜBİTAK’ın 
		verdiği cevap çarpıcı: 
		 
		-Hash değeriyle gerçeklik anlaşılmaz- 
		 
		“Özet (hash) iki dosyanın birbirinin aynısı olup olmadığını tespit etmek 
		amacıyla kullanılabilecek uygun bir yöntemdir. Diğer taraftan, 
		CD/DVD’lerin yazıldığı sistemlerdeki kaynak dosyalara erişim mümkün 
		değilse bu yöntem uygulanabilir değildir. Örneğin, adli incelemelerde 
		bir CD’nin veya dosyanın imajının alınmasından sonra değiştirilmediğini 
		ispat edebilmek için imajın alındığı mekanda CD’nin veya dosyanın özet (hash) 
		değerinin tarafların huzurunda kayıt altına alınması, sonradan 
		değişiklik yapılıp yapılmadığının kontrol edilebilmesine imkan sağlar. 
		Konusu geçen 19 adet CD’de bulunan dosyaların bilgisayarlarda CD’ye 
		yazılmadan önceki hallerine ait özet (hash) değerleri bulunmadıkça söz 
		konusu incelemede özet (hash) değerinin teknik bir dayanak olarak 
		kullanılması mümkün olmaz.” 
		 
		TÜBİTAK’ın bu cevabına Askeri Bilirkişilerin itiraz etmedikleri 
		görünüyor. Kaldı ki Askeri Bilirkişiler, savcılığa sundukları raporda 
		tek başına CD’lerle bilimselliğin kanıtlanmayacağını da belirtmişler. 
		 
		Şimdi akıllara tekrar şu soru takılabilir. Tek başına CD’ler yeterli 
		değilse, TÜBİTAK “orijinal”, bazı Askeri Bilirkişiler “CD’ler üzerinde 
		oynama yapılmış olabilir” tesbitinde nasıl bulundular? 
		 
		Savcılığın sorduğu bu soruya Askeri Savcılar cevap veremezken, TÜBİTAK 
		yukarıda aktardığım cevabı veriyor. TÜBİTAK’ın özetle verdiği cevap 
		şöyle: “Belgeleri, CD’lerin teknik özelliklerini, seminerin ses 
		kayıtlarını, el yazılarını, powerpoint’leri, CD’leri hazırlayan 
		kişilerin ifadesini, dosya adlarının kendilerine ait olduğunu söyleyen 
		kişilerin ifadelerini ve tüm delilleri bütün olarak incelediğimizde 
		belgelerin orijinal olduğu görünüyor.” 
		 
		Hem Askeri Bilirkişi’nin hem TÜBİTAK’ın bu raporlarından sonra akıllara 
		şu soru takılıyor. Madem CD’ler tek başına bilimsel inceleme için 
		yeterli değil, Çetin Doğan ve avukatları aldıkları raporu neye 
		dayandırıyorlar? Balyoz belgeleri arasında bulunan, ses kayıtlarını, 
		imzaları, powerpoint’leri, itirafları, ifadeleri, el yazılarını nasıl 
		açıklıyorlar? 
		 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizime, bir günlüğüne ara verip, pazartesi 
	günü, bilirkişilerin raporlarındaki diğer teknik ayrıntıları ve çarpıcı 
	bölümleri sizlerle paylaşacağım. İyi hafta sonları..." (Mehmet 
		Baransu / Taraf) 
		 
		 
		Balyoz 
		ve gerçekler (13) 
		Taraf yazarı Mehmet Baransu yazı dizisinin bugünkü bölümünde, Çetin 
		Doğan'ın damat ve kızının Balyoz davası delillerini şüpheli göstermek 
		için kamuoyunu nasıl yanılttıklarını örneklerle açıklıyor. 
		 
		10.04.2012 12:34 Mehmet Baransu (Taraf): "Balyoz ve gerçekler (13).. 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizimizde ortaya çıkardığımız yeni belge ve 
		bilgilerin ardından, Çetin Doğan, avukatları ve ailesine, “Bu gerçekleri 
		nasıl açıklayacaksınız” diye sormuştum. Beklediğim gibi ortaya 
		çıkardığım bilgi ve belgelere cevap verilemedi. Doğan’ın damadı 
		tarafından hazırlanan blogda, konu tek satırla geçiştirildi: 
		“Baransu’nun yazılarına cevap vermeye değer bir şey görmüyoruz.” 
		 
		Doğan’ın avukatları ve yakınları başta ıslak imzalı belgeler olmak 
		üzere, ses kayıtlarına belgelere cevap veremeseler de bugün kamuoyunu 
		hem blogunda hem de twitter’da nasıl yanılttıklarını, yalan bilgiler 
		aktardıklarını, iddianamedeki belgeleri nasıl sakladıklarını sizlerle 
		paylaşacağım. 
		 
		İlk olarak Dani Rodrik’in twitter’da yazdığı bir mesajla başlayayım. 
		Hatırlanacağı gibi yazı dizimin üç bölümünde, “sahte” olduğu iddia 
		edilen 11 sayfalık Balyoz Harekat Planı’yla, 12 Eylül Darbe Planı olan 
		ve Balyozcuların üzerinde çalışma yaptıkları Bayrak Harekat Planı’nı, 
		ses kayıtlarını karşılaştırmıştım. İşte bu yazılarıma Rodrik şu 
		açıklamayı yapmış: “Baransu, sahtekarların seminer kayıtlarından alıp 
		Balyoz belgelerine serpiştirdiği kimi ifadeleri listelemiş.” 
		 
		Rodrik, soruşturmanın açıldığı andan itibaren, bu belgenin sahte 
		olduğunu iddia etmesine rağmen, ilk kez yazdığım bölümlerin gerçek 
		olduğunu kabul etti. 
		 
		Peki, serpiştirdi denen belgeler nelerdi? 
		 
		Gözaltına alınacak kişiler, Milli Mutabakat Hükümeti, tutuklanacak 
		kişiler, el konulacak fırınlar, pastaneler, alışveriş merkezleri, 
		tankların hangi sokağa konuşlanacağı, AK Parti’yi devirme planlı gibi 
		binlerce belge, bilgi. Suç olan bu belge ve bilgilerin 11 sayfalık 
		Balyoz Harekat Planı içeriğinden kat be kat fazla olduğu notunu da 
		düşeyim. 
		 
		Yani; ortada bu “sahte” denen planın içeriğinden daha fazla suç unsuru 
		taşıyan ve sanıkların gerçek olduklarını itiraf ettikleri belgeler, 
		bilgiler var. Bu bilgiler de iki yüz sayfadan fazla. Ortada bu gerçek 
		duruyorken, birileri bu suç unsuru belgeler yerine 11 sayfalık bir 
		“sahte” planı neden üretsin? Kaldı ki “sahte” denen planın içeriğinin 
		yüzde 99’u da, iki yüz sayfalık suç unsuru ses kayıtlarıyla, el 
		yazılarıyla, bildirilerle, konuşmalarla, powerpoint’lerle aynı. 
		 
		Bu gerçeğin ardından başka bir çarpıtmaya geçelim. 
		 
		Balyoz ve gerçekler yazı dizimizin son bölümlerinde, askeri raporlardan 
		bazı alıntılar yapmış ve Çetin Doğan ve avukatlarının kamuoyunu 
		yanılttığı başka bir gerçeğe parmak basmıştım. Doğan ve avukatları ilk 
		günden itibaren ısrarla 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin tek delil 
		olduklarını iddia etmişlerdi. Bunun doğru olmadığını iddianameden örnek 
		vererek açıkladım. Ancak, önceki gün Dani Rodrik sitesinden “yalan” 
		yazdığımı iddia etti. Ve iddianameden, 50. sayfadan bir kupür koyarak, 
		delillerin sadece 11, 16 ve 17 No’lu CD olduğunu açıkladı. 
		 
		Şimdi sizlere Dani Rodrik’in kamuoyunu yanıltmak için iddianamenin 50. 
		sayfasındaki bu bölümde nasıl bir oyun oynayıp, kamuoyunu yanıltmaya 
		çalıştığını açıklayayım. 
		 
		Önce, diğer CD’lerin de delil oldukları bölümü yazalım. Bu bölüm 
		iddianamenin 49. sayfasında. Ki bu bölümü daha önce dizimizin 7. 
		bölümünde yazmıştık: “Balyoz Harekat Planı ve ekleri Başsavcılığımıza 
		teslim edilen CD’lerden 11, 16 ve 17. CD lerde bulunmaktadır. Diğer CD 
		lerin tamamına yakını ise 1. Ordu Komutanlığına ait plan seminerine konu 
		yapılan Egemen harekat planını da içeren ve gizli nitelikteki bir kısım 
		askeri durum ve değerlendirmeleri ve planları içeren CD lerdir. Bu 
		nedenle söz konusu 50 klasörün tamamı EMANET KLASÖRÜ (EM 1-50) olarak 
		adlandırılarak tamamı adli emanete alınmıştır. Bu klasörlerden dava ve 
		suçla ilgili bir kısım çıktı ve belgeler ise yeniden fotokopi veya 
		çıktısı alılarak klasörler halinde soruşturma dosyasına konmuştur.” 
		 
		Görüldüğü gibi 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerde, Balyoz Harekat Planı’yla 
		ilgili planların ekleri olduğu, diğer CD’lerin de delil olduğu 
		belirtiliyor. 
		 
		Şimdi gelelim Dani Rodrik’in kamuoyunu nasıl yanılttığı, belgedeki 
		sakladığı bölüme. Rodrik, iddianamenin 50. sayfasındaki yalnızca üç 
		CD’nin delil olduğunu iddia edip, açtığı blogunda bir de kupür veriyor. 
		Önce, Rodrik’in okurlarıyla paylaştığı bölümü okuyalım, sonra, okurdan 
		profesyonel bir şekilde neyin saklandığını açıklayalım. 
		 
		Dani Rodrik’in blogundan verdiği kupür şöyle: “Yukarıda da belirtildiği 
		gibi dava konusu suç ile ilgili kayıtlar Mehmet Baransu tarafından 
		başsavcılığımıza teslim edilen 19 adet CD’den, 11, 16 ve 17 nolu CD’ler 
		içerisinde yer almaktadır. Geri kalan CD’ler ise plan semineri, Egemen 
		Harekat Planı ile bir kısım birliklerin durum ve değerlendirmelerine 
		ilişkin bir kısım gizli nitelikte askeri soruşturma dosyasına konmuş ve 
		soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda izah edilmiştir.” 
		 
		Rodrik blogunda iddianamedeki bu bölümü vererek, suç unsuru CD’ler 
		sadece, bunlardır iddiasında bulunuyor. Yalnız, savcıların belgelerle 
		ilgili “soruşturma dosyasına konma şekli yukarıda anlatılmıştır” 
		bölümünü vermeyerek, aslında bunların üç CD’yle ilgili bilgiler olduğu 
		algısı yaratmaya çalışıyor. 
		 
		İddianamenin 49. sayfasındaki bölümü yukarıda verdim. Diğer CD’lerin 
		delil olduğunu savcılar açık açık yazmışlar. Kaldı ki iddianamenin diğer 
		bölümlerinde de 2, 4, 5, 6, 14, 15 No’lu CD’lerin deliler arasında 
		bulunduğu ayrıntılı olarak anlatılıyor. Balyoz ve gerçekler yazı 
		dizimizin 7. bölümünde bu konuyla ilgili bilgiler vermiştim. 
		 
		Şimdi gelelim Rodrik’in, iddianamenin 50. sayfasında yaptığı 
		manipülasyona. Yukarıdaki kupürü veren Rodrik, ilginç bir şekilde 
		kupürün “yukarıda izah edilmiştir” satırından sonrasını kesiyor. 
		Devamını okurdan saklıyor. 
		 
		Neden mi? 
		 
		Çünkü bu satırın devamında, savcılık diğer CD’lerin de delil olduğunu 
		açıkça yazıyor: “Bunun dışında kalan diğer CD’lerin davanın diğer 
		taraflarına verilip verilmeyeceği (Üç CD’nin avukatlara verileceğine 
		karar veriyor savcılık. –MB) hangi aşamada verileceği verilmeden önce bu 
		CD içeriklerinin mahkemenizce incelenip bazı evrakların mı yoksa 
		tamamının mı verileceği yine YUKARIDA belirtildiği gibi DAVA KONUSU 
		SUÇLA İLGİLİ OLMAYAN (Savcılık diğer CD’lerde davaya konu suç belgelerin 
		olduğunu bu ifadeyle belirtiyor. –MB) belgelerin ilgili komutanlığa iade 
		edilip edilmeyeceği veya hangi aşamada iade edilip edilmeyeceği veya 
		hangi aşamada edileceği hususları mahkemenizin takdirine bırakılmıştı. 
		Askeri müdahaleye yönelik soruşturma konusu planlar dışındaki 
		birliklerin planlarına gizliliği ihlal etmemek açısından yer verilmemiş, 
		yalnız soruşturma konusu suça ilişkin planların yası dışılığını ortaya 
		koymak açısından zaman zaman bunlara değinilmiş, karşılaştırma 
		yapılmıştır. Devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgi niteliğindeki 
		dokümanlar, suç teşkil eden dokümanlardan ayrılarak 2010/144 sırasına 
		kayden adli emanette muhafaza altına alınmıştır.” 
		 
		Dani Rodrik’in belgenin devamını vermediği işte bu bölümde diğer CD 
		içerisindeki suça konu belgelerin dosyaya konduğu ve CD’lerin delil 
		olduğu net bir şekilde görünüyor. 
		 
		Dani Rodrik, blogunda yazdığı yazısında “Baransu, 1. Ordu Komutanlığı 
		bilgisayarlar ve sitemlerinde yapılan incelemede Balyoz belgelerinin 
		karşılığının bulunmadığını saptayan rapordan hiç bahsetmiyor” diyerek, 
		benim bazı gerçekleri sakladığımı da iddia ediyor. 
		 
		Öncelikle bahse konu rapor şu; CD’leri teslim ettiğimiz Askeri Savcı, 1. 
	Ordu’nun bilgisayarlarında inceleme yaptığını söylemiş, ancak 
	bilgisayarların harddiskleri zaman içerisinde değiştiği için 2003 yılına ait 
	bilgilere ulaşamadığını belirtmişti. Karşılık bulunmadığından kasıt bu. 
	Kaldı ki aynı savcının internete ses kaydı düştü ve Askeri Savcı, Balyoz’un 
	darbe planı olduğunu, sivil savcıların bunu anlamayacağını itiraf etti. Dani 
	Rodrik bilir mi bilmem ama aynı savcı Kozmik Oda’da da inceleme yapmak, 
	belgeleri ve bilgisayarları kontrol etmek istemişti de dönemin 1. Ordu 
	Komutanı Hasan Iğsız buna izin vermemişti. Yani, ortada aslında incelenen 
	bir durum da yoktu. (Mehmet 
		Baransu / Taraf)  
	 
		 
	Balyoz, 
	'sahte' belgeler ve ses kaydı 
	Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda 
	Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum, 
	sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık 
	söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması 
	gerekirdi. 
	 
	28.03.2012 12:37 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz, "sahte" belgeler ve ses 
	kaydı.. Arsenal Danışmanlık, 11 ve 17 nolu CD'lerin içindeki bazı raporlarda 
	Office 2007 yazılımının kullanıldığını belirtmiş. Bence, bu durum, 
	sahtekarlığın değil, güncellemenin işareti sayılmalı. Çünkü bir sahtekarlık 
	söz konusu olsa, belgelerin tümünün Office 2007 programıyla yazılması 
	gerekirdi. 
	 
	(...) Yukarıda yayınladığım konuşmalardan, sabah kahvaltısında, askeri 
	hakimler, sadece Balyoz belgeleri değil, Plan Semineri üzerinde de 
	tartıştığı anlaşılıyor. Hatırlatalım: Plan Semineri'nde 1. Ordu Komutanı 
	Çetin Doğan'a tekmil veren komutanlardan bazıları şöyle diyordu: 
	"İstanbul'un üzerine çökeriz...", "Gözaltına alınan ve tutuklananlar, 
	başlangıçta Üsküdar bölgesinde Burhan Felek tesislerinde, Ümraniye'de Netaş 
	misafirhanesinde, Kadıköy'de Fenerbahçe stadyumunda toplanacak ve bilahare 
	sorgulanmak üzere Ümraniye Kapalı Cezaevi'ne götürülecek. Jandarma ve polis 
	sorgulama timleri vasıtasıyla sorgulanacaktır." 
	Askeri hakimler, böyle bir Plan Semineri'nin olamayacağını aralarında 
	konuşuyorlar. 
	 
	Tekrar edeyim: Bütün delillere hakim olan mahkeme kararı verecek ama 
	Arsenal'den alınan rapora dayanarak, yoğunlaşan sahtecilik iddiaları 
	karşısında, bu ufak hatırlatmayı yapmak zorunda kaldım. (Nazlı 
	Ilıcak / Sabah)  
	 
	 
	Mahkemenin 
		delilleri tartışması gerekir 
		Delillerle ilgili şüpheleri savcılık dikkate almadıysa bile, mahkeme 
		heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü, iddiaları bir sonuca 
		bağlayarak vereceğini umut ediyorum. Ancak, o tarihte gazetecilik yapan 
		herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı. 
		 
		31.03.2012 10:25 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Balyoz'da sona doğru.. Balyoz 
		davasında savcılar, bütün sanıklar hakkında "darbeye eksik teşebbüsten" 
		15 ila 20 yıl arasında hapis cezası istedi. Sanık avukatları itiraz 
		ediyor. Darbeye ilişkin dijital belgelerin sahte olduğuna dair 
		raporların dikkate alınmadığından yakınıyor. Sanıklar, 2003'te 
		hazırlandığı söylenen bazı belgelerde, daha sonraki tarihlere ait 
		firmaların isimlerinin bulunduğu, ya da bir kısım dosyanın 2007'de icat 
		olan Office programıyla yazıldığını belirtiyorlar. Savcılık dikkate 
		almadıysa bile, mahkeme heyetinin bu delilleri tartışacağını ve hükmü, 
		iddiaları bir sonuca bağlayarak vereceğini umut ediyorum. 
  
		Ben her zaman, Balyoz iddianamesinin de delilleri arasında yer alan Plan 
		Semineri'nin ses kayıtlarının ve gerçek olayların üzerinde durdum. Kara 
		Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın itirazına rağmen, emir dinlenmeyerek 
		yapılan iç tehdide yönelik bir seminer söz konusu. Şüphe bu noktadan 
		başlıyor. Daha sonra seminerde konuşulanlar: "Ümmet anlayışını ve dini 
		öne çıkaran bir hükümet yerine milli birliği sağlayacak Milli Mutabakat 
		hükümetinin kurulması, Genelkurmay Başkanı'nın hükümete gerekirse 
		ültimatom vermesi için uyarılması." (Bunlar Çetin Doğan'ın sözleri) 
		Korgeneral Şükrü Sarıışık, Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın, Korgeneral 
		Ergin Saygun'un konuşmaları. (Bütün metinler internet sitelerinde 
		bulunabileceği gibi, Mehmet Baransu'nun Karargah kitabında da 
		teferruatıyla okuyabilirsiniz.) 
		 
		Mesela Şükrü Sarıışık, 12 Eylül'ü hatırlatıyor, ülkenin o dönem sütliman 
		haline geldiğini söylüyor ve diyor ki: "Harekatın, 12 Eylül gibi, baştan 
		itibaren organize edilmesi, (tehdidin) bir anda söndürülmesi imkanını 
		sağlar." 
		 
		Zaten Plan Semineri öncesinde, 12 Eylül Bayrak Harekatı Planı üzerinde 
		Süha Tanyeri'nin notlar tutmak suretiyle çalışma yaptığını ve bu 
		belgelerin taranarak CD'lere yüklendiğini biliyoruz. 
		 
		Son bir tespit: Mehmet Baransu'yla konuştum. Microsoft yetkilileriyle 
		irtibata geçmiş ve eski yazı karakteriyle yazılan dosyaların, 2007 Word 
		veya Exell ile açıldığında, 2007 sürümüne dönüşüp yeniden kaydedildiğini 
		öğrenmiş. Bir başka ifadeyle, güncelleme yapmak amacıyla dosya 
		açıldığında, eskisi, yeni yazılım biçiminde kopyalanıyor. Ama dedim ya, 
		konu çok teknik. Tabii ki mahkemede bütün bu delillerin tartışılması 
		gerekir. Sanıkların talep ettiği gibi, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı 
		Aytaç Yalman ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de tanık olarak 
	dinlenmeli. Lakin Plan Semineri'nin ses kayıtları, o dönem 1. Ordu'da 
	gayritabii bir faaliyet olduğunun tanığı. Ayrıca, o tarihte gazetecilik 
	yapan herkes, 1. Ordu'daki sıra dışı gelişmelerin farkındaydı." (Nazlı 
		Ilıcak / Sabah)  
	 
		 
		Balyoz sanıklarından basına 
		mektup 
		Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf sanıklarından 
		46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına gönderdi. 
		Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar, bu 
		durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti. 
		 
		05.04.2012 12:31 Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunan, aralarında 
		Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu ve Koramiral Kadir Sağdıç'ın da bulunduğu 
		46 Balyoz sanığı, ortak bir mektup hazırladı. Mektuba isimlerini yazıp 
		imzalarını atan sanıklar, bu mektubu basın mensuplarına gönderdi. 
		Seslerini basın mensupları aracılığı ile duyurmak isteyen sanıklar, 
		mektupta, 14 aydır Hasdal Cezaevi'nde tutuklu bulunduklarını belirtti. 
		Bu durumu 'hukuksuzluk' ile açıklayan sanıklar, "Haksız olarak 
		özgürlüğümüzden mahrum bırakıldık." dedi. Tutukluluklarına gerekçe 
		gösterilen dijital verilerin maddi delil kabul edilemeyeceğini ileri 
		süren sanıklar, savunma haklarının ellerinden alındığını öne sürdü. 
		Mektup aynen şu şekilde: 
		 
		"Kamuoyunun ve sizlerin çok iyi bildiğiniz gibi “Balyoz Davası”, 2003 
		yılında dönemin 1’inci Ordu Komutanı’nın Harp Akademileri Komutanı, 
		Donanma Komutanı ve Jandarma Bölge Komutanı ile birlikte bazı subaylara 
		“Balyoz, Suga, Oraj, Sakal, Çarşaf” adı verilen darbe planları 
		hazırlatması ile bu planların 5–7 Mart 2003 tarihinde Ordu 
		Komutanlığında yapılan bir seminerde örtülü olarak denenmesi iddiası ile 
		açılmış bir davadır. Bu davada 250’si tutuklu 365 Türk Silahlı 
		Kuvvetleri mensubu yargılanmaktayız. Bunlardan yarısından fazlası halen 
		görevde olan muvazzaf personel olup, 57’si ise her rütbeden general ve 
		amiraldir. Bizler, bir “hukuk garabeti” iddianame ile kendi ülkemizde 
		aylardır özgürlüğümüzden yoksun, esir olarak tutuluyor ve dünya hukuk 
		tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde haksız ve hukuksuz olarak 
		yargılanıyoruz. Bu davanın başından beri bir kısım yazılı ve görsel 
		basının masumiyet karinesini ve yasaları ayaklar altına alarak, 
		aleyhimize yapılan ve hakarete varan iftira ve yorumlarda bulunmalarına, 
		Türk subayını ve generalini yine yasalara aykırı olarak yargılanmadan 
		çete üyesi olarak ilan etmelerine rağmen, suçsuzluğumuz ve kendimize 
		olan güvenimiz nedeniyle bugüne kadar vakur duruşumuzu bozmadık, bundan 
		sonra da bozmayacağız. Zira bizler devlet terbiyesi içinde yetiştik. 
		Devletin ve milletin kendi ordusuna karşı bu kadar büyük bir haksızlık 
		ve hukuksuzluğa izin vermeyeceğini, devletine ve milletine yıllardır, 
		büyük bir özveri ile ölümüne hizmet eden TSK mensuplarına karşı yapılan 
		bu ihaneti göreceğini düşünerek adaletin tecelli edeceğinden endişe 
		etmedik ve asker metaneti içinde sabırla bekledik. Ancak mahkemenin 
		savunmanın taleplerini görmezden gelen haksız ve hukuksuz uygulamaları, 
		bizim bu düşünce ve söylemlerin doğruluğundan şüpheye düşmemize neden 
		oldu. Acaba, güvendiğimiz Türk adaleti, güvenimizi boşa mı çıkarıyordu? 
		 
		Gelinen bu aşamada kamuoyunu ve sizleri doğru olarak bilgilendirmenin 
		gerektiğine inanarak bu mektubu yazma ihtiyacını hissediyoruz. Aslında 
		yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki, ciltler dolduracak kitap 
		olur. Zamanınızı da fazla almadan sadece ana konulara değinerek dava 
		hakkında bazı önemli hususlara açıklık getireceğiz. 
		 
		Balyoz davasının anlaşılabilmesi için şu nokta çok önemlidir: Balyoz 
		davasının dayandırıldığı plan semineri ile seminerde provasının 
		yapıldığı iddia edilen sözde “Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat 
		Planları”nı mutlak suretle birbirinden ayırmak gerekmektedir. Çünkü 
		Balyoz davasının iddianamesi incelenirse savcı tarafından seminer 
		yapılması nedeniyle değil, fakat seminerde sözde Balyoz adlı bir planın 
		örtülü olarak denendiği iddiası ile atılı suçlamanın yapıldığı 
		görülecektir.  
		 
		Plan seminerinde, 1’inci Ordunun hasım ülkeye yönelik harekat planı, 
		olabilecek en kötü duruma göre tartışılmıştır. Yani, hasım ülkeyle 
		cephede savaş varken ve Ordunun bazı birliklerinin de İç Güvenlik 
		Harekatı nedeniyle diğer cepheyi takviye ettiği koşullarda, yine 1’inci 
		Ordu Komutanlığının geri bölgesinde olabilecek karışıklıklara karşı, 
		sıkıyönetim ilanını takiben alınabilecek tedbirler de görüşülmüştür. İki 
		buçuk gün süren seminer süresince katılımcılar tarafından yapılan tüm 
		sunumlar ve konuşmalar Ordu Komutanının emriyle kayıt altına alınmış, CD 
		ve kaset olarak Ordu Karargahında saklanmıştır. Bu kayıtlar, yıllar 
		sonra bazı işbirlikçiler tarafından karargah dışına sızdırılmıştır. 
		Bugün seminere katılan toplam 162 kişiden sadece 51’i sanık olarak 
		yargılanmaktadır. Eğer seminer iddia edildiği gibi bir darbe planının 
		denendiği seminer olsaydı diğer katılımcıların da iddianamede yer alması 
		gerekirdi. Davada yargılanan toplam 365 sanıktan 314’ü ise seminere 
		kesinlikle katılmamıştır. 
		 
		Diğer taraftan sanıkların suçlanmasına neden olarak gösterilen sözde 
		“Balyoz ve ilgili diğer Güvenlik Harekat Planları”, 5–7 Mart 2003 
		tarihlerinde icra edilen seminerden yıllar sonra, 1’ inci Ordu 
		Komutanlığı Karargahından sızdırıldığı anlaşılan seminerdeki gerçek 
		konuşma ve sunumlarla ilişkilendirilmek suretiyle, art niyetli kişiler 
		veya gruplarca bilgisayar ortamında kurgulanıp üretilmiş, sahteliği 
		duruşmalarda defalarca kanıtlanmış, yazıcı çıktılarının dahi alınmadığı 
		savcı tarafından belirtilen, tamamı imzasız sanal/dijital planlar ve 
		bunlarla bağlantılı olduğu izlenimi verilen yazışmalardır. Seminerde 
		yapılan sunum ve tartışmalarda, hiçbir şekilde “Balyoz” adı, bu planın 
		alt planları olduğu iddia edilen Hava Kuvvetlerinin “Oraj”, Deniz 
		Kuvvetlerinin “Suga”, Jandarmanın “Sakal” ve “Çarşaf” Planlarının adları 
		asla geçmemiş ve tartışma konusu olmamıştır. Bunu tanıklar da teyit 
		etmiştir. İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda üretilmesi ve 
		üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her zaman 
		mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan 
		sahtekarlık işte budur. Birileri, 2008 yılı sonrasında, bir bilgisayarda 
		1’inci Ordu Plan semineri kayıtlarından istifade ederek sahte planlar 
		düzenlemiş, üst veri bilgilerini tasfiye etmek istediği subayların adına 
		tanzim etmiş, oluşturma ve son kayıt zamanlarına 2003 yılını yazmak 
		suretiyle, suçlamaya ve tutuklamaya dayanak teşkil eden dijital verileri 
		üretmiştir. Üst veri bilgilerindeki sahtekarlıklar, sorgulamalarında, 
		sanıklar ve avukatları tarafından hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde 
		açık ve net olarak ortaya konmuş, ayrıca bunların 2007 yılında  
		piyasaya sürülen bilgisayar programı ile oluşturulduğu tarafsız 
		bilirkişi raporları ile de teyit edilmiştir. 
		 
		Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif 
		raporlarında adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında 
		verildiğini gösteren İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından 
		bilginiz var mı? 
		 
		Aksaz’da gizli toplantıda olduğu iddia edilen amirallerin o zaman 
		diliminde yabancı bir limanda olması, sözde “gözaltına alınacak 
		personel” isimlerinden oluşan listedeki üniversite öğrencilerinden bir 
		kısmının o tarihte henüz ortaöğretim çağında bulunması, bazı kurumlarda 
		gösterilen personelin ise o kurumlara 2006 yılından sonra girmiş 
		olduklarının resmen tespit edilmesi ya da sözde darbe hazırlığı için 
		görev yapan gemilerin esasen o tarihte tersanede bakımda olması gibi 
		daha nice sahtekarlıkları resmi duruşma kayıtlarında, davayla ilgili 
		internet sitelerinde bulabilirsiniz. 2008 yılından sonraki bir tarihte 
		2003’e aitmiş gibi bir plan hazırlamak birçok yalanı bir araya getirmeyi 
		gerektirdiğinden sahtekarlar tarafından yaratılan sözde planlarda ve 
		yazışmalarda 1500’ün üzerinde hata yapılmıştır. Tüm bunlara gözlerinizi 
		ve kulaklarınızı kapamak bir kısım subayları suçlu durumuna düşürmek 
		isteyen komplocu insanların hain oyununa gelmek olacaktır. Türkiye’de 
		aydınlar, bilim insanları, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları ve 
		adaleti sağlamakla görevli kurumlar başlarını kuma gömme hakkına sahip 
		değildir.  
  
		Eğer bu konuda yukarıdaki ifadelere katılmayanlar varsa, içine şüphe 
		düşmeli ve gerçeği araştırmalıdır. Eğer yukarıdakilerin gerçeğin ifadesi 
		olduğu biliniyor, susuluyor veya göz yumuluyorsa kamuoyunu doğru 
		aydınlatma sorumluluğu yerine getirilmiyor demektir. Diğer taraftan 
		yukarıdaki gerçekler biliniyor fakat bunun aksi söylenerek,“Silahlı 
		Kuvvetlerin içindeki bir cuntanın temizlendiği ve bu yolla Türk 
		demokrasisinin ilerlediği” iddia ediliyorsa, ülkemize onarılması zor 
		zararlar da verilmektedir. Haksız ve hukuksuz olarak masum insanların 
		bile bile rehin alınmalarını, “demokrasi adına yapılması gereken bir 
		hareket” olarak görmek veya “başka çaresi yoktu, masum insanlar suçlansa 
		da bu yapılmalıydı” diye düşünmek, gerçek ve ahlaki olmadığı gibi hukuka 
		uygun bir düşünce de değildir. Bizim de her zaman en büyük arzumuz, 
		Türkiye’de gelişmiş bir demokrasinin yerleşmiş olmasıdır. Ancak düzmece 
		olayların ve yalanların yanında saf tutmak vicdanları kanatan, yanlış ve 
		insanlığa yakışmayan bir davranıştır. Demokrasimizin gelişmesine de bir 
		katkı yapması beklenmemelidir. Bazı insanlar Balyoz Davasında neler 
		olduğunu tam olarak bilemeyebilir, yanlış bilgilendirilebilir veya 
		çeşitli nedenlerle bilmiyor gibi görünmek de isteyebilir ve hatta bile 
		bile yanlış da yazabilir, söyleyebilir. Ancak yaşadığımız bilgi çağında 
		dünya kamuoyu her şeyi açık seçik bilecek ve tüm dünyada “Türk Ordusu, 
		basit bir komplo ile general, amiral ve subayları saf dışı edilebilir 
		bir Ordudur” şeklinde algı yaratılmış olacaktır. İşte bu tarihe ve 
		çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü mirastır ve Türk tarihine 
		ihanettir. Ülkemizin geleceğini de ipotek altına alabilecek bu durumdan 
		bir an önce kurtulmamız gerekmektedir. Türk milletinin, her zaman 
		gerçeğin ve doğrunun yanında olan, aydın duruşunuza ihtiyacı vardır. 
		Gelecekte, Türkiye’nin şu anda yaşadığı olaylar ve gerçekler bütün 
		açıklığıyla ortaya çıktığında, gerçeğin yanında yer almanın onuru ile 
		yaşamanın hepimize daha çok yakışacağını düşünmekteyiz. Mektubumuzu 
		haksız yere tutuklanmış bir düşünürün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz 
		“Tutuklu iken beni en çok üzen düşmanlarımın hakkımdaki kötü sözleri 
		değil, dostlarımın sessizliği olmuştur!” İlginize teşekkür eder, 
		saygılarımızı sunarız. Bilgin Balanlı Hv. Orgeneral  
		 
		25 Mart 2012 tarihli “İçeriği sahte herhangi bir yazının bilgisayarda 
		üretilmesi ve üst veri bilgilerinin herhangi bir kişi adına tanzimi her 
		zaman mümkündür. Bu davada art niyetli kişiler veya gruplarca yapılan 
		sahtekarlık budur” konulu yazının imza sirküleridir.  
		 
		Yurdaer Olcan, Korgeneral, A. Can Erenoğlu, Koramiral, Rıdvan Ulugüler, 
		Korgeneral, Deniz Cora, Koramiral, Ziya Güler, Hv. Korgeneral, Nedim 
		Güngör Kurubaş, Hv. Plt. Tümgeneral, M. Erhan Pamuk, Hv. Plt. 
		Tuğgeneral, H. Nejat Akgüner, Dz. Kur. Alb., Şafak Yürekli, Tuğamiral, 
		Beyazıt Karataş, Hv. Plt. Tümgeneral, Gökhan Gökay, Tuğgeneral, Yalçın 
		Ergül, Hv. Plt. Tümgeneral, Levent Görgeç, Tuğamiral, Turgay Erdağ, 
		Tuğamiral, A. Sadi Ünal, Tuğamiral, Cengiz Köylü, Hava Albay, Hanifi 
		Yıldırım, J. Kur. Alb., Ahmet Yavuz, Tümgeneral, Turgut Atman, Hv. 
		Korgeneral, Murat Saka, Dz. Kur. Alb., İsmail Taş, Hv. Plt. Tümgeneral, 
		Ümit Metin, Dz. Kur. Alb., Nedim Ulusan, P. Kur. Yb., Kubilay Baloğlu, 
		Hv. Plt. Tuğgeneral, Erhan Kubat, J. Kur. Alb., Osman Kayalar, 
		Tuğamiral, Fikret Güneş, Tümamiral, Gürbüz Kaya, Tümgeneral, Sinan 
		Ertuğrul, Tümamiral, Bülent Kocababuç, Hv. Plt. Tümgeneral, Bülent 
		Günçal, Hv. Hak. Alb., Murat Özçelik, J. Kur. Alb., Ahmet Erdem, Hv. 
		Hak. Alb., Ender Güngör, Dz. Kur. Alb., Mücahit Şişlioğlu, Tümamiral, 
		Kadri Sonay Akpolat, Dz. Kur. Alb., Ahmet Tuncer, Kur. Alb., Mehmet 
		Eldem, Tuğgeneral, Hasan Fehmi Canan, Tümgeneral, Murat Ataç, Kur. Alb., 
		Aziz Yılmaz, J. Kur. Alb., Fatih Altun, Kur. Alb., Nihat Altunbulak, Dz. 
		Kur. Alb., M. Koray Eryaşa, Dz. Kur. Alb., Ahmet Hacıoğlu, J. Kur. Alb., 
		Mehmet Erkorkmaz, Kur. Alb., Taylan Çakır, Dz. Kur. Alb., V. Murat Tulga, 
		Kur. Alb., Dora Sungunay, Dz. Kur. Alb."  
	 
	 
	Balyoz sanıkları böyle 
	yanıltıyor 
	Balyoz sanık ve avukatları kamuoyunu yanıltma çabasından vazgeçmiyor. 
	Delillerin sahteliğine dair iddialar günlerdir medyada çeşitli şekillerde 
	çürütülüyor. Ayrıca savcı esas hakkındaki mütalaasında bunları zaten tek tek 
	açıklamış. Ama 920 sayfalık mütalaa okuma zahmetine girilmeden, iddialar 
	tekrar edilmeye devam ediliyor. Maksat herhalde kafa karıştırmak, verilecek 
	hükmü şimdiden karalamak.. 
	 
	05.04.2012 13:21 Balyoz davasının Hasdal Cezaevi'nde bulunan muvazzaf 
	sanıklarından 46'sı, ortak bir mektup hazırlayarak basın mensuplarına 
	gönderdi. Mektupta, 14 aydır tutuklu bulunduklarına dikkat çeken sanıklar, 
	bu durumun 'hukuksuzluk'tan kaynaklandığını iddia etti. Yukarıda aynen 
	aktardığımız mektubun tamamı incelenip tek tek cevaplanması gereken 
	iddialarla dolu. Zaten bu sayfadaki çalışma da bu amaçla hazırlandı. Yani 
	delillerin sahteliğine dair iddiaları ve cevaplarını içeriyor. Ancak 
	mektupta yer alan bir iddianın hemen cevaplanması mümkün. Çünkü defalarca 
	dile getirildi, cevabı da defalarca verildi. Ancak sanıklar aynı iddiaları 
	tekrar dile getirmekten nedense çekinmiyor. 
	 
	Mektupta şu paragraf aynen yer alıyor: 
	 
	"Örneğin sözde cami bombalamak için 2003 yılında yapılan keşif raporlarında 
	adı geçen bazı cadde ve sokak isimlerinin 2006 yılında verildiğini gösteren 
	İstanbul Büyükşehir Belediyesinin resmi yazısından bilginiz var mı?" 
	 
	Bu iddiayı ilk dile getiren 5 Eylül 2011 tarihinde Aydınlık gazetesi oldu 
	(Erişim tarihi 19 Eylül 2011): 
	 
	
	http://www.aydinlikgazete.com/index.php?option=com_content&view=article&id=3252:sokak-isimlerinde-tarih-celikisi&catid=35:joomla&Itemid=95 
	 
	Aydınlık, Gölcük'ten çıkan Balyoz belgelerinde sokak isim çelişkisi var diye 
	iddia etmiş ve Fatih semtindeki "Manyasizade" ile "Darüşşafaka" caddelerinin 
	isimlerini dile getirmiş.  
	 
	O sokak isimleri 2006 yılında belediye kararıyla verilmiş olabilir ama bu 
	resmi düzeyde. Halk arasında o isimler zaten yıllardır vardı. Bu isimler 
	halk arasında kullanılan eski tarihi isimler. Bunun ispatı da çok kolay. 
	Kütüphanelere giderek 2003 ve eski tarihlerde de bu sokak ve cadde 
	isimlerinin resmi yazışmalarda bile kullanıldığı kolaylıkla görülebilir. 
	Aşağıda 5 adet örnek ile bunu ispatlıyoruz. 
	 
	Cumhuriyet gazetesinden, Manyasizade sokak/cadde kelimelerinin geçtiği 5 
	adet haberi belirtiyoruz. Tarih ve sayfa nolarını verdiğimiz bu nüshalar 
	kütüphanelerden bulunarak doğruluğu kontrol edilebilir. Bu haberler de 
	gösteriyor ki o isimler sadece halk arasında değil resmi evraklarda da 
	yıllardır kullanılmakta bilinmekte. Belediyenin 2006 yılında bu isimleri 
	resmen vermesi durumu değiştirmiyor. 
	 
	Cumhuriyet, 16 Mayıs 1997, Sayfa 1  
	..savcüığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88 kişinin gözaltına ahndığı 
	bildirildi. Alman ZDF televizyonu için Manyasızade Sokak'ta çekim yapmak 
	isterken tartaklanan kameraman. olayı eğlenceli bulduğunu söyledi.. 
	 
	Cumhuriyet, 27 Ocak 1985, Sayfa 2  
	..ISTANBUL ASLİYE 6. HUKUK HAKİMLİCİNDEN 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak 
	tarafından davalı Ismaıl Hakkı Se nm aleyhıne açılan hukmen tescıl davasında 
	Manyasızade Cad No 43 Çarşamba Fatıh Istanbul adresınde bulunduğu bıldınlen 
	davalı Ismaıl Hakkı Serım yapılan tebhgatla gel medığınden gıyabında 
	duruşmanın vurutulmesıne karar venldığınden, duruşma gunu olan 13 3 1985 
	gunu saat 10'da duruşmaya.. 
	 
	Cumhuriyet, 14 Mayıs 1979, Sayfa 8 
	.. O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17}, Şifa (Kücükköy. G. O. Paşa Cad. 
	14/C) FATİH Yeni Işık (Carşamba. Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad. 
	33/60) Dinçer fMillet Cad. 155/ 2), Esin (Haseki, Müiet Cad. 219/1). Duygu 
	(K. M. Paşa, Kocamustafapaşa Cad. 202), Cınar (Kücükmustafapaşa Cad. 82) 
	KADIKÖY Sevgi (3ahariye Cad. 37), Saray (Acıbadem, Sarayiı Şemsıbey Sok. 
	11/2), Fatoş (Kızıltoprak.. 
	 
	Cumhuriyet, 18 Ocak 1979, Sayfa 8  
	..Sirkeci (Sırkecl. Muradıye Cad 30). Kanoat (Beyczıt, Kctckol Sok 4) Semo (Lalelı, 
	Gencturk Ccıd 17/3). EYUP. Uc Şehıtler (Istanbul Cad. 42/7) Tuna (B Pasa, Muratpa«o Mah Tuna Cad 78), İncı 
	(Ramı, Reşadıye Cad. 3J, 1). Guzeitepe (Alıbeykoy. 
	Mehmet Akıf Ersoy Caa 15). FATIH Yeni Işık (Carşamba. Manyasızade Cad 65). 
	Bal (M.hcılar Cad 5?'5O], Dıncer (Mıllet Cad 155/2), Esln (Hasekı Mıllet 
	Cad. 219/F.. 
	 
	Cumhuriyet, 03 Nisan 1978, Sayfa 9  
	..: Bahcekapı Vakıf Han Ş. 5). Eczone Gürkök (Cemberlitaş, Vezirhan C. 4/6). 
	Şarım (Aksaray, M.K. Paşa C. 58), EYÜP: Petek (Yusuf Muh lis Paşa C. 8), 
	Meydan (Bayrampaşa, Tuna C. 86/ C), Ümit (Romi. Mahmudiye C. 26), Levent 
	(Silahtar, Mareşal Fevzi Cokmak C. 11/A). FATİH: Yeni Işık (Carşam ba, 
	Manyasizade C 65), Bal (Mıhcılar, C. 58/60), Kanoat (Şehremini, Saray 
	Meydanı, 14/1), Zofer (Fındıkzade, Molla Gurani.. 
	 
	İlginç bir ayrıntı da, Aydınlık'ın dile getirdiği bu iddianın geçersizliği, 
	1 nolu sanık Çetin Doğan'ın kızı ve damadı tarafından web sitelerinde, alt 
	taraflarda bir paragrafta itiraf edilmiş olması. (Erişim tarihi 19 Eylül 
	2011): 
	 
	
	http://cdogangercekler.wordpress.com/2011/09/06/cami-bombalama-planlarinin-sahte-oldugunu-nereden-biliyoruz/ 
	 
	Şöyle denilmiş: 
	 
	"NOT: Bazı internet haber sitelerinde bu planlara ait keşif raporlarında 
	geçen sokak isimlerinden kimilerinin 2003’de mevcut olmadığı, bu isimlerin 
	2006-2007 tarihlerinde verildiği yazıldı. Bizim internet üzerinden 
	yapabildiğimiz araştırmaya göre Manyasizade ve Darüşşafaka caddeleri 2003 
	tarihinde mevcut (2001 basım Ingilizce bir Turizm rehberinde her iki 
	caddenin de adı geçiyor)." 
	 
	Evet, Aydınlık'ın ortaya attığı ve 46 Balyoz sanığının hala ileri 
	sürebildiği bu iddia, Çetin Doğan'ın kendi kızı ve damadı tarafından dahi 
	farkına varılarak kullanılmamış. Ama maksat kafa karıştırmak olunca Aydınlık'ın ortaya attığı bu karanlık iddia ile birileri hala kamuoyunun 
	kafasını karıştırmak istiyor. Çetin Doğan'ın kızı dahi farkına varmış, bu 
	yola tevessül etmemiş. Ama 46 sanık hala bunu ileri sürebiliyor, kafa 
	karıştırmaktan başka ne anlamı olabilir ki bunun. (Abdullah Harun / 
	kontrgerilla.com)  
	 
	 
	Sanıklar kendi bilirkişi raporlarını 
		sunuyor 
		Balyoz davasının 29 Mart 2012 tarihinde görülen 88. duruşmasında bazı 
		sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair bilirkişilere 
		hazırlattıkları raporları mahkemeye sundular. Sanıklar mahkemeden, 
		Emniyetin hazırladığı raporları değil bu bilirkişi raporlarını esas 
		almasını talep ettiler. 
		
		 
		29.03.2012 12:20 Balyoz davasında sona çok yaklaşıldı. Savcının her an 
		esas hakkındaki görüşünü sunması beklenirken, sanıklar bazı delil 
		cd'lerinin polis tarafından üretildiği iddiasında ısrarlı. Bugün görülen 
		88. duruşmada söz alan tutuklu sanık Albay Aydın Sezenoğlu ve bazı 
		sanıkların avukatı Ali Sezenoğlu, dosya kapsamında çok sayıda rapor 
		bulunduğunu ve iddia makamının sadece emniyetin raporlarını referans 
		aldığını belirterek, savcılığın, birçok bilirkişi ve kurul tarafından 
		hazırlanmış raporları, manipülatif olduğu gerekçesiyle yargılama için 
		referans almadığını söyledi. 
		 
		-Avukat Sezenoğlu, 'cd'ler sahte' raporunu sundu- 
		 
		Bilirkişilerin yaptıkları iş gereği 
		tarafsız olduklarını ifade eden Sezenoğlu, dava konusu 5 numaralı hard 
		disk ile 11, 16 ve 17 numaralı CD'lerin imajlarını, incelemesi için 
		Adalet Bakanlığı'nın resmi internet sitesindeki bilirkişi listesinde yer 
		alan bilirkişilerden Tevfik Koray Peksever'e verdiklerini, Peksever'in 
		de bu konuda bir rapor hazırladığını kaydetti. Sezenoğlu, söz konusu 
		raporda, ''CD ve hard disk imajlarının, CMK ve Elektronik İmza 
		Kanunu'nun delil usullerine uyularak alınmadığı, CD imajlarının 
		bilimsellikten uzak oluşturulduğu için delil sayılamayacağı ve 5 
		numaralı hard diskte virüs bulunduğu ve CD'lerin de 2003 yılında var 
		olmayan teknolojileri taşıdığı'' tespitinin yer aldığını belirtti. Bu 
		rapora itibar edilmesini isteyen Sezenoğlu, Peksever'in tanık olarak 
		dinlenilmesini talep etti. 
		 
		-Çetin Doğan, Arsenal şirketinin 'cd'ler sahte' raporunu sundu-  
		 
		Tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan da söz alarak, 5 
		numaraları hard diskin analizini içeren yeni bir belge sunacağını 
		belirterek, ''Bu belgenin tek cümlesini dikkatinize sunacağım, '8 Nisan 
		2003'den önce yazıldığı iddia edilen 120 dosya ve klasör, kesin tarih 
		olarak 15 Temmuz 2009'da oluşturulmuş' Bilirkişi getirip inceletin'' 
		dedi. Doğan'ın bahsettiği raporun ABD'nin ''Arsenal Adli Bilişim ve 
		Danışmanlık Kurulu''ndan bu sabah saatlerinde alınan ve dava konusu 5 
	numaralı hard diskle ilgili 2. bilirkişi raporu olduğu öğrenildi. (AA) 
		 
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce görülen duruşmada, tutuklu sanıklardan 
Jandarma Albay Abdurahman Başbuğ, 21 sayfalık sunum gerçekleştirdi. Sunumunun 
	ardından, bilirkişi raporu hazırlayan TÜBİTAK uzmanlarının mahkemeye 
	çağrılarak beyanlarının alınmasını talep eden Başbuğ, Gölcük'te ele 
	geçirilen belgelere ilişkin imajların kopyalarının tarafına verilmesi ve 
	belgelerin incelenmesiyle ilgili mahkemenin tespit edeceği bilim adamı olan 
	bir bilirkişinin tayin edilmesini talep etti. (AA)  
	 
	 
	Sanıkların 
	bilmezkişi raporları 
		Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davasının bazı sanıklar tarafından 
	uzatılmaya çalışıldığına dikkat çektiği yazısında, 'Bir yandan uzun 
	tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz davasını uzatmak 
	için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle Balyozcuların da 
	kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu akıllara getiriyor.' 
	dedi. Davada savunma tarafının, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Amerika’lı 
	Arsenal Consulting adlı bir özel şirketin raporlarını sunduğu bilgisine yer 
	veren Uslu, bu raporların 'Sorunlu' olduğunu belirtti ve önemli tespitlerde 
	bulundu.  
		 
		08.04.2012 11:08 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasında karar aşamasına 
	gelindi. Son duruşmadan önce savunma tarafı biri Amerika’dan diğeri bir Türk 
	üniversitesinden alınan iki sorunlu raporla son bir kamuoyu oluşturma 
	hamlesi yaptı. Benim görebildiğim kadarıyla savunma avukatları hem kamuoyu 
	yaratmak hem de davayı uzatmak için bu tip taktiklere başvuruyor. Zaten 
	sanıklardan bazıları açıkça davayı uzatın talebini dillendirdi bile. Bir 
	yandan uzun tutukluluk hallerinden şikayetçi olan bu kişilerin Balyoz 
	davasını uzatmak için ellerinden geleni yapması acaba yasal değişikliklerle 
	Balyozcuların da kurtarılacağı bir siyasi güvence mi aldılar sorusunu 
	akıllara getiriyor. 
	 
	Merkez medya ise her zamanki alışkanlığıyla alınan raporların ciddi olup 
	olmadığına bakmadan gerçekmiş gibi haberler yapmayı tercih etti. Oysa 
	raporlarda çok temel bazı sorunlar var. Örneğin Yıldız Teknik 
	Üniversitesi’nin raporu diye sunulan rapor aslında Amerika’dan alınan 
	Arsenal Consulting adlı bir özel şirketten alınan raporun Türkçe tercümesine 
	çok benzer. (Bir akademik çalışma olarak iki rapor karşılaştırılırsa görülür 
	ki intihal işlemi görecek kadar yakın bu iki rapor birbirine.) Oysa bizim 
	medya bu iki rapora birbirinden bağımsız iki farklı rapor muamelesi yaparak 
	iki farklı günde manşet yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin raporunda 
	belgelerin kendilerine ne zaman teslim edildiğine ilişkin bir tarih 
	verilmemiş. Bu da Arsenal Consulting’in raporu ile Yıldız Teknik 
	Üniversitesi’nin raporu arasında kronolojik bir ilişki var izlenimi veriyor. 
	 
	Bu arada nasıl saygın bir kuruluş ise Arsenal Counsulting’e tüm çabalarıma 
	rağmen ulaşamadım. Oysa Amerika’da rapor yazan bir kurum çıkıp çatır çatır 
	raporunu savunur. Arsenal Counsulting nedense sorularıma cevap vermekten 
	ısrarla kaçtı. 
	 
	Her iki raporda da, “teknik” bir açıklama ile Microsoft Office programının 
	2003 sürümünde mevcut olmayan “calibri” ve “cambria” adlı yazı fontlarının 
	11 ve 17 numaralı CD’lerde kullandığı belirtilerek bu CD’lerin 2003 yılında 
	üretilmiş olamayacağı iddia ediliyor. Bu aslında tipik bir Avukat 
	uyanıklığı. Bu raporları ciddiye alabilmemiz için savunma tarafının da 
	gerçek olduğunu kabul ettiği diğer CD’ler ile kıyaslamalı bir raporun 
	yazılması gerekiyor. Örneğin 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 gibi her iki tarafın gerçek 
	olduğunu kabul ettiği diğer 17 CD’de de “calibri” veya “cambrio” fontları 
	kullanılmış mı, araştırılması gerekiyor. Oysa her iki raporda da bu 
	yapılmamış. Eğer gerçek olduğu kabul edilen CD’lerde “calibri” fontu yoksa 
	ve bu sadece 11 ve 17 numaralı CD’lerde kullanılmışsa o zaman savunma 
	tarafının iddiası ciddi bir iddiaya dönüşür. Ancak savunma tarafının sunduğu 
	raporlardan bunu anlayamıyoruz. Çünkü böyle bir inceleme yok ortada. 
	 
	İKİSİNİ BİRDEN ÇÖKERTTİ 
	 
	Ben kendi basit yöntemlerimle yaptığım kısa bir çalışma ile örneğin 7 
	numaralı CD’de de “calibri” fontlarına rastladım. Benim basit yöntemim 
	kuşkusuz dava açısından bir anlam ifade etmiyor. Ama gerçeğin ortaya çıkması 
	için önerdiğim yöntemin uygulanması gerekiyor. Ben diğer CD’lerde de aynı 
	fontların bulunacağını düşünüyorum. Bu durumda savunma tarafının gerçek 
	olduğunu kabul ettiği bir CD’de de aynı fontun bulunması o iki raporu birden 
	çökertiyor. Şu haliyle sadece iki CD alınıp hiçbir kıyaslamaya tabi 
	tutulmadan üretilmiş raporları ciddi hiçbir kurum ciddiye almaz. Bu bir tür 
	göz boyacılığıdır. 
	 
	Şimdi size çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin 
	“2003’te düzenlenmiş olamaz” dediği bir dosyayı gündeminize getireceğim. 11 
	numaralı CD’nin içindeki Bursa bölgesinde yer alan kiliseler ve sinagogların 
	adreslerini gösteren dosyalar için her iki rapor da “içinde Microsoft Office 
	programlarının daha geç versiyonlarından izler taşıdığı için 2003 yılında 
	üretilmiş olamaz” diyor. 
	 
	Oysa Balyoz sanığı Süha Tanyeri savcılıkta verdiği ifadede aynen şunu 
	söylüyor: “Seminer öncesi Ordu komutanımızın emri vardır. Yapılacak 
	planlarda gerçek veriler kullanılacak emri vardır. Çünkü sıkıyönetim 
	planları da bu seminerde tartışılacak konulardır. Dolayısıyla bu veriler 
	muhtemeldir ki bu veriler birlik komutanlıklarınca talep edilen verilerdir. 
	Örneğin kiliseler ve sinagoglar gibi isimler gerçektir çünkü Sıkıyönetim 
	Kanunu’nun 3. maddesine göre sıkıyönetim komutanı güvenlik, asayiş ve kamu 
	düzeninden sorumludur. Bu kiliseler ve sinagoglar belgesi bu maddeye göre 
	koruma amaçlı düzenlenen listeler olabilir...” 
	 
	5-7 mart tarihindeki toplantının kayıtlarını tutan sivil memur Sevilay 
	Erkani Bulut da Askeri Savcı’ya verdiği ifadede kiliselerle ilgili listeleri 
	hatırladığını söylüyor: “K.ÖZEL klasörü içerisinde Balyoz Güvenlik Harekat 
	Planı adlı dosya içeriğindeki word belgelerini incelediğimde dosyanın 
	içeriğinde bulunan araç çizelgelerini, diğer kiliseler ve sinagoglar adlı 
	dosyayı hatırladım.” 
	 
	Oysa başta Çetin Doğan’ın ailesi olmak üzere Balyoz sanıklarının avukatları 
	da kiliselerle ilgili dosyaların da sahte olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta 
	ben Sevilay Erkani Bulut’un kiliselerle ilgili listeleri kendilerinin 
	tuttuğunu kabul ettiğini yazınca Çetin Doğan’ın kızı ve damadı şu cevabı 
	vermişti: “Bulut, görevi gereği bunlara benzer listeler kaydetmiș ve bunları 
	hatırlıyor olabilir. Bu da, 11 no’lu CD’nin gerçek olduğunu hiçbir şekilde 
	göstermez.” 
	 
	Bir yanda Balyoz’dan yargılanan dönemin 1. Ordu Harekat Komutanı Süha 
	Tanyeri ve onun memuresi Sevilay Erkani Bulut, kilise ve sinagoglarla ilgili 
	listelerin gerçek olduğunu kabul edip hatırladıklarını söylüyor diğer yanda 
	dosyayı sulandırmak için elinden geleni yapan savunma tarafı hukuken 
	geçerliliği olmayan tartışmalı raporlarla zihinleri bulandırmaya çalışıyor. 
	Buna İngilizcede “monkey trick” (maymun hilesi) deniyor. Balyozcuları 
	kurtarır mı ondan emin değilim. Bu konuya devam edeceğim..." (Emre 
	Uslu / Taraf)  
	 
	 
	Balyoz'un 
		konuşulmayan delilleri 
		Taraf'tan Emre Uslu, Balyoz davası sanığı, dönemin 1. Ordu Harekat 
		Başkanı Süha Tanyeri'nin ifadelerindeki dikkat çeken konuları irdeledi 
		ve sanıkların iddialarında yer alan çelişkileri ortaya çıkardı. 
		 
		09.04.2012 10:53 Emre Uslu (Taraf): "Geçen yazımda Balyoz davası sanıklarının sahte olduğunu 
		iddia ettikleri kiliseler ve sinagoglar listelerinin hem Süha Tanyeri 
		hem de Sevilay Erkani Bulut tarafından gerçek olduğunun kabul edildiğini 
		yazmış bunu nasıl açıklayacaksınız diye sormuştum. Şimdi dönemin 1. Ordu 
		Harekat Başkanı Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki diğer ilginç 
		ayrıntılarla konuyu irdelemeye devam edelim. 
 
Soruşturmacının Tanyeri’ne 
		sorduğu ıslak imzalı belgeler hakkında Tanyeri kendine göre ayrıntılı 
		cevaplar veriyor. Bu cevaplar ile Balyoz Harekat Planı hakkında sorulan 
		sorulara verilen cevaplar arasındaki çelişkiler davanın mantığını 
		anlamak için oldukça önemli. 
		 
		Çok önemsediğim şu soruyla başlayalım: 
		 
		“1. Ordu Komutanlığı’nın 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDUKOMUTANLIĞI PLAN 
		SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emrinde; Kor. K’lıklarınca 
		Plan Seminerine yönelik yapılan hazırlıkların 26 Şubat 2003 tarihinde 
		Ordu Komutanına arz edildiği, Arz esnasında Ordu Komutanının konuyla 
		ilgili verdiği emirlerin maddelerle belirtildiği, bu maddelerde; 
		Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoya göre Geri Bölge Emniyet Komutanı 
		ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak hazırlanacak durum 
		değerlendirmelerinde yapılacak çalışmalara Bölgede bulunan kolluk 
		kuvvetlerinin imkan kabiliyetleri (silah, araç, gereç, su sıkma aracı, 
		gaz bombaları, job, kalkan, panzer gibi özel malzeme), Bölgede yer alan 
		belediye, kamu ve özel kuruluşların bu tür faaliyetlere yönelik imkan 
		kabiliyetleri (itfaiye, iş makineleri, fırın, aşevi, fenni hizmetler 
		vb.) Alınacak tedbirler (toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri, 
		kullanılacak cezaevleri ve varsa ihtiyaçlar) şeklindeki ayrıntıların da 
		dahil edileceği belirtilmiştir. Bahse konu plan semineri ile ilgili kara 
		Kuvvetleri Komutanlığına herhangi bir teklif yapılmış mıdır? 3ncü ve 
		15nci Kor.K.lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen 
		bilgiler toplanmış mıdır? Toplama, sorgulama, tutuklama merkezleri, 
		kullanılacak cezaevleri ile ilgili alınacak tedbirler nelerdir? Bunların 
		belirlenmesinin amacı nedir? Açıklayınız.” 
		 
		Dikkat edin bu soruda referans verilen 28 Şubat 2003 tarihli 1. ORDU 
		KOMUTANLIĞI PLAN SEMİNERİ- 2003 İCRA ESASLARI konulu mesaj emir ISLAK 
		İMZALI bir emir. Balyoz sanıklarının sahte olduğunu iddia ettiği 
		listeler tam da yukarıda yer verdiğim ISLAK İMZALI mesaj emrinde 
		istendiği gibi hazırlanmış ve Balyozcuların kabul etmediği CD’lerin 
		içinde toplanmış. Başka CD’lerde veya belgelerde bu listeler yok. 
		 
		Yukarıdaki soruya Süha Tanyeri şu cevabı veriyor: 
		 
		“Bahsedilen konulanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na herhangi bir teklif 
		yapılmamıştır. Çünkü Kara Kuvvetleri’nde yapılacağı bildirilen toplantı 
		gerçek bir toplantı değil, senaryo gereğidir. 3’üncü ve 15’inci Kor. 
		K’lıklarınca yukarıda verilen emirler doğrultusunda belirtilen 
		bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum. 1. Ordu Plan Semineri’nde 
		de bu hususların ayrıntılarına girilmemiştir. Sorunun devamındaki 
		hususlarla ilgili olarak da seminerde bahsedilmemiştir.” 
		 
		Tanyeri burada doğru söylemiyor. Zira gelecek yazıda örneklerini de 
		göreceğiniz gibi seminer ses kayıtlarında rakam rakam bu hususuların 
		ayrıntılarına girilerek konuşulduğu görülüyor. Hatırlayın Fenerbahçe 
		Stadı’nın toplama yeri olarak kullanılacağı, gözaltına alınacak kişilere 
		varıncaya kadar seminer ses kayıtlarında birçok konuşma var. Bunlar da 
		Tanyeri’ni yalanlıyor. Tanyeri’nin iddiasının aksine o konular detaylı 
		bir şekilde konuşuluyor seminerde. Dahası o konuşmalar bizzat Çetin 
		Doğan’ın yukarıda yer verdiğim emri doğrultusunda hazırlanılarak yapılan 
		konuşmalar. 
		 
		Ayrıca “bilgilerin toplanıp toplanmadığını bilmiyorum” diyen Tanyeri 
		aklımızla alay ediyor. Ordu komutanı emir verecek bilgilerin toplanmama 
		ihtimali olacak. Ordunun harekat başkanı da o bilgilerin toplanıp 
		toplanmadığını bilmeyecek, buna kargalar bile gülmez. Burada Tanyeri 
		sıkışıyor. Bilgiler TOPLANDI yanıtı verse hangi CD’de, nerede bu 
		bilgiler sorusu gelecek. Bu bilgiler 11. CD’den başka bir yerde 
		bulunmadığından dolayı bu CD’de yer alan bilgileri kabul etmek zorunda 
		kalacak. Eğer TOPLANMADI dese Ordu Komutanı’nın emrinin nasıl ve neden 
		yerine getirilmediğini de açıklaması gerekecek. Bu nedenle o bilgilerin 
		toplanıp toplanmadığını bilmiyorum diye konuyu geçiştiriyor. 
		 
		Senaryoda yer alan bütün isimler, rakamlar, kurumlar ve kuruluşlar plan 
		semineri uygulamaları teamüllüleri ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı 
		emirlerine aykırı bir şekilde GERÇEK rakamlar ve isimler üzerinden 
		hazırlanıyor; ancak plan semineri mesajındakinin aksine Kara Kuvvetleri 
		Komutanlığı’na herhangi bir teklif yapılmıyor. “Çünkü toplantı gerçek 
		değil senaryo gereğidir.” Oysa senaryo gereği toplantılarda rakamların 
		ve isimlerin de senaryo gereği olması gerekiyordu. 
		 
		Bu durumda Balyoz davası sanıklarına şu soruyu sormak gerekiyor: Ordu 
	Komutanı Çetin Doğan’ın emri gereği toplanan GERÇEK veriler, örneğin 
	sıkıyönetimde gözaltına alınacak kişilerin listeleri, kolluk kuvvetleri 
	listeleri, kiliseler ve sinagogların listeleri, 4X4 araçların listeleri, 
	nerede? Hangi CD içinde bu listeler? Savunma tarafı seminerde konuşulan bu 
	gerçek verilerin listelerini gerçek seminer CD’si diye iddia ettikleri 
	CD’ler içinde bir yerde gösterebilir mi? Yarın bu konunun ayrıntılarını yine 
	Süha Tanyeri’nin çelişkileriyle birlikte anlatacağım..." (Emre Uslu / Taraf)  
	 
		 
	Balyoz'da 11. CD iddialarına yanıt 
		Taraf'tan Emre Uslu, Süha Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkiler 
		üzerinden, Balyoz davasının delillerinde sahtelik iddialarını irdelemeye 
		devam etti. 
		 
		11.04.2012 11:15 
		Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan delilleri (3).. 
		Pazartesi günkü yazımda, Süha Tanyeri’nin ifadelerinden çıkardığım ıslak 
		imzalı belgelerden hareketle 1. Ordu’da yürütülen seminer için toplanan 
		gerçek verilerin listelerinin nerede olduğunu sormuştum. Bu gün yine 
		Tanyeri’nin ifadelerindeki çelişkilerden devam ederek yeni sorular 
		soracağım. 
		 
		Soruşturmacılar Süha Tanyeri’ne soruyor: “1nci Ordu Komutanlığının 07 
		ŞUBAT 2003 tarihli 1. ORDU PLAN SEMİNERİ- 2003” konulu mesaj emrinde; 
		yine 1nci Ordu Komutanlığının 06 ŞUBAT 2003 tarihli N1. ORDU PLAN 
		SEMİNERİ-2003” konulu emrinde yer alan 2.b.(3) bendinde belirtilen 
		konuların arzı esnasında genel ifadeler kullanılmayacağı, 
		değerlendirmelerin mutlaka somut verilere dayandırılacağı emri yer 
		almaktadır. Bahse konu 06 ŞUBAT 2003 tarihli mesaj emrinde ilgili bölüme 
		bakıldığında iç tehdit unsurları ve kolluk güçleri ifadesinin yer aldığı 
		görülmüştür. İç tehdit ve kolluk güçleri ile ilgili değerlendirmelerin 
		mutlaka somut verilere dayandırılmasının nedeni nedir? Bu konu ile 
		ilgili hangi çalışmalar yapılmıştır? Açıklayınız.” 
		 
		Bu belge de ISLAK İMZALI resmi yazılı belge. Seminer Planı yapanlara 
		teamüllerin aksine “seminer sunumlarının MUTLAKA somut verilere 
		dayandırılacağı” emri veriliyor. 
		 
		Tanyeri’nin cevabı şu: “Tekrar etmek isterim ki 7 sene önce yazılmış bir 
		emri şu anda görmediğim için hatırladığım hususları ifade edeceğim: 
		Katıldığımız bir ast birlik seminerinde yapılan arzlarda genel ifadeler 
		kullanılmıştı. Bunun üzerine de 1. Ordu Komutanı çetin DOGAN tarafından 
		mevcut olan konularda somut verilerin kullanılması emredilmişti. Yani 
		‘Kolluk kuvvetlerini emrime alırım’ tarzında bir ifadeden ziyade 
		‘Bölgemdeki kolluk kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda 
		şurda görevlendiririm’ mealinde bir emir vermiştir. Yukarıdaki hususun 
		da bu manayı ihtiva ettiğini düşünüyorum.” 
		 
		Seminer sırasında kaydedilen ses kayıtlarında da Balyoz sanıklarının 
		kolluk kuvvetlerinin nasıl emirleri altına alınacağı anlatılıyor. 
		Örneğin Emin Küçükkılıç; “Olaylara müdahale esnasında emniyet müdürlüğü, 
		özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde kullanılacaktır. Genel bir 
		prensip olarak polis jandarma tarafından sevk idare edilecektir. 
		İstanbul Jandarma Bölge komutanı İstanbul Emniyet Müdürlüğü 
		faaliyetlerinin koordinasyonundan sorumlu olacak” diyor. Kaya Varol; 
		“Komutanım özel güvenlik birimleri personelinin son durumları 
		belirlenerek bu unsurlar öncelikle bölgedeki kendi hizmet verdikleri 
		kritik tesis ve noktaların emniyetinde kullanılacak” şeklinde beyanda 
		bulunuyor. Yüksel Yalçın ise; “İstanbul ilinde 30000 Polis, 5400 
		Jandarma, 12200 Özel Güvenlik elemanı olmak üzere toplam 47600 kolluk 
		kuvveti görev yapmaktadır..., Kocaeli ile Sakarya illerinde 3700 Polis, 
		3000 Jandarma ile 1800 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır..., 
		Bursa, Balıkesir ve Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve 
		3500 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır... Bilecik ilinde 570 Polis 
		860 Jandarma ve 240 Özel Güvenlik elemanı görev yapmaktadır. Bilecik 
		ilinde kamu düzeninin Emniyet ve asayişinin bu kuvvetlerle 
		sağlanabileceği değerlendirilmektedir” şeklinde rakamlar vererek 
		konuşuyor. 
		 
		Yani seminer sırasında tam da Çetin Doğan’ın emrettiği gibi gerçek 
		verilerle rakamlar verilerek değerlendirmeler yapılıyor. Benzeri bütün 
		plan seminerlerinde GERÇEK verilerin kullanılmadığını ancak bu seminerde 
		ÖZELLİKLE GERÇEK verilerin kullanılmasının emredildiğini bir kez daha 
		hatırlatıp şimdi hayati soruyu soralım: 
		 
		Genel uygulamanın aksine Çetin Doğan’ın emri ile hazırlanan sunumların 
		GERÇEK VERİLERİNİN listeleri nerede? Örneğin yukarıda örneklerini 
		verdiğim, ses kayıtlarında ve ISLAK İMZALI belgelerde geçen polis, 
		jandarma ve özel güvenlik personelinin listeleri nerede? Komutanın emri 
		ile hazırlanması emredilen gerçek verilerin listelerinin, Balyoz 
		sanıklarının da GERÇEK olduğunu kabul ettiği CD’lerde olmasını gerekmez 
		mi? Yani ıslak imzalı bir belgeyle verilmiş bir emir var ortada. O halde 
		Plan Semineri’ne katılanların bu emir gereği bölgelerindeki kolluk 
		kuvvetlerinin mevcudu budur, bunları şurda şurda şurda görevlendiririm 
		şeklinde listeler hazırlamış olmaları gerekir. Peki, bu listeler nerede? 
		Ordu Komutanı’nın hazırlayın diye ISLAK İMZALI belge ile verdiği emre 
		göre hazırlanması gereken listeler hangi CD içinde yer alıyor? Tabi ki 
		11. CD içinde. 11. CD içinde yer alan KOLLUK KUVVETLERI VE ÖZEL GÜVENLİK 
		TŞKİLATLAR PERSONEL DURUMU, BURSA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK 
		TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU, YALOVA İLİ KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL 
		GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU gibi başlıklarla yer alan listeler 
		savunma tarafının gerçek olduğunu kabul ettiği diğer hiçbir CD’de yer 
		almıyor. 
		 
		Eğer benim tezim doğru ve 11. CD’de yer alan bilgiler Balyoz seminerinde 
		kullanılan bilgilerse o halde Balyoz seminerinde yer alan ses 
		kayıtlarındaki rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamların 
		örtüşmesi gerekiyor. Bunun için de en sağlıklı veri yukarıda ses 
		kayıtlarını verdiğim kolluk kuvvetleri personeli sayılarını kıyaslamak. 
		Ben de bunu yaptım. 
		 
		Örneğin; Yüksel Yalçın seminerde yaptığı konuşmada “Bursa, Balıkesir ve 
		Yalova İllerinde toplam 5300 Polis, 4800 Jandarma ve 3500 Özel Güvenlik 
		elemanı görev yapmaktadır” bilgisini veriyor. 11. CD içinde yer alan 
		“EK-B KOLLUK KUVVETLERİ VE ÖZEL GÜVENLİK TEŞKİLATLARI PERSONEL DURUMU 
		29.01.03” isimli belgede, Bursa ilinde toplam 2331 Polis, 1659 Jandarma, 
		3188 Özel Güvenlik Teşkilatı ve 100 sivil Savunma Müdürlüğü personeli, 
		Yalova ilinde toplam 751 Polis, 441 Jandarma, 101 Özel Güvenlik 
		Teşkilatı ve 4 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun belirtildiği, 
		Balıkesir ilinde toplam 2191 Polis, 2742 Jandarma, 249 Özel Güvenlik 
		Teşkilatı ve 30 sivil Savunma Müdürlüğü personeli olduğunun 
		belirtildiği, bilgisi var. Bu bilgilere göre bu üç ilde görev yapan 
		toplam polis sayısı 5273, toplam jandarma sayısı 4842, ve toplam özel 
		güvenlik personeli 3538 kişi. Bingo! Yüksel Yalçın’ın ses kayıtlarında 
		verdiği rakamlarla 11. CD’de yer alan dosyalardaki rakamlar örtüşüyor. 
		 
		Balyoz savunucularının sahte dediği bu dosyalar için de muhtemel 
		savunmaları da diğer savunmaları gibi olacaktır. “Ses kayıtlarını 
		dinleyen bir çete bu rakamları yazmış” diyeceklerdir. Bir dakikalığına 
		bu savunmayı gerçek kabul edelim. O halde 1. Ordu Komutanı’nın emri ile 
		hazırlanan il il kolluk kuvvetleri personel durumun anlatan listeler 
		nerede? 11. CD’de yer alan liste sahte bir listeyse ıslak imzalı 
		belgelerle hazırlanması emredilen ve seminer ses kayıtlarında konuşulan 
		Kolluk Kuvvetleri Personel Durumu’na ilişkin listeler neden ortada yok? 
		Nasıl kayboldu? 
		 
		Bir seminer çalışmasının parçası olan bu listeler neden gerçek olduğunu 
		iddia ettiğiniz diğer CD’lerde yok? O halde şu iki ihtimalden birini 
		kabul edeceksiniz. 1) O seminerde konuşulan listeler 11. CD’de yer alan 
		listeler. Bu nedenle 11. CD’de yer alan dosyalar gerçek. 2) Ast düzey 
		subaylar komutanın açık emrine rağmen böyle listeler hazırlamadı, o 
		seminerde konuşulan rakamlar hayali rakamlardı, bu nedenle de seminer 
		CD’lerinde yer almıyor. Askeri disiplini az çok bilen bir kimse ikinci 
		şıkkın gerçek olmayacağını bilir sanırım. Biri bana bu çelişkiyi 
		mantıklı bir argümanla açıklayabilir mi? 
		 
		Yarın, Balyozcular neden böyle listeler tutma ihtiyacı duyuyor. Yine ses 
	kayıtlarından delillerle önünüze koyacağım." (Emre 
		Uslu / Taraf)  
	 
		 
	Ses 
		kayıtları çıktı, sahtecilik bozuldu 
		Taraf'tan Emre Uslu, yazısında Balyoz davasındaki CD'lerin sahte 
		olduğuna dair sanıkların iddialarını ses kayıtlarından hareketle 
		çürütüyor. Örneğin sanıklar ses kayıtlarında, sinagoglar ve kiliselere 
		varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın 
		avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler 
		ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından 
		oluşturulduğunu iddia ediyor. Buna benzer örneklerle çelişkileri 
		sergileyen Uslu, 'ses kaydındaki itirafları davanızın neresine 
		koyacaksınız' diye soruyor. 
		 
		13.04.2012 12:58 Emre Uslu (Taraf): "Balyoz davasının konuşulmayan 
		delilleri (4).. Bugünkü yazıya Balyoz belgeleri arasında dikkatimi çeken bir notla 
		başlayayım. Balyoz Planı gereği Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo 
		adlı plana göre kargaşa nedeniyle bakanlar kurulu sıkıyönetim ilan 
		ediyordu. Yansıya dikkat ettim: Sıkıyönetimin ilan edildiğini duyuran 
		Resmi Gazete’nin tarihi 28 Şubat 2003 görünüyor. Üstelik gazetenin adı 
		küçük yazılmış tarih kocaman yazılmış. Günler torbaya mı doldu da 
		sıkıyönetim 28 şubatta ilan ediliyor? Bu noktada 28 Şubat medyasının 
		neden Balyoz sanıklarını canla başla savundukları da anlaşılıyor. Buna 
		28 Şubat özlemi deyip konumuza dönelim. 
		 
		Geçen yazılarda Balyoz Davası’nın ses kayıtlarında yer listeleri 
		konusuna değinmiş ve “iddia ettiğiniz gibi 11 ve 17 No’lu CD’ler 
		içindeki listeler sahteyse; kiliseler, sinagoglar, vakıflar, pastanelere 
		kadar hazırlandığı ses kayıtlarıyla itiraf edilen listelerin gerçekleri 
		nerede ve hangi ‘gerçek’ CD’nin içinde” diye sormuştum. Bu konuda ne 
		sanıkların ne de avukatların ne de Çetin Doğan’ın kızı ve damadının 
		tutarlı bir cevabı var. 
		 
		Balyoz Davası kayıtlarında bu listeleri neden hazırladıklarına ilişkin 
		çok çarpıcı ses kayıtları var. Örneğin seminerde konuşan Behzat Balta 12 
		Eylül darbesinde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında asker olmasından 
		dolayı ihtiyaç duydukları listelerin ellerinde hazır bulunduğunu, şu an 
		ise bu listeleri bulma konusunda tereddütlerinin olduğunu, bu sebeple 
		MİT içerisinde belli bir yüzde ile asker olmasını öneriyor. Seminerde 
		konuşan X-l adlı subay ise fırınlardan pastanelere kadar, vakıflar, 
		kiliseler, sinagoglar listelerinin hazır olduğunu, ancak bazı noktalarda 
		tıkandıklarını ve bilgi toplamayı durdurduklarını anlatıyor. Çetin 
		Doğan’ın ise durmamalarını, devam etmelerini, (Eğer o listeler Süha 
		Tanyeri’nin ikrar ve iddia ettiği gibi, seminer için toplanıyorduysa, 
		Çetin Doğan neden seminer sonrasında da durmadan devam etmeleri 
		gerektiğini istiyor. İşte burada listeler güncellendi tezi daha bir önem 
		kazanıyor. –EU) bu konu ile ilgili olarak 1997 yılında Batı Çalışma 
		Grubu’nun başında iken yazdığı bir yazı ile örnek veriyor ve listeleri 
		oluşturmaya (tabii ki güncellemeye) teşvik ediyor. (Klasör 20, s. 140) 
		 
		Yukarıda sözünü ettiğim ve hiç konuşulmayan Balyoz delilleri sanıkların 
		da kabul ettiği seminer konuşmalarındaki ses kayıtlarından alındı. 
		Görüldüğü gibi hem 12 Eylül darbesi ile kıyaslama yapılarak MİT’in asker 
		kontrolünde olmaması nedeniyle liste oluşturma konusunda zorlandıklarını 
		anlatıyorlar hem de hazırlanmış listeler içinde sinagoglar ve kiliselere 
		varıncaya kadar listeler tuttuklarını söylüyorlar. Oysa davanın 
		avukatları 11 ve 17 No’lu CD’lerden başka hiçbir yerde olmayan kiliseler 
		ve sinagoglar gibi listelerin SAHTE olduğunu ve bir ÇETE tarafından 
		oluşturulduğunu iddia ediyor. Eğer bu listelerin bir ÇETE tarafından 
		oluşturulduğu iddia ediliyorsa pastaneden sinagoga kadar listelerin 
		hazır olduğunu söyleyen, Balyoz seminerine katılan o subay da ÇETE üyesi 
		mi bu durumda? Bu ses kaydındaki itirafı davanızın neresine 
		koyacaksınız? 
		 
		-Polis kullanılması değil kontrol edilmesi planlanıyor- 
		 
		Yine Balyoz sanıklarının kabul ettiği belgelerden gidelim. Velev ki o 
		toplantıda bir jenerik senaryo konuşuluyordu. O halde sıkıyönetim ilan 
		edildiğinde polisin nasıl kullanılacağı konuşulabilir. Oysa Balyoz ses 
		kayıtlarında polisin nasıl kullanılacağı değil nasıl kontrol atında 
		tutulacağı konuşuluyor. İşte size örnekler: 3 No’lu CD içerisindeki PLAN 
		SEMİNERİ_2003 isimli klasör içerisindeki PLAN SEMİNERİ KAPANIŞ 
		KONUŞMASI-A5 isimli belgede; “Polis ve jandarma güçlerini en iyi nasıl 
		kullanabiliriz, polisin sevk ve idaresinde ağırlıklı olarak jandarmayı 
		kullanabiliriz. Bu nedenle İl J. K’lıklarının karargahlarından istifade 
		edebiliriz. Polisle birlikte özel timler oluşturulmalıdır. Ancak polis 
		mutlaka kontrol altında olmalıdır” şeklinde ibareler yer alıyor. 
		 
		Seminer ses kayıtlarında Emin Küçükkılıç: “Olaylara müdahale esnasında 
		emniyet müdürlüğü, özel güvenlik teşkilatları askerin emrinde 
		kullanılacaktır. Genel bir prensip olarak polis jandarma tarafından sevk 
		ve idare edilecektir” diyor. 
		 
		Çetin Doğan’ın ses kaydında polisin nasıl kontrol edileceği meselesi ise 
		şöyle anlatılıyor: “Şimdi polisin önünde de toplumsal olaylarda polisin 
		kontrol edilmesi gerekiyor tabii bu durumda. Onun elinde silah, araç ve 
		gereçler var. Bunları kontrol etme yahut polisi, bu bölünmüş olan 
		polisi, yani, ya etkisiz bırakma bir bölümüyle ya da bir bölümünü 
		etkimiz altına almak için bir tertip ve tedbiriniz var mı?” 
		 
		Abdülkadir Eryılmaz, “Komutanım biz de bunların jandarma nezaretinde 
		kullanılmasını ve çok sıkı kontrol altında tutulmasını düşünüyoruz. 
		Özellikle yapılacak operasyonları haber verme, önceden ilgili şeyleri 
		ikaz etme gibi, haber taşıma gibi birtakım sorunlar olur” şeklinde 
		konuşuyor. 
		 
		Gafur Aksu, “İstanbul’da 4000 polisi böyle bir durumda kontrol altına 
		alma imkanımız var komutanım. Ama polisin özellikle istihbarat, narkotik 
		vb. şubelerinde faaliyette bulunanlarının ne yapacağı konusunda ben 
		şahsen tereddütteyim. Ve bunları kontrol etme imkanımız da yok. Bütün 
		şehirde sivil çalıştıkları için” diyor. 
		 
		Ergin Saygun, “Bunların hepsi masa üzerlerinde namaz kılan, takunyayla 
		gezen apartman içinde kişilerdi ve bunları ziyarete gelen kişiler de 
		bunları değiştiren kişiler de aynı şeydeki kişilerdi. Bu ekip iktidardan 
		düşüp gidince onlar gidiyordu. Tekrar iktidara geldiklerinde gene aynı 
		ekip geliyordu” diyerek AKP iktidarında polislerin dindar olduğunu ve 
		mutlaka kontrol altında olmaları gerektiğini ima ediyor. 
		 
		Böyle birçok konuşma var ses kayıtlarında. Dahası Süha Tanyeri’nin 
		seminer öncesi hazırlık aşamasında aldığı el yazılı notlarında da 
		“Jandarmayı ağırlıklı olarak polisin sevk ve idaresinde kullanmalı, bu 
		nedenle İl. J. A. Kh’larını kullanmalı...” şeklinde çalışmalar var. 
		 
		Yani görüldüğü gibi Balyoz sanıklarının “senaryo gereği ilan ediyorduk” 
	dedikleri sıkıyönetim planlamalarında polisin nasıl kullanılacağı değil 
	nasıl kontrol edileceği konuşulmuş. Üstelik bu, seminer öncesinde verilen 
	talimatlarla yapılmış. Listeler çıkarılmış fişlemeler yapılmış. Şimdi bütün 
	bunlar senaryo gereği mi? Eğer darbe olmamış, gerçekten de senaryoda 
	anlatıldığı gibi anarşi çıkmış ve siyasi irade meşru bir sıkıyönetim ilan 
	etmişse sıkıyönetim komutanının polisi nasıl sevk ve idare edeceği mi 
	planlanır yoksa nasıl kontrol edeceği mi. Seminer senaryosuymuş! Hadi oradan 
	yalancılar.." (Emre 
		Uslu / Taraf)  
	 
	 
	Flaş!!! 
		Savcı mütalaasını sundu 
		Balyoz davasında bazı sanıklar, delil cd'lerinin sahte olduğuna dair 
		bilirkişilere yaptırdıkları inceleme raporlarını mahkemeye sundu. 
		Ardından mahkeme heyeti, duruşma savcılarına soruşturmanın 
		genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu. Böyle bir 
		taleplerinin olmadığını belirten savcılar, esas hakkında hazırlanan 920 
		sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu. Savcılar 
		daha sonra mütalaayı sözlü olarak okumaya başladı. Bu sırada tutuklu 
		sanık emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonunu terketti. Savcılar, 
		'Balyoz darbe planı eyleme geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana 
		böyle bir görev verilmedi' savunması geçersizdir. 1980 Bayrak Planı'nın 
		altında 1. Ordu Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan 
		listeler ile Balyoz listeleri benzerdir' diye konuştu. 
		 
29.03.2012 14:26 ''Balyoz Planı'' davasında, İstanbul cumhuriyet savcıları Savaş 
Kırbaş ve Hüseyin Kaplan tarafından hazırlanan 920 sayfalık mütalaa, mahkeme 
heyetine yazılı olarak sunuldu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri 
Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda yapılan duruşmada, 
mahkeme heyeti başkanı Ömer Diken, duruşma savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin 
Kaplan'a, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin olup olmadığını sordu. 
Cumhuriyet Savcısı Savaş Kırbaş da, soruşturmanın genişletilmesi talebinin 
olmadığını ancak esas hakkında 920 sayfalık mütalaa hazırladıklarını ve bu 
mütalaayı heyete sunmak istediğini söyledi. Savcı Savaş Kırbaş, esas hakkında 
hazırlanan 920 sayfalık mütalaayı, 30 CD ile birlikte mahkeme heyetine sundu. 
Daha sonra savcı Kırbaş'ın mütalaayı sözlü olarak okumaya başladığı sırada, 
tutuklu sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıktı. 
 
SAVCI: SANIKLARIN SAVUNMALARI GEÇERSİZDİR 
 
	Balyoz davasında mahkemeye mütalaa sunan savcı, "Balyoz darbe planı eyleme 
	geçmiştir. Listede adı olan sanıkların 'bana böyle bir görev verilmedi' 
	savunması geçersizdir" dedi. Savcı, "1980 Bayrak Planı'nın altında 1. Ordu 
	Komutanı'nın ismi vardır. 1980 darbesinde hazırlanan listeler ile Balyoz 
	listeleri benzerdir" diye konuştu. (AA) 
 
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 365 sanıklı Balyoz davasında Engin 
Alan, Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına ve Bilgin Balanlı'nın da 
aralarında bulunduğu 250 sanığın hazır bulunduğu 88'inci duruşmada mütalaa 
aşamasına geçildi. Sanık savunmalarının tamamlandığını ve delillerin 
toplandığını belirten Savcı Savaş Kırbaş ile Hüseyin Kaplan, hazırladıkları 920 
sayfalık mütalaa ile birlikte 30 CD'yi mahkemeye sundu.  
 
Ömer Diken'in, mütalaanın kendilerine ulaştığını bildirmesinin ardından savcılar 
Kırbaş ve Kaplan, soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin bulunmadığını 
söyledi. İki savcı, daha sonra da mahkemeye sundukları mütalaayı dönüşümlü 
olarak okumaya başladı. Mütalaanın okunmaya başlanmasıyla birlikte tutuklu 
sanıklardan emekli Orgeneral Çetin Doğan, duruşma salonundan çıkmak için 
yerinden kalkarak kapıya doğru ilerledi. Mahkeme Başkanı Ömer Diken, duruşma 
salonundan çıkmamasını ve dinlemesini söyledi. Ancak Doğan rahatsız olduğunu 
söyledi. Başkan Diken'in, "O halde doktor raporunu getir" demesine rağmen Doğan 
duruşma salonunu terk etti.  
 
Önce Savaş Kırbaş tarafından okunan mütalaanın, daha sonra da Kaplan tarafından 
özetlenerek okunmaya devam edildiği gözlendi. Kaplan, AK Parti hükümetinin 3 
Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle iktidara geldiğini 
belirterek davanın bir numaralı tutuklu sanığı Çetin Doğan'ın, kendisine koruma 
ve kollama görevi verilmiş olmasına rağmen demokratik yollardan iktidara gelen 
mevcut hükümet ve kadrosundan duyduğu rahatsızlık nedeniyle bu hükümeti yıkmaya 
yönelik bir yapılanma sağladıkları ve Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan 
yapıldığı iddiasıyla dava açıldığını anlattı. Duruşma, mütalaada her sanık için 
iddia edilen suçlamalara ilişkin bölümün okunması ile devam ediyor.  
 
İddianameye göre 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığında yapılan dava 
konusu Balyoz Seminerinde bahsedilen darbe 5 aşamada gerçekleşecekti. Darbe 
içerisinde ise Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj adlı eylem planları da bulunuyordu. 
Tüm plan toplamda 5 bin sayfadan oluşuyordu. Bu belgelere göre Fatih-Beyazıt 
camileri bombalanarak hükümet, sıkıyönetim ilan etmeye zorlanacaktı. Ayrıca 
Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jeti düşürülerek, halkın galeyana 
gelmesi sağlanacaktı.  
 
	Darbenin son aşaması olarak da yürütme, tekrar sivil yönetime devredilecek, 
	demokrat görüşteki gazeteciler ise tutuklanacaktı. Soruşturma, 30 Ocak 2010 
	tarihindi Taraf gazetesinde çıkan bir haber ile başlatıldı. İddianame, 19 
	Temmuz 2010 tarihinde 10 Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İlk 
	duruşma 16 Aralık 2010 tarihinde yapıldı. Gölcük Donanma Komutanlığında ele 
	geçirilen 10 çuval belge içinden 43 klasörün Balyoz davası ile ilgili olduğu 
	belirtilerek bu klasörler, davayı yürüten mahkemeye gönderilmişti. (Cihan) 
 
DARBEYE EKSİK TEŞEBBÜSTEN 20'ŞER YIL AĞIR HAPİS TALEBİ 
 
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz davasında 
hazırladıkları 920 sayfalık sayfalık mütalaayı savcılar Savaş Kırbaş ve Hüseyin 
Kaplan okudu. Savcı Kırbaş, söz konusu suçun icra edilemediği yorumunun kabul 
edilemeyeceğini belirterek, tankların, topların sokağa çıktıktan sonra 
yargılamanın yapılamayacağını kaydetti. Balyoz darbe planının icra 
edilmemesinden ötürü ceza verilemeyeceğine yönelik yorumların yanlışlığına dikkat 
çeken Kırbaş, "Diğer silahlı çetelerle ilgili icra hareketi olmadan ceza 
verilmemesi makul görülebilir. Ancak TSK için bu durum gündeme gelemez. Zira, 
üst düzey bir komutanın bu şekilde planları ele alması suç için gerekli icra 
teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir." diye konuştu. Balyoz planının icraya 
geçtiğinin en büyük delilinin Balyoz planının kendisi olduğunu anlatan Kırbaş, 
iddianamede yer alan darbe planının 5 aşamasının zaten icraya geçtiğinin delili 
olduğunu söyledi. 
 
Mütalaada, söz konusu Balyoz planlarından sıkıyönetimden istifade edilerek ülke 
yönetiminin ele geçirilmeye çalışıldığının anlaşıldığı belirtildi. 
Sıkıyönetimden daha önce uygulanabilecek olan olağanüstü hal tedbirinin 
uygulanmayıp direk sıkıyönetime geçilmeye çalışılmasının, ülke yönetimine el 
konulmaya çalışıldığını gösterdiği anlatıldı.  
 
Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, sanıklar hakkında iddia edilen 'Türkiye 
Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren 
	men etmeye teşebbüs etmek' suçunu işledikleri kanaatinin oluştuğunu söyledi. 
	Eylemin eksik teşebbüs aşamasında kaldığını belirten Kaplan, bu suçun askeri 
	hiyerarşi içinde değil, 1. Ordu Komutanlığı'nca seçilmiş kişilerin 
	hiyerarşisi içerisinde işlendiğini söyledi. Savcı Kaplan, bu nedenle 365 
	sanık hakkında ayrı ayrı eylemlerine uyan TCK 147 ve 61/1 maddeleri 
	gereğince hapis cezası verilmesine karar verilmesini istedi. Savcı Kaplan'ın 
	okuduğu sonuç bölümüne göre tüm sanıklar hakkında, eylemin eksik teşebbüs 
	aşamasında kaldığı için 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istendi. (AA) 
 
"BALYOZ" MÜTALAASINDAN: KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE 
GELMİŞLERDİR 
 
- "Darbe sonrası ortadan kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan 
tarafından Mutabakat Meclisi kurulmak için plan yapıldı. Plan 
çerçevesinde yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile 
belirlendi  
 
- "Balyoz güvenlik harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her 
ne kadar silahlı olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de 
anayasal düzeni bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir"  
 
- "Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi 
makul görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez"  
 
- "Komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti 
devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatine 
varılmıştır" 
 
İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Balyoz Planı Davası'nın 
bugün görülen 88'inci duruşmasının öğleden sonra yapılan oturumunda Özel 
Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcıları Savaş Kırbaş ve Hüseyin Kaplan 
tarafından davanın esası hakkında hazırlanan 920 sayfadan oluşan mütaala 
ile 30 CD mahkemeye sunuldu. Mütaalayı özetleyerek okuyan savcılardan 
Savaş Kırbaş, Balyoz Harekat Planı'nda, darbe sonrası kurulacak hükümet 
içinde görev alacak kişilerin belirlendiğini ayrıca harekatta görev 
alacak personelin nerelerde konuşlanacağının da plana dahil edildiğini 
söyledi. 1. Ordu'daki seminerin Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri 
Komutanı'nın emrine aykırı olarak özel seçilmiş 162 kişi ile yapıldığını 
ifade eden Kırbaş, "Seminerin bir nevi darbe tatbikatı olduğu, planı 
görüşenler tarafından jenerik olarak hazırlandığı tespit edilmiştir" 
dedi.  
 
PLAN ÇERÇEVESİNDE BAŞBAKAN VE BAKANLAR BİLE BELİRLENDİ  
 
Mütalaanın okunmasını Kırbaş'tan devralan Savcı Hüseyin Kaplan da, Ak 
Parti Hükümeti'nin 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan demokratik bir seçimle 
iktidara gelmesinin, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ı rahatsız 
ettiğini söyleyerek, Doğan'ın anayasanın kendisine verdiği koruma ve 
kollama görevine rağmen demokratik yollarla iktidara gelen mevcut 
hükümeti yıkmaya yönelik bir yapılanma hazırladığının anlaşıldığını 
belirtti. Doğan'ın bu nedenle hazırlanan plan çerçevesinde başta Halil 
İbrahim Fırtına ve Özden Örnek olmak üzere birçok komutanla temasa 
geçip, anlaştığının belirlendiğini kaydeden Kaplan, bu nedenle Çetin 
Doğan liderliğinde ayrıntılı bir plan yapıldığı iddiasıyla sanıklar için 
dava açıldığını anlattı.  
 
KOMUTANLAR DARBE GÖRÜŞMELERİ İÇİN SEMİNERE GELMİŞLERDİR 
 
Kaplan, "Demokratik yollara iktidara gelmiş hükümet, antidemokratik 
yollarla ortadan kaldırmak istenmiştir. Bazı kurum çalışanlarının hukuka 
aykırı olarak fişlendiği belirlenmiştir" dedi. Darbe sonrası ortadan 
kaldırılan hükümet yerine sanık Çetin Doğan tarafından Mutabakat Meclisi 
kurulmak için plan yapıldığını söyleyen Savcı Kaplan, plan çerçevesinde 
yeni mecliste görev alacak Başbakan ve Bakanların bile belirlendiğini 
anlattı. Kaplan, Kuvvet ve Kolordu komutanlarının planda üzerlerine 
düşen kısım için 1. Ordu'daki seminere geldiğini belirterek, "Söz konusu 
komutanlar darbe görüşmeleri için seminere gelmişlerdir. Hükümeti 
devirip, yerine yeni bir idare getirmek istedikleri kanaatına 
varılmıştır" ifadesini kullandı.  
 
BALYOZ DARBE PLANI'NIN İCRA AŞAMASINA GEÇTİĞİNİN EN BÜYÜK DELİLİ BALYOZ 
PLANI'NIN KENDİSİDİR  
 
Savcı Kırbaş da, planda yer alan görevlendirme listelerinin, sıkıyönetim 
halinde bile TSK'nın alanına girmediğini aktararak, söz konusu bulgular 
ışığında planın uygulamaya konduğunu söyledi. Kırbaş, "Balyoz güvenlik 
harekat planı, 1980 darbesi gibi planlanmıştır. Her ne kadar silahlı 
olarak harekete geçirilmesi gerektiğini iddia edilse de anayasal düzeni 
bozma ya da tehdit etmek de icra niteliğindedir" dedi. Plan kapsamında 
137 kişilik basın destek listesi hazırlandığını ifade eden Kırbaş, söz 
konusu dönemde bazı gazetelerde yer alan haberlere atıfta bulundu. 
Kırbaş, darbe dönemlerinde basının etkisinin yadsınamaz olduğunu 
söyleyerek, "O dönemde yazılan 'Genç subaylar tedirgin', 'Hepimiz 
kaygılıyız', 'Silahlı Kuvvetler AKP'yi devirebilir', 'Ordu'dan AKP'ye 
balyoz' gibi haberlerle plana destek sağlanmıştır" diye konuştu. Kırbaş, 
'Çarşaf', 'Sakal', 'Suga' ve 'Oraj' adlı eylemlerin planın icrası için 
son aşama olduğunu dile getirerek, Ak Parti'nin iktidarı öncesi yapılan 
seminerlerin dış tehdide yönelik olduğunu, Ak Parti iktidarından sonra 
seminer içeriklerinde iç tehdidin gündeme getirildiğini anlattı. Darbe 
planının icraya geçmediğinden dolayı yargılama yapılamayacağı ve ceza 
verilemeyeceği iddialarının yanlış olduğunu kaydeden Savcı Kırbaş, 
"Diğer silahlı çeteler için icra hareketi olmadan ceza verilmemesi makul 
görülebilir. Ancak TSK için bu gündeme gelemez. Zira üst düzey bir 
komutanın bu şekilde planları ele alması, suç için gerekli icraya 
teşebbüsünün gerçekleştiğini gösterir. Tanklar toplar sokağa çıktığında 
iş işten geçmiş olurdu. Herhangi bir yargılama da söz konusu olmazdı. 
Balyoz Darbe Planı'nın icra aşamasına geçtiğinin en büyük delili Balyoz 
Planı'nın kendisidir" diye konuştu.  
 
ÖZKÖK VE YALMAN'IN DİNLENMESİNE RET  
 
Savcılık mütalaasının okunmasından sonra, sanık ve avukatları, 
mütalaanın CD ortamından başka yazılı olarak kendilerine sunulmasını istedi. 
Daha sonra duruşmaya bir süre ara verildi. 
Aranın ardından Mahkeme Heyeti , sanık avukatlarının eski Genelkurmay 
Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı 
emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın da aralarında bulunduğu "tanık" dinleme 
ve yeniden bilirkişi raporu alınması yönündeki taleplerinin dosyaya yeni 
bir katkı sağlamayacağından reddine karar verdi. 
 
	Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken de cezaevinde kalan sanıklara, her koğuşa 
	bir yazılı mütalaa verilmesi konusunda karar verdiğini belirterek, 
	sanıkların böylece mütalaayı okuyabileceklerini söyledi. Esas hakkındaki 
	mütalaanın CD halinde sanık ve avukatlarına verilmesine karar veren Mahkeme 
	Heyeti, sanık ve sanık avukatlarına mütalaaya karşı diyeceklerini 
	hazırlamaları için duruşmayı 5 Nisan 2012 tarihine erteledi. (DHA, 
AA,
AA)  
	 
		 
	Savcı: 
		Balyoz cd'leri güncellendi 
		Balyoz davasında esas hakkındaki görüşünü sunan Savcı, delil 
		CD'lerinde sanıklar tarafından güncellemeler yapıldığını örnekleriyle 
		belirtti. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer aldığı cd'lerin sahte 
		olduğunu, polis tarafından üretildiğini, 2003 yılındaki Balyoz planına 
		ait cd'lerde sonraki yıllara ait bilgilerin de bulunmasının bunu 
		ispatladığını iddia ediyorlardı. 
		 
		30.03.2012 10:10 Balyoz davasının dün görülen 88. duruşmasında savcılık 
		makamı, davanın esası hakkındaki görüşünü sundu. Savcı Savaş Kırbaş, mütalaada, CD'lerde yapılan 
		güncellemelere de değindi. Balyoz sanıkları, darbe planlarının yer 
		aldığı CD'lerde yer alan bazı bilgilerin çeliştiğini savunmuştu.2003'te 
		yazdırıldığı belirtilen CD'lerde, 2005'te açılan hastanenin isminin 
		olmasını eleştirmişlerdi. Savcı bu konuda önemli tespitlerde bulundu. Kırbaş, CD'lerde yer alan özel hastaneler ve ilaç depolarıyla ilgili 
		bilgilerin zaman içinde güncellendiğini aktardı. Ayrıca emekli personele 
		de görev verildiğini belirterek, Balyoz davası sanıklarının tüm 
		savunmalarını çökertti. Balyoz sanıkları "2003 yılındaki planda emekli 
		personelin ne işi var?" ve "2003 yılındaki listede 2005'te açılan 
		hastanenin ismi ne geziyor?" gibi savunmalar yapıyordu. 
		 
		Mütalaada, "Balyoz Harekat Planı içinde; 'Devlet otoritesi hakim 
	kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar 
	atanacaktır. Bu maksatla; bütün kilit görevleri askeri personel 
	devralacaktır. Anılan kilit personel, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf 
	okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, 
	yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilecek, 
	bu personele ait hazırlanmış olan isim listeleri güncellenerek hazır 
	tutulacak...' şeklinde ibareler yer almaktadır. Planda yer alan bu ibarelere 
	göre harekat ile birlikte kilit görevler için asker ve sivil personellerin 
	atanacağı belirtilmekte, bu şahıslara ait listelerin güncellenmesinin 
	isteniyor olmasından da halihazırda bu listelerin var olduğu sonucu ortaya 
	çıkmaktadır." denildi. Aralık 2002 tarihli belgede yer alan, "Daha önce 
	tespit edilen hassas tesisler listesi güncellenerek, bu tesislere 
	görevlendirilmesi düşünülen personel isimleri gönderilecektir." şeklindeki 
	ifadelere dikkat çeken Savcı Kırbaş, "Hassas tesislerin tespit işleminin 
	daha önceden yapıldığı, bu yazı ile ise hem bunların güncellenmesinin hem de 
	buralarda görevlendirilecek personelin belirlenmesinin istendiği, ayrıca bu 
	ibarelerin Balyoz planında yer alan güncelleme hususlarını da teyit ettiği 
	görülmektedir." ifadelerini kullandı. (Zaman)  
	 
		 
	Balyoz'da 
		tanıklara cebir mektubu 
		Balyoz Planı Davası avukatları tanıklarla doğrudan görüşerek 
duruşmaya gelmeleri için ikna etmek yerine üçüncü kişiler üzerinden zorlamaya 
çalışıyor. Avukatlar, siyasilere ve çeşitli barolara 
		gönderdikleri mektuplarda delillerin sahte olduğunu, dönemin Kara Kuvvetleri 
		Komutanı Aytaç Yalman ile dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün davada tanık olması gerektiğini 
belirttiler. 
		 
		03.04.2012 12:55
		Balyoz Planı Davası avukatlarından Celal Ülgen ile Hüseyin Ersöz 
		tarafından, davaya ilişkin olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e, 
		Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerine, TBMM Başkanı Cemil 
		Çiçek’e, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a, CHP Genel Başkanı Kemal 
		Kılıçdaroğlu’na, TBMM’deki diğer partilerin genel başkanlarına, 
		İstanbul, Ankara, İzmir Barosu Başkanları ile Türkiye Barolar Birliği 
		Başkanı’na bir mektup gönderildi. 
		 
		-Avukatlar:
		Bilimsel gerçeğin üstü örtülüyor- 
		 
		Davanın gelişim sürecinin anlatıldığı mektupta, "Bu davada soruşturma 
	savcılarının mahkemeye sundukları üç temel kanıt vardı. Birincisi, Bütün 
	Balyoz planlarını içeren 11 nolu CD. İkincisi, Donanma Komutanlığı’nda 
	döşeme altındaki çöplükten elde edilen 5 numaralı harddisk, 11 nolu CD’nin 
	bir kopyası aynı çöplükten de çıkmıştı. Üçüncüsü de Hakan Büyük’ün evinde 
	elde edildiği iddia edilen flash bellek. Bu üç kanıt için de ayrı ayrı 
	bilirkişi incelemeleri, uzman görüşleri tarafımızdan yaptırıldı. 11 nolu CD 
	ile ilgili olarak ABD’de Arsenal Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi ile 
	Yıldız Teknik Üniversitesi’ne, Hakan Büyük’ün evinden el konulduğu ileri 
	sürülen flash bellekle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne, 5 numaralı 
	hard diskle ilgili olaraksa, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve yine Arsenal 
	Danışmanlık ve Adli Bilişim Şirketi’ne bilirkişi incelemeleri yaptırıldı. 
	Uzman raporları alındı. Bu incelemelerin tamamı mahkemeden teslim alınan 
	imajlar üzerinden yaptırılmıştır. Bu denli çok kişinin tutukluluğunun 
	sürdüğü bu yargılamada böylesine yaşamsal uzman raporlarına karşın, 
	soruşturma aşamasında alınmış yüzeysel raporlarla karşılaştırılmaması, uzman 
	raporlarındaki bilimsel görüşlerin üniversitelerde kürsü sahibi kişilerden 
	oluşturulacak bilirkişi kuruluna incelettirilmemesi bilimsel gerçeğin 
	üstünün örtülmesi çabasından başka bir şey değildir. İddianamede yer alan 
	savların başında eski Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Aytaç Yalman’ın darbeyi 
	önlediği savı gelmektedir. O halde Aytaç Yalman’ın ifadesi ’kamu tanığı’ 
	önemine haizdir. Keza Dönemin Genel Kurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök’ün de 
	bu konularda bilgisi olduğu çokça basında yer almaktadır. Bu durumda hem 
	Sayın Yalman’ın ve hem de Sayın Özkök’ün ifadelerinden gerçek darbe 
	sanıkların ürkmesi gerekir. Buna karşın sanıklar ittifakla bu iki değerli 
	komutanın ifadesinin alınmasını istemektedirler. Mahkeme ise bilinmeyen bir 
	nedenle bundan özenle kaçınmaktadır. Bu gerçeklerin üstünün örtülmemesi 
	delil üreten bu çetenin ortaya çıkarılması Türk Yargısı için derin devleti 
	ortaya çıkarmakla eş değer taşımaktadır. Yukarıdaki konuların aydınlanması 
	ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusunda özgülü çabanızı bekliyor 
	saygılar sunuyoruz" denildi. (DHA) 
		 
		-Davayı uzatma gayretleri- 
		 
		Avukatlar dün mahkeme kalemine gerekli masrafı yatırarak mahkemeden bu 
		iki generalin duruşmalara tanık olmak için çağrılmalarını talep etmişti. Özkök daha 
		önce yaptığı açıklamada, sanıkların böyle bir talebine sıcak 
		bakmayacağını, sanıkların çağrısıyla tanıklık yapmayacağını açıklamıştı. 
		Bu iki tanığın sanıkları zor duruma sokacak ifadeler verdiği ortaya 
		çıkmıştı. Bunun kamuoyuna yansımasına rağmen tanıkların mahkemeye gelmek 
		istememelerinin, ifadelerini sahiplendikleri anlamına geldiği açık. 
		Mahkeme de bu şekilde düşündüğü için olsa gerek onları tanık olarak 
		duruşmalara çağırmadı. Buna rağmen sanıklar onların tanıklıklarında 
		ısrar ediyor. 
		 
		-Deliller değil iddialar sahte- 
		 
		Delillerin sahteliği iddialarına gelince bu günlerde bu konu zaten bir 
		kez daha ve yoğun şekilde tartışılmakta. Ve bu tartışmalar, delillerin 
		değil de aslında iddiaların sahte olduğunu, kafa karıştırma amacıyla 
		ileri sürüldüklerini çok net şekilde gösteriyor. Balyoz seminerlerine 
		ait saatlerce uzunluktaki ses kayıtları, ıslak imzalı belgeler, askeri 
		savcıların Balyoz planlarının gerçekliğine dair şok ses kayıtları, 
		Askeri bilirkişinin hazırladığı ancak sürgün edilmesine yol açan 
		Balyoz'un bir darbe planı olduğuna dair rapor. Bilgiler üzerinde 
		güncellemeler yapıldığına dair ortaya çıkan bilgiler.. Bunlar sanık ve 
		avukatlarınca gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Gölcük donanma komutanlığı 
		istihbarat şubenin zeminine gömülü olarak ele geçirilen belgelere dahi 
		itiraz ediyorlar. Pes dedirtecek bahanelerle bu delillerin sahte 
		olduğunu, oraya başkaları tarafından yerleştirildiğini ileri sürerek 
		kamuoyunun kafasını karıştırmaya gayret ediyorlar. 
		 
		Tartışmalara ışık 
		tutacak ilginç ve benzer bir örnek Odatv davasında yaşandı. Belgelerin 
		virüs yoluyla dışarıdan yüklendiği iddia edildi. Pes ya da yuh 
		dedirtecek bu gerekçeler gerçekleri örtemiyor. Çünkü o belgeler sadece 
		bir bilgisayarda çıkmadı. Bir çok sanığın bilgisayarında da çıktı. 
		Ayrıca Odatv'nin yayınları incelendiğinde o belgelerdeki talimatların 
		nasıl uygulandığı, Odatv'nin Ergenekon savcı ve hakimlerini karalama 
		amaçlı 'iftarı yemeği' haberinde çok iyi görüldü. Hakimlerin bu 
		taktiklerle yanıltılması mümkün değil. Sadece kamuoyunun kafası 
		karıştırılmaya çalışılıyor. Ancak sanıklar delillere itiraz ettikçe o 
		deliller tartışılıyor, araştırılıyor. Neticede sahte değil sağlam 
		oldukları, aslında iddiaların kasıtlı ve kafa karıştırmaya yönelik 
		olduğu görülüyor. Kamuoyu bu tartışmalar sayesinde davaya müdahil 
		oluyor.  
		 
		Balyoz ve diğer davalarda deliller sadece sahte dedikleri delillerle 
		sınırlı olsaydı itirazların bir anlamı olabilirdi. Ama davada esas olan 
		ve yukarıda sayıldığı gibi çok sayıda başka deliller de var. Ayrıca 
		delillerin sahte olduğunu iddia eden sanıkların bunların sahteliğini 
		yani savcı ve polis tarafından nasıl üretildiğini de ispatlamaları 
		gerekir. Yani hangi savcı ve hangi polis nerede nasıl bu komployu yapmış 
		ispatlamaları gerekir. Öyle farzımuhal değil fikir yürüterek değil, 
		bilfiil ispatlamaları gerekir. İşte dijital verilerle şöyle oynanmış 
		böyle oynanmış diyerek değil. Bu mantıkla işin içinden çıkılmaz. 
		 
		Donanma zemin döşemeleri altında deliller bulunuyor, savcı ve askeri 
		yetkililer nezaretinde deliller tespit ediliyor, ona dahi itiraz 
		ediyorlar. Bir kulp bulmaya kafa karıştırmaya çalışıyorlar. 'Deliller 
		işte orada bulundu' denilince, 'Olsun n'olmuş yani. Birileri müdahale 
		etmiş dijital verilerle oynamış. Onu bulun bulamazsanız siz yapmışsınız 
		demektir!' diyerek pes dedirten bir mantık sergiliyorlar. 
		 
		Yine benzer bir mantık Ergenekon sanığı avukat Serdar Öztürk'ün 
		savunmasında da
		
		
sergilendi. Bürosunda ele 
		geçen belgeleri kabul etmedi. Polis tarafından aramalar esnasında el 
		çabukluğuyla konulup bulunduğunu iddia etti. Aramalarda çok sayıda başka 
		avukatın da bulunduğu ortaya çıkınca çark etti. Bu kez sokaktan geçen 
		bir sabıkalının bunları koymuş olabileceğini iddia etti ve üstelik de bu 
		kişinin bulunmasını istedi. YUH dedirten bir gerekçe. Yani bu mantığın 
		sonu yok görüldüğü gibi. Hem yoldan geçen birisinin üzerine suçu atıp 
		aradan sıyrılıyor hem de o sabıkalının(!) bulunmasını istiyor! 
		 
		Bir başka ilginç örnek de Ergenekon sanığı Levent Bektaş'tan. Çay 
		söylemek için dışarı çıktığında polislerin bir dvd'yi bürosuna 
		yerleştirmiş olduğunu iddia etmiş. Madem öyle, söyleme o zaman çay, 
		bürodan dışarı çıkma. Telefon et çay getirsinler.. Üstelik sen bir 
		avukatsın. Böyle bir mazeret yakışmaz sana. Komik duruma düşüyorsun 
		sadece.. 
		 
		İşte tüm bu ilginç ve komik savunmalar inanılmaz gibi görünse de dava 
		süreçlerinde gerçekten yaşandı. Çok fazla örneği daha sayılabilir. 
		 
		-Pes dedirten gerekçeler- 
		 
		Mahkemenin bu davada bilirkişiye yaptırdığı incelemeler sanıklar ve 
		avukatlarınca kabul edilmiyor. Gerekçe olarak TÜBİTAK'ın Başbakanlığa 
		bağlı bir kuruluş olması gösteriliyor. Oysa tüm davalarda mahkeme aynı 
		kurumlara bilirkişi raporu hazırlatıyor. Sanıkların inanılmaz bir 
		komploculukla mahkemenin bilirkişi raporunu kabul etmeyerek ABD'li 
		firmalara bilirkişi raporu hazırlatıyorlar. Bu raporların kabul 
		edilmesini isteyerek mahkemeye dayatmada bulunuyorlar. Benzer bir 
		tartışma Dursun Çiçek'in 'ıslak imzalı belgesi' için de yaşanmıştı. 
		Jandarma, Emniyet ve Adli Tıp olmak üzere birçok devlet kurumunca 
		hazırlanan raporlara itiraz eden sanıklar yine ABD'li firmalara 
		bilirkişi incelemesi yaptırılmasında ısrar etmişlerdi. Sanıkların Adli 
		Tıp raporuna itirazlarında da benzer bir gerekçe vardı: Adli Tıp'ın bir 
		devlet kurumu olması. Yani oradaki doktorların devletçe atandığı 
		gerekçesiyle güvenilir olamayacağı idi. Bu nedenle güvenilir bir sonuç 
		için hükümetin gölgesinden uzak yurtdışı bir kuruma bilirkişi raporu 
		hazırlatılmalıydı!.. Pes dedirten bu itirazları dile getiren kişiler 
		yine aynı avukatlardı. Bu avukatlar Ergenekon davalarında 'ıslak imza 
		makinesi' ve 'buzdolap' şovlarıyla da 
		
		
tanınıyor. Son icraatları hakimin evrakları arasına gizlice CD 
	yerleştirmeleri olmuştu. Sanıkların sahte delillerle yargılandıklarını 
	ispatlamak için sahte delil yerleştirme girişimi ise davalık olmalarına yol 
	açtı. (Abdullah Harun / 
		kontrgerilla.com)  
	 
		 
	Balyoz'u 
		Yalman ve Özkök önledi 
		Sabah yazarı Nazlı Ilıcak köşe yazısında, Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen 
		tartışmaların tali bir öneme sahip olduğunu, ortaya çıkan çok sayıda 
		somut delilin hükümete karşı bir darbe hazırlığını göstermeye yeterli 
		olduğunu belirtiyor. 
		 
		10.04.2012 11:45 Nazlı Ilıcak (Sabah): "Önce Balyoz, sonra Sarıkız.. 
		Balyoz davasından yargılanan Org. Ergin Saygun, 5-7 Mart 2003 tarihli 
		Plan Semineri notlarını, Tayyip Erdoğan'ın, toplantıdan kısa bir süre 
		sonra Aytaç Yalman'a verdiğini ileri sürdü. (Bana göre, Yalman, 
		belgeleri Genelkurmay Başkanı Özkök'e, Özkök, Erdoğan'a, Erdoğan da 
		Yalman'a iletmiştir. Çünkü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan Yalman, 
		o tarihte kilit bir rol oynuyordu.) Jandarma İstihbarat Daire Başkanı 
		Levent Ersöz'e ait olduğu belirtilen bir konuşma, 4 Mart 2010'da 
		internete düştü. Bu konuşmada Ersöz, "Orgeneral Yalman, 2003-2004 
		yılında komutanların hepsini vaktiyle satan adamdır. 19 Mart 2003'te, 
		Hilmi Özkök'e komutanların hepsini gammazladı" diyordu. 
		 
		Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in günlüklerinde, Aytaç 
		Yalman'ın, Hilmi Özkök'le aralarında cereyan eden bir konuşma yer 
		alıyor: Genelkurmay Başkanı Özkök, Yalman'a "Cuma akşamı sizleri 
		aradığımda (bütün kuvvet komutanlarını kastediyor) benden habersiz 
		olarak toplanmış durumda buldum. Üzüldüm" diye sitem edince, Yalman, 
		Özkök'e soruyor: "Geçen yıl size en fazla desteği kim verdi?" Özkök, 
		"Tabii ki sen verdin ve sana çok müteşekkirim" diyor. Yalman, "O halde 
		nasıl olur da bizim hakkımızda böyle düşünebilirsiniz?" cümlesiyle 
		tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le 
		aralarında geçen konuşmaya bir açıklık getiriyor ve Özden Örnek'e diyor 
		ki: "Geçen yıl eğer ben ona karşı Çetin Doğan'la birlikte olsaydım, onu 
		paramparça edeceklerdi." 
		 
		15 Kasım 2003'te, iki Musevi sinagoguna karşı bombalı saldırı 
		gerçekleşti. Bombaların İkitelli'deki Gökkuşağı deterjan fabrikasında 
		imal edildiği ortaya çıktı. İşin tuhafı, 5-7 Mart 2003'teki Plan 
		Semineri sırasında Tuğgeneral Süha Tanyeri'nin tuttuğu ileri sürülen el 
		yazısı notlarda, "Gökkuşağı-deterjan" ibaresi geçiyordu. Tanyeri, nasıl 
		oluyor da, bu bombaların Gökkuşağı deterjan fabrikasında imal 
		edileceğini 8 ay önceden biliyordu?  
		 
		Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, bu örgüt konusunda bilgisi olup 
		olmadığını MİT'e sormuştu. MİT "Bilgimiz var. Bu bilgiyi 19 Kasım 
		2003'te Başbakan'a da sunduk" cevabını vermişti. 15 Kasım 2003'te 2 
		sinagog bombalanıyor, 19 Kasım 2003'te MİT, Başbakan'a bir değerlendirme 
		notu veriyor. Başbakan'ın, 2 Aralık 2003'te yaptığı grup konuşmasında, 
		vakti saati geldiğinde demokrasi çerçevesinde birileriyle 
		hesaplaşacağını söylemesi, "Bunun belgesi, bilgisi, delileri, her şeyi 
		elimizdedir" demesi de, MİT'in aktardığı malumat çerçevesinde 
		yorumlanabilir.  
		 
		3 Aralık 2003'te, Yüksek Askeri Şura öncesi, Genelkurmay Başkanlığı'nda 
		komutanlar toplanıyor. Hemen icraata geçilmesini ve Özkök'ün hükümete 
		muhtıra vermesini istiyorlar. Özkök, onları yatıştırıyor. "Bu hükümet 
		gitmelidir ama demokratik yollardan bu işi halletmeliyiz" diyor. Özden 
		Örnek, bilgisayarına not düşüyor: "Tarihi bir toplantıydı. Genelkurmay 
		Başkanı'na onunla aynı fikirde olmadığımız mesajı verildi. Yalnız 
		kaldığını anladı. Eylem planına ad koyduk: Sarıkız."  
		 
		Balyoz Planı sahte mi değil mi diye yürütülen tartışmalar tali bir öneme 
		sahip. Buna mukabil, somut olaylar, AK Parti iktidara geldiği tarihten 
		itibaren, önce 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, muhtemelen Jandarma 
		Genel Komutanı Şener Eruygur'la işbirliği yaparak bir darbe hazırlığı 
		içine girdiğini, Aytaç Yalman'ın onlarla birlikte görünmekle birlikte, 
		hadiseyi Genelkurmay Başkanı Özkök'e intikal ettirdiğini gösteriyor. 
		Zaten, Çetin Doğan'a "İç tehdide ilişkin Plan Semineri yapma" talimatını 
		veren de Yalman. Çetin Doğan'ın Ağustos 2003'te emekliye ayrılmasından 
		sonra, bu defa Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ön plana çıkıyor. 
		Özkök, bütün faaliyetlerin farkında; yakından izliyor. Hatta, Aytaç 
		Yalman'ın Ergenekon davasında verdiği ifadeye göre, Sarıkız, Ayışığı ve 
		Yakamoz belgelerini, 2004 bahar ayında, Hilmi Özkök kendisine 
		gösteriyor.  
		 
		Bence de Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök ifade vermeli. Ama bu ifade, diğer 
	sanıkların yanında değil, gizli olmalı. Ancak o zaman gerçekten bildiklerini 
	açıkça söyleyebilirler." (Nazlı 
		Ilıcak / Sabah)  
	 
	 
	Balyoz'da 
		sokak yalanı belgelendi 
		Balyoz sanıklarının '2003'teki Balyoz planında geçen sokak ve cadde 
		isimleri, İBB tarafından 2006'da verildi' iddialarının doğru olmadığı 
		ortaya çıktı. Eylemde geçen ‘Manyasizade Caddesi' ismi, Milliyet ve 
		Cumhuriyet'in 1966, 1970, 1997 ve 1985 tarihli nüshalarında defalarca 
		yer almış. 
		 
		11.04.2012 13:03 Balyoz darbe planı sanıkları ve İşçi Partililerin, 
		Balyoz iddianamesinde geçen “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” gibi sokak 
		ve cadde isimlerinin, planın hazırlandığı 2003 yılına ait olmadığı 
		iddiası fos çıktı. Kartel medyasının da sık sık dillendirdiği ‘2003'te 
		hazırlanan planda geçen sokak ve cadde isimleri, İBB'nin meclis 
		kararlarıyla 2006 yılında verilmiştir. 2003 yılında henüz var olmayan 
		sokak isimlerinin planda yer alması, belgelerin sahte olduğunu ortaya 
		koymaktadır' şeklindeki iddianın düpedüz yalan olduğunu belgeliyoruz. 
		 
		İddiaların aksine “Manyasizade” ile “Darüşşafaka” isimlerinin 1960'tan 
		2000'li yıllara kadar yayınlanan yüzlerce gazete haberi ve resmi ilanda 
		yer aldığı açıkça görülüyor. 9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet gazetesinde 
		yayınlanan İstanbul Defterdarlığı'nın satış ilanı, 16 Mayıs 1997 tarihli 
		Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ZDF muhabirinin Fatih Çarşamba 
		semtinde dövülmesi haberi, 27 Ocak 1985 tarihli Cumhuriyet'te yayınlanan 
		İstanbul Asliye 6. Hukuk Hakimliği ilanı gibi pek çok haber ve ilanda 
		adı geçen sokak isimleri kullanılıyor. 
		 
		İP'LİLERİN DEZENFORMASYONU DEŞİFRE OLDU 
		 
		Dezenformasyon yayınları ile bilinen İşçi Partisi yayın organı Aydınlık 
		gazetesi Fatih ile Beyazıt camilerine yönelik Çarşaf ve Sakal eylem 
		planlarında büyük bir çelişkiyi ortaya çıkardığını iddia etmiş, planda 
		yer alan 28 Şubat 2003 tarihinde yapılacak eylemlerde geçen 
		“Manyasizade” ve “Darüşşafaka” caddeleri isimlerinin İstanbul Büyükşehir 
		Belediyesi Meclisi kararlarıyla 2006'da verildiğini ileri sürmüştü. 
		Akit, Balyoz cuntasının ve medyadaki işbirlikçilerinin sık sık 
		dillendirdiği sözde büyük çelişkinin çirkin bir yalandan ibaret olduğunu 
		ortaya koyuyor. 
		 
		2006'DA VERİLDİĞİ İDDİA EDİLEN İSİMLER YILLARDIR KULLANILIYOR 
		 
		Sık sık Balyoz cuntası sanıklarına destek haberlerinin yayınlandığı 
		Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin arşivinde yer alan yüzlerce haber 
		ve ilanda, belirtilen sokak ve cadde isimlerinin geçtiği açıkça 
		görülebiliyor. 16 Mayıs 1997 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 1. 
		sayfasında yer alan “..savcılığa sevk edildi. 3 günlük operasyonlarda 88 
		kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Alman ZDF televizyonu için 
		Manyasizade Sokak'ta çekim yapmak isterken tartaklanan kameraman, olayı 
		eğlenceli bulduğunu söyledi..” şeklindeki haberde, aynı gazetenin 27 
		Ocak 1985 tarihli sayısında 2. sayfada yer alan “..İstanbul Asliye 6. 
		Hukuk Hakimliğinden 1984/286 Davacı Selahattın Akbayrak tarafından 
		davalı İsmail Hakkı Serim aleyhine açılan hükmen tescil davasında 
		Manyasizade Cad. No: 43 Çarşamba Fatih İstanbul adresinde bulunduğu 
		bildirilen davalı İsmail Hakkı Serim yapılan tebligatla gelmediğinden 
		gıyabında duruşmanın yürütülmesine karar verildiğinden, duruşma günü 
		olan 13 3 1985 günü saat 10'da duruşmaya..” ve yine aynı gazetede yer 
		alan 14 Mayıs 1979 tarihli “O. PAŞA Şükran (Cumhuriyet Meydanı, 17}, 
		Şifa (Küçükköy. G. O. Paşa Cad. 14/C) FATİH Yeni Işık (Çarşamba. 
		Manyasizade Cad. 65), Bal (Mıhcılor Cad. 33/60) Dinçer Millet Cad. 155/ 
		2), Esin (Haseki, Millet Cad. 219/1). Duygu (K. M. Paşa, Kocamustafapaşa 
		Cad. 202), Çınar (Küçükmustafapaşa Cad. 82) KADIKÖY Sevgi (Bahariye Cad. 
		37), Saray (Acıbadem, Saraylı Şemsibey Sok. 11/2)” şeklindeki haberlerde 
		sözde bilinmeyen Manyasizade Caddesi ismi kullanılıyor. 
		 
		MANYASİZADE CADDESİ AÇIKÇA GÖRÜLEBİLİYOR 
		 
		01 Mayıs 1966 tarihli Milliyet Gazetesi: “Polisi dövdükten sonra 
		tabancasını alıp kaçtı. Önceki gece sabaha karşı 34 FC 082 plakalı 
		otomobiline Necla Çığır adlı bir bar kadınını alan Şakir, Çarşamba 
		Manyasizade caddesinde şoför Kazım Kurtuluş'un arabasıyla karşılaşmış ve 
		aralarında yol verme hususunda tartışma çıkmıştır.” 
		 
		9 Temmuz 1970 tarihli Milliyet Gazetesi: Gazetede yayınlanan İstanbul 
		Defterdarlığı'nın satış ilanında ise “Durmuş Göksü, Fatih Vergi 
		Dairesine olan borcundan ötürü Manyasizade Cad. 43/2 Çarşamba sayılı 
		mahalde tartı hacze alınan yukarıdaki cins ve evsafı gösterilen eşyanın 
		14.7.1970 günü saat 14.00'de meskun mahalde 6183 sayılı amme 
		alacaklarının tahsili usulü hakkındaki kanunun hükümlerine tevfikan ve 
		peşin para ile satılacaktır” deniliyor. Yine yayınlanan 1970 tarihli 
		gazete ilanında haciz işleminin Manyasizade Caddesi'nde yapıldığı 
		görülüyor. (Yeni Akit)  
	 
		 
	O CD'nin kopyası Gölcük'ten çıktı 
		Taraf yazarı Alper Görmüş yazısında, Balyoz 
		sanıklarının delillerin sahte olduğuna dair iddialarının asılsız 
		olduğunu örneklerle açıklıyor. Sahte olduğu iddia edilen 11 nolu CD'nin 
		bir kopyasının Gölcük'ten çıktığını (1 nolu CD) hatırlatan Görmüş, bunun 
		o CD'nin sahte olmadığına dair çok kuvvetli bir delil olduğunu 
		vurguluyor. 
		 
		13.04.2012 12:39 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal 
		daha var (2).. Bir düzeltmeyle başlayacağım... Salı günkü yazımda 
		“gazetecinin, zihnindeki bir bilgiyi kontrol etmeden kullanması” diye 
		özetleyebileceğim bir gazetecilik tuzağına düştüm: Yazımın temel 
		iddiasına halel getirmese de, Balyoz davasının en önemli delillerinden 
		biri olan 11 No’lu CD’nin kayıp harddiskinin, Gölcük’teki Donanma 
		binasında yapılan aramada (6 Aralık 2010), istihbarat biriminin 
		döşemelerinin altında gizlenmiş yeni Balyoz belgeleri arasında 
		bulunduğunu yazdım. 
		 
		Oysa zihnimde kalana güvenmeyip iddianameye tekrar göz atsaydım, bu 
		bilginin doğru olmadığını görecektim. 
		 
		Peki, o koşulda, yazmakta olduğum diziyi kaleme almaktan vaz mı 
		geçecektim? Ya da “11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkilerini 
		Balyoz’cuların bilinçli bir şekilde yaratmış olabilecekleri” şeklindeki 
		iddiamı öne sürmeyecek miydim? 
		 
		Hayır, yazdığım her şeyi yine yazacaktım, çünkü 11 No’lu CD’nin 
		yazıldığı harddiskin Gölcük’te ortaya çıktığı doğru değildi ama, o 
		CD’nin bir kopyasının (1 No’lu CD) orada ele geçirilen çuvalların 
		içinden çıktığı gerçekti. 
		 
		Dikkat edilirse, geçen yazımda, iddiam açısından taşıdığı öneme rağmen 
		11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’te ele geçirildiğinden hiç söz 
		etmedim. Çünkü bu bilgi bir biçimde zihnimden uçmuş, yerine “Gölcük’te 
		11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk bulundu” bilgisi geçmişti. 
		 
		Fakat dediğim gibi: Geçen yazıya oturmadan önce kontrol edip bilginin 
		doğrusuna ulaşsaydım dahi, o yazıda ileri sürdüğüm bütün iddiaları 
		yanlış bilgi (“11 No’lu CD’nin yazıldığı harddisk Gölcük’te ele 
		geçirildi”) üzerinden değil, doğru bilgi (“11 No’lu CD’nin kopyası 
		Gölcük’te ele geçirildi”)üzerinden yine öne sürecektim. 
		 
		Şimdi sırasıyla geçen yazıda yanlış bilgiyi hangi bağlamda kullandığımı; 
		yazıda dile getirdiğim temel iddiamın ne olduğunu ve nihayet yaptığım 
		hatanın temel iddiama neden halel getirmediğini bu defa kopya CD 
		üzerinden anlatacak, ardından da geçen yazıda bıraktığım noktadan konuyu 
		işlemeye devam edeceğim. 
		 
		11 No’lu CD’nin kopyasının Gölcük’ten çıkmasının anlamı... 
		 
		Ben, 6 Aralık 2010’da Gölcük’te yeni belgeler bulunana kadar, işaret 
		edilen zamanlama çelişkilerinin 11 No’lu CD’nin sonradan üretilmiş 
		olduğu iddiasına çok ciddi bir argüman sağladığını düşünüyor, bunu da 
		yazılarımda belirtiyordum. 
		 
		Fakat ne zaman ki “sonradan üretilmiş” denen CD’nin aynısı (1 No’lu CD) 
		başka ve yeni belgelerle birlikte Gölcük’teki zulada ortaya çıktı, o 
		zaman 11 No’lu CD’nin darbecilerin öz malı olabileceğine dair kanaatim 
		güçlendi. 
		 
		Çünkü, bu yeni bulguyla birlikte, “zamanlama çelişkileri” mevzuunu 
		tartışan herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir sonuç çıkıyordu ortaya, 
		o da şuydu: 11 No’lu CD’yi kimler üretmişse, 1 No’lu CD’yi de aynı 
		kişiler üretmiştir. 
		 
		Neden “bir ihtimal daha olmalı” diye düşündüm? 
		 
		Bu mecburi kabulün, “11 No’lu CD bir çete tarafından sonradan 
		üretilmiştir” tezini savunanları tarifsiz bir zorluk içine soktuğu çok 
		açıktı. Çünkü iddialarını sürdürebilmeleri için, Gölcük’te askeri 
		istihbarat şubesinin tabanına gömülmüş olarak bulunan çuvalların 
		sahibinin de “çete” olduğunu söylemeleri gerekecekti. Nitekim tastamam 
		öyle yaptılar. 
		 
		Buna inanmak isteyen inanabilir, fakat ben bu kadarını artık zekama 
		hakaret sayıp, 11 No’lu CD’deki zamanlama çelişkileriyle, CD’nin 
		darbecilerin öz malı olduğu kabulünü uyumlu hale getirecek bir “model” 
		geliştirdim. 
		 
		Modelim, “Bir çete, 2009’da oturup 2003’e dair bir darbe senaryosu 
		yazdı” iddiasını öne sürenlerin “çetecilere” atfettikleri sahtekarlığın 
		aynısını Balyoz darbecilerinin uygulamış olabilecekleri esasına 
		dayanıyordu... 
		 
		Nasıl ki onlar, “Çete, bilgisayarda hazırladıkları her dosyanın üst 
		verilerini manuel olarak değiştiriyor, gerçekte 2009’da üretilen bir 
		dokümanı 2003’te üretilmiş gibi gösteriyordu” diyorlarsa, ben de şunu 
		diyordum: 
		 
		“11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin hafızasını her daim taze 
		tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan bilgileri sürekli 
		güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise bilgisayarın tarihini 
		bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye 
		ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre olduğunda, 
		‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey senaryo’ 
		iddiasını öne sürebilsinler...” 
		 
		Doğan ve Rodrik ne yazdılar? 
		 
		Görüldüğü gibi, benim “model”im bir iddia olarak meşruiyetini 2010’un 
		ocak ayında Taraf’a ulaştırılan Balyoz belgelerinin ikiz kardeşlerinin 
		aynı yılın aralık ayında Gölcük’te ele geçirilmesinden alıyor. 
		 
		Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in yazımın yayımlandığı gün bloglarında bana 
		verdikleri cevapta sadece “bu bilgi yanlış” deyip başka bir şey 
		dememeleri ve öne sürdüğüm “model”in ne olduğundan hiç söz etmemeleri de 
		doğrusu çok anlamlı geldi bana. 
		 
		Öyle yaptılar, çünkü onlar da gayet iyi biliyor ki 11 No’lu CD’nin 
		yazıldığı harddiskin Gölcük’te bulunduğu şeklindeki bilgi, evet 
		yanlıştır ama, bu, dile getirdiğim ihtimali dışlamaz. Doğan ve Rodrik, “Alper 
		Görmüş’ün uyduruk bilgi üzerine inşa ettiği yazısı” başlığını 
		kullanmışlar ama eleştirilerinde “uyduruk bilgi” üzerine neyi “inşa” 
		ettiğime hiç değinmemişler. 
		 
		Oysa, hazır bilginin “uyduruk” olduğu sabitken, onun üzerine “inşa 
		edilen” iddiayı da aktarıp muhatabınızı iyice “rezil etmek” münasip 
		olmaz mıydı? 
		 
		Acaba diyorum, böyle yapılmamasının nedeni, “inşa edilen” şeyin 
		telaffuzundan duyulan rahatsızlık olabilir mi? 
		 
		Benim, “Balyoz’daki zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım eski 
		bir yazıma ikilinin tepkisini hatırladığımda, bu soruya “olabilir” 
		cevabını veriyorum. 
		 
		Size de anlatayım... 
		 
		“Çelişkiler” üzerine eski tartışma... 
		 
		28 Aralık 2010 tarihli yazım, salı günü de ifade ettiğim gibi, benim 
		savcıların zamanlama çelişkilerine mutlaka “teknik” bir açıklama 
		getirmek zorunda oldukları yönünde yazılar yazdığım dönemin (yani Gölcük 
		buluntuları öncesi dönemin) son yazısıydı. O dönemde, “darbecilerin, 
		ellerindeki bazı listeleri güncellerken bilgisayarın tarihini bir 
		istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde manuel olarak eskiye 
		ayarlamış olabilecekleri” gibi bir düşünce aklımın ucundan bile 
		geçmiyordu. Nitekim 28 Aralık 2010 tarihli yazıda da şöyle demiştim: 
		 
		“Bildiğim kadarıyla, savcılar bu tuhaflığı ‘arşivlerin sürekli olarak 
		güncellenmesi’yle açıklama eğilimindedirler... Yani şöyle düşünüyorlar: 
		Balyoz belgeleri 2009’dan sonraki bir tarihte ‘çalındığında’, listeler o 
		günün taze bilgilerini içerecek şekilde ‘update’ edilmişti zaten.” 
		 
		Hemen ardından “Neden o dosyaların üstverilerinde ‘update’ edildikleri 
		tarihler değil de 2002-2003 tarihleri var” sorusunu soruyor, “zamanlama 
		çelişkileri”nin “güncelleme”yle açıklanamayacağını savunuyordum. 
		 
		Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in aynı gün bloglarında bana verdikleri 
		cevaptaki şu satırlar o zaman beni çok şaşırtmıştı: 
		 
		“Görmüş’ün tezine inanacak olursak (...) Tüm bu belgeler 2009 senesinde 
		‘çalınmadan evvel’ CD’ye kaydedildikleri zaman, CD’lerin oluşturulma 
		tarihi geriye alınıyor ve CD’lere günün tarihi yerine 2003’teki plan 
		seminerinin tarihi yazılıyor.” 
		 
		O dönemde aklımın ucundan bile geçmeyen, dolayısıyla yazılarımda ima 
		bile etmediğim bir “ihtimal”nasıl olmuştu da Doğan-Rodrik ikilisi 
		tarafından dile getirilmişti. Ben bugün bunu bir tür lapsusla (beynin 
		gizlemeye çalıştığını dilin faş etmesi) açıklayabiliyorum ancak. 
		 
		Bir ilginç nokta da şuydu bana verdikleri cevapta: İkili, öne sürdüğümü 
		öne sürdükleri iddiayla ilgili herhangi bir yorumda bulunmuyorlar, 
		sadece “Bu tuhaf senaryo gerçekleşmiş olsa dahi, belge ve CD’lerin 
		üstverileri değiştirilmiş olduğundan ve belgelerin gerçekte ne zaman en 
		son kaydedildiğini yansıtmadığından hukuki olarak delil kabul edilmeleri 
		zaten mümkün değil” demekle yetiniyorlardı. 
		 
		Balyoz davası sona yaklaşırken, 11 No’lu CD’deki zamanlama 
		çelişkilerinin darbeciler tarafından bilinçli bir biçimde oluşturulduğu 
		ihtimalini öne sürmek, bunları, “11 No’lu CD’nin sonradan üretildiği” 
		tezinin temel dayanağı olarak sunanların konforunu fena halde bozmuşa 
		benziyor. 
		 
		Ben şahsen verdiğim bu rahatsızlıktan dolayı hiç üzgün değilim! 
		 
		NOT. Gördüğünüz gibi geçen yazının sonunda vaat ettiğim şey bir sonraki 
	yazıya kaldı... Orada da dediğim gibi: Önümüzdeki yazıda, zamanlama 
	çelişkilerinin zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i 
	işaret ettiği iddialarının taşıdığı zayıflıklar üzerinde duracak ve böylece 
	öne sürdüğüm ihtimali tahkim etmeye çalışacağım." (Alper Görmüş 
		/ Taraf)  
	 
		 
		Sahte 
		delil çelişkileri 
		Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu 
		iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş yazısında, 
		zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş deliller gibi iddiaları 
		inceliyor. 
		 
		17.04.2012, 13:12
		Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var (3).. Bu 
		dizinin ilk iki yazısında, Balyoz davasındaki meşhur 11 No’lu CD’deki 
		zamanlama çelişkilerinin bir istihbarat yanıltmacası olabileceğini öne 
		sürmüş, şöyle demiştim: “11 No’lu CD darbecilerin öz malıdır. Darbenin 
		hafızasını her daim taze tutmak için CD’deki dosyalarda yer alan 
		bilgileri sürekli güncelliyorlardı. Yeni bir bilgi girdiklerinde ise 
		bilgisayarın tarihini bir istihbarata karşı koyma tekniği çerçevesinde 
		manuel olarak eskiye ayarlıyorlardı. Ki böylece, ola ki belgeler deşifre 
		olduğunda, ‘zamanlama çelişkileri’ni öne sürerek ‘her şey sahte, her şey 
		senaryo’ iddiasını öne sürebilsinler...” 
		 
		İddiamın meşruiyetini esasen, Taraf’a ulaştırılan belgeler arasında yer 
		alan 11 No’lu CD’nin kopyasının (1 No’lu CD) Gölcük’teki İstihbarat 
		Şubesi’nin döşemelerinin altındaki gizli bölmede bulunmuş olmasından 
		aldığını söylemiştim. Fakat bu iddiayı öne sürerken dayandığım bir başka 
		meşruiyet kaynağım daha var: 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin 
		zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret 
		ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar... Şimdi sıra onlara geldi. 
		Zamanlama çelişkilerine neden hep “listeler”de rastlanıyor? 
		 
		İddianın zayıf yanlarından biri şu: Bu türden zamanlama çelişkileri hep 
		Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) zaten tutulan ve sürekli olarak 
		güncellenen birtakım listelerde bulunuyor. Öyle olunca da, zamanlama 
		çelişkilerini “Darbenin hafızasını sürekli taze tutmak için TSK’da 
		üretilen listelerin güncellenmesiyle” açıklayanların elleri güçleniyor. 
		Oysa bu çelişkiler, davanın delilleri arasında yer alan birtakım “düz” 
		metinlerde de gösterilebilseydi, onlara dayanarak “çete” suçlamasında 
		bulunmak çok daha ikna edici olabilirdi. 
		 
		Aslında “zamanlama çelişkileri”nde böyle bir dönem de yaşadık... 
		Özellikle, Balyoz darbe girişiminin temel belgesi sayılan “Balyoz 
		Güvenlik Harekat Planı”ndaki (BGHP) kimi zamanlama çelişkileri, o 
		dönemde bazı gazetecileri çok heyecanlandırmıştı. BGHP’nin içinde 
		zamanlama çelişkisi bulmak ve böylece onun “sonradan üretilmiş” olduğunu 
		“ispatlamak” amacıyla gerçekleştirilen kazı çalışmasından devşirilen 
		argümanlar önce Pınar Doğan ve Dani Rodrik’in bloglarında, ardından 
		birlikte kaleme aldıkları Balyoz adlı kitapta ve nihayet bazı köşe 
		yazarlarının “vay canına!” efektli yazılarında yer aldı. 
		 
		Bu çelişkilerin içinde “en güçlüler” olarak sivrilen ikisi gazetelerin 
		ve köşe yazarlarının gözdesiydi. Ben, o günlerde kaleme aldığım 
		yazılarda ikisinin de geçersizliğini göstermiştim. Zaten uzun bir zaman 
		önce BGHP içinde “zamanlama çelişkisi” bulma çabasından vazgeçildi ve 
		TSK’da sürekli olarak tutulup güncellendiğini bildiğimiz “listeler”deki 
		zamanlama çelişkileri üzerine yoğunlaşıldı. 
		 
		BGHP’deki zamanlama çelişkileri... 
		 
		Balyoz darbe planının temel belgesinde yer alan ve bir zamanlar üzerinde 
		fırtınalar kopartılan iki “büyük” zamanlama çelişkisinin ne olduğunu 
		hatırlayalım... Bunlardan ilki önce Doğan ve Rodrik’in bloglarında, 
		ardından internet sitelerinde yer aldıktan sonra 3 Ağustos 2010 tarihli 
		Milliyet’te birinci sayfa haberi olarak zuhur etti: “Balyoz’da ‘Ege 
		Ordusu’ bilmecesi...” Ayrıntılarda da şunlar vardı: 
		 
		“Aralarında muvazzaf subay ve generallerin de bulunduğu 196 kişi 
		hakkında dava açılmasına dayanak olan ve 2002 yılında hazırlandığı ve 
		2003 yılında düzenlenen toplantıda ele alındığı öne sürülen ‘Balyoz 
		Güvenlik Harekat Planı’ adlı belgede ‘Ege Ordusu Komutanlığı’nın da adı 
		yer alıyor. Fakat bu komutanlığın adı 2007 yılına kadar ‘Ege Ordu 
		Komutanlığı’ idi. Yani planın hazırlandığı dönemde ‘Ege Ordu 
		Komutanlığı’ olarak geçen birimin adı beş yıl sonra değiştirilmiş olan 
		haliyle; ‘Ege Ordusu Komutanlığı’ olarak yer aldı.” Yani: Bu Balyoz 
		Güvenlik Harekat Planı denen belge 2007’den sonra hazırlanmıştır, yani 
		kurgudur. 
		 
		Haberi okuyunca ilk iş olarak Google’a girdim, arama butonuna “Ege 
		Ordusu Komutanlığı” yazdım ve adının 2007’de resmen böyle 
		değiştirilmesinden önce de komutanlığın zaman zaman bu adla anılıp 
		anılmadığını kontrol ettim. Yarım saat içinde derlediğim bilgiler hiç 
		fena değildi: Anadolu Ajansı’nın 2006 şura atamalarını duyurduğu bir 
		haberinde (Hürriyet ve Sabah, 4 Ağustos 2006): Milli Savunma 
		Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan bir ihale ilanında (30 Eylül 
		2005): Hakkı Devrim’in Radikal’deki iki makalesinde (22 Eylül 2002 ve 15 
		Mayıs 2004) Ege’deki ordunun adı “Ege Ordusu Komutanlığı” diye 
		geçiyordu. Daha da ilginci, 2004’te “Ege Ordu Komutanı” olan Orgeneral 
		Hurşit Tolon’un, başında bulunduğu komutanlıktan “Ege Ordusu 
		Komutanlığı” diye söz etmesiydi. Böylece bu tez çökmüş oluyordu. 
		 
		BGHP içinden gösterilen ikinci “çelişki” ise ilk bakışta daha da 
		çarpıcıydı... “2005’teki konuşma, 2002’deki metinde ne arıyor?” 
		 
		BGHP içinde bir de mini ekonomi programı yer alıyordu. Doğan-Rodrik 
		ikilisi, bu programın ulusalcı-İslamcı-askerci (garip ama gerçek) bir 
		iktisatçı olan Haydar Baş’ın 2005’teki Milli Ekonomi Kongresi’nin 
		kapanışında yaptığı konuşmayla taşıdığı büyük benzerliklere dikkat 
		çektiler ve yine aynı sonuca vardılar: 2005’te yapılmış bir konuşma 
		2002’de oluşturulduğu söylenen bir belgede yer alamayacağına göre, belge 
		2005’ten sonraki bir tarihte oluşturulmuştur, yani bir “sahtekarlar 
		çetesi”nin işidir. 
		 
		İddia ciddiydi, BGHP belgesini inceleyen askeri bilirkişi, iki metin 
		arasında tam 25 paragraflık bir benzerlik saptayınca daha da ciddi bir 
		hal almıştı. Gerçekten de neredeyse birebir aynıydı paragraflar... 
		 
		Ben ne yaptım? Oturdum, bu 25 paragrafı karşılaştırdım ve şu iki noktayı 
		saptadım: 
		 
		Birincisi: Benzerlik taşıyan 25 paragrafın tümü 2002 sonrasına referansı 
		olmayan paragraflardı. Oysa 2005’teki konuşmanın (ki 100 paragraf 
		civarındaydı) öbür bölümlerinde 2002 sonrasına referans veren 
		paragraflar vardı. 
		 
		İkincisi: 2005 tarihli konuşmadaki bazı rakamlar, BGHP içindeki 
		karşılıklarının güncelleştirilmiş halinden ibaretti. Şunlar gibi: 
		 
		2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Ülkemizin iç ve dış 
		borçları 250 milyar doları bulmuş, yeraltı ve yerüstü kaynakları 
		yabancılara satılmış, ülke yönetimi IMF, Dünya Bankası ve AB’ye teslim 
		edilmiş, üretim neredeyse sıfırlanarak...” 
		 
		2005 tarihli konuşma: “Ülkemiz, iç ve dış borçları 400 milyar dolara 
		baliğ olmuş, ekonomi yönetimi IMF’ye teslim edilmiş, üretimini nerdeyse 
		sıfırlamış...” 
		 
		2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekat Planı: “Günümüzde kapitalist sömürü 
		yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin 
		yüzde 60’ı 500 büyük şirketin elindedir.” 
		 
		2005 tarihli konuşma: “Yeni dünya düzeninde sömürü yönteminin adı ve 
		adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin yüzde 65’ini 500 
		büyük şirket denetlemektedir.” 
		 
		Bir “çete” bu kadar salak olabilir mi? 
		 
		Şimdi: İddia edildiği gibi, bir “çete” 2009’da oturup 2002-2003’e dair 
		bir “darbe senaryosu” yazdıysa ve yine iddia edildiği gibi 
		hazırladıkları temel belgede 2005’te yapılmış bir konuşmayı 
		kullandılarsa, rakamlardaki bu “düzeltme”yi nasıl açıklayacağız? 
		 
		“Çete” şöyle mi akıl yürütmüştür: “Biz 2005’teki bu konuşma metnini 
		kullanıyoruz ama, ona sanki 2002’de yazılmış süsü verebilmemiz için a) 
		2005’e dair rakamları 2002’ye göre ‘düncellemeliyiz...’ Ayrıca, 2002 
		sonrasına referans veren bütün rakamlardan da arındırmalıyız.” 
		 
		Niye ki? Sözünü ettiğimiz şey altı üstü iki sayfalık klişe bir ulusalcı 
		ekonomi deklarasyonu değil mi ki “çete” oturup kendi metnini yazmamış 
		da, ona harcayacağı zamanı, metni “düncellemeye” ayırıp, tuzak kurmaya 
		çalıştıklarının eline bu kadar büyük bir koz vermiş? 
		 
		Bu saçmalığı siz de zekanıza hakaret sayıyorsanız, size iki alternatifli 
		bir izah getireceğim, artık hangisini isterseniz: 
		 
		a) Haydar Baş 2005’teki konuşma metnini, 2002’den önce yazdığı bir metni 
		genişletip güncelleyerek oluşturmuştur. Balyoz darbecileri de 2002’de 
		onun ilk versiyonundan yararlanmışlardır. 
		 
		b) Balyoz darbecilerinden biri, oluşturdukları “ekonomi programı”nı 
		2002-2003’ten sonraki bir tarihte Haydar Baş’a iletmiştir. O da 
		metindeki eski rakamları güncelleyerek ve birtakım ilaveler yaparak 
		2005’te konuşma metni haline getirmiştir. (Nasıl olsa gizli belge, kim 
		bilecek?) 
		 
		Haydar Baş’ın askerlerle muhabbetini düşündüğümüzde insanın aklına başka 
	ihtimaller de geliyor ama, bunlara şimdilik girmeyelim." (Alper 
		Görmüş / Taraf)  
	 
		 
		Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal daha var 
		Taraf'tan Alper Görmüş, Balyoz davasındaki delillerin sahte olduğunu 
		iddia edenlerin iddialarını çürütmeye devam ediyor. Görmüş, yazı 
		dizisinin son bölümünde, zamanlama çelişkileri, çete, sonradan üretilmiş 
		deliller gibi iddiaları inceliyor. 
		 
		20.04.2012 12:03 Alper Görmüş (Taraf): "Balyoz çelişkileri: Bir ihtimal 
		daha var (4).. Başta meşhur 11 No’lu CD olmak üzere Balyoz 
		belgelerindeki “zamanlama çelişkileri” üzerine kaleme aldığım dizinin 
		sonuna geldik. Geçen yazıda, 11 No’lu CD’deki “zamanlama çelişkileri”nin 
		zorunlu olarak “çete”yi ve “sonradan üretilmiş deliller”i işaret 
		ettiğine dair iddianın taşıdığı zayıflıklar üzerinde durmaya başlamış, 
		bugün devam edeceğimi söylemiştim. 
		 
		Öncelikle, bütünüyle geçmişe dair bir senaryo yazmak üzere 
		bilgisayarlarının karşısına geçen“çete”nin en dikkatli olması gereken 
		noktada nasıl bu kadar çok “zamanlama hatası” yapabildiğinin üzerinde 
		durmak isterim. Meşhur “listeler” üzerinden gidelim ve yapılan hatanın 
		niteliksel olarak nasıl bir şey olduğunu daha net olarak görebilmek için 
		konu dışı bir örnek üzerinde duralım... 
		 
		Diyelim “A” futbol takımından beş kişilik tribün liderleri grubu, gıcık 
		kaptıkları “B” futbol takımının tribün liderlerinden birine bir tuzak 
		hazırlasınlar... Kurguladıkları senaryo, “B”li tribün liderinin “A” 
		takımının oyuncularından birine beş yıl önce bir suikast hazırladığı 
		temel iddiasına dayansın. Bu amaçla, guya suçlayacakları kişinin 
		bilgisayarından çıkmış bir “A” takımı oyuncuları listesi 
		hazırlasınlar... 
		 
		Şimdi: Böyle bir planı hazırlayan grubun en fazla dikkat edeceği husus, 
		listenin beş yıl önce “A” takımında oynayan futbolculardan 
		oluşturulmasıdır, öyle değil mi? Fakat ne oluyor? Bizim beş kafadarlar, 
		11 kişilik listeye iki tane de “A” takımına iki ya da üç yıl sonra 
		transfer edilecek olan futbolcu ekliyorlar. 
		 
		O kadarla da kalmıyorlar, mesela saldırıdan sonra suikastçının kaçıp 
		sığınacağı “B” takımının tesislerinin sözde “suikastçının elinden çıkmış 
		krokisi” de, takımın daha bir yıl önce açılışı yapılmış tesislerini 
		işaret ediyor. 
		 
		Şimdi konuya biraz daha yaklaşalım ve 2010’da kaleme aldığım “zamanlama 
		çelişkileri” yazılarımdan birinde başvurduğum daha konuya yakın bir 
		örneği hatırlayalım... Biliyorsunuz, planlarda yasaklanacak gazeteler, 
		gözaltına alınacak gazeteciler falan da var. 
		 
		Diyelim Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kuran “sahtekarlar çetesi” bir 
		de “Hapse atılacak Hürriyet yazarları” (!) listesi oluşturmuş olsunlar. 
		Unutmayın, 2009’dayız ve 2002-2003’e dair bir senaryo yazılıyor... 
		“Çete” elemanları açıyorlar önlerine 2009’da Hürriyet’te yazmakta olan 
		yazarlar listesini, aralarından 15-20’sini işaretliyorlar... Ve 
		akıllarına bunların 2002-2003’te de Hürriyet’te yazıp yazmadıklarını 
		kontrol etmek gelmiyor... Ve iş mahkemeye düşünce de “darbe sulandırma 
		uzmanları”na gün doğuyor: “Salaklara bak lan, Ahmet Hakan bile var 
		listede!” 
		 
		-Üstelik ellerinde eski tarihli listeler var!- 
		 
		“Çete”nin bu kadar basiretsiz olmasına inanmamızı daha da zorlaştıran 
		bir nokta da şu: Yukarıdaki muhayyel örneklerde, bugünden geriye bakıp 
		beş yıl, 10 yıl önceki dönemlere ait yepyeni listeler hazırlanıyordu... 
		 
		2009’da oturup 2002-2003’e dair bir senaryo yazan “çete”nin elinde ise 
		zaten 2002-2003 tarihli eski listeler var... Fakat nasıl oluyorsa 
		oluyor, “çete” üyeleri bu listelere sonraki tarihlerde ortaya çıkan, 
		kurulan, ismi değiştirilen birtakım yeni gazeteler, firmalar vb. ekliyor 
		ve daha sonra polise ihbar etmek üzere (yoksa “çete” bizzat polis 
		miydi!) bunları bir yerlere zulalıyorlar. 
		 
		Hadi, bugünden düne dair yepyeni listeler hazırlanacaksa, yani işe 
		sıfırdan başlanacaksa hata yapılabileceğini kabul edelim... İyi de, 
		elinizde zaten eski tarihli listeler varsa ve siz o tarihlere dair bir 
		senaryo hazırlıyorsanız, niye yenileyesiniz bu listeleri? Bu işte bir 
		parçacık olsun mantık var mı? 
		 
		İşte beni bu türden mantıksızlıklar mahvetti ve sonunda zamanlama 
	çelişkilerinin muhayyel bir“çete”nin salaklıklarının değil, Balyoz’cuların 
	bilinçli müdahalesinin ürünü olma ihtimaline dayanan kendi “model”imi 
	geliştirdim. Takdir sizin." (Alper 
		Görmüş / Taraf)  
	 
	 
	Sütten 
		çıkmış ak kaşık değiller 
		Ergenekon ve Balyoz davalarında sona yaklaşılıyor. Hakim ve savcılar 
		konuşamadığı için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında 
		kendilerini aklamaya çalışıyor, delillerin sahte olduğunu, suçsuz yere 
		yargılandıklarını ileri sürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde 
		sonuçlanan fuhuş ve casusluk davası buna ilginç bir örnek. 
		Fuhuş ve casusluk suçlarının ispatlanamadığı davada, TSK'nın gizli 
		bilgilerini çalan bir örgüt tespit edildi. Sanıklar bu suçtan ceza aldı. 
		Ama bazı medya işin bu kısmını görmeyerek sanıkların suçsuz yere 
		yargılandığını açıkça iddia edebildi. Sanık ve onları savunan medyanın 
		bu şaşkınlığına Sabah yazarı Nazlı Ilıcak tepki gösteriyor. 
		 
		08.08.2012 10:34 Nazlı Ilıcak (Sabah): Sütten çıkan ak kaşık değil 
		herkes.. Davalarda sona yaklaşılırken, askeri müdahale iddialarını 
		yalanlama kampanyası da şiddetlendi. Hakim ve savcılar konuşamadığı 
		için, avukatlar ve sanık yakınları kamuoyu vicdanında kendilerini 
		aklamaya çalışıyor. Peşinen söyleyeyim, yargıya intikal etmiş davalarda 
		haksızlığa uğrayanlar mutlaka mevcuttur. Çok büyük çoğunluğun Ergenekon 
		paketi içinde toptancı bir zihniyetle yargılanması da doğru değil. Ama 
		sanki askerler hiçbir şey yapmamış, birileri onlara komplo kurarak Türk 
		Silahlı Kuvvetleri'ni zaafa düşürmek istemiş gibi hikayeler inandırıcı 
		olmuyor. Bu ordu 2 darbe yaptı; 2 defa da hükümeti devirdi; 12 Mart'ta 
		muhtıra yoluyla; 28 Şubat'ta perde arkasından yürüttüğü baskılarla. 
		 
		* Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o 
		tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30 
		Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu 
		bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan, 
		Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır. 
		İhtilale hazırlanıyorlar." 
		 
		Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, 5-7 Mart 2003 tarihli Plan 
		Semineri'nin kurallara uygun olarak oynanmadığını açıkladı. Zaten gerçek 
		isimlerin kullanıldığı o Harp Oyunu'nda, bir "Milli Mutabakat Hükümeti" 
		kurulmasından da söz ediliyor. Çetin Doğan, "jenerik senaryo" kılıfı 
		altında "Genelkurmay Başkanı'na, ültimatom ver; bu işin sonu b... ktur, 
		deriz" bile diyor. Sırf ismi çeşitli listelerde yer aldı diye bazı 
		askerlerin Balyoz'dan yargılanması doğru olmayabilir. Ama kimilerini de 
		"sütten çıkan ak kaşık" gibi göstermek yanlış. 
		 
		* Aynı şeyi İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nı hazırlayan Dursun Çiçek 
		için de söyleyebiliriz.
		Bir süredir meseleye temas etmiyordum. Fakat kamuoyunu yönlendirme 
		çabaları karşısında bazı gerçekleri anlatma lüzumunu hissettim. Bir kere 
		İrtica ile Mücadele Eylem Planı'ndaki o imzanın Dursun Çiçek'e ait 
		olduğu, TÜBİTAK, Emniyet ile Jandarma Kriminal ve Adli Tıp tarafından 
		belirlendi. Ayrıca, Gölcük Donanma Komutanlığı'nda, parke altında ele 
		geçen bilgisayar hard diskinde (5 nolu), -polis raporuna göre oluşturma 
		tarihi 2 Mart 2008, son erişim tarihi 21 Mart 2009 olan- "Proje" isimli 
		bir belge var. "Proje" bir taslak metin; İnternet Andıcı ve İrtica ile 
		Mücadele Eylem Planı, makamdan Proje'ye onay alındıktan sonra 
		hazırlanmış. "İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın 2009 tarihini 
		taşıdığını nereden biliyorsunuz?" diye sordu İrem Çiçek Haber Türk'te. 
		Proje'nin tarihi belli: Son kayıt 21 Mart 2009. Elde başka hiçbir delil 
		bulunmasa bile, bu yeterli değil mi? 
		 
		Askerlere ait internet sitelerinde, kara propaganda haberleri yapılmadı 
		mı? Zaten İrtica ile Mücadele Eylem Planı da, internet siteleri gibi, 
		çeşitli yöntemlerle hem hükümeti, hem de Gülen Cemaati'ni yıpratmayı 
		hedefliyor. Daha önce de, sözde Şemdin Sakık'ın ifadelerine dayanılarak 
		hazırlanan bir başka andıç yok muydu piyasada? Kısacası, "Biz böyle 
		şeyler yapmayız. Sütten çıkmış ak kaşığız" söylemi hiç, ama hiç 
		inandırıcı değil. 
		 
		-Fuhuş ve casusluk- 
		 
		Kimi köşe yazılarında yargılanan askerlerin fuhuş ve casusluktan ceza 
	almaması, suçsuz yere haklarında dava açılmış gibi sunuluyor. Oysa fuhuş ve 
	şantajdan dolayı ceza almamaları, şikayetçi bulunmamasından kaynaklanıyor. 
	Yoksa elde çok sayıda kişinin özel hayatını gösteren görüntüler ve belgeler 
	var. Ayrıca, devletin güvenliğine ilişkin belgeler de gene bu kişilerde ele 
	geçti. Bunların askeri casusluk amacıyla kullanıldığına dair delil 
	bulunamadı. Belgelerin mevcudiyetinden dolayı mahkümiyet aldılar ama o 
	belgelerle, tehdit, şantaj yaptıklarına ya da bu bilgilerden casusluk 
	amacıyla yararlandıklarına ilişkin kanıt ele geçirilemedi. Muhtemelen 
	mağdurlar, daha büyük bir rezalet çıkmasın diye şikayette de bulunmayınca, o 
	iddialar düştü. Beni üzen nokta, bazı meslektaşlarımızın tavrı. "Bak bir şey 
	yokmuş; suçsuz yere yargılanmışlar" havasını basmak bence çok ayıp. (Sabah)  
	 
	 
	
	Balyoz'a 
		şok tanık: 66. 
		Zırhlı Tugay hazırdı 
		2005 yılında TSK'dan ihraç edilen ve Balyoz 
		davasına müdahil olarak katılması kabul edilen Astsubay Mesut Göğebakan, Balyoz darbe planıyla ilgili 
		bildiklerini anlattı. '1. 
		Ordu'da görev yapan herkesin plandan haberi vardı.' 
		diyen Göğebakan, 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u hayata geçirmek için 
		hazır tutulduğunu söyledi ve ekledi: 'Eğer Çetin Doğan 2003 yılında kalp 
		krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak gerçekleşmiş olacaktı.' 
		 
		26.12.2010 13:14
		Camilerin bombalanması ve Ege'de Türk jetinin düşürülmesi gibi kanlı 
		eylemler içeren Balyoz darbe planıyla ilgili eski Astsubay Mesut 
		Göğebakan önemli açıklamalarda bulundu. 
		Planın hazırlandığı dönemde Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 1'inci Ordu 
		Bölge Muharebe Birliği'nde görevli olan Göğebakan "Eğer Çetin Doğan 2003 
		yılında kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak 
		gerçekleşmiş olacaktı." 
		dedi. 
		 
		-Çetin Doğan'ın darbe planını 1. 
		Ordu'da herkes biliyordu- 
		 
		1. 
		Ordu'da Balyoz darbe seminerine benzer birçok toplantının yapıldığını 
		anlatan eski astsubay, bu toplantılara bütün askeri personelin 
		katılımının zorunlu olduğunu söyledi. 
		Ayrıca, 52'nci Zırhlı Tümen'e bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'ın Balyoz'u 
		hayata geçirmek için hazır tutulduğunu ifade etti. 
		"Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes 
		biliyordu. Karargahta 
		görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, 
		darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyede 
		bulunduklarını anlatmıştı." 
		diyen Göğebakan, emekliye ayrılan Doğan'ın yerine geçen Hurşit Tolon'un 
		da aynı hevesle çalışmalar yaptığını vurguladı. 
		 
		-Balyoz davasında içeriden tanıklık yapacak- 
		 
		Ağustos ayında 
		mahkemenin Balyoz iddianamesini kabul etmesinden hemen sonra müdahillik 
		dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderen Göğebakan, bunu 
		öğrenen bazı askeri yetkililerin "Neden müdahil oldun?" ikazında 
		bulunduğunu ifade ediyor. 
		Göğebakan, Balyoz sanıklarının dış uzantılarının müdahilliklerini 
		engellemeye çalışmalarının delilleri karartma niteliği taşıdığını 
		savunuyor. Gaziantep'te 
		avukatlık yaparak hayatını devam ettiren Göğebakan, cübbesiyle 
		katılacağı davada atılacaklar listesinde adı geçen arkadaşları adına da 
		hukuk mücadelesi vereceğini söylüyor.
		 
		 
		-66'ıncı Zırhlı Tugay'ın başka görevi yoktu darbe içindi- 
		 
		Çetin Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu Karargahı'ndaki 
	herkesin bildiğini aktaran Göğebakan, "Karargahta görevli bir arkadaşım, 
	bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret ederek, darbeyi hiyerarşik yapı 
	içerisinde yapması gerektiği yönünde tavsiyeler verdiğini anlatmıştı." 
	diyor. İstanbul'da konuşlu bulunan Sarıgazi ve Hadımköy EMASYA alay 
	komutanlıklarının 66'ıncı Zırhlı Tugay'a bağlı olduğunu belirten Göğebakan, 
	tugaya bağlı birliklerin ne taarruz ne de savunmaya yönelik hiçbir görevi 
	olmadığını ve darbe girişiminde kullanılmak üzere hazır tutulduğunu iddia 
	ediyor. Göğebakan, "TSK içerisinde pazartesi toplantıları çok önemlidir. Bu 
	toplantılarda genel olarak birliklerin eksikleri üzerine konuşmalar 
	yapılırdı. Fakat 2002 yılından itibaren artık bu konuşmaların yerini siyasi 
	ve ideolojik söylemler aldı." diyor. (Zaman)  
	 
		 
	
	Balyoz 
		tanıkları: Hazırlıkları biliyorduk 
		'Balyoz' darbe hazırlığına şahit olan tanıklar iddiaları doğruluyor. 
		İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin 
		bulunduğu bir liste hazırlamıştı. 
		Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu. 
		Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, '2003 yıllarında siyasete bir 
		müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk' derken, aynı 
		tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak 
		işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin de, 'Subaylar arasında siyasi 
		iradeye müdahale edileceği konuşuluyordu' diyor.
		 
		 
		30.12.2010 10:17
		'Balyoz' planı, gerçekleştirilmesi istenen darbenin ardından bazı 
		subayların da TSK'dan tasfiye edilmesini öngörüyordu. 
		İddianameye göre, cuntacılar, 823 subay ve astsubayın isimlerinin 
		bulunduğu bir liste hazırlamıştı. 
		Söz konusu listede ismi bulunan askerler Zaman'a konuştu. 
		Eski Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, "2003 yıllarında siyasete bir 
		müdahale olacağını ve tasfiye edilecekleri biliyorduk." 
		dedi.  
		 
		-Komutan, hükümetin 6 ay ömrünün kaldığını söylüyordu- 
		 
		2000-2003 
		yılları arasında 65'inci Mekanize Piyade Tugayı 4'üncü Bölük komutanı 
		olarak görev yapan Kıdemli Yüzbaşı Mehmet Apaydın, Balyoz sanığı Tugay 
		Komutanı Tuğgeneral Selim Erkal Bektaş'ın AK Parti'nin tek başına 
		iktidar olmasını hazmedemediğini birçok toplantıda dile getirdiğini 
		söylüyor. Bektaş'ın 
		eğitim seminerlerinin sonunda siyasi iradeyi şiddetle eleştirdiğine 
		şahit olduğunu aktaran Apaydın, "AK Parti hükümetinin 6 ay ömrü 
		kaldığını söylerdi." 
		diyor. Tugay Komutanı 
		Bektaş'ın darbeci söylemlerine karşı olumlu görüş beyan etmediği ve 
		muhafazakar bir kişiliğe sahip olduğu için hedef seçildiğini ifade eden 
		Apaydın, Bektaş'ın kendisine, "Ben buradan ayrılmadan seni kapı dışarı 
		edeceğim." dediğini 
		belirtiyor. 2003 yılı 
		başlarında Tuğgeneral Bektaş'ın sık sık İstanbul'da seminer 
		toplantılarına katıldığını anlatıyor. 
		Dönüşünde siyasi iradenin ülkeyi kaosa sürükleyeceğine yönelik 
		konuşmalar yaptığını vurguluyor. 
		O dönemde yeni bir 28 Şubat süreci yaşanacağı kanısının subaylar 
		arasında yüksek olduğuna dikkat çeken Apaydın, Tugay komutanının 
		kendisine itaat edecek subaylar seçerek yeni görevlendirmeler yaptığını 
		söylüyor.  
		 
		-Subaylar arasında darbe yapılacağı konuşuluyordu- 
		 
		Yine aynı 
		tugayda görevli olan ve Balyoz harekat planında sakıncalı olarak 
		işaretlenen eski Üsteğmen Bülent Tekin, Balyoz seminerlerinin yapıldığı 
		tarihlerde davet edilmediği özel toplantılar yapıldığını belirtiyor. 
		O toplantıların içeriğinin eğitim seminerlerine yansıdığını kaydeden 
		Tekin, "Subaylar arasında siyasi iradeye müdahale edileceği 
		konuşuluyordu." diyor. 
		Askerin psikolojik olarak darbeye hazır hale getirilmeye çalışıldığını 
		ifade eden Tekin, Tugay Komutanı Bektaş'ın ülkenin bu şekilde 
		yönetilmeyeceğini söyleyerek askeri etkilediğini vurguluyor.
		 
		 
		-Vural Savaş 66. Tugay'a sık sık gelir konuşma yapardı- 
		 
		1. Ordu Komutanlığı'na bağlı 66'ncı Zırhlı Tugay'da 2001-2007 yılları 
	arasında astsubay olarak görev yapan Mehmet Ali Coşar, Balyoz seminerleri 
	gibi birçok seminerin yapıldığını, bu çalışmaların askeri personel arasında 
	normal karşılandığını savunuyor. Coşar, darbe planlarının hazırlanmasında 
	derin devletin aktif rol aldığını iddia ediyor. Tugayın ihtiyaç halinde 
	kullanılacak birliklerden oluştuğunu söyleyen Coşar, EMASYA birliklerinin 
	66'ncı Zırhlı Tugay'a bağlı olarak faaliyet yürüttüğünü ifade ediyor. Eski 
	Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın sık sık tugaya geldiğini ve 
	iktidar karşıtı konuşmalar yaptığını belirtiyor. (Zaman)  
	 
		 
	
	Örnek'ten 
		Yalman'a suçlama 
		Balyoz davasında esas hakkındaki mütalaaya karşı son 
		savunmasını yapan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı 
		Özden Örnek, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a 
		suçlamalarda bulundu. Davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında 
		'seminer ses 
		kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç 
		Yalman'dan öğrendiğini söylediğini' belirten Örnek, ne mahkeme heyetinden 
		bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile 
		sormadığını dile getirdi. 
		 
		31.08.2012 12:22 'Balyoz Planı' davasının 104. duruşmasında tutuklu 
		sanık eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, esas hakkındaki mütalaaya karşı 
		son savunmasını yaptı. Kasım 2002-Ağustos 2003 döneminde TSK içerisinde hiyerarşi dışı 
		bir darbeye teşebbüs hareketi olmadığını ifade eden Örnek, iddia makamı 
		tarafından bu amaca yönelik olduğu kabul edilen sayısal dosyaların sahte 
		olduğunu savundu. 
		 
		İddia makamına göre sadece sanıkların bilmediği konular için bilirkişiye 
		gereksinim olduğunu belirten Örnek, dosyada 30 bilirkişi raporu ve uzman 
		görüşü bulunduğunu anlattı. Örnek, Gölcük belgeleriyle ilgili bilirkişi 
		raporunun mahkemeye gelişinin bir trajikomedi olduğunu ifade ederek, 14 
		Ocak 2011'de tamamlanan raporun mahkemeye 24 Mart 2011'de ulaştığını 
		söyledi. Raporun CMK 250. maddeyle ilgili yetkili savcılık tarafından, 
		tutuklamaların yaşandığı 11 Şubat 2011 tarihine kadar mahkemeye 
		gönderilmediğini dile getiren Örnek, "Soruşturma savcıları kendi 
		lehlerine gördükleri Ahmet Erdoğan'ın raporunu bir veya iki gün içinde 
		1. Ordu Komutanlığı'ndan aldırmışlardır. Ama iş sanıkların lehine olan 
		bir raporu aldırtmaya gelince kaplumbağa kurye olarak seçilmiştir. Eğer 
		rapor 11 Şubat 2011 öncesi gelseydi tasarlanan tutuklama 
		gerçekleşemezdi" diye konuştu.  
		 
		Bilirkişi raporlarına ayrıntılı bir şekilde değinen Örnek, TÜBİTAK 
		çalışanlarının bilirkişi olmasının CMK'ya aykırı olduğunu, TÜBİTAK 
		bilirkişilerinin yasal olmayan şekilde seçildiğini anlattı. Mütalaadaki 
		"Belgelerin tamamı 2003 yılı ve öncesine ait" sözüyle ilgili bilirkişi 
		raporlarında bir tespit olmadığını ifade eden Örnek, "İddia makamının 
		bahse konu olan iddiası kanıtsız ve dayanaksızdır. Bilirkişi raporları 
		kasten çarpıtılmıştır. Çarpıtmayı kim yapmıştır? Bu ifade, Yurt Atayün (eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü) tarafından kullanılmıştır. 
		Tamamen asılsız ve uydurma bir ifadedir. Ama bizim muhatabımız 
		iddianamenin altında imzası olanlardır. Kendini özel yetkili savcı sanan 
		polisler değil" dedi. 
		 
		-TÜBİTAK raporları- 
		 
		Örnek, dosyadaki iki TÜBİTAK raporuna değinerek, TÜBİTAK ile ilgili de 
		şu eleştirilerde bulundu: "Bu kurumun içine siyaset bulaşmıştır. Kendi 
		dergilerinin kapağına evrim teorisi mizansenini koyamamışlardır. Evrim 
		teorisine inanmıyorlarsa bilimsel bir kurum değildir, inanıyorlarsa 
		konmaması için siyasi baskı vardır. TÜBİTAK'ın bilimsel kalitesi ise 
		alanına göre tartışılır. Bir kurumun bilimsel kalitesini söyleyebilmek 
		için onunla iş yapmak gerekir. Bu kuruluşa 30'u aşkın proje verdim ve 
		bir kısmının sonuçlarını aldım. Acaba iddia makamı kaç adet proje verdi? 
		Eğer cevap hiç ise söylenti üzerine iddia inşa edilir mi? Size bildik 
		bir lisandan söyleyeyim, kasaptan iyi fırıncı olmaz." 
		 
		TÜBİTAK raporlarında açık bir şekilde eksiklik ve yanlışlıkların, hatta 
	aldatmacaların olduğunu ileri süren Örnek, TÜBİTAK raporlarına itiraz 
	ederek, mahkemeden bunların kabul edilmemesini istedi. (Cihan,
		
		DHA,
		
		Cnnturk) 
		 
		Örnek, mahkemenin 31 tanık dinlediğini, bunlardan Gölcük Donanma 
		Komutanlığı'nda ele geçirilen belgelerle ilgili beyanda bulunan 7'sinin, 
		sanıkların aleyhine tek bir kelime dahi etmediklerini söyledi.  
		 
		Tanık Melek Üçtepe'nin 11, 16, 17 No'lu CD'ler için ''Bizim arşivimize 
		ait değildir. Üzerine arşiv no verilmemiş CD arşive giremez'' dediğini 
		hatırlatan Örnek, 11, 16, 17 No'lu CD'lerin üzerinde arşiv numarası 
		olmadığını, tanığın beyanları dikkate alındığında bu CD'lerin kesinlikle 
		1. Ordu Komutanlığı'nın arşivine ait olmadığını vurguladı.  
		 
		Eski Genelkurmay başkanları emekli orgeneraller Yaşar Büyükanıt ve İlker 
		Başbuğ'un duruşmada tanık olarak dinlenildiğine atıfta bulunan Örnek, 
		''Her iki orgeneralin ifadeleri Aytaç Yalman'ın alınamayan ifadesi kadar 
		önemlidir. 2003 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı (Yalman) ve Genelkurmay 
		Başkanının (Hilmi Özkök) haberi olduğu bir darbe teşebbüsü olsaydı bu 
		iki orgeneralin kesinlikle haberi olurdu. Ama her ikisi de böyle bir 
		konudan haberleri olmadığını defalarca tekrarlamışlardır'' dedi.  
		 
		Örnek, mahkemenin, sanıkların tezinin ortaya çıkmasına yardımcı olacak 
		tanıklar Mehmet Baransu, TÜBİTAK bilirkişileri, bilirkişiler Ahmet 
		Erdoğan ile Hakan Erdoğan ve Aytaç Yalman'ı çağırmadığını ifade ederek, 
		''Hem iddianamede, hem de esas hakkında mütalaada Kasım 2002-Ağustos 
		2003 döneminde bir darbeye teşebbüs hareketinin Aytaç Yalman tarafından 
		engellendiği yazılıdır. Bu konuda hiçbir yerde bir delil yoktur. 
		Yalman'ın soruşturma aşamasında ifadesi de alınmamıştır. Bu iddia Aytaç 
		Yalman tarafından gerçeklenmediği sürece havada boşlukta duran bir 
		iddiadır.''  
		 
		-'Yalman kasetleri kimden aldı?'- 
		 
		Özden Örnek, davanın tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Ergin 
		Saygun'un mahkemede yapılan sorgulaması sırasında ''seminer ses 
		kasetlerinin Başbakan tarafından Aytaç Yalman'a verildiğini bizzat Aytaç 
		Yalman'dan öğrendiğini söylediğini'' belirterek, ne mahkeme heyetinden 
		bir kişinin, ne de iddia makamının bu konuda bir tek soru bile 
		sormadığını dile getirdi.  
		 
		Örnek, iddianameye göre, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel 
		Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturmayı yürüten 
		savcılara, ''Balyoz'' davasıyla ilgili kendilerinde basında çıkan 
		bilgilerden başka bir belge veya bilgi olmadığını resmi olarak 
		bildiklerini ifade ederek, şöyle devam etti:  
		 
		''Bu dört kurum, devletin istihbarat toplayan yegane yasal 
		kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, 'bizde belge yok' diyorsa Başbakana, bu 
		kasetleri bunların dışında birileri, yani bir çete, yasa dışı bir 
		örgütün vermiş olması lazımdır. Bu kasetlerin yasal yollardan ele 
		geçirildiğine dair bir tek bilgi, bir tek belge yok. Bavullu adam da 
		yok. Kasetleri Aytaç Yalman kimden almıştır? Eğer kaset içindekiler suç 
		ise neden bu suçlular hakkında bir işlem yapılmamıştır? Seminer o 
		zamanlar suç değildi de 7 sene sonra mı suç oldu? Biz doğru olduğundan 
		eminiz ama hukuki yönden Ergin Saygun'un söyledikleri neden mahkemece 
		teyit edilmiyor?  
		 
		Mahkemede ses kasetleri dinlenilirken sayın başkan her sesin sahibini 
		sordu ama kaset kaydında geçmiş olan 'ezan' sesi hakkında 'bunu kim 
		okuyor?' diye sormadı. Eğer bu sesler orijinal kayıtsa size haberim var. 
		Kaydın yapıldığı yer ses geçirmezdir. Şimdi bu kayıtlarda ezan sesinin 
		olması nasıl izah edilecek? Acaba Başbakanın verdiği kasetlerden 
		mikrofon kullanarak kayıt yapılırken mi geçti? Yoksa kasetlerin üzerinde 
		oynanırken mi oldu? Seminer üç gün sürdüğüne göre neden başka ezan sesi 
		veya trafik sesi yok? Bu arada Başbakanın eline geçen kasetlerden bir 
		kopya muhakkak Başbakanlık'ta kaldığına göre bu kasetler nerededir? 
		Aytaç Yalman'a verilen kasetler nerededir? Bu kasetler bulunup buraya 
		getirilmeli ve mahkemenin elindekilerle mukayese edilmelidir. Bavullu 
		adam olmadığına göre Baransu'ya bu kasetleri kim vermiştir? Polis mi?''
		 
		 
		-'Mahkeme ısrarla çağırmadı'- 
		 
		Örnek, Genelkurmay Başkanının emriyle ve onun başkanlığında 15 Temmuz 
		2003 günü Harp Akademileri Komutanlığı'nda ''Genç Subaylar Rahatsız 
		(Cumhuriyet Gazetesi'nden çıkan haber)'' olayı ve 4 Temmuz 2003 çuval 
	krizinden sonraki çıkan durumu görüşmek için bir toplantı yaptıklarını 
	hatırlattı. Toplantıya kendisi, Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, 
	Genelkurmay Başkanı, Aytaç Yalman ve Şener Eruygur'un katıldığını ifade eden 
	Örnek, bu konuyla ilgili 5 Aralık 2009'da ifade verdiğini, ''Ergenekon'' 
	sanıkları Muzaffer Tekin ve Fikret Emek'te birtakım belgeler ele 
	geçirildiğini ve bu toplantıyla ilişkilendirildiğini kaydetti. ''Şimdi biz 
	bu belgeler ile suçlanıyoruz. Suçlayanlar, toplantıya Genelkurmay Başkanının 
	başkanlık ettiğini, soruları onun sorduğunu, bu belgelerin üzerinde benim 
	ismimin yazmasının benimle illiyet bağı kurulmasına yetmeyeceğini 
	görmezlikten geliyor'' diyen Örnek, bu konuları açıklığa kavuşturacak tek 
	kişinin Yalman olduğunu, ancak ısrarlı taleplerine rağmen mahkemenin tanık 
	olarak davet etmediğini söyledi. (AA)  
	 
	 
	Yalman: Örnek, 
		terbiye dışı! 
		Balyoz davasında savunmasını yapan ve dönemin Kara Kuvvetleri 
		Komutanı Org. Aytaç Yalman'a suçlamalarda bulunan tutuklu sanık dönemin 
		Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Özden Örnek'e Yalman'dan tepki geldi. 
		Yalman, Örnek'in kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını 
		belirtti. 
		 
		03.09.2012 11:35 Balyoz davasında sona yaklaşıldıkça süreci etkileyecek 
		açıklamalar geliyor. Özden Örnek, son duruşmada sanıklardan emekli Org. 
		Ergin Saygun'un ifadesine atıfta bulunarak, "Balyoz kasetleri başbakan 
		tarafından Aytaç Yalman'a verilmiş." dedi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı 
		Yalman, bu sözlere Hürriyet Gazetesi aracılığıyla cevap verdi. Örnek'in 
		kendisine terbiye hududunu aşan iftira attığını belirten Yalman, 
		kasetlerin içeriğinden haberdar olmadığını, aksi takdirde işlem 
		yapacağını söyledi. Yalman, "Emrime aykırı yapılan bu seminer 
		kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı kadar, kasetlerin içinde 
		konu ile ilgisi olmayan bigünah silah arkadaşlarımın isimlerinin kimler 
		tarafından yazdırıldığının ortaya çıkarılması önemlidir." diye konuştu.
		 
		 
		Emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın dün Hürriyet gazetesinde yer alan 
		açıklamaları, Hilmi Özkök'ün Ergenekon ifadesiyle birlikte 
		değerlendirildiğinde Balyoz davasını doğrudan etkiliyor. Yalman, Balyoz 
		davasında sanıklar ve avukatları tarafından hep gündemde tutulan bir 
		isim. Sanık avukatları, özellikle son 5-6 aydır eski Genelkurmay Başkanı 
		Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman'ın Balyoz davasında tanık 
		olarak dinlenmesini istiyor ama mahkeme talebi reddediyordu. Özkök, 
		Ergenekon davasında, 5-7 Mart 2003 tarihli seminerde (Balyoz) amacın 
		aşıldığını ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Yalman) bunu 
		incelemesini söylediğini anlatmıştı. Şimdi de Yalman, Balyoz 
		sanıklarının elini zayıflatacak açıklamaları devam ettiriyor. Her ne 
		kadar mahkemede verilmiş ifade olmasa da, iki emekli orgeneralin sözleri 
		Balyoz iddianamesini destekler nitelikte. Çünkü Yalman, ilk olarak 
		"Balyoz" ismiyle bilinen 2003 tarihli seminerin emrine aykırı şekilde 
		gerçekleştirildiğini vurguluyor. Sanıklar, davanın başından beri bu 
		seminerin sıradan bir "harp oyunu" olduğunu savunmuştu. Bu savunma, 
		Yalman'ın açıklamasıyla bir kez daha geçerliliğini kaybetti ve seminerde 
		"örtülü darbe" konuşulduğu iddiası güçlendi. Bunun yanında, o dönem 
		Balyoz kasetlerinin Başbakan'a (Tayyip Erdoğan) gittiği komuta 
		kademesince doğrulanmış oldu. Yani Balyoz semineri, 2003'ten beri devlet 
		idarecileri tarafından biliniyordu.  
		 
		Karacı subay Yalman'ın, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'ten, 
		"Bir deniz subayı" diye bahsetmesi de manidar ve mesaj içeriyor. 
		Halbuki, Örnek'in 2003-2004 yıllarına ait günlüklerinde (darbe 
		günlükleri), dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Hava 
		Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'nın bir an önce darbe yapmak için 
		hevesli oldukları, onları Örnek ve Yalman'ın işbirliğinin durdurduğu 
		anlatılıyor. Günlüklere göre Örnek, sık sık Yalman'la dertleşiyor, fikir 
		paylaşımında bulunuyor. Özkök'e karşı birlikte hareket planı 
		geliştiriyorlar. Geçmişteki bu samimiyete karşı bugünkü sert üslup, 
		Balyoz sanıklarının psikolojik sıkıntıya düştüğünü gösteriyor. 
		Kendilerinin karşısına geçtiğini düşündükleri Yalman'a yükleniyorlar. 
		İddianamede, Balyoz darbesinin Yalman'ın çabalarıyla engellendiği 
		yönünde savcılık tespiti var. Bu da, sanıkların Yalman'a yaklaşımının 
		sebebini ortaya koyuyor.  
		 
		Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, son açıklaması ile bazı sanıkları 
	"günahsız" diye ayırsa da, başta generaller olmak üzere Balyoz sanıklarına 
	'ayar' verdi. Bir taraftan kendini koruma kaygısı taşıyan Yalman'ın, 
	mahkemeye gidip ifade verirse, sözlerinin onların lehine olmayacağı mesajını 
	da aktarmış oldu. Bu açıklamadan sonra, Balyoz sanıklarının hala Özkök ve 
	Yalman'ı tanık olarak çağırmaya devam edip etmeyecekleri ise merak konusu. (Zaman) 
		 
		YALMAN'DAN ÖRNEK'E SERT TEPKİ 
		 
		Balyoz davasının tutuklu sanıklarından eski Deniz Kuvvetleri Komutanı 
		Oramiral Özden Örnek, davanın 31 Ağustos 2012 günü görülen 104. 
		duruşmasında son savunmasını yaptı ve davanın diğer tutuklu sanığı 
		emekli Orgeneral Ergin Saygun'un bir ifadesini gündeme getirdi. Örnek, 
		"Ergin Saygun, plan semineri kasetlerini Aytaç Yalman'a Başbakan'ın 
		verdiği söyledi ama mahkeme bunun üstünde bile durmadı. Bu kasetler 
		Başbakan’a kimler tarafından sızdırıldı? Aytaç Yalman'a verilen kasetler 
		nerede?" diye sordu. 
		 
		İşte bu sözlere Aytaç Yalman sert tepki gösterdi. Hürriyet gazetesine 
		dün konuşan Aytaç Yalman, Örnek'in sözleri için "Terbiye hudutlarını 
		aşan bir iftiradır" dedi. Yalman şöyle konuştu: "Özden Örnek tarafından 
		yapılan esas hakkındaki savunma maksadını ve haddini aşan bir ifadedir. 
		Ergin Saygun'un iftirası üzerine kurgulanan ve bunu doğru kabul ederek 
		verilen ifade, şahsımı hedef alan bir iftira belgesidir. İşin doğrusu 
		şudur; söz konusu kasetlerin seminerin hemen sonrasında sızdırıldığını 
		öğrendim. Bu kasetlerin hangi kaynaktan sızdırıldığını bilmiyorum." 
		 
		Kasetlerin dönemin başbakanına verildiğini belirten Yalman, Başbakan'ın 
	da durumu Hilmi Özkök'e aktardığını söyledi. Kasetlerin varlığını Hilmi 
	Özkök'ten öğrendiğini ifade eden Yalman, "Hilmi Paşa kasetlerin içeriği 
	konusunda bilgi vermedi. Verilmiş olsaydı gerekli işlemi yapardım. Emrime 
	aykırı olarak yapılan bu seminer kasetlerinin kimler tarafından sızdırıldığı 
	kadar, kasetlerin içinde konu ile ilgisi olmayan günahsız silah 
	arkadaşlarımın isimlerinin kimler tarafından yazdırıldığının ortaya 
	çıkarılması önemlidir" dedi. (Hürriyet)  
	 
	 
	Balyoz'da 
		kritik müdahillik 
		Balyoz davasında mahkeme, eski Astsubay Mesut Göğebakan'ın müdahillik 
		talebini kabul etti. Göğebakan, daha önce basında yayınlanan 
		röportajlarında, 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın 
		Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. 'Çetin 
		Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu. 
		Eğer Çetin Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili 
		olarak gerçekleşmiş olacaktı.' diyen Göğebakan'ın ifadesinin Balyoz 
		davasını önemli oranda etkilemesi bekleniyor. 
		 
		06.09.2012 10:00 Balyoz darbe planı davasında ara kararını açıklayan 
		İstanbul 10. Ağır Mahkemesi, biri sivil diğeri Türk Silahlı 
		Kuvvetleri'nden (TSK) ihraç edilen iki askerin müdahillik talebini kabul 
		etti. Gerekçe olarak da 'şahısların iddia edilen suçtan zarar görme 
		ihtimallerini' gösterdi. Müdahillik talebi kabul edilen eski Astsubay 
		Mesut Göğebakan, 2005'te ordudan atılmıştı. Göğebakan daha önce verdiği 
		röportajlarda 1. Ordu'da görev yapan herkesin 66. Zırhlı Tugay'ın 
		Balyoz'u hayata geçirmek için hazır tutulduğunu söylemişti. "Eğer Çetin 
		Doğan 2003'te kalp krizi geçirmeseydi, darbe girişimi fiili olarak 
		gerçekleşmiş olacaktı." diyen astsubay, şu ifadeleri kullanmıştı: "Çetin 
		Doğan'ın darbe planı hazırladığını 1'inci Ordu'daki herkes biliyordu. 
		Karargahta görevli bir arkadaşım, bazı emekli paşaların Doğan'ı ziyaret 
		ederek, darbeyi hiyerarşik yapı içerisinde yapması gerektiği yönünde 
		tavsiyede bulunduklarını anlatmıştı." Balyoz iddianamesinin kabulünden 
		hemen sonra müdahillik dilekçesini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na 
		gönderen Göğebakan, bazı askeri yetkililerin kendisini engellemek 
		istediğini de kaydetmişti.  
		 
		Balyoz'da 'operasyon yapılacaklar' listesinde adı geçen Alaaddin Kaya da 
	müdahilliği kabul edilen bir başka isim oldu. Kaya'nın avukatı Ümit Kardaş, 
	kararın Balyoz davasında 'gerçek kişilerin mağduriyetinin ve delillerinin 
	güçlü olduğunu' gösterdiğini kaydetti. Kardaş, "Aramalarda 'fişleme', 
	'takip' gibi belgeler ve bunlarda çok sayıda isim vardı. Mahkemenin vereceği 
	kararı bilmiyoruz ama taleplerinin kabul edilmesi önemli bir gelişme." 
	şeklinde konuştu. (Zaman)  
	 
	 
	Çetin 
		Doğan, arkadaşlarını yaktı 
		Balyoz darbe planının ortaya çıkmasına, darbe lideri Org. Çetin 
		Doğan'ın kendine aşırı güveni ve çenesini tutamaması neden oldu. Hilmi 
		Özkök, Aytaç Yalman, Hurşit Tolon, Erdal Şenel, Çevik Bir ve Erol 
		Özkasnak gibi generallerin konuşmalarında bu konu dile getiriliyor, 
		Doğan'a tepki gösteriliyordu. Bu konuşmalar darbenin mahkemece 
		kanıtlanmasında önemli rol oynadı. Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, yazısında 
		bu konuşmaları ve darbe girişimini kanıtlayan diğer bazı önemli 
		delilleri işliyor. 
		 
		24.09.2012 10:27 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da dijital olmayan 
		bilgiler.. Balyoz darbe teşebbüsü sadece dijital belgelerle 
		değerlendirilemez. Ormanın tümüne bakmak gerekiyor. Özden Örnek ve 
		Mustafa Balbay günlükleri, bazı dinleme kayıtları, komutanların 
		ifadeleri, MİT'teki bilgiler birbiriyle örtüşüyor ve Kasım 2002'de AK 
		Parti'nin iktidara gelmesiyle TSK'da müdahaleye yönelik bir 
		hareketlenmenin olduğunu ortaya koyuyor. 
		 
		Özden Örnek'in günlüklerinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın 
		Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'le arasında geçen bir konuşma yer 
		alıyor: Özkök, Yalman'a, "Cuma akşamı sizleri aradığımda (bütün kuvvet 
		komutanlarını kastediyor) benden habersiz toplanmış durumda buldum, 
		üzüldüm" diye sitem edince, Yalman Özkök'e soruyor: "Geçen yıl en fazla 
		desteği size kim verdi." Özkök "Tabii ki sen verdin ve sana 
		müteşekkirim" diyor. Yalman "O halde nasıl olur da bizim hakkımızda 
		böyle düşünebilirsiniz" cümlesiyle tartışmayı sonlandırıyor. Daha sonra, 
		Aytaç Yalman, Hilmi Özkök'le aralarında geçen bu konuşmaya bir açıklık 
		getiriyor ve Özden Örnek'e diyor ki: "Geçen yıl ben ona karşı Çetin 
		Doğan'la birlikte olsaydım, onu paramparça edeceklerdi." Bu satırlardan, 
		Aytaç Yalman'ın, Birinci Ordu'da hazırlıklar yapan Çetin Doğan'a 
		katılmadığı ve Hilmi Özkök'ün yanında durduğu anlaşılıyor. 
		 
		İkinci Balyoz iddianamesinde bir belge mevcut. Zirve Yayınevi katliamı 
		soruşturulurken, misyonerlere karşı ısrarlı yayınlarıyla öne çıkan bazı 
		öğretim üyelerinin, bu kapsamda Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat 
		Fakültesi Tarih Bölümü profesörlerinden Salim Çöğce'nin odası aranmıştı. 
		Orada "Sayın Tolon" isimli bir metin bulundu. Bu yazı, Hurşit Tolon ile 
		emekli Genelkurmay Adli Müşaviri Mehmet Erdal Şenel'in konuşmasına 
		dairdi. Tolon, Şenel'e şöyle diyordu: "Yalman Paşa istifa edip, yerine 
		Çetin Paşa Kara Kuvvetleri Komutanı olacaktı. Fakat Çetin Paşa bu planı 
		herkese anlattı. Genç subaylar arasında bu durum büyük memnuniyet 
		yarattı. Çetin Paşa duyulur mu duyulmaz mı dikkat etmeden hükümetin 
		aleyhinde konuştu. 1. Ordu Plan Tatbikatı'nda onlarca subay içinde 
		neredeyse yapacağımız hareketi açıkladı. Milli Mutabakat Hükümeti 
		kurulmasından bile söz etti. Çetin Paşa kendisine çok güvendi."  
		 
		Çetin Paşa'nın diline hakim olmadığı hususu, 2009'da teknik takibe 
		takılan emekli Org. Çevik Bir ve emekli Tümgeneral Erol Özkasnak'ın 
		telefon konuşmasında da geçiyor. O konuşmada Özkasnak "Hani o Çetin 
		Doğan, onun şeyinden çıktı bunlar biliyorsunuz. Onun adamlarından... 
		gevşek olduğu için kendisi" diyordu. 
		 
		Balbay'ın günlüklerine bakalım. Onun Çetin Doğan'a ilişkin tuttuğu 
		notlar ise şöyle: "O hazır... Ameliyattan hemen önce İzmir'de ordu 
		komutanlarıyla konuşmak, toplanmak üzere hazırlık yaptı; konuşmasını 
		hazırladı. Bunu bilgi olsun diye Genelkurmay'a gönderdi. Yaşar Paşa 
		(Büyükanıt) bir üste iletmedi. Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi 
		götüremiyor türündeydi. Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa (Yalman) 
		yap demişti." Çetin Doğan, 31 Mart 2003'te by-pass ameliyatı geçirdi, 
		Balbay o günü günlüğünde şöyle anlatıyor: "Mehmet Beyle görüştüm. 
		Çetin'in ameliyat olmasının nedeni hazırlık; o güne hazırlanıyor. 
		Röportajda (Aktüel'deki) sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, 
		bazı dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek. Ama fazla emekli 
		olacağım dedi." 
		 
		Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın birtakım işler karıştırdığı, o 
		tarihte zaten MİT tarafından tespit edilmişti. Mustafa Balbay'ın 30 
		Mayıs 2003 tarihli notunda MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'dan naklen şu 
		bilgi var: "Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul'dan, 
		Birinci Ordu'dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu'da her şey hazır. 
		İhtilale hazırlanıyorlar."  
		 
		Çetin Doğan, Birinci Ordu ile Jandarma'nın birlikte hareket ederek 
		darbeyi yapabileceğine inanıyordu. Ama Özkök ile birlikte hareket eden 
		Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, önünü kesti. Çetin Doğan, Ağustos 
		2003'te emekli oldu. Bu tarihten sonra, onunla birlikte yola çıkanlardan 
		emekli olmayıp geride kalanlar darbe faaliyetini sürdürdü. (Nazlı 
Ilıcak / Sabah)  
	 
	 
	Sanıklara 
		bir darbe de AİHM'den 
		Balyoz davası sahte delillerle yürütüldü diyen sanıklara Avrupa İnsan 
		Hakları Mahkemesi'nin kararı hatırlatıldı. Gazeteci Taha Akyol, CNN Türk 
		canlı yayınında AİHM'in Balyoz delilleriyle ilgili kararını hatırlattı: 
		2229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları... AİHM 
		bu belgeleri somut ve meşru deliller olarak kabul etti. 
		 
		24.09.2012 12:57 Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamından tutuklanan 
		ve darbeye eksik teşebbüs suçu nedeniyle 20 yıl ağır hapis cezasına 
		çarptırılan Eski Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan, Balyoz Davası devam 
		ederken, mahkemenin yakalama ve tutuklama kararı için Avrupa İnsan 
		Hakları Mahkemesi'ne başvurmuştu. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 
		verdiği Balyoz kararları sonrası bugün hala bazı kesimler delillerin 
		sahte olduğunu iddia ediyor ama Çetin Doğan'ın bizzat başvurduğu Avrupa 
		İnsan Hakları Mahkemesi Balyoz delillerinin somut ve meşru olduğu 
		kararını vermişti. İşte Taha Akyol'un Çetin Doğan'la ilgili AİHM 
		kararını hatırlattığı yazısından ilgili bölüm ve CNN Türk'teki bu 
		konudaki sözleri; 
		 
		AİHM’nin ilgili kararı “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyor, başvuru 
		numarası 28484/0 ve tam 19 sayfa. Karar, yüklenen suçu 6 sayfada 
		özetlemiş: Atılı suç, Plan Semineri toplantısında, “Beş aşamada icra 
		edilecek olan bir strateji uygulayarak siyasi iktidarı devirmeyi 
		tasarlamış” olmasıdır. İlk aşama darbe için “Gerekli tüm bilgilerin 
		toplanması...” Bu amaçla “çok sayıda kişi, dernek, sendika, üniversite 
		vb. çeşitli kurumlar hakkında” bilgi toplanmış ve tasnif edilmiştir. 
		 
		İzleyen aşamalar; uçak düşürülmesi, “irticai tehdit bahanesiyle sokak 
		denetimlerinin askeri güçler tarafından ele geçirilmesini” amaçlayan 
		bombalama dahil provokatif eylemler yapılması, azınlık ve dini 
		cemaatlerin şiddet eylemleriyle tahrik edilmesi... Bu karışıklıkta 
		sıkıyönetim ilanı, hükümeti devirerek “milli mutabakat hükümeti” 
		kurdurulması, isimleri belirlenen kamu görevlerine askerlerin 
		atanması... Gazeteci, politikacı, işadamı, sivil toplum mensubu binlerce 
		kişinin tutuklanarak stadyum ve spor salonlarında toplanması!... Bunlar 
		tamamlandıktan sonra seçimlere gidilmesi. 
		 
		Şu çok önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik 
		isimler değil, gerçek kişilerdi! 
		 
		AİHM kararında bu iddiaların dayandığı delilleri sayıyor: Birçoğu Çetin 
		Doğan tarafından imzalanmış 2.229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp 
		kaseti, ses kayıtları... Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili 
		arama sırasında Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek 
		belge”. AİHM’ye göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak ve 
		tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve 
		tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak 
		ve somut delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir... 
		 
		AİHM sonuçta Çetin Doğan’ın itiraz başvurusu hakkında şu kararı veriyor: 
		“Başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksundur.” 
		 
		Demek ki, evrensel hukuk açısından da bu davaya uydurma denilemez. 
	(Cnnturk) 
  
	 
	 
		 Ve Yalman darbeyi itiraf etti! 
		Aytaç Yalman NTV televizyonuna bağlanarak şok bir itirafta bulundu. 
		Hilmi Özkök'ten 'darbeyi önleyen komutan' olarak söz eden gazeteciye 
		tepki gösteren Yalman, programı aradı ve şunları söyledi: 'Darbeyi ben önledim. Hilmi Paşa'nın kaç tankı tüfeği var? Türk Ordusu 
		demek, Kara Kuvvetleri demektir.' 
		 
		28.09.2012 17:12 Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman Balyoz 
		seminerinin resmen bir darbe planlaması olduğunu resmen kabul etti. NTV 
		televizyonunda Balyoz kararlarını değerlendiren İsmail Küçükkaya'nın 
		"darbeyi Hilmi Özkök Paşa önledi" sözlerine hayli içerleyen ve hemen 
		telefona sarılan Yalman, "Özkök'ün kaç tane tankı var. Darbeyi ben 
		önledim" sözleri darbenin tarihi itirafı olarak kayıtlara geçti. Bugünkü 
		yazısında Aytaç Yalman'ın darbe itirafını kaleme alan Gülay Göktürk, 
		Balyoz Darbe Planı için bunca delilele rağmen hala "seminerdi, oyun 
		planıydı" diyenlere sordu: Peki Aytaç Yalman'ın bu sözlerini nereye 
		koyacağız? 
		 
		İşte Gülay Göktürk'ün o yazısı: 
		 
		"Susmak için artık çok geç.. Şükürler olsun ki bugünleri de gördük... Kim derdi ki 27 Mayıs'tan beri 
		şahinlikleriyle övünen komutanlar bir gün gelecek güvercinlik yarışına 
		girecek?.. Şimdiye kadar 3,5 darbe gerçekleştirmiş, hükümete ve topluma 
		defalarca balans ayarları yapmış bir kurumun, her bir ferdi yüreği her 
		daim iktidara el koyma ateşiyle çarpan komutanları artık birbirleriyle 
		anti-darbecilik yarışına girişiyor. Hilmi Özkök'ün darbeyi önleyen 
		Genelkurmay Başkanı olarak oynadığı rol ve demokrasiye bağlılığı 
		nedeniyle halkın gönlünde taht kurması bazı komutanları kıskançlıktan 
		çatlatıyor. Kara Kuvvetleri eski Komutanı Aytaç Yalman'ın Akşam Gazetesi 
		Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'ya yönelttiği sitem, yaşanan 
		iklim değişikliğini ne de güzel ortaya koyuyor! 
		 
		-'Hilmi Paşa'nın kaç tankı var?'- 
		 
		Olayı duymayanlar için özetleyelim: İsmail Küçükkaya NTV televizyonunda 
		yaptığı bir konuşmada Hilmi Özkök'ten "Darbeyi önleyen komutan" olarak 
		söz edince, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman kendisini 
		telefonla arıyor ve hakkını teslim etmediği için sitem ediyor: "Darbeyi 
		Hilmi Özkök önledi diyorsun, aç iddianameyi oku, darbeyi asıl önleyen 
		benim" diyor. Burada da durmayıp devam ediyor: "Hilmi Paşa'nın kaç tankı 
		tüfeği var? Türk Ordusu demek, Kara Kuvvetleri demektir." 
		 
		Gerçekten de Balyoz İddianamesi'nde Aytaç Yalman'ın "namus kurtarmak" 
		için kullanabileceği, hatta ileride torunlarına okuyabileceği satırlar 
		var. Ama biz Yalman'ın darbe karşıtlığının derecesini de niteliğini de 
		(Özden Örnek günlüklerinden) gayet iyi biliyoruz. Aralık 2003'teki bir 
		toplantıda "Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz 
		eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra vermeliyiz" diye konuşan 
		Yalman, 3 Şubat 2004'teki bir başka toplantıda "Hemen 10 Mart'ta ihtilal 
		yapalım" diye bastıran İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur'a karşı çıkıyor, 
		onları frenliyor. 
		 
		Peki neden? Darbelere karşı olduğu için mi? Ne gezer... Sadece zamanın 
		uygun olmadığını düşünüyor ve beklenmesini tavsiye ediyor. Şimdi de 
		inanılmaz bir pişkinlikle bu davranışından dolayı kalkmış bizden 
		demokrasi madalyası talep ediyor. 
		 
		-Hani komploydu?- 
		 
		Ama yine de bu durumdan şikayetçi olmamız için bir sebep yok. Zira 
		Yalman'ın tarihe düşmeye çalıştığı bu notun, bütün genç subaylar 
		tarafından ibretle izlendiğine kuşku yok. Artık harp okullarına kaydını 
		yaptıran her subay adayı bu ülkede darbeciliğin değil darbe 
		karşıtlığının prim yaptığını; siyasi iradeye kafa tutan komutanların 
		önünün açık olduğu günlerin geride kaldığını bu vesileyle bir kez daha 
		görmüş oluyor. 
		 
		Ayrıca Yalman'ın bu çıkışının bir faydası daha var: Bu tutum aynı 
		zamanda bir ikrar ve iddianamenin doğrulanması anlamını taşıyor. Zira 
		bizzat zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı "Darbeyi ben önledim" diye 
		çırpınırken, "Ne darbesi, o sadece bir oyundu" diyenler fena halde zor 
		duruma düşüyorlar. Öyle ya, eğer bu dava, dava sanıklarının iddia 
		ettikleri gibi iktidarın hem muhaliflerini ezmek hem de Amerika'ya karşı 
		direnen subayları tasfiye için giriştiği bir komplo, Balyoz Planı da 
		hayal ürünü ise Aytaç Yalman'ın "Darbeyi Özkök değil ben önledim, 
		demokrasi kahramanı o değil, benim" sözlerini nereye koyacağız? 
		 
		Zaten Çetin Doğan'ın eşi o yüzden panik içinde çağrılar yapıyor: "Artık 
		ikiniz de susun!" Ama susmak için artık çok geç." (Gülay Göktürk / Bugün) 
  
	 
	 
		 Balyoz 
		davası davalık olabilir mi? 
		Balyoz davasının müdahillerinden olan gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, köşe yazısında Balyoz davası delillerinin sahte ve 
		düzmece olduğu iddialarını işliyor. 'Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı..' diyen Dilipak,
		'Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı.' diyor.
		 
		 
		10.10.2012 17:15 Abdurrahman Dilipak (Yeni Akit): Balyoz davası davalık olabilir mi? Bana göre hiçbir sakınca yok. Gerekiyorsa olmalı..
	Eğer gerçekten düzmece belgelerle suçsuz insanlar cezalandırılıyorsa, bu 
	iddianın üzerine gidilmeli ve savcılar bu iddiayı soruşturmalı..
	Bir insana yapılan bir haksızlık bütün bir topluma yöneltilmiş bir 
	tehdittir.
	Eğer yargı bir infaz timine, bir intikam timine dönüşmüşse bu dehşetli bir 
	iddiadır ve belki de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ve HSYKnın resen bu 
	iddiayı soruşturması gerekir.. 
	 
	Birileri bu tarihi darbe davasını sulandırmak, işin ciddiyetine gölge 
	düşürmek için böyle bir şey yapıyor olabilir mi? 
	 
	Ben bütün ömrü darbeler içinde geçmiş, 40 yılı aşkın bir süredir kesintisiz 
	sanık olarak yaşamış biri olarak söylüyorum, iddianameye gore Balyoz 
	çetesinin hedefindeki bir kişi olarak söylüyorum, düzmece belgelerle 
	kişilerin yargılandığı ve mahkum edildiği iddiasının soruşturulması gerek..
	Bir topluluğa olan öfkemizin bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi 
	gerek.  
	 
	İddiaların doğru olduğuna ihtimal vermek istemiyorum. Ama ben ihtimal vermek 
	istemiyorum diye, iddialar görmezden gelinemez.
	Darbeyi planlayanlar, arkalarında bu tür, işlerine yarayacak sahte ve eksik, 
	tahrif edilmiş belgeler bırakabilir. Bu çok da ihtimal dışı değil. 
	 
	Bu ülkede hiç darbe olmadı değil. Bu adamların ne yaptıkları belli. 28 Şubat 
	hala gözlerimizin önünde canlı. Ben hala dışarıda kimi hala görevinin 
	başında, yargılanması gereken bir sürü insan olduğunu düşünüyorum.. 
	 
	Bütün bunlar, bu davada hiç hukuk hatası yapılmadı demek için yeterli değil.
	Olayın ciddi bir şekilde soruşturulması gerek..
	İddia sahipleri, iddialarını efradına cami, ağyarına mani bir şekilde 
	belgelendirmeleri gerek.. 
	 
	Bir kere sanıklar kötü bir şekilde Baronun oyununa geldiler.. Çetin Doğan 
	nasıl iddianameye konu süreci çok kötü bir şekilde yönetip işleri yüzüne 
	gözüne bulaştırdı ise, dava sürecini de yüzüne gözüne bulaştırdı.. 
	Amerikalı damadının çabaları da fayda vermedi.. Ulusalcılığın böylesi de 
	yeni çağ ulusalcılığı olsa gerek.. 
	 
	ABD ile İsrailin ilişkileri de eskisi kadar iyi değil. Yani umut 
	bağladıkları dağlara kar yağdı ve olan oldu.. 
	 
	Tek iddia Balyozcuların iddiası değil. Daha dehşet verici iddialar da var. 
	Yurt dışından gelen adamlar, askeri cezaevinde muvazzaflarla görüşüp 
	pazarlık yapmışlar. Doğru ya da değil bilemem ama bu da bir iddia. O zaman 
	bu iddialar da soruşturulsun.. 
	 
	Ben bu işin içinde oldukları halde neden birilerinin bu işin dışında 
	tutulduklarını soruyorum? Bunun da soruşturulması gerek.. Yoksa sistem, söz 
	dinlemeyen, yaramaz çocuklarını da sanık sandalyesine oturttu sadece?
	Eğer birileri haksız şekilde cezalandırılıyorsa, kimler cezalandırıyor ve 
	niçin cezalandırılıyorlar?
	Bu belgeleri hazırlayanlar, servis edenler kimler?
	Bu iddianın sahipleri, görevleri gereği bunu bilmeleri gerek.
	Biliyorlarsa neden bu iddia sahiplerini deşifre etmiyorlar? 
	 
	Düşüncem o ki, birileri bu işlerin çok fazla genişlemesini istemiyor. Darbe 
	Ankarada yapılır. Bu işin Ankara ayağı bir türlü deşifre edilmiyor.
	Bu işin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağındaki isimleri 
	birileri koruyor.. 
	 
	Ben yargılananlarla ilgili değil, yargılanması gerekirken yargılanmayan 
	konusunu önceliyorum daha çok.
	Devlet, MİTi, Emniyeti, Jandarması, MGKsı ile geçmişte yaşanan bir çok 
	olağan dışı-hukuk dışı işlemi, onun faillerini biliyor ve susuyor..
	Özal suikasti de bunlardan biri.
	Bana göre Muhsin Yazıcıoğlu suikasti de o çevrelerde herkesin bildiği bir 
	sır.. Ama birileri susuyor.
	Belgeleri gizleyen, gerçekleri karartanlar da yargılanmalı bana göre.. 
	 
	Beni ilgilendiren bir diğer nokta da, yeniden oluşturulmaya çalışılan derin 
	yapı.. Biri bitmeden biri oluşturulmaya çalışılıyor.. 
	 
	Bu davada teknik anlamda hatalar olabilir. Şu suçlu-bu değil, bu ayrı bir 
	konu. Ama darbe iddiası bir gerçek ve bu dava bu anlamda doğru açılmış bir 
	dava. Türkiye geleceğe güvenle bakacaksa bu darbe tehdidinden kurtulmamış 
	gerekti ve bu dava ile bu süreç başladı.. Kimsenin de bu davayı başka 
	amaçlarına alet etmeye ve sulandırmaya hakkı yok.. 
	 
	Yargılamada bazı hatalar olmuş olabilir. Ama sanıklar ve savunma da çok 
	büyük hatalar yaptı. Darbeci bir mantıkla yargıyı hedef alarak, meydan 
	okuyarak bir yerlere varmaya çalıştılar.. 
	 
	Bir kere cin şişeden çıktı.. Bu iş bu gün ya da yarın yine gündeme gelecek 
	ve tartışma devam edecek. Ya sonuna kadar gidilir ya da bu süreç bitmez..
	Türkiyenin bir an evvel bu kamburdan kurtulması gerek.
	Selam ve dua ile..  (Abdurrahman 
	Dilipak / Yeni Akit) 
  
	 
	 
		 Tolon: Yalman hepimizi sattı 
'Darbeyi Hilmi Özkök değil ben önledim' diyen 
Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve sonradan 'oyunbozanlık' 
ettiği iddiaları, çeşitli belgelerle kanıtlandı. Taraf'tan Alper Görmüş, Aytaç 
Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren belgeyi 
açıkladı. 
 
	23.10.2012 12:31 Taraf gazetesinden Alper Görmüş, “Darbeyi Hilmi Özkök değil 
	ben önledim” diyen Aytaç Yalman'ın aslında darbenin bir parçası olduğu ve 
	sonradan “oyunbozanlık” ettiği iddialarını sorguladı. Görmüş, Aytaç 
	Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte hareket ettiğini gösteren 
	belgeyi açıkladı. 
 
	Emekli tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında da "Paşa 19 
	Mart 2003’te hepimizi sattı." dediğini hatırlatan Görmüş, Aytaç Yalman ve 
	Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikteki bulguları paylaştı. İşte Taraf 
	yazarının o analizi: 
 
	"Balyoz’a işaret eden başka bilgiler.. Geçen yazıda, Darbe Günlükleri’nin 
	2003 ve 2004 tarihli bölümlerinde, 2003 başında hükümete karşı Birinci Ordu 
	merkezli bir darbe planlandığına delalet edebilecek “notlar”ı gözden 
	geçirmiştik. 
 
	Günlükler’deki, Çetin Doğan-Hurşit Tolon ikilisinin planlarını dönemin Kara 
	Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın bozduğu ve “darbeyi önlediği” yönündeki 
	satırları aktardıktan sonra, bütün bu bilgilerin Aytaç Yalman’ın geçtiğimiz 
	ay Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ya verdiği “darbeyi 
	Hilmi Özkök değil ben önledim” mealindeki demeciyle doğrulandığını 
	belirtmiştim. 
 
	Fakat bir nokta açık kalmıştı: Günlükler’de, Yalman’ın başlangıçta 
	Doğan-Tolon ikilisiyle birlikte olduğu, sonradan “oyunbozanlık” ettiği 
	belirtiliyordu... Peki, buna delalet edebilecek bir bilgi var mıydı 
	elimizde? 
 
	Geçen yazının sonunda bu soruya “var” cevabını vermiş, davanın delil 
	klasörlerinde yer alan bir belgeden söz etmiştim... 
 
	“Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı olacaktı” 
 
	Geçen yazıda sözünü ettiğim belge, 28 Haziran 2011’de kabul edilen ikinci 
	Balyoz iddianamesinde yer alıyordu... Belge gerçekten de çok önemliydi ve bu 
	nedenle iddianamenin kabul edildiğini duyuran bütün gazeteler haberlerini bu 
	belgeyi öne çıkartarak vermişlerdi. 
 
	Sözkonusu belge, 2007’deki Zirve Yayınevi cinayetleri soruşturması 
	kapsamında Prof. Dr. Salim Cöhce’nin evinde ve işyerinde yapılan aramalarda 
	bulunmuştu. “Sn. Tolon” adlı bu word doküman, mahkeme kararıyla 4 Ocak 
	2005’te kapatılan cunta.org adlı internet sitesinde yer alan, 2 Nisan 2004 
	tarihinde oluşturulup yine o tarihte son kez kaydedilen bir yazıydı. Yazı, 
	Hurşit Tolon’un, o yılın ağustos ayında emekliye sevk edilecek olan 
	Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Erdal Şenel’e söylediklerine dairdi. 
	Konuşmaya göre, Yalman Şenel’e şöyle demişti: 
 
	“Kuvvet komutanı Yalman Paşa istifa edip, yerine Çetin Paşa kuvvet komutanı 
	olacaktı. Fakat, Çetin Paşa bu planı herkese anlattı. Genç subaylar arasında 
	bile Yalman Paşa’nın istifa edeceği konuşuldu. Bu da büyük memnuniyet 
	yarattı. Çünkü, Çetin Paşa’nın ne yapıp ne edip Özkök Paşa’yı istifa 
	ettireceği ve onun yerine genelkurmay başkanı olacağı biliniyordu. Fakat, 
	Çetin Paşa’nın boşboğazlığı istifa konusunun herkes tarafından duyulmasına 
	neden oldu. Konu olduğu için Çetin Paşa ismi yıprandı. Yalman Paşa da göz 
	göre göre istifa edemedi.” 
 
	“Yalman Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı” 
 
	Bu konuşmanın yer aldığı word dosyasının, 2004’te açık olduğu sabit bir 
	sitede yer alması, “Balyoz”un 2009’dan sonra faaliyete geçmiş bir 
	“sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmiş bir “tertip” olduğu görüşünü 
	savunanların cevaplaması gereken şu soruyu davet ediyor: 
 
	Bu belge (de) sahteyse, o durumda “sahtekarlar çetesi”nin Ergenekon 
	soruşturmasının başladığı tarihten üç yıl önce faaliyete geçtiğini 
	söylemeniz gerekecek... Söylüyor musunuz? 
 
	Gelelim, bu belgenin anlamına ve önemine... 
 
	Belge, her şeyden önce, Aytaç Yalman’ın başlangıçta Çetin Doğan’la birlikte 
	hareket ettiğini gösteriyor... İkinci olarak da, Darbe Günlükleri’ndeki 
	notlarla birlikte ele aldığımızda, Yalman’ın sonradan başlangıçtaki 
	pozisyonunu değiştirip darbecilerle arasına mesafe koyduğunu bir kez daha 
	doğruluyor. 
 
	Metinde geçen “genç subay memnuniyeti” sizi şaşırtmamıştır herhalde... 
	Benim, önceki yazılarımdan birinde açıkça “methiye” düzdüğüm “Aytaç 
	Yalman’ın kararsızlığı”nın TSK’da öfkeye yol açmasından daha doğal ne 
	olabilir ki? Yalman’ın yaptığı tabii ki “ihanet”tir. Tıpkı, emekli 
	tümgeneral Levent Ersöz’ün internete düşen ses kaydında dediği gibi: 
 
	“Paşa 19 Mart 2003’te hepimizi sattı. (...) Komutanları satan bir adamdır. 
	Genelkurmay Başkanı’na satan kişidir yani. Çok kirli bir adamdır. 19 Mart 
	2003, bu tarih çok kritik bir tarihtir Türk Silahlı Kuvvetleri’nin. Gidip 
	Hilmi Özkök’e komutanların hepsini gammazladı.” 
 
	Balbay günlüklerinde ne var ne yok? 
 
	Mustafa Balbay’ın günlüklerinde de hem “Balyoz”u hem de başlangıçtaki Aytaç 
	Yalman-Çetin Doğan uzlaşmasını doğrular nitelikte bölümler var... Mesela 
	Balbay, Çetin Doğan’ın 31 Mart 2003’te geçirdiği by-pass ameliyatının “o 
	gün”e hazırlığın bir parçası olduğunu, aynı gün görüştüğü “Mehmet Bey”in 
	ağzından günlüğüne şöyle kaydediyor: 
 
	“Çetin’in ameliyat olmasının nedeni hazırlık. O güne hazırlanıyor. 
	(Aktüel’deki) röportajda sürekli ben emekli olacağım demesinin nedeni, bazı 
	dedikodular çıktığı için kimseyi ürkütmemek.” 
 
	Yine Balbay günlüklerinde, Çetin Doğan’ın ameliyattan önce İzmir’e gidip 
	ordu komutanlarıyla görüştüğü, bu arada Genelkurmay Başkanı’na karşı 
	yapacağı “kesin konuşmayı” da hazırladığı kaydedildikten sonra, bütün 
	bunların Aytaç Yalman’ın onayıyla yapıldığı belirtiliyor: 
 
	“(Konuşma) Türkiye böyle gitmez, hükümet bu işi götüremiyor türündeydi. 
	Kesin konuşmayı yapacaktı. Aytaç Paşa yap demişti.” 
 
	Balbay’ın 30 Mayıs 2003 tarihli, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Şenkal 
	Atasagun’dan naklen aktardığı şu notunu da bilgilerinize sunayım: 
 
	“Eğer kaynak mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul’dan, Birinci Ordu’dan 
	geliyor. Oraya baksan, Birinci Ordu’da her şey hazır. İhtilale 
	hazırlanıyorlar.” 
 
	Bu fasıldan son olarak, yine ikinci Balyoz iddianamesinde yer alan bir 
	telefon görüşmesini dikkatinize sunacağım... Konuşma, 28 Şubat’ın iki 
	kudretli generali, Çevik Bir ile Erol Özkasnak arasında geçiyor... 
	Konuşmanın bir yerinde Özkasnak, Bir’e şöyle diyor: 
 
	“Bir de bu şey var ya komutanım, hani o Çetin Doğan, onun şeyinden çıktı 
	bunlar biliyorsunuz, onun adamlarından... gevşek olduğu için kendisi...” 
 
	Görüldüğü gibi, 2003 başında Birinci Ordu’da “bir şeyler” olduğunu gösteren 
	ve “sahtekarlar çetesi” tarafından üretilmediği kesin olan bol miktarda 
	bilgiye sahibiz... Yani kimse, “ülkenin en seçkin subayları”nı sırf 
	“darbeciliğin Cumhuriyet geleneklerinden sayıldığı ve bunun Balyoz gibi bir 
	planın gerçek olduğuna inanmak için yeter delil sayılabileceği” düz 
	mantığıyla töhmet altında tutuyor değil." (Alper 
	Görmüş / Taraf) 
  
	 
	 
		 Yargıtay: 
	Dijital veriler delildir 
	Yargıtay'dan balyoz davasına emsal olacak karar: Dijital veri delildir.. 
	Balyoz davasına da bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, DHKP/C 
	davasında sanık Hüseyin Edemir’de ele geçirilen disketlerdeki bilgilerle 
	verdiği 6 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Bu durum, Balyoz 
	sanıklarının dijital verilerin delil olamayacağına ilişkin itirazını da 
	çökertmiş oldu. Karar, benzer davalara emsal olacak. 
 
	02.11.2012 09:46 Balyoz ve Ergenekon davalarını yakından ilgilendiren bir 
	gelişme yaşandı.. Balyoz davasına da bakmış olan İstanbul 10. Ağır Ceza 
	Mahkemesi’nin DHKP/C davasında dijital verilerden yola çıkarak verdiği 
	mahkümiyet kararı, Yargıtay tarafından onandı. 
	 
	-Mahkeme: Artık bilgisayarla ilişkisi olmayan çok az suç kaldı- 
	 
	Sanık Hüseyin Edemir, ofisinde ele geçirilen disketlerde yer alan bilgilere 
	dayanılarak 6 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme kararında, 
	“Günümüzde bilgisayar verileriyle ilişkisi olmayan çok az suç kalmıştır. Suç 
	işleyen kişilerin ya da suç örgütlerinin bu teknolojiden faydalanmayacağını 
	düşünmek imkansızdır.” ifadelerine yer vermişti. 
	 
	Balyoz davasına da bakan mahkeme, dijital delillerin örgütsel suçların 
	aydınlatılmasında kullanılabileceğine dikkat çekti. Balyoz davası sanıkları 
	ve avukatları ise dijital verilerin delil olamayacağı yönünde itirazda 
	bulunmuştu. 
	 
	2001 yılında bir ihbar üzerine terör örgütü DHKP/C ile ilişkili ‘Ülkemizde 
	Gençlik’ isimli derginin ofisinde arama yapıldı. Aramada 10 disket, 2 hard 
	disk ve 2 bilgisayara el konuldu. Söz konusu deliller üzerinde yapılan 
	incelemede 7 numaralı diskette sanık Hüseyin Edemir’le ilgili suç konusu 
	dosya tespit edildi. Emniyet Müdürlüğü’nden gelen bir yazıda da sanık 
	Edemir’in bu aramada ele geçirilen doküman dışında bir eylemden aranmadığı 
	belirtildi. 
	 
	Edemir’in suçlanmasında delil olarak kabul edilen ikinci belge ise 2006 
	yılında Hollanda ve Belçika makamlarından gönderilen DHKP/C örgüt 
	arşivlerinde tespit edildi. Örgütün arşivinde sanık Edemir’in ismi 7 adet 
	dijital belgede yer alıyordu. 
	 
	1 Şubat 2010 tarihinde tutuklanan Edemir, görülen dava sonucu 23 Haziran 
	2011’de 6 yıl hapse mahkum oldu. Sanık ve duruşma savcısının kararı temyiz 
	etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10 Eylül 2012 tarihinde itirazları 
	reddederek kararı onadı. 
	 
	BALYOZ DAVASINA DA DAYANAK OLMUŞTU 
	 
	İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dijital delillere dayanarak verdiği ve 
	Yargıtay’ın da onadığı bu mahkumiyet kararı birçok önemli davaya da emsal 
	olacak. Dijital veri tartışmasının yürütüldüğü Balyoz darbe planı davası bu 
	davaların en önemlilerinden biri. Balyoz sanıkları ve avukatları da dijital 
	verilerin karara dayanak olamayacağı üzerinden savunma yapmıştı. Aynı 
	mahkeme Balyoz sanıkları hakkında da mahkumiyet kararı vermişti. Benzer 
	şekilde Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve fuhuş davalarında da 
	dijital veriler üzerinden tartışmalar yürütülmüştü. Yargıtay’ın onama 
	kararı, bu davalara da emsal teşkil edecek. 
	 
	-Can Dündar'dan adalet ayıbı: Dijital veriler delil olamaz!- 
	 
	Milliyet Gazetesi köşe yazarı Can Dündar, 9 Mart 2011 tarihli yazısını sanık 
	Hüseyin Edemir’e ayırmıştı. Dündar yazısında, “Hukuksuzluğun yeni bir 
	kanıtından söz edeceğim bugün.” diyerek sanık Hüseyin Edemir’in kendisine 
	gönderdiği mektubu yayımlamıştı. Edemir’in bir bilgisayar disketinde adı 
	çıktığı için tutuklandığını belirten Dündar, avukatların dijital verilerin 
	delil olamayacağı iddialarına yer vermişti. Kararı veren mahkemeyi de hedef 
	alan Dündar, “Hakim kim? Balyoz davasının hakimi.” ifadelerine yer vermiş ve 
	davayı ‘bir adalet ayıbı’ olarak nitelendirmişti. (Zaman) 
  
	 
	 
		 Yargıtay 
	Balyoz'u hafifletebilir 
	Balyoz davası Yargıtay'da görüşülmeyi bekliyor. Sabah yazarı Nazlı 
	Ilıcak, bazı ayrıntılara dikkat çekerek Balyoz davasında verilen hapis 
	cezası hükümlerinin ağır olduğunu, Yargıtay'ın cezaları hafifletebileceğini 
	iddia ediyor. 
 
	20.11.2012 12:19 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz ve Yargıtay.. Balyoz davası 
	tamamlandı; Yargıtay aşamasına gelindi. 2003 yılında, "emirkomuta" zinciri 
	içinde hareket edenler dahi çok ağır cezalar aldılar. Yargıtay'ın o 
	tarihteki rütbeleri göz önüne alacağını, suçlular arasında bir 
	derecelendirme yapacağını umuyorum. Ayrıca "Davalar uzuyor" eleştirisine 
	karşı, bu defa da, Balyoz'da iş çok aceleye getirildi.11 nolu CD ve 
	içeriğinin sahte olduğuna dair çeşitli iddialar tekrar mahkeme tarafından 
	değerlendirilmedi; bazı tanıklar da dinlenmedi. 
  
	Adını vermek istemediğim bir sanıktan gelen itirazları sütunuma alıyorum. 
	Çoğuna ben de katılıyorum.  
	 
	1) Hilmi Özkök'ün, Çetin Doğan'a, "1. Ordu'da bazı emekli orgeneraller ile 
	sivillerin bir darbe hazırlığı içinde olduğunu" söylediğini biliyoruz. Oysa 
	Balyoz davasında yargılananlar arasında, 2003'te emekli olmuş asker ya da 
	sivil kişiler yok. Hepsi o dönem muvazzaf. O takdirde Hilmi Özkök dinlenmeli 
	ve kimleri kastettiği öğrenilmeliydi. 
	 
	2) Balyoz Darbe Harekat Planı'nın 11 nolu CD'den çıktığı belirtiliyor. Bu 
	CD, hangi bilgisayarda hazırlandı? Çünkü, 1. Ordu'daki ya da başka bir 
	askeri mekanın bilgisayarıyla 11 nolu CD arasında bildiğim kadarıyla bir 
	irtibat kurulamadı.  
	 
	3) Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, "Elimdeki bilgileri şimdi 
	yazarsam, incinebilecek kişiler var" diyor. Halbuki, mahkeme 324 kişiyi 
	mahküm etti. Daha kim incinebilir ki? Hiç değilse bildiklerini söylerse bu 
	kişilerden bazıları temize çıkabilir.  
	 
	Belki Yargıtay, yukarıda bahsi geçen konulara eğilebilir. Zihinlerin 
	berraklaşması böylece kolaylaşır. Ayrıca, tarih ve mekanlarda ortaya çıkan 
	uyumsuzluklar, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından güncellenme 
	olarak kabul edildiğine göre, kimileri "Devam eden bir suçtan söz ediliyor. 
	O takdirde, mevcut Ceza Kanunu'nda Balyozcuların mahküm olduğu darbeye eksik 
	teşebbüs suçu yok" diyor. Yeni Ceza Kanunu'nda "suç için anlaşma" 
	cezalandırılıyor. Ayrıca, "amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla 
	soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez" hükmü 
	yer alıyor. Yargıtay olayı bu şekilde ele alırsa, cezalar çok 
	hafifleyebilir. Yargıtay'dan çıkacak kararı merakla bekliyorum. (Nazlı 
	Ilıcak / Sabah)    
  
	 
	 
		 ŞOK!!! 
	İşte G.kurmay'ın 2006'daki Ergenekon şeması 
	Ergenekon Davasına bakan mahkemenin ısrarı, Genelkurmay'daki Ergenekon 
	Şemasını ortaya çıkardı. Buna göre, Genelkurmay şemayı, 17 Mayıs 2006'daki 
	Danıştay saldırısından bir ay sonra, yani Ergenekon soruşturmasını 
	başlatacak Ümraniye bombalarının bulunmasından tam bir yıl önce çizmiş. 
	Hilmi Özkök'ün G.kurmay Başkanlığı döneminde G.Kurmay Karargahında 
	hazırlanan şemada Ergenekon davasının tanıdık isimleri var 
	 
	29.12.2012 15:27 Ergenekon ve Balyoz davalarında delil tartışmaları yaparak 
	davalara gölge düşürmeye çalışan çevreleri şok edecek bir gelişme daha 
	yaşandı. Habertürk'ten Zülfikar Ali Aydın'ın haberine göre; Genelkurmay 
	Başkanlığı ile Ergenekon Davası'nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza 
	Mahkemesi arasında yapılan yazışmalar, Genelkurmay Başkanlığı'nın Danıştay 
	Saldırısı'ndan bir ay sonra, daha sonra Ergenekon sanığı olacak sanıkların 
	isimlerinin yer aldığı bir şema hazırladığını ortaya çıkardı. 
	 
	Genelkurmay'ın 
	2006'da çizdiği Ergenekon şemasının büyük halini görmek için tıklayın 
	 
	ŞEMA NASIL ORTAYA ÇIKTI 
	 
	İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Ocak 2012'de sanık Ümit Sayın'ın 
	Genelkurmay Başkanlığı ve bağlı komutanlıklara istihbarat ile fişleme 
	kayıtlarını içeren belgeler sunduğu iddiasına ulaştı. Sayın'ın, Adli Tıp 
	Kurumu ile İstanbul Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerini fişlediği, 
	istihbarat teknikleri ve haber alma konusunda raporlar hazırlayıp, Yaşar 
	Büyükanıt ve Ergenekon sanığı eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon'a verdiği 
	iddiası üzerine Mahkeme Genelkurmay'a "Ümit Sayın Genelkurmay'a istihbari 
	veya diğer hususlarda herhangi bir rapor sundu mu? Hangi sıfatla sundu. 
	Sunduğu raporlarla ilgili nasıl bir işlem yapıldı" diye sordu. Bunun üzerine 
	Genelkurmay mahkemeye, Sayın'ın askerlere Hilmi Özkök'ün Genelkurmay 
	Başkanlığı döneminde verdiği 3 belgeyi gönderdi. Belgelerden biri Sayın'ın 
	10 Mart 2006'da Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'a verdiği, 
	"İstanbul Üniversitesi, Avrupa Birliği, Kürt milliyetçiliği, Rumlar ile 
	ilgili tehlikeler ve bunlara karşı istihbaratın herhangi bir şey yapmadığı 
	yönünde ifadeler olan 6 sayfalık rapor diğerleri ise "Acilen Görüşme talebi" 
	başlıklı raporlar ve "İstihbarat Okul Komutanlığı Kütüphanesi'nde Gizli 
	Örgütler 11. Eylül ve Ortadoğu" başlıklı belge idi. 
	 
	MAHKEME İSTEDİ 
	 
	Mahkemeye gönderilen belgenin ekinde ise Sayın'la ilgili hazırlanan "Bilgi 
	Notu" ve "Ümit Sayın" başlıklı iki ayrı çalışma yer aldı. "Bilgi Notu" 
	başlıklı belgede Ümit Sayın'ın Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden çoğu 
	hassas görevde olan 2 general ve üç albayın da aralarında olduğu 20 askerle 
	ilişkili olduğunu gösteren şematik bilgi vardı. "Ümit Sayın" başlıklı 
	belgenin sonunda ise Danıştay Saldırısı'ndan hemen sonra bir şema 
	hazırlandığı Sayın'ın da bu şemada yer aldığı şu ifadelerle anlatılıyordu: 
	"Sonuçta Doç. Dr. Ümit Sayın'ın; ülke ve silahlı kuvvetler için iyi niyet 
	sahibi olsa bile, diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar (Danıştay 
	olayı ile ilgili oluşturulan şemada yer almaktadır) ve kuruluşlar nedeniyle 
	TSK personelinden uzak tutulması gereken, özellikle bu dönemde temas 
	edilmemesi gereken bir kişi olarak değerlendirilmektedir." 
	 
	BİR İSMİN ÜZERİ KAPATILDI 
	 
	Bu ifade ile Genelkurmay'ın şemasından haberdar olan Mahkeme Genelkurmay'a 
	hemen yeni bir yazı yazarak "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şema"yı da 
	istedi. Genelkurmay'ın mahkemeye gönderdiği 15 Haziran 2006 tarihli "DOÇ. 
	DR. Ümit Sayın" başlıklı şemanın ayrıntıları ilginç. Danıştay saldırısıyla 
	bağlantılı isimlerle ilgili olarak olaydan bir ay sonra hazırlanan şemada, 1 
	yıl sonra başlayacak Ergenekon Soruşturması'nda gözaltına alınarak 
	tutuklanacak olan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı 
	Doğu Perinçek, Türk Ortadoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, Ümit Sayın 
	ve Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz, eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin 
	ile bu isimlerle birlikte hareket ettiği iddia edilen Levent Temiz'in 
	isimleri de yer alıyor. Şemada Veli Küçük ve Doğu Perinçek ile aynı hizada 
	gösterilen 2 isim ile hemen altında yer alan bir ismin ise üzerinin 
	kapatıldığı dikkat çekiyor. 
	 
	İŞTE ŞEMADAKİ O İSİMLER  
	 
	Şemada adı geçen Küçük, Perinçek, Erenerol, Kerinçsiz, 12 Haziran 2007'de 
	Danıştay saldırısından 13 ay sonra 12 Haziran 2007'de Ümraniye'de bulunan el 
	bombalarıyla başlayan Ergenekon soruşturmasında, 25 Ocak 2008'de tutuklandı. 
	Sonradan Ergenekon sanığı olan Muzaffer Tekin ve Hüseyin Görüm ise Danıştay 
	saldırısından sonra yakalandı ancak serbest bırakıldı. Ankara 11. Ağır Ceza 
	Mahkemesi, Danıştay saldırısıyla bağlantılı sanıklar hakkında yaptığı 
	yargılamada Alparslan Arslan'ın da aralarında olduğu sanıklar hakkında 
	müebbet hapis cezası verdi. 2009 yılında dosyayı inceleyen Yargıtay, 2009'da 
	İstanbul'da süren Ergenekon Davası'nda sanık olan isimlerle Danıştay 
	Saldırısı'nı gerçekleştiren sanıklar arasında fiili ve hukuki irtibat olduğu 
	gerekçesiyle iki dosyanın aynı mahkemede görülmesi kararı verdi. Danıştay 
	Davası'nın sanıklarından Osman Yıldırım Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan el 
	bombalarını Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in verdiğini iddia etmişti. (Zülfikar 
	Ali Aydın / Habertürk) 
	 
	NAZLI ILICAK: 'ERGENEKON DA NEYMİŞ' DİYENLER DÜŞÜNMELİ! 
	 
	01.01.2013 11:29 Genelkurmay'ın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu 
	Ergenekon şeması, 29 Aralık 2012 tarihli Habertürk'te yer aldı. Bu şema, 17 
	Mayıs 2006 Danıştay saldırısından hemen sonra 15 Haziran 2006'da çizilmiş. 
	Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan'ın ilişkili olduğu 
	kişiler şemada yer alıyor. Bunların arasında ilk sırada Doğu Perinçek ve 
	Veli Küçük'ün ismine rastlıyoruz. Aynı sıradaki 2 ismin üzeri kapatılmış. 
	Hemen altta, Muzaffer Tekin'in adı var; altında "Milliyetçi çevreleri 
	yönlendiriyor" yazıyor. Alparslan Aslan (tetikçi) "yakalandı" ibaresiyle 
	Muzaffer Tekin'e bağlanıyor. Alparslan Aslan'ın altında, Osman Yıldırım ve 
	İsmail Sağır gibi tetikçiler sıralanıyor. Aynı şemada, Kemal Kerinçsiz, 
	onunla bağlantılı Levent Temiz, Ümit Sayın ve Sevgi Erenerol'un adlarını da 
	görüyoruz.  
	Danıştay saldırısını takip eden günlerde herkes olayı dincilerin üzerine 
	yıkıp, protesto gösterileri yaparken, demek Genelkurmay, perde arkasında 
	Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Kemal Kerinçsiz, Doğu Perinçek gibi kişilerin 
	olduğunu biliyormuş. Saldırıdan 1 ay sonra şemasını bile çizmiş. 
	  
	Ümraniye'de, 12 Haziran 2007'de bombalar ele geçirilmeseydi, gerçek failler 
	yakalanamayacaktı. Nitekim, Emniyet, Danıştay saldırısını gerçekleştiren 
	Alparslan Aslan ile Muzaffer Tekin'in irtibatından şüphelenerek, bu emekli 
	yüzbaşıyı gözaltına almış, fakat tam delillendirmediği için serbest bırakmak 
	zorunda kalmıştı. O tarihte, Alparslan Aslan'ın 70 yaşında bir din adamı 
	Hacı Salih Kunter'le ilişkisi olduğu ileri sürülüyor ve Danıştay'ın "türban 
	kararı" sebebiyle Aslan'ın suikasta kalkıştığı belirtiliyordu. Hatta 
	Aslan'ın arabasındaki Vakit gazetesi kupürü, cinayet teşebbüsünün dini 
	duyguları rencide olan bir kişi tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtı 
	olarak kullanılmıştı. Kupürde, türban kararını veren Danıştay üyelerinin 
	fotoğrafları mevcuttu.  
	 
	Daha sonra, bir tertiple ayağı kaydırılan İstanbul İstihbarat Şube Müdürü 
	Ali Fuat Yılmazer'in ısrarlı takibi olmasaydı, Muzaffer Tekin'e, Veli 
	Küçük'e, Doğu Perinçek'e ulaşılamayacaktı. Veli Küçük, Sevgi Erenerol ve 
	Kemal Kerinçsiz'in gözaltına alındığı ve operasyonun adının "Ergenekon" 
	olarak konulduğu gün (22 Ocak 2008), Aydınlık gazetesinde "İşte Fethullahçı 
	polisler" diye Yılmazer'in de isminin bulunduğu listenin yayınlanması bir 
	tesadüf müydü? 
	 
	Acaba ilk andan itibaren ilişkileri çözen Genelkurmay Başkanlığı Emniyet'e 
	niçin yardımcı olmak istemedi? Tabii şunu da sormak hakkımız: Gerçeği kimler 
	gizledi? Bu gizleyenler, örgütle ilişkili daha üst rütbeli komutanlar olamaz 
	mı? 
	 
	-Sayın, sakıncalı!- 
	 
	Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne Ergenekon sanığı 
	Ümit Sayın'la ilgili belgeler gönderdi. Bu belgelerin ekinde, "Bilgi Notu" 
	ve "Ümit Sayın" başlıklı 2 çalışma bulunuyor. "Bilgi Notu"nda, Ümit Sayın'ın 
	TSK personelinden çoğu hassas görevde olan 2 general ve 3 albayın da 
	aralarında olduğu 20 askerle ilişkisini gösteren bir şema mevcut. "Ümit 
	Sayın" başlıklı belgede ise, "Ülke ve TSK için iyi niyet sahibi olsa bile, 
	diğer bağlantıları, içinde yer aldığı gruplar ve kuruluşlar nedeniyle TSK 
	personelinden uzak tutulması, özellikle bu dönemde temas edilmemesi gereken 
	bir kişi olduğu" yazıyor. Hala "Ergenekon da neymiş" diye burun kıvıranların 
	mahkemeye ulaşan bu bilgiler çerçevesinde biraz daha düşünmesi gerekmez mi? 
	Genelkurmay Başkanlığı, Ümit Sayın hakkında mahkemeye gönderdiği notlarda, 
	Sayın'ın "Danıştay olayıyla ilgili oluşturulan şemadaki gruplarla 
	bağlantısından" söz etmişti. Mahkeme, bunun üzerine Genelkurmay'dan o şemayı 
	istedi. Şema, 15 Haziran 2006 tarihini taşıyordu. Danıştay saldırısından 1 
	ay sonra hazırlanmıştı. (Nazlı 
	Ilıcak / Sabah)  
	 
	 
		 Flaş!!! 
	Balyoz gerekçesi tamam 
	Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı tamamlandı. Bazı 
	ayrıntılar şu şekilde: 'Tüm dijital deliller gerçek.. Hukuk dışı bir 
	yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez.. 
	Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.. Kesin kanaate 
	vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı..' 
	 
	07.01.2013 10:26 Balyoz davasının gerekçeli kararı tamamlandı. Gerekçeli kararda darbe, darbeye teşebbüs ve darbeye eksik teşebbüs anlatılıyor. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken'in, basın mensuplarına bir açıklama yaparak tamamlandığını bildirdiği gerekçeli karar 1435 sayfadan oluşuyor. Kararın 100 sayfalık bölümü dijital delillere ayrıldı. Kararda haklarında mahkumiyet kararı olan ancak teslim olmayan 14 sanık için yakalama, bir sanık hakkında ise kırmızı bülten çıkartıldı. Edinilen bilgilere göre kararın dijital olarak dağıtılmayacağı ileri sürülüyor. Ancak diğer bir bilgiye göre ise mahkeme, 1500 sayfaya yakın gerekçeli karara 15 gün içinde son şeklini vererek, taraf avukatlarına CD içerisinde tebliğ edecek. Basına bugün yansıyan bilgilerin, gerekçeli kararın taslak metnine ait olduğu öğrenildi. Dosyası ayrılan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün de aralarında bulunduğu 3 sanığın yargılanmasına ise 5 Şubat 2013’te başlanacak. Kararda 100 sayfalık tüm dijital delillerin gerçek olduğu belirtiliyor. Dava dosyasının 1 ay içerisinde Yargıtay’a gönderileceği öğrenildi. Savcılığın konuyla ilgili açıklama yapması bekleniyor. 
  KARARDAN BAŞLIKLAR
  - Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez.
  - Hiçbir bilirkişi raporu yargıcı kesin olarak bağlayamaz.
  - Kesin kanaate vardığımızdan bilirkişi heyeti oluşturulmadı.
  - Davadaki belgelerin Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asıllarının bulunduğunun belirtilmesiyle, sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşmuştur.
  - Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.
  - 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılan belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır.
  - Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez.
  - Sanıkların herbirinin darbe harekatında çeşitli görev aldığı, bu harekatın boyutlarından haberdar oldukları belirlenmiştir.
  - 2003 yılı Mayıs ayında Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi nedeniyle sanık Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması darbe harekatını ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı.
  - Harekat planının, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca öğrenildiği, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bu plan seminerinin oynanmaması talimatları Genelkurmay'ın Çetin Doğan'ı uyarmasıyla ortaya çıktı.
  - "Milli Mütabakat Hükümeti" ismiyle harekat sonrası iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildiği ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı tespit edilmiştir.
  DİĞER AYRINTILAR
  Davaya ilişkin kararını 21 Eylül 2012'de açıklayan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, gerekçeli kararının yazımını da bitirdi. Mahkemenin 1435 sayfadan oluşan gerekçeli kararı, sanık avukatlarına da dağıtılmaya başlandı. Fotokopi olarak dağıtılan gerekçeli kararın birinci sayfasından 232'inci sayfasına kadar olan bölümde, sanık bilgileri ve iddianamelerin özetine yer verildi. Gerekçeli kararın ilk 148 sayfasında sanıkların isimleri ile kimlik bilgileri ve adresleri yer alırken, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 148 ile 232 sayfalar arasında ise birlikte görülen 3 ayrı iddianamenin özetleri yapıldı.
  Mahkeme şu değerlendirmelere yer verdi:
  GEREKÇELİ KARARDAN
  ''Balyoz Planı'' davasının gerekçeli kararında, ''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez'' ifadelerine yer verildi. 
  'HUKUK DIŞI YAPILANMA'
  ''Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde, yazışmaların bir düzen ve intizam içerisinde olması, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olması beklenemez. Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının, Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin, dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek, mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur.
  Mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen hareketleri ile neden olan sanıklar, bu durumdan lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler.''
  ÇETİN DOĞAN
  Gerekçeli kararda, emekli Orgeneral Çetin Doğan liderliğindeki yapılanmanın, darbe harekatını ''ellerinde olmayan nedenlerle'' tamamlayamadığı bildirildi ve 'Mayıs 2003'te Çetin Doğan'ın kalp ameliyatı olması ve Ağustos 2003'te emekli edilmesi gibi nedenlerle Çetin Doğan liderliğindeki cunta yapılanması, darbe harekatını, ellerinde olmayan nedenlerle tamamlayamadı' denildi.
  GENELKURMAY'IN YOLLADIĞI BELGELER
  Mahkeme heyeti, ayrıca sanıkların öne sürdükleri 'belgeler sonradan oluşturuldu' iddiasına cevap verdi.
  Gerekçeli kararda, "Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede tam bir kanaat oluşturmuştur." ifadesine yer verildi.
  Sanıklar ile avukatları tarafından, delillerin askeri yazım kuralları içerisinde hazırlanmadığı, dolayısıyla da hukuksuz delil olduğu iddialarına ise gerekçede şu cevap verildi: "Hukuk dışı bir yapılanma içerisinde yazışmaların, bir düzen ve intizam içerisinde olmasının, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olmasının beklenemeyeceği..."
  Kararda sanıklar için, "Kendi mağduriyetlerine kısmen ya da tamamen kendi hareketleriyle neden olan sanıklar, bu durumdan kendi lehlerine sonuç çıkararak haklarının ihlal edildiğini iddia edemezler." denildi.
  'DARBE PLANLARINDA GÖREV ALDILAR'
  Delillerin değerlendirilmesi bölümünde, suçları sübuta erdiği kabul edilen sanıkların her birinin darbe harekatıyla ilgili çeşitli görev aldıkları, harekattan ve boyutundan haberdar oldukları vurgulandı. Kararda, bu nedenlerle sanıklar hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlatıldı.
  ''Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle harekat sonrasında iş başına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi gibi icra aşamasına geçildi ancak icra hareketleri tamamlanamadı'' ifadelerine yer verilen gerekçeli kararda, ''Balyoz Harekat Planı''nın Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nca da öğrenildiği kaydedildi.
  Kararda, bunun eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın seminer sonuç raporunu hukukçulara inceletmesi, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın ''Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo''nun oynanmaması talimatı ve Genelkurmay Başkanı'nın sanık Çetin Doğan'ı bu konuda uyarmasıyla anlaşıldığı vurgulandı. (AA)
  'EMİR ASTI KURTARMAZ' 
  Mahkeme emirleri yerine getirdikleri savunması yapan sanıklarla ilgili şu ifadeye yer verdi: "Kanunların suç olarak kabul ettiği konularda amirin emrinin yerine getirilmesinin astı sorumluluktan kurtaramayacağı açıktır. Bu nedenle sanıkların emir gereği seminere katıldıkları yönündeki savunmalarına itibar edilemez." 
  WORD BELGELERİ
  Büyük tartışmalara konu olan word belgeleri için mahkeme şunları söyledi: " 2003 yılında yazılmış bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir bilgisayarda açıldığında 2003 yazılakn belgenin sanki 2007 yılında hazılrlanmış gibi görüneceği uzmanlarca doğrulanmıştır."
  36 SANIK NİYE BERAAT ETTİ
  Gerekçeli kararda, davada haklarında beraat kararı verilen 36 asker için de bilgiler yer aldı. 36 sanığın da, bazı görevlendirme listelerinde isimlerinin yer aldığının belirtildiği kararda, "Sanıkların bu görevlendirmeden haberdar oldukları yada bilgileri dahilinde görevlendirildikleri, Balyoz Harekat Planından haberdar oldukları, bu plan dahilinde jandarmanın eylem planları kapsamında görev kabul ettikleri sabit görülmemiştir." ifadeleri yer aldı.
  BALYOZCULAR ORG. ÖZEL'İN ÜSTÜNÜ ÇİZMİŞ
  Balyoz davasının gerekçeli kararında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in ismi de geçti. Özel'in darbe harekatına destek vermediği için isminin yanına eksi konmuş. Dönemin, Kara Harp Akademisi Komutanı olan Özel'i ikna için ise sanıklardan dönemin Harp Akademileri Komutan Yardımcısı olan Doğan Temel görevlendirilmiş. 
  'Genelkurmay'ın raporlarını kabul edip TÜBİTAK'ın raporlarını reddetmek çelişki'
  Balyoz davası gerekçeli kararında, sanıklar ve avukatların TÜBİTAK'ın Başbakanlığa bağlı olması nedeniyle buradan bilirkişi görevlendirilemeyeceği yönündeki iddialarına yönelik mahkeme açıklama yaptı. Bu düşüncenin yerinde olmadığını belirten mahkeme, aksi durumda birçok davada bilirkişi bulmanın imkansız hale geleceğini kaydetti. Mahkeme, kanun gereği kamu görevlilerinin silsile yoluyla bağlı oldukları değil, bağlı oldukları kurumun bizzat kendisi hakkında bilirkişilik yapamayacaklarını hatırlattı.
  Sanıklar ve avukatlarının askeri bilirkişi raporlarını kabul etmelerinin ise iddiaları konusunda tutarsız olduklarını gösterdiğini belirten mahkeme, "Çünkü askeri bilirkişiler muvazzaf olup Genelkurmay Başkanlığı'na bağlıdır. Genelkurmay Başkanlığı ise Anayasa'nın 117. maddesi gereğince Başbakanlık'a bağlıdır" dedi.
  Bu tespitler doğrultusunda mahkemenin, dosyada mevcut Cumhuriyet Başsavcılığı ve askeri savcılık tarafından yaptırılan bir kısım bilirkişi incelemelerini delillerin değerlendirilmesi açısından yeterli gördüğü ifade edildi.
  ÇETİN DOĞAN'IN DARBE SÖZCÜĞÜNÜ AĞZINDAN KAÇIRMASI VE BUNA İLGİNÇ İTİRAZI
  Davanın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile ilgili bölümde ilginç detaylara yer verildi. Kararda sanık Çetin Doğan'ın huzurdaki savunmaları sırasında seminerde 'Darbe planı görüşüldü' şeklinde beyanda bulunduğu, ancak sanık Doğan'ın bunun zabıtlara yanlış geçtiğini belirterek itiraz ettiğini 17 Mart 2011 tarih ve 24 nolu celsenin saat 09.50'de görüntü ve sözlerinin huzurda kendisine gösterildiğinde sanığın bu sözlerinin aynen ağzından çıktığını ve çözümlemenin doğru yapıldığının anlaşıldığını belirtildi. 
  
	Balyoz Davası'nın 17 Mart 2011 tarihli 24. Celse (16. duruşma) Tutanağını indir/oku (Pdf)
  ÖNCE SÖYLEMEDİM DEDİ, SONRA DİLİM SÜRÇTÜ DEDİ
  Sanık Doğan'ın da bu kez dil sürçmesi olduğunu, amacının bu olmadığının, yanlış söylediği beyan ettiğinin anlatıldığı kararda, "Sanığın bu sözlerinin gerçek amaç ve kastını gösterdiği, sanığın ve seminere katılan ve mahkum olan diğer sanıkların yargılama boyunca seminerde darbe planının görüşüldüğünün saklamaya çalıştıkları bu yönde yoğun gayret gösterdikleri ancak sanık Çetin Doğan'ın savunma sırasındaki bir anlık dalgınlıkla seminerde asıl görüştükleri konun darbe planı olduğunu ağzından kaçırdığı, diğer deliller de gözetildiğinde bunun bir dil sürçmesi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığının altı çizildi. 
  “SİYASETİ KONTROL EDERMİŞCESİNE" 
  Kararda Sanık Doğan'ın savunmasında meslek hayatı boyunca hiçbir zaman siyasete bulaşmadığını, siyasetle işinin olmayacağını ancak asker olarak cumhuriyete karşı olacak davranışlara da sessiz kalamayacağını dile getirdiği belirtildi. Çetin Doğan'ın bu savunmasına ilişkin mahkeme ise kararında şu değerlendirmede bulundu: "Sanığın kişiliği itibariyle seçim yolu ile gelmiş bulunan hükümetlere karşı sanki hükümeti, siyaseti kontrol edermişcesine bir tavır takındığının göstergesi olduğu, sanığın bu sözleriyle ordunun hükümetin üstünde bir konumu olduğu veya ordunun hükümeti denetleme, faaliyetlerini kontrol etme gibi bir görevinin olduğu anlamına geldiği, ancak Cumhuriyeti korumanın her Türk vatandaşının görevi olduğu, hukuk devleti ilkesinde demokrasinin oturmuş olduğu bir ülkede de ordunun görevinin hükümetin emrinde özellikle de dış tehdite karşı ülkeyi korumak olduğu, bu hususun gözden kaçırılmaması gerektiği, eğer halkın kendisini yöneten siyasilerden bir memnuniyetsizliği varsa memnuniyetsizliği giderme yolunun da yine seçim yolu olması gerektiği' belirtildi. 
	 
	SANIK AVUKATI ÜLGEN'DEN TEPKİ
  Balyoz Davası'nın gerekçeli kararındaki ''emekli Orgeneral Çetin Doğan 2003 yılında kalp ameliyatı oldu, darbe bu yüzden gerçekleşmedi'' açıklamasına avukat Celal Ülgen'den itiraz geldi. Ülgen, Cnntürk'e telefonla bağlanarak "Ne savcının mütalaasında ne de mahkemede böyle bir şeyden hiç bahsedilmedi. Gerekçeli kararda nasıl yer alır'' dedi. Ülgen gerekçeli kararı avukatlara verilmediğini önce medyaya dağıtıldığını söyledi.  
	 
	SANIK AVUKATI ERSÖZ'DEN TEPKİ 
	 
	Balyoz Davası'nın bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın 
	avukatı Hüseyin Ersöz, mahkemenin gerekçeli kararını eleştirdi. Avukat 
	Hüseyin Ersöz bir sayfalık yazılı açıklamasında şunları dile getirdi: 
	"Gerekçeli kararda, darbenin Çetin Doğan'ın sağlık durumu ve emekli olması 
	nedeniyle hayata geçirilmediği tespiti yapılmıştır. Bu değerlendirme 
	‘çaresizlikle’ kaleme alınmış görünmektedir. Zira iddianamede darbeyi Aytaç 
	Yalman'ın önlediği iddia olunmuştur. Oysaki mahkeme bu kişiyi tanık olarak 
	dinlemediğinden bu hususa gerekçesinde yer vermemiştir. Bunun yerine konuyu 
	Çetin Doğan merkezli olarak ele almıştır. Ancak Çetin Doğan'ın emekli 
	olacağı 2002 senesinden bellidir. Çünkü Çetin Doğan'ın önünde kendisinden 
	daha kıdemli generaller bulunmaktadır. Diğer bir konu ise Çetin Doğan'ın 
	sağlık sorunudur. Ancak mahkeme bu konuyla ilgili olarak da hiçbir araştırma 
	yapmamış, o dönemdeki sağlık problemlerinin ciddiyetini araştırmaksızın 
	gerekçeli kararına yazmıştır. Bu durum, Mahkemenin darbenin neden teşebbüs 
	aşamasında kaldığını açıklamak noktasında Çetin Doğan'ın sağlık sorunlarına 
	atıf yapmak durumunda kaldığını göstermektedir."  
	 
	-'Yazım hataları sanıkların lehine yorumlanmalıdır'- 
	 
	Ersöz, "Yasadışı bir oluşumda ‘Askeri yazım kurallarına uyulması beklenemez’ 
	şeklindeki yaklaşım tamamıyla hatalı. Eğer iddia bir darbe planının 
	hazırlanması ise o takdirde diğer örneklerine de bakmak gerekecektir. 12 
	Eylül 1980 Darbesi’ne dayanak kabul edilen Bayrak Harekat Planı askeri yazım 
	kurallarına göre kaleme alınmıştır. Bu noktada Balyoz Harekat Planı'nda 
	askeri yazım kurallarına uyulmaması şüphe doğurucu bir etken olarak kabul 
	edilmeli ve sanıklar lehine yorumlanmalıdır. Zira tarih çelişkileri ve diğer 
	teknik çelişkiler birlikte ele alındığında iddialara dayanak dijital 
	dokümanların asker kişiler tarafından hazırlanmadığı sonucuna ulaşılmaktadır 
	ki bu savunma makamının tezlerini güçlendiren bir husustur" dedi. 
	 
	-'Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması sağlanmalıdır'- 
	 
	Avukat Ersöz, "Mahkemenin görevi ‘maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını’ 
	sağlamaktır. Bu çerçevede dijital dokümanların sahteliği iddiaları 
	karşısında, eğer dosyada çelişkili bilirkişi raporları bulunmakta ise yeni 
	bir bilirkişi incelemesinin yapılması Yargıtay Kararları çerçevesinde 
	zorunludur. ‘İmzasız’ dijital dokümanlara dayanarak gerekçeli karar kaleme 
	almak hakimlerin tarafsızlığına gölge düşüren bir durumdur" ifadelerine yer 
	verdi. 
	 
	-'Diğer hususlar iddianameden alıntılanmıştır'- 
	 
	Hüseyin Ersöz, "Gerekçeli Kararda, Genelkurmay Başkanlığı'nın dokümanların 
	gerçekliğini teyit ettiği şeklinde bir bilgi yer almaktadır. Bu tespitin 
	hangi belgeye dayandığını anlaşılmamıştır. Zira Genel Kurmay Başkanlığı 
	Askeri Savcılığı Bilirkişi Raporunda, Hava Kuvvetleri Askeri Savcılığı 
	Bilirkişi Raporunda, Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı Bilirkişi 
	Raporu'nda ve Birinci Ordu Komutanlığı Bilirkişi Raporunda iddialara dayanak 
	plan ve eklerinin TSK 'ya ait bilgisayarlarda oluşturulmadığı ve 
	‘gerçekdışı’ olduğu şeklinde değerlendirmeler bulunmaktadır. Son olarak 
	Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın bir soru önergesine verdiği yanıtta da 
	bu dokümanların TSK bilgisayarlarında oluşturulmadığına ilişkin bilgiler 
	verilmiştir" diye konuştu. Avukat Ersöz açıklamasını şöyle tamamladı: 
	"İsnatlara dayanak 11, 16 ve 17 Nolu CD'ler içinde yer alan bilgilerin 
	‘güncellendiği’ hususunda gerekçeli kararda yazan husus ise hiçbir ‘bilimsel 
	gerçeğe’ dayanmamaktadır. Zira dosya içerisinde yer alan TÜBİTAK ve Emniyet 
	Bilirkişi Raporları’nda son kayıt tarihi 2003 yılı olarak tespit edilmiştir. 
	CD'ler içinde kayıtlı dokümanların güncellenmesi ise teknik olarak mümkün 
	değildir. Bunun yanında bazı dokümanlar içerisindeki bilgiler güncellenirken 
	kişilerin rütbeleri ile görev yerlerinin 2003 yılı olarak bırakılması da 
	mantıklı değildir. Mahkemenin bu hususu görmezden gelmesi hakimlerin teknik 
	hususlardaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Dava devam ederken 
	bilirkişi incelemesi yaptırılmamış olması bu hatalı değerlendirmeye 
	gerekçeli kararda yer vermelerine neden olmuştur. Mahkeme tarafından 
	gerekçeli karara yazılan diğer hususların tamamı iddianameden yapılmış olan 
	alıntılardan ibarettir. Bu gerekçelerin delillerin sahteliği iddiası 
	karşısında yeterli ve doyurucu olmadığı açıktır. Mahkemenin açıkladığı 
	gerekçeli karar, kamu vicdanını tatmin etmekten çok uzaktır." 
	 
	DİJİTAL DELİLLERE TEK TEK CEVAP VERİLİYOR 
	 
	08.01.2013 10:44 Sanık ve sanık avukatlarının, dijital verilerin sahte 
	olduğu iddialarına da tek tek cevap verildi. Delil niteliğindeki verilerin 
	orjinal nüshalarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği ifade 
	edildi. Mahkeme heyeti, Genelkurmay’dan gelen bu delillerin, gerçek olduğuna 
	dair kesin kanaat oluşturduğunun altını çizdi. Gerekçeli kararın sonuç 
	kısmında ise sanıkların 2002’de AK Parti’nin iktidara geleceğinin 
	anlaşılması üzerine seçimlerden önce çalışmalara başladığı kaydediliyor. 1. 
	Ordu merkezli bir cunta yapılanması içinde Hava Kuvvetleri ve Jandarma 
	unsurlarının da yer aldığı vurgulanıyor. 
	 
	Balyoz davasında verilen mahkumiyet kararlarıyla ilgili İstanbul 10. Ağır 
	Ceza Mahkemesi tarafından yazılan gerekçeli kararda, sanık ve avukatlarının 
	yargılama boyunca gündeme getirdiği iddialara tek tek cevap veriliyor. 
	Özellikle sanıkların ‘dijital deliller sahte’ iddiası üzerinde uzun uzun 
	duran mahkeme, elektronik ortamdaki belgelerin gerçekliğini 24. maddede 
	özetliyor. İlk maddede ‘Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Oraj Hava Harekat 
	Planı, Suga Harekat Planı, Çarşaf ve Sakal Eylem planları, 11, 16, 17 No’lu 
	CD’lerdeki Dijital Belgeler ile Seminer Ses Kayıtları ile Olasılığı En 
	Yüksek Tehlikeli Senaryo’ arasındaki benzerlikler vurgulanıyor. Mahkeme, 
	Balyoz davasına konu olan 1. Ordu’da düzenlenen seminere ilişkin ses 
	kayıtları ile dijital verilerin birbiriyle örtüştüğünün altını çiziliyor. 
	 
	3. maddede gazeteci Mehmet Baransu’nun teslim ettiği deliller ile Gölcük 
	Donanma Komutanlığı ve emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen 
	belgelerin bazı bölümlerinin bire bir aynı olduğu vurgulanıyor. Gölcük 
	Donanma Komutanlığı ve Hakan Büyük’ten ele geçirilen taranmış belgelerin 
	asıllarının Genelkurmay tarafından mahkemeye gönderildiği belirtilen 
	kararda, “Teslim edilen yazılı belgeler ile asıllarının Genelkurmay 
	Başkanlığı tarafından askeri birimlerde asılları bulunduğu belirtilen 
	taranmış belgelerin dijitaller içerisinde yer alması, delillerin doğruluğu 
	konusunda sanıkların aksi yöndeki savunmalarını bertaraf ederek mahkemede 
	tam bir kanaat oluşturmuştur.” ifadelerine yer verildi. 
	 
	HAKAN BÜYÜK'TEN ELE GEÇEN BELGELER EN BÜYÜK DELİL 
	 
	Mahkemenin dijital verilerin doğruluğu için kullandığı şu ifade ise çok 
	çarpıcı: Eskişehir’de sanık Hakan Büyük’te ele geçen flash bellekte yer alan 
	taranmış belgelerin bir kısmı Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen 
	dijitaller içerisinde de, ‘Hakan Büyük’ten’ aldıklarım isimli klasörlerde 
	yer almaktadır. Bu husus bile tek başına bu belgelerin doğruluğunun en büyük 
	delili durumundadır.” 8. maddede Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın Olasılığı 
	En Yüksek Senaryo’nun oynanmaması için talimatı bulunmasına rağmen Doğan’ın 
	plan seminerinde ısrar etmesinin Balyoz darbe çalışmasıyla uyuştuğu 
	vurgulanıyor. 
	 
	Büyükanıt, sakıncalı bulduğu için hukukçulara inceletti 
	 
	1. Ordu’da düzenlenen seminerin darbe planı olduğuna dair bir başka delile 
	15. maddede yer veriliyor. Seminerin düzenlendiği dönem Genelkurmay 2. 
	başkanı olan Yaşar Büyükanıt’ın, Balyoz davasındaki tanıklığında seminer 
	sonuç raporuyla ilgili sarf ettiği “Raporu Genelkurmay Başkanı’na arz 
	etmeden önce hukukçulara incelettik. Ayrıca Genelkurmay karargahının 
	temelini teşkil eden J Başkanlığı dediğimiz hepsine gönderdik. Onlardan da 
	görüş aldık. Bundan sonra da komutana arz ettik.” ifadeleri de delil olarak 
	gösteriliyor. Kararda Büyükanıt’ın seminer raporunu sakıncalı bulduğu için 
	hukukçulara incelettiği dile getiriliyor. 
	 
	Hukuk dışı yapılanmada, askeri yazışmalara uygunluk beklenemez 
	 
	Gerekçeli kararda sanık ve avukatlarının Balyoz planını içerir belgelerin 
	askeri yazım kurallarına uygun olmadığı ve oluşturma tarihleri arasında 
	uyumsuzluk bulunduğu yönündeki iddialara ilişkin de açıklama yapıldı. 
	Kararda, hukuk dışı bir yapılanma içerisindeki yazışmalarda, askeri yazışma 
	ilkelerine uyulmasının ve bunların düzen ve intizam içerisinde olmasının 
	beklenmeyeceği kaydedildi. Sanık ve müdafilerinin, davanın askeri mahkemede 
	görülmesi gerektiği yönündeki iddialarına da değinilen gerekçeli kararda, 
	“Yapılan darbe planları kapsamında, istihbarat faaliyetleri ve keşif 
	çalışmaları sivil alanlarda gerçekleştirilmiş, darbe planlarına göre 
	tutuklanacak kişiler, el konulacak araçlar, görevden uzaklaştırılacaklar 
	gibi faaliyetlerin askeri mahal dışında gerçekleşecek olması söz konusu 
	suçun ‘askeri mahalde’ işlendiğinin kabulü mümkün değildir. Devletin 
	güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait 
	davalar herhalde adliye mahkemelerinde görülür.” denildi. 
	 
	Kararda, mahkeme süresince sanık ve müdafilerin TÜBİTAK’tan alınan raporlara 
	‘Başbakanlık’a, yani yürütmeye bağlı olması nedeniyle bu davada bilirkişi 
	olarak görevlendirilemez’ şeklinde itirazlar da dile getirildi. Kararda, 
	“Sanık ve müdafilerin askeri bilirkişi raporlarını kabul edip TÜBİTAK 
	raporlarını kabul etmemeleri tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır.” şeklinde 
	ibareler kullanıldı. Elde edilen dijital verilerin, 5-7 Mart 2003 
	tarihindeki 1. Ordu Plan Semineri’nden önce oluşturulduğunun anlaşıldığı 
	aktarılan kararda, “Söz konusu belgelerin tarihleri üzerinde güncellemeler 
	yapıldığı, bir kısmının da oluşturma tarihleri değiştirilerek bu şekilde 
	belgelerin ele geçirilme ihtimaline karşı savunma imkanı hazırlamaya 
	çalıştıkları anlaşılmıştır.” sözleri kullanıldı. 
	 
	AK Parti’nin iktidar olacağını anladıklarında hazırlığa başlamışlar 
	 
	Gerekçeli kararın sonuç ve değerlendirme kısmında, Balyoz darbe planın 
	hazırlanış süreciyle amaç ve nedenleri ayrıntıları şekilde anlatılıyor. 2002 
	yılında AK Parti’nin iktidara geleceğinin anlaşılması üzerine sanıkların 
	seçimler öncesinde hazırlıklara başladığı belirtilen kararda, “Sanıkların 
	demokratik yollarla iş başına gelen yürütme organını anti demokratik 
	yollarla idareden uzaklaştırmak amacıyla Çetin Doğan liderliğinde 1. Ordu 
	merkezli bir cunta yapılanması oluşturduğu, Harp Akademileri Komutanlığı ve 
	Donanma Komutanlığı komutasındaki Hava Kuvvetleri unsurlarının ise İstanbul 
	ve Bursa Bölge başta olmak üzere Jandarma unsurlarının bu cunta içinde yer 
	aldıkları anlaşılmıştır. Hava Kuvvetleri unsurlarının başında sanık İbrahim 
	Fırtına’nın olduğu, deniz unsurlarının başında sanık Özden Örnek’in olduğu, 
	Jandarma unsurlarının başında ise dönemin Jandarma İstihbarat Başkanı Halil 
	Helvacıoğlu’nun olduğu kararına varılmıştır.” denildi. (Abdullah Harun 
		/ kontrgerilla.com) 
  
	 
	 
		Gerekçe, delil taktiklerini çürüttü 
	Balyoz davasının 1435 sayfalık gerekçeli kararı, sanıklara niçin ceza 
	verildiği, cezaların hangi delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün 
	tartışmalara tek tek cevap veriyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme 
	getirilen 'hukuki ya da değil' tartışmaların tamamına açıklık getiriyor. 
	 
09.01.2013 11:28 Camilerin bombalanması, Türk jetlerinin düşürülmesi gibi 
eylemlerin yer aldığı Balyoz darbe planı davasında gerekçeli kararın 
açıklanmasıyla ilk yargı aşaması tamamlandı. Bundan sonra temyiz süreci var. 
 
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 1435 sayfalık gerekçeli kararıyla birlikte 325 
sanığın cezalandırıldığı Balyoz dava dosyasını Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne 
gönderecek. Yargıtay'ın incelemesine ışık tutacak en önemli belge gerekçeli 
karar. Çünkü, gerekçeli kararda sanıklara niçin ceza verildiği, cezaların hangi 
delillere dayandığı gibi davayla ilgili bütün tartışmalara tek tek cevap 
veriliyor. Bunun yanı sıra mahkemede gündeme getirilen “hukuki ya da değil” 
tartışmaların tamamına açıklık getiriliyor. Bunlar arasında; “Delillerin 
sahteliği iddiaları, savunma hakkının kısıtlanması, ceza verirken ast-üst 
ilişkisine dikkat edilmediği eleştirileri…” gibi onlarca konu başlığı var. 
Karara dayanak olan ana deliller ise şunlar: “19 adet CD, bunları doğrulayan 
seminer ses kayıtları, Gölcük Donanma Komutanlığı ve Eskişehir'de ele geçirilen 
belgeler, tanık-sanık ifadeleri ve sanıkların savunma çelişkileri…” 
 
20 Ocak 2010’da başlayan yargı sürecinde ilk aşama bitti. Mahkeme 21 ayda 
hükmünü, 3,5 ayda da gerekçesini tamamladı. 365 sanıklı bir dava için oldukça 
kısa bir sürede tamamlanan ilk derece yargılamasının gerekçeli kararı 
tartışmalara da nokta koyar nitelikte. Mahkeme, dosyaya ve kendisine yönelik 
bütün eleştirileri, iddiaları tek tek cevapladı. Bunlar özetle şöyle: 
 
Davanın ana delilleri 19 adet CD. Balyoz, Oraj, Suga harekat planları ile 
Sakal ve Çarşaf eylem planları ve bunların ekleri olan listeler 11, 16 ve 17 
No’lu CD’de yer alıyor. Sanıklar, bu 3 CD’nin sahte olduğunu iddia ederken, 
diğer 16 CD’yi kabul ediyor. Karara göre 16 CD’deki belgeler, reddedilenleri 
doğruluyor ve onların devamı niteliğinde. Bunlar darbe planlarının en önemli 
teyidi. 
 
Çetin Doğan’ın emriyle hazırlanan, imzalı yazışmalar bulunan planın 
‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYST)’ isimli jenerik plan dahilinde 
oynanacağı, seminere kadar ‘irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm 
listeler ile teşkil edilecek’ deniyor. Balyoz planının içeriğini oluşturan 
bilgiler de bu emirle birebir uyuşuyor. 
 
Seminere katılan herkesin plandan haberi yok. Sadece bilmesi gerekenler 
biliyor. Ergin Saygun da konuşmasında ‘gizlilik’e dikkat çekiyor. Seminere 
katılanlardan sadece 48’i, planı bildiği, cuntada yer aldığı için sanık. 
 
1. Ordu askeri bilirkişisi Binbaşı Hakan Erdoğan, “Balyoz belgeleri 
doğruysa bu bir darbe planıdır.” demiş ve belgelerin bir bütünlük arz ettiğini 
ve peyderpey askeriyeden çıkarılmış olabileceğini belirtmişti. Mahkeme de, 
“Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçirilen belgeler Balyoz CD’lerinde çıkan 
belgelerin devamı.” diyor. Aynı şekilde Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün 
evinde ele geçirilenler de öyle. Gölcük’te Suga’nın devamı var, Eskişehir’de ise 
Balyoz darbesi olduktan sonra sanıkları korumak için hazırlanan ‘ihtimalat’ 
planı. 
 
Gölcük’ten çıkan 1 No’lu CD, Balyoz planının olduğu 11 No’lu CD ile aynı. 
Hard diskteki şifreler de, sanıklardan Kemalettin Yakar ve Erdinç Yıldız’ın 
şifreleri ile aynı. Yani dışarından birilerinin koyma imkanı yok. 
 
Genelkurmay, Gölcük ile Eskişehir’de ele geçirilen dijitallerde bulunan 
taranmış belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğunu bildirdi. 
Bunlar, Balyoz’un ekleri olan fişleme belgeleri ve yazışmalardan oluşuyor. 
 
‘Sahtecilik’ iddialarıyla ilgili; Çetin Doğan emekli olsa da, cunta 
çalışmaya devam ediyor. Sanıkların seminerdeki beyanlarında sık sık ‘planları 
güncelledik, güncelleyeceğiz’ ifadeleri de güncelleme yapıldığının göstergesi. 
 
Mahkeme, listelerde ismi geçen herkesi mahkum etmediğinin altını çiziyor. 
Sanıkları, ‘bu onurlu görevi kabul edenler’ diye özellikle belirtilip bundan 
haberdar oldukları için mahkum edildiğini anlatıyor. 
 
Sanıklara yeterince savunma hakkı verildiği, Çetin Doğan’ın 118 
duruşmanın neredeyse yarısında konuştuğu belirtiliyor. 
 
Tutuklama konusu: Darbe teşebbüsünün gerçekleşmesi halinde ciddi sonuçlar 
doğuracağı, sanıkların serbest kalmaları halinde ellerindeki imkanlarla 
delilleri yok edeceği, kaçabileceği, nitekim firari sanıkların olduğu 
kaydediliyor. (Büşra Erdal / Zaman) 
  
	 
	 
		Askeri bilmezkişilere gerekçe şoku 
	Balyoz davasının gerekçeli kararında, 'askeri bilirkişilerin tüm 
	çabalarının delilleri çürütmek' olduğu şeklinde şok bir tespit de yer aldı. 
	 
09.01.2013 12:19 Balyoz davasının gerekçeli kararında, askeri bilirkişilere ağır 
	eleştiriler yöneltildi. Askeri bilirkişilerin darbe faaliyeti kapsamındaki 
	bir darbe planının askeri kurallar dahilinde tahlil etmeye çalışmaları sert 
	bir dille eleştirilirken, “askeri bilirkişilerin tüm çabalarının delilleri 
	çürütmek” olduğu belirtildi. Bilirkişilerin hakimin yerine geçerek yargıya 
	varmasının mümkün olmadığının altı çizilen gerekçeli kararda, askeri 
	bilirkişilerin “tarafsız olmadıkları” vurgulandı. 
	 
	Önce ‘gerçek isim yok’ dedi, belgeyi görünce ‘var’ dedi 
	 
	Gerekçeli kararda ayrıca, Balyoz darbe Planı belgelerinin gerçekliğinin 
	kabulünde sanıkların birbiriyle çelişkili beyanların da etkili olduğu 
	anlatıldı. Soruşturma aşamasında sanıklar Çetin Doğan, Yurdaer Olcan ve 
	Memiş Yüksel Yalçın gibi, diğer bazı sanıkların, “1. Ordu Plan Semineri’nde 
	gerçek kişi ve kurum isimlerinin kullanılmadığı, olağanüstü hal ve 
	sıkıyönetim ilanı gibi hususların görüşülmediği’’ yönünde beyanda 
	bulundukları belirtildi. Soruşturmanın kovuşturmaya dönüşmesinin ardından 
	aynı sanıkların dava aşamasında beyanların aksine delilleri görmeleriyle 
	önceki beyanlarından döndükleri ve ‘görüşülmedi’ dedikleri konuların 
	görüşüldüğünü söyledikleri aktarıldı. 
	 
	Kararda, şöyle denildi: 
	 
	“Beyanlar arasında birçok tutarsızlığın bulunduğu, belirtilen 
	tutarsızlıkların örnekleme suretiyle verildiği, bu örneklerin 
	arttırılabileceği, sanıkların aynı konularda yeri geldiğinde farklı 
	beyanlarda bulundukları, aynı sanığın aynı konudaki beyanları arasında dahi 
	çelişkilerin olduğu, mahkum olan sanıkların kendilerini suçtan kurtarabilmek 
	için bu şekilde çelişkili beyanlarda bulundukları anlaşılmakla, dosyadaki 
	mahkememizin dayandığı delillerin doğruluğunun ispatlandığı anlaşılmıştır.’’ 
	(Helin 
	Şahin / Star) 
  
	 
	 
		 Avukatlar, 
	gazeteciler, Balyoz'u aklama çabaları 
	Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Balyoz davasının gerekçeli kararına bazı çevrelerce yapılan 
	kasıtlı itirazlara örneklerle tepki gösteriyor. 
	 
	09.01.2013 13:22 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz muhipleri, -darbe sevdalıları da diyebiliriz- sanık 
	avukatlarıyla el ele, mahkemenin gerekçeli kararını çürütmeye çalışıyor. 
	Mahkeme, "Oraj ve Suga gibi eylem planlarının asılları Genelkurmay 
	Başkanlığı'nda mevcut" demiş gibi, gerçekle bağdaşmayan bir tartışma zemini 
	oluşturma çabasındalar. 
	 
	10. Ağır Ceza Mahkemesi, 11, 16 ve 17 nolu CD'ler içindeki Balyoz Harekat 
	Planı ve eklerinin, Genelkurmay Başkanlığı'nda asıllarının bulunduğunu 
	söylemedi. Gerekçeli karar dikkatli okununca, mahkemenin meramı anlaşılıyor. 
	Dijital verilerde yer alan bazı dosyaların askeri birimlerde asıllarının 
	mevcut olmasının, tartışılan CD'ler üzerindeki şüpheleri bertaraf edecek bir 
	kanaatin oluşmasına katkı sağladığı ifade ediliyor. Nitekim Genelkurmay 
	Başkanlığı'nın açıklaması da aynen bu istikamette. Açıklamaya göre, 
	Mahkeme'nin gerekçeli kararında, sadece, "Gölcük Donanma Komutanlığı ve 
	Eskişehir'de sanık Hakan Büyük'te ele geçirilen dijitallerdeki taranmış 
	belgelerin asıllarının ilgili birliklerde mevcut olduğu, Genelkurmay 
	Başkanlığınca bildirilmiştir" şeklinde bir ibare var. Bilgi kirliliği 
	yaratılıyor. Mahkeme, Eskişehir ve Gölcük'te ele geçirilen CD'lerdeki 
	taranmış belgelerin asıllarının askeri birliklerde bulunduğunu söylüyor. 
	Avukatlar bunu genelleştiriyor ve mahkemeyi yalancılıkla itham ediyor.  
	 
	10. Ağır Ceza Mahkemesi, dijital verilerin doğru olduğu kanaatine varmasında 
	başka unsurların da rol oynadığını belirtiyor ve onları sıralıyor:  
	 
	- Sözgelimi, 20 Aralık 2002 tarihli Çetin Doğan'ın 1. Ordu Komutanlığı 
	koordinasyon toplantısındaki konuşması: "Silahlı Kuvvetler siyasetin 
	dışındadır. Dışında olmak, cumhuriyetin temel ilkelerinin örselenmesine göz 
	yumarız anlamına gelmez. TSK'nın tarihi misyonu, Kemalist çizgiyi her zaman 
	muhafaza etmektir. Şimdiye kadar içimizde barınamayanlar Meclis'e 
	taşınmıştır. Bu meydan okuma karşısında kategorili personel (İrtica yüzünden 
	takibe alınmış personel. NI) "  
	 
	- 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Plan Semineri'nde özel isimlerin kullanılmasını 
	(Tuzla ve Sultanbeyli Belediye Başkanlarının görevden alınması gibi), 
	seminere katılanların "İstanbul'un üzerine çökelim", "Fırınlarından 
	pastanelerine kadar bütün listelerimiz hazır", "Köklerini kazıyalım", "Acıma 
	yok, tepeleme var", "İsrail'in yaptığı gibi yapalım" şeklindeki ses 
	kayıtlarını da, Balyoz Harekat Planı'nın varlığına dair deliller olarak 
	görüyor.  
	 
	- KKK'nin izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik plan semineri için 
	ısrar edilmesi de, jenerik senaryo kamuflajlı bir darbe planı hazırlandığına 
	dair mahkemenin kanaatini güçlendirmiş.  
	 
	- Ayrıca Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere göre, Poyrazköy'de 
	kazı yapıldı, bin 200 adet tabanca fişeği, 900 uzun namlulu tabanca fişeği, 
	patlayıcı madde, infilak ve saniyeli fitil ele geçirildi.  
	 
	- Balyoz Darbe Planı'nın yer aldığı 11 nolu CD'nin aynısı, Gölcük Donanma 
	Komutanlığı'nda, hem CD olarak bulundu, hem de muhtevası hard diskin içinden 
	çıktı. Benzer belgelere Eskişehir'de Hakan Büyük'ün evindeki flash bellekte 
	de rastlandı. 3 ayrı yerde bu planların çıkması, mahkemede CD'lerin doğru 
	olduğu kanaatini pekiştirdi.  
	 
	- Balyozcuların bir başka iddiası, Çetin Doğan'ın zaten emeklilik yaşının 
	geldiği hususu. Oysa, Aytaç Yalman istifa ettirilip, yerine Çetin Doğan'ın 
	Kara Kuvvetleri Komutanı olması planlanıyordu. Böylece emeklilik yaşı 2 yıl 
	uzayacaktı. Avukatlar burada da bilgi kirliliği yaratıyor. 
	 
	Para alan avukatların, sanıkları canla başla savunmasını anlıyorum da, 
	gazetecilerin Balyoz darbesini aklama çabalarının hangi gerekçeye 
	dayandığını çözmüş değilim. (Nazlı 
	Ilıcak / Sabah) 
  
	 
	 
		Sanıkları Gölcük diski yaktı 
	Balyoz’da 'dijital deliller sahte' tezini, binbaşının harddisk incelemesi 
	bitirdi. 
	 
	16.01.2013 09:52 Balyoz davası gerekçeli kararında Gölcük Donanma 
	Komutanlığı’ndan çıkan hard disklerin sanıklara ait olduğunu ortaya koyan ve 
	dijital delillerin zamanlama çelişkisini gideren tespitler yer aldı. 
	 
	Gerek Balyoz davası sanıkları gerekse avukatların temel dayanak noktası, 
	Balyoz davası delil CD’lerinin 2003 yılında oluşturulmasına karşın, içindeki 
	bazı bilgilerin 2007’ye ait olduğu iddiasıydı. Sanıklar ve avukatları, 
	CD’lerin bu sebepten sahte olduğu tezini aylarca dile getirdi. Balyoz darbe 
	planlarının yer aldığı 11 numaralı CD’nin içeriğinin aynısının yer aldığı 
	hard diskin Gölcük’te Donanma Komutanlığı’ndan çıkmasından sonra bu kez de 
	delillerin güncellenmiş olabileceği iddiaları dillendirildi. 
	 
	Ancak İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin gerekçeli kararı, 
	Gölcük’te ele geçirilen yeni delillerin hard disklerinin, Gölcük Donanma 
	Komutanlığı İstihbarat Şubesi Kısım Amiri Kemal Yakar ile irtibatını ortaya 
	koydu. Gerekçeli karardaki tespitlere göre, Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan 
	elde edilen ve ilk Balyoz CD’leriyle aynı içeriğe sahip hard disklerin 
	şifreleri, Yakar’ın kullandığı başka bilgisayar hard disklerinin 
	şifreleriyle aynı çıktı. Karar metninin ‘Delillerin Doğruluğunun 
	İrdelenmesi’ başlığıyla 954. sayfasından sonra yer alan değerlendirmelerde 
	Balyoz CD’leriyle aynı içerikli zulada bulunan hard disklerin, Yakar’ın 
	kullandığı 5 ayrı hard diskle hem içerik hem de şifreleme açısından aynı 
	olduğunun tespit edildiği bilgisi yer aldı. Böylece, Yakar’ın kendisine ait 
	olduğunu kabul ettiği hard disklerin şifreleri ile kendisine ait olduğunu 
	kabul etmediği (Balyoz delilleriyle aynı içeriğin yer aldığı) hard diskin 
	şifrelerinin bir olduğu ortaya çıkmış oldu. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı 
	Fikret Seçen, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde 10 
	Aralık 2010 tarihinde baskın yapmıştı. Bu aramada istihbarat şubenin zemini 
	altına zulalanmış 10 çuval belge ele geçirilmişti. Yakalanan evraklar 
	arasında Balyoz davasının delillerini teyit eden çok sayıda doküman bulundu. 
	Arama sırasında Yakar’a ait 5 hard diske de el konuldu. Yakar, mahkemede 
	Balyoz CD’leriyle uyumlu bilgilerin yer aldığı hard diskleri inkar etmiş, 
	döşemenin altına çuvalları kendisinin koyduğunu fakat içlerindeki belgeleri 
	ilk kez gördüğünü iddia etmişti. (Zaman) 
  
	 
	 
		 11 
	kapı da virüsten koruyamadı! 
	DHKP-C terör örgütüne düzenlenen ve çok sayıda kişinin gözaltına alındığı 
	operasyonlarla ilgili bazı medya organlarında Odatv ve Balyoz davasında 
	benzerini gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma 
	gayretleri ortaya çıkmaya başladı. Bu çevrelerin iki önemli ayrıntıyı 
	görmezden gelmelerinin nedeni anlaşılamıyor. 
	 
	21.01.2013 14:27 Geçtiğimiz günlerde 7 ilde yapılan ve çok 
	sayıda gözaltının yaşandığı DHKP-C operasyonlarında çok çarpıcı bir gelişme 
	yaşanmıştı. Baskın yapılan yerlerden biri olan Şişli’deki Ozan Yayıncılık’ta 
	peşpeşe 11 çelik kapıdan girilebilen bir bilgi işlem odası ortaya çıkarıldı. 
	11 kapıyı 6 saatte açabilen polis 3’üncü kat penceresinden itfaiye 
	yardımıyla içeri girdi. Bu süreyi değerlendiren örgüt üyeleri kozmik odadaki 
	9 bilgisayarı yaktı, 1 dizüstü bilgisayarı da parçaladı. Bir başka ildeki 
	operasyonda ise örgüt evindeki evrakların operasyon esnasında sobada 
	yakılmaya çalışıldığı tespit edildi. 
	 
	Baskınla ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden bir açıklama geldi: "Legal 
	görünüm altındaki dernek/kültür merkezi/dergi bürolarında çelik kapılarla 
	(11 çelik kapıdan geçilerek) korunaklı hale getirdikleri yerlerde, yurt 
	dışında bulunan örgüt elebaşlarına ülkemizin kozmik bilgilerini şifreli 
	metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine ajan 
	faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri oluşturdukları tespit 
	edilmiştir. Bazı basın yayın organlarında, 'avukatların, mesleki 
	faaliyetleri ve baktıkları davalar nedeniyle gözaltına alındıkları' iddia 
	edilmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatları ve Cumhuriyet 
	Savcılarının nezaretinde titizlikle yürütülen soruşturmada, şahıslar 'terör 
	örgütü yöneticiliği ve üyeliği' şüphesiyle gözaltına alınmıştır." 
	 
	Operasyon sırasında yurt içi ve dışı gizli haberleşmelere ait kriptolu 
	doküman ve dijital delillerin yakılmak ve kırılmak suretiyle yok edilmeye 
	çalışıldığının görüldüğü aktarılan açıklamada, çok miktarda yakılmaya 
	çalışılmış harddisk, flashdisk ve yazılı dokümanlar ile örgütsel dijital 
	malzemeler ele geçirildiği de kaydedildi. Polis operasyonlarının tamamının 
	videoya kaydedildiği bildirildi. 
	 
	2010 YILINDA 7 KAPILI SİSTEM ORTAYA ÇIKARILMIŞTI 
	 
	İddianamelerde Ergenekon örgütüne taşeron eylem yapmakla itham edilen, çok 
	ilginç bazı bulgular (1) nedeniyle Derin-Sol da olarak nitelendirilen 
	yasadışı sol terör örgütü DHKP-C'yle ilgili daha önce de benzer bir gelişme 
	yaşanmıştı. Örgütün yayın organı Yürüyüş Dergisi’ne ihbar üzerine 2010 
	yılında baskın yapan polis, beklemediği bir sürprizle karşılaşmıştı. (2) 
	Dergi'nin bulunduğu dairede karşısına çıkan 7 ayrı çelik kapıyı kırmak 
	zorunda kalan polis, sadece 3 kişinin girebildiği yalıtımlı özel odaya bu 
	şekilde ancak ulaşabilmişti. DHKP-C’nin tüm yazışmalarını özel tasarlanan ve 
	yalıtım sağlanan bu odadaki bilgisayarlarla yaptığı ortaya çıkarılmıştı. 
	Burada bulunan bilgisayarlar ile içlerindeki dosyaların çok özel bir 
	yöntemle şifrelendiği, yazışma anahtarı olmadan açılamadığı da 
	belirlenmişti. Ayrıca yazışmaların da şifreli olduğu, bu şifrelerin 
	anahtarsız okunamayacağı anlaşılmıştı. 
	 
	KARARTMA VE KAFA KARIŞTIRMACILAR, O 11 KAPIYI NİÇİN İNŞA ETTİNİZ? 
	 
	Örgütün bu kez kapı sayısını 11'e çıkardığı görüldü. Bu sayının artmasının 
	gerekçesi olarak, polisin bu kapıları açmak için harcayacağı süre içinde 
	örgüt üyelerince kozmik odadaki bilgisayar ve diğer delillerin yok 
	edilmesinin hedeflendiği düşünülüyor. Nitekim son operasyonda bu durum çok 
	net şekilde görüldü. Operasyonlarda gözaltına alınan ve savcılık sorgusunun 
	ardından tutuklama talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk edilen şüphelilerden 9'u 
	avukat olmak üzere 21'i tutuklandı. 7 ildeki operasyonun İzmir ayağında, 
	zanlıların polis çelik kapıyı kırmadan önce suç delillerini sobada yakmak 
	istedikleri ortaya çıktı. Operasyona katılan Özel Harekat Ekipleri, 
	girdikleri evde yakılmak üzere sobaya atılan dokümanları buldu.  
	 
	Bu arada bazı medya organlarında, Odatv ve Balyoz davasında benzerini 
	gördüğümüz deliller üzerinde şüphe uyandırma ve kafa karıştırma gayretleri 
	ortaya çıkmaya başladı. Bir örnek olarak Radikal yazarı Pınar Öğünç'ün 
	yazısını gösterebiliriz. (3) Pınar Hanım, yazısında Ergenekon ve benzer 
	davalar sürecinde sık karşılaştığımız bir çok gerekçeyi sıralayarak gözaltı 
	ve tutuklamaların haksız olduğunu savunuyor. Sanıkların davet edilmesi 
	varken niçin baskınla gözaltına alındığını soruyor. Odatv olayından 
	hatırlayacağımız gibi virüsle bilgisayarlara dosya yüklendiği iddiasını dile 
	getiriyor.  
	 
	Ancak göremediği(!) çok basit iki ayrıntı, yazısında yer almıyor: 
	 
	- Özel Harp Dairesi'nde bile bulunmayan 11 çelik kapılı kozmik oda niçin 
	inşa edilmiştir?.. 
	- Polisin girmek için harcadığı 6 saat boyunca niçin bilgisayarlar ve 
	dijital malzemeler imha edilmeye çalışılmıştır?.. 
	- Onları da uzaktan yüklenen virüsler yapmış olabilir mi?.. 
	 
	ERZİNCAN DAVASINA RADİKAL MÜDAHALE 
	 
	Pınar Hanımın gazetesinin radikal tavırları aslında şaşırtıcı değil. 
	Hatırlanacağı gibi, Erzincan Ergenekon davasını karalamak için Radikal 
	gazetesinin öncülüğünde yürütülen karalama kampanyasında eski İliç 
	Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt hedef alınmış, savcı hakkında aşağılayıcı 
	haberler yapılmıştı. Savcı Bozkurt hakkında Radikal gazetesi tarafından 
	'Keneyle suikast, çaycıyla darbe' başlığı altında 'Çaycıya 86 TL'lik borcunu 
	ödemedi, kuyumcudan aldığı borcun bir kısmını geç ödedi' şeklinde alaycı bir 
	dil kullanılarak ve tuhaf suçlar isnat edilerek karalama kampanyası 
	yürütüldü. Radikal'in merkezinde yer aldığı bu karalama kampanyası sadece 
	eski İliç savcısını değil Erzincan'daki Ergenekon soruşturmasını da 
	hedefliyordu. (4) 
	 
	Radikal müdahale bunlarla sınırlı kalmadı. Fiilen Ergenekon örgütüne yardım 
	edildiği şüphesini doğuracak şekilde Erzincan Ergenekon davasında tanıkların 
	ifadesini değiştirmek için bu gazetenin fiilen devreye girdiği de iddia 
	edildi. Bu şok iddia, 6 Mart 2010 tarihinde "sonsayfa.com" sitesinde gündeme 
	geldi. Radikal muhabirinin gizli tanık Munzur ile kuytu köşelerde yaptığı 
	görüşmenin fotoğrafları yayınlandı. Gazetenin gizli tanığı CHP'li 
	milletvekilleri ile görüştürmeye çalıştığı iddia edildi. (5) 
	 
	Tanığa baskı operasyonuna katılan CHP eski milletvekilleri Erol Tınastepe 
	ile Ahmet Ersin hakkında geçtiğimiz haftalarda "Ergenekon Terör Örgütü'ne 
	yardım ve yataklık" suçlamasıyla Erzincan'da dava açıldı. (6) (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com) 
  
	 
	 
		 Damadın karizmasını kim çizdi? 
	Gazeteci Etyen Mahçupyan Zaman'daki yazısında 
	Balyoz delillerinin sahte olduğunu ilk olarak ortaya atan Çetin Doğan'ın damadı 
	Dani Rodrik'in nasıl yanıldığını, akademik karizmasının nasıl çizildiğini örneklerle açıklıyor. 
	 
25.01.2013 10:47 Etyen Mahçupyan (Zaman): Dani Rodrik’e kim komplo kurdu?. 2002 
yılının Kasım ayının başında yapılan seçimlerde AKP iktidar olduğunda, askerde 
de yeni bir canlanma yaşanmıştı. Seçimlerden henüz üç hafta sonra o zamanki 1. 
Ordu Komutanı Çetin Doğan emri altındaki birliklere gönderdiği yazıda hükümeti 
hedef alan fişlemelere devam edilmesi talimatını vermekteydi. Sonraki aylar 
içinde Doğan AKP’nin seçim kazanması ile Nazilerin iktidara gelişi arasında 
paralellikler kuran fakslar yazdı ve bunları kendi özel kaleminden yolladı. Bu 
kendine güven halinin tepe noktası ise Balyoz planının tartışıldığı seminerin 
yapılmasıydı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın aksi yöndeki emrine rağmen söz 
konusu seminerin içeriği değiştirildi ve Doğan üst makamlara yalan beyanda 
bulundu. Seminer gerçek kişi, yer ve zaman planları üzerinden darbeye zemin 
hazırlamak üzere kargaşa çıkartmayı hedefliyor ve darbeden sonra kimlerin hangi 
görevlere getirileceğini de yine isim isim belirliyordu. 
 
Balyoz planı deşifre olup mahkemeye taşındığında, ortaya bir anda sürpriz bir 
figür çıktı: Çetin Doğan’ın damadı olan meşhur iktisatçı Dani Rodrik, delillerin 
sahte olduğunu öne sürmekle kalmayıp bu konuda bir kitap da yazdı ve argümanının 
o güne kadar iktisat alanında yazdıklarından çok daha ‘sağlam’ olduğunu ileri 
sürdü. Ulusalcıların ve dünyanın her yerinde AKP’den hazzetmeyenlerin de 
desteklediği bu argümana göre, suçlama esas olarak 3 CD’ye dayanmaktaydı ve 
oradaki bilgilerin üzerinde oynanmıştı. Nitekim 2004 tarihli CD’lerde daha sonra 
kurulan organizasyonların veya mekanların adları geçmekteydi. Rodrik tahrifatın 
varlığını yeterli sayıyor ve bu CD’lerin delil olamayacağını ve karşımızda 
Doğan’ı suçlamaya yönelik bir komplo bulunduğunu öne sürüyordu. Kendisiyle 
yapılan görüşmelerde askerin vesayetçi rolünü onaylamadığını, ama hukukun 
üstünlüğüne inanan bir kişi olarak gerçeklerin ortaya çıkmasını istediğini 
vurguluyordu. 
 
Bugün artık Dani Rodrik’i tatmin edebilecek bir bilgi birikimine sahibiz. 
Birincisi, o 3 CD’nin içindeki bilgilerin diğer CD’lerde de tekrarlandığını ve 
tahrifatsız olarak bulunduğunu öğrendik. İkincisi, tahrifatlı CD’lerin kopyaları 
Gölcük’te yer altındaki kozmik bölmede saklanan evraklar arasında da çıktı ve 
bunların oraya birtakım kötü niyetli komplocular tarafından konulması pek 
gerçekçi gözükmüyordu. Bu noktada sanık avukatları Gölcük’te bulunan 5 no’lu 
hard diski ABD’deki bir yeminli büroya incelettiler ve büro çok sayıda dokümanın 
2004 yılında yazılmış gibi gösterilmesine karşın aslında 2009 yılında oraya 
konduğunu saptadı. Bu tespit bir komplonun varlığını gösteriyor ama asıl soruyu 
yani komplonun failinin kim olduğunu sormuyordu. Derken öldürücü darbe geldi: 
Gölcük’teki bölmenin sorumlusu olan Binbaşı Yakar’ın kendine ait disklerindeki 
şifreler 5 no’lu hard diskin şifreleri ile aynıydı… Yani gerçekten de kasıtlı 
bir tahrifat vardı ama bunu Doğan’ı zor durumda bırakmak isteyen komplocular 
değil, bizzat Doğan’ın çalışma arkadaşları yapmıştı. 
 
Belgelerde belirli çelişkiler yaratmak üzere yapılan bir bilinçli müdahalenin 
ise tek bir açıklaması mümkündü: Darbeciler belgeleri güncellemeye devam etmiş 
ve darbe olanağını kollamayı sürdürmüşler, ama deşifre olma ihtimaline karşı 
kendilerini garantiye almak için söz konusu belgelerde ufak tutarsızlıklar 
yaratmışlardı. Dava açıldığında zanlılar dışında saygın birilerinin söz konusu 
çelişkileri keşfetmesi ve kamuoyuna sunması gerekiyordu. Çünkü ancak bu şekilde 
askerlerin bir komplo karşısında kaldıklarını öne sürmek ve davayı 
itibarsızlaştırmak mümkün olabilecekti. Herhalde Çetin Doğan’ın aklına ilk gelen 
kişilerden biri damadıydı. Böylesine saygın bir uluslararası akademisyenin 
bilimsel araştırması sonucunda komplonun kanıtlanması, Doğan ve arkadaşlarına 
büyük bir psikolojik destek sağlayacak ve mahkemenin baskı altına alınması 
mümkün olacaktı. Ne var ki işler öngörüldüğü gibi yürümedi… Gölcük’te bulunan 
belgeler, tahrifatın bizzat belgelerden sorumlu olan kişinin bilgisi dahilinde 
yapılmış olması ve nihayet son günlerde Genelkurmay’ın bu belgelerin bir 
bölümünün kendi ellerinde de olduğunu kabul etmesi hayal dönemini sona erdirdi. 
 
Herhalde Dani Rodrik de kendisini yeniden demokrasi ile ekonomi arasındaki 
ilişkileri incelemeye vermiştir. Gerçeklerin aydınlanmasından başka bir isteği 
olamayacak olan bir bilim insanı için son gelişmeler yeterince tatmin edici 
olmalı. İnsan eşini seçerken maalesef onun babasını bir kenara koyamıyor… 
Etrafta komplo ararken bakıyorsunuz en yakınınızdaki birileri size komplo yapmış 
oluyor. (Etyen 
	Mahçupyan / Zaman) 
  
	 
	 
		 Yargıtay: İşçi Partisi araması yasal 
	Ergenekon soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyeti'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararı, Yargıtay tarafından değişik gerekçeyle onandı. Yerel mahkemenin, aramanın usülsüz olduğu ancak görevli polislerin suç kastı taşımadığı şeklindeki gerekçesini değiştiren Yargıtay, aramada hiçbir usülsüzlük olmadığını belirtti. Yargıtay'ın verdiği bu onama kararı önemli. 
	 
	19.02.2013 15:22 Yargıtay 4.Ceza Dairesi, Ergenekon soruşturması kapsamında 
	İşçi Partisi'nde arama yapan Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube 
	Müdürlüğü'nde görevli 10 polis için verilen beraat kararını değişik 
	gerekçeyle onadı.
	Yargıtay, yerel mahkemenin "sanıkların eylemlerinin yasaya aykırı olduğu 
	ancak görevi kötüye kullanma kastıyla hareket etmedikleri" yönündeki 
	gerekçisini değiştirdi. Yargıtay, İP'de yapılan arama ve el koymanın 
	İstanbul 11.Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla olduğunu, kararda aramanın 24 saat 
	içinde yapılmasının istendiği hatırlatıldı. Kararda, "Yapılan işin kapsamı 
	gözetildiğinde görevin gereğine ve CMK'nın 119, 120, 127 ve 134.maddelerine 
	uygun bulunduğu, bu haliyle sanıkların üzerine atılı görevi kötüye kullanma 
	suçunun 'görevin gereklerine aykırı davranma' gerekçesi gerçekleşmemiştir" 
	denildi. (Lütfi Kaplan / Star) 
	 
	ÇOK ÖNEMLİ DELİLLER ERGENEKON DOSYASINA GİRDİ 
	 
	Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün 
	talimatı üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde 
	görevli 10 polis memuru, 21 Mart 2008'de, İşçi Partisi Genel Merkezinde, 
	aynı binadaki Ulusal Kanal Ankara Bürosunda ve İşçi Partisi Genel Başkan 
	Yardımcısı Nusret Senem'in evine 04.00 gibi sabah erken bir saatte baskın 
	yaparak akşam 19.00'a kadar arama işlemi yapmıştı. Aramalarda, bir CD içinde 
	Yargıtay binasına giriş ve güvenli kaçış yollarını belirten ayrıntılı bir 
	suikast krokisi ile çok önemli diğer bazı deliller ele geçirildi. Bu 
	deliller halen görülmekte olan Ergenekon dava dosyasında bulunuyor. 
	 
	Ancak aramalardan rahatsız olan İşçi Partisi, polisin usülsüz arama 
	yaptığını ve sahte deliller topladığını iddia ederek Ankara Cumhuriyet 
	Başsavcılığı'na suç duyurusu yaptı. Delillerin Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda 
	belirtilen maddelere aykırı elde edildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunan 
	İP'liler, bilgisayarlara şifreli oldukları gerekçesiyle yedekleme yapılmadan 
	el konulduğu, bilgisayarlardaki verilerin yedeklerinin çıkarılmadığı, 
	kendilerine verilmediği ve bilgisayarlara kendilerine ait olmayan bilgilerin 
	yüklenmesinin mümkün olduğu iddiasını suç duyurusunda dile getirdi. İşçi 
	Partisi'nin şikayetiyle Savcı Abbas Özden derhal harekete geçerek soruşturma 
	başlattı. Bu gelişme kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Soruşturmayla 
	Ergenekon soruşturmasının baltalanmak istendiği ileri sürüldü. Çünkü Savcı 
	Abbas Özden'in, aynı yıl içinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman 
	Paksüt'ün Ergenekon kapsamında usülsüz dinlendiği şikayeti üzerine 
	İstanbul'da yaptırdığı bir baskın Türkiye'yi sarsmıştı. 
	 
	Özden'in talimatı üzerine Fatih Cumhuriyet savcısı beraberinde bir kaç 
	bilişim uzmanı olduğu halde Aksaray'daki İstanbul Emniyeti'ne bir baskın 
	düzenlemiş, bilgisayarlardaki Ergenekon soruşturma dosyasındaki belgeleri 
	kopyalamaya girişmişlerdi. Baskını yapan ekip sadece kendileriyle ilgili 
	kayıtları değil Ergenekon soruşturmasına ait tüm bilgisayar kayıtlarını da 
	kopyalamayı sürdürürken son anda Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz devreye 
	girmiş, bir mahkemeden aldığı karar ile kopyalama işleminin durdurulmasını 
	ve ele geçen kayıtlardan Paksüt'le ilgili olmayanların geri alınmasını 
	sağlamıştı. 
	 
	İşte bu skandalın yaşanmasına verdiği talimatla neden olan Savcı Abbas 
	Özden, Özel Yetkili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İşçi Partisi'nin 
	aranmasına dair yazılı emrini yerine getiren polislerin görevlerini kötüye 
	kullandıklarını iddia etti. Özden, “İstanbul mahkemeleri, Ankara’da arama 
	kararı veremez, gece arama yapılması için karar verilmez, arama kararında 
	bilgisayarlara el konulması yok” gibi tezleri de öne sürdü. Oysa bu tezlerin 
	doğru olmadığı ilerleyen süreçte ortaya çıktı. Yargıtay'ın bu habere konu 
	olan kararı da zaten bunu ispatlıyor. 
	 
	Zaten CMK 134. madde, şifrelenen bilgisayarlara girilememesi halinde el 
	konulacağını, şifrenin çözülmesi ve gerekli kopyanın alınması durumunda el 
	konulan cihazların iade edileceğini belirtiyordu. O günlerde görüşlerini 
	belirten hukukçular, soruşturmalarda el konulan bilgisayarların 
	yedeklemelerinin, şüpheli ve vekiline verilmesi gibi bir zorunluluğun 
	bulunmadığını, ancak ilgili kişilerin talebi olursa bu yedeklemelerin 
	verileceğini ifade ediyorlardı. 
	 
	İşçi Partisi'ndeki aramalarda çok önemli delillerin elde edildiğini 
	belirtmiştik. Görevli polisler hakkında yerel mahkemenin mahkumiyet kararı 
	vermesi olasılığı, Ergenekon davasında bir çok delilin sakatlanmasına da yol 
	açabileceği için kritik bir öneme sahipti. Mahkeme, Savcı Özden'in 
	iddialarını yerinde bulsaydı, örneğin Ergenekon davasının sanıkları avukat 
	Serdar Öztürk ve emekli Albay Levent Göktaş'tan elde edilen deliller 
	üzerinde de tartışmalar yaşanabilecekti. Çünkü bu sanıklar da aramaların 
	usülsüz olduğunu iddia etmekteydiler. Serdar Öztürk’ün ofisinde yapılan 
	aramada Kurmay Albay Dursun Çiçek imzalı İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın 
	fotokopisi, Levent Göktaş’ın ofisinde de kamuoyunda ‘51 nolu DVD’ olarak 
	bilinen şantaj görüntüleri gibi bazıları çok önemli olan çok sayıda delil 
	bulundu. Bu delillerin bu sanıklara ait olduğu, aramalara katılan sanık 
	avukatlarınca tutanaklarda belirtildi. Aramalar baştan sona videoya da 
	kaydedildi. 
	 
	Savcı Abbas Özden'in hazırladığı, 10 polis memurunun, ''mevzuata aykırı 
	arama yaptıkları'' ileri sürülerek, ''görevi kötüye kullandıkları'' 
	gerekçesiyle, 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarının talep 
	edildiği iddianame, Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesinde kabul edilerek dava 
	açıldı. Dava sanıkların beraatiyle sonuçlanırken yerel mahkeme kararın 
	gerekçesinde ilginç bir ifadeye yer verdi. Sanık polislerin aramada 
	hukuksuzluklar yaptığını ancak suç işleme kasıtlarının bulunmadığını 
	belirten Mahkeme, kararın gerekçesinde şu ifadeye yer verdi: "Sanıkların bu 
	eylemleri görevi kötüye kullanma kastı ile işledikleri hususunda dosyada 
	somut bir kanıt olmadığı, sanıkların görevlerini yaptıkları düşüncesi ile bu 
	eylemleri yaptıkları kanaatine varıldığından, manevi unsur yokluğundan, 
	sanıkların müsnet suçlardan beraatlarına karar verildi.'' Ancak son kararı 
	veren Yargıtay 4. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin bu gerekçesini değiştirerek 
	arama işleminin usülsüz olmadığını belgeledi. (Abdullah Harun / 
	kontrgerilla.com) 
  
	 
	 
		 Yargıtay'dan 
	Çetin Doğan'a ret 
	Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral Çetin Doğan'a 
	Yargıtay'dan şok bir ret kararı geldi. Davanın en önemli delilleri arasında 
	yer alan darbe planlarının kayıtlı olduğu 3 CD'yi inceleyen ve orjinal 
	oldukları görüşünü belirten 3 TÜBİTAK bilirkişisi hakkında açtığı tazminat 
	davasının reddi Yargıtay'ca onandı. Yerel mahkeme gibi Yargıtay da 
	bilirkişilerin incelemesini hukuka uygun buldu. Çetin Doğan, CD'lerdeki 
	belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün olunamayacağı ve 
	CD'lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun raporlarda hiçbir 
	şekilde belirtilmediği'ni iddia ederek, TÜBİTAK bilirkişileri hakkında 
	görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı. 
	 
	06.03.2013 13:36 Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral 
	Çetin Doğan'ın, darbe planlarının kayıtlı olduğu CD'leri inceleyen 
	bilirkişiler hakkında açtığı tazminat davasının reddi Yargıtay’ca onandı. 
 
	Doğan, TÜBİTAK tarafından görevlendirilen bilirkişiler Erdem Alparslan, 
	Hayrettin Bahşi ve Tahsin Türköz hakkında 60 bin TL'lik tazminat davası 
	açmıştı. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, iddiaların asılsız olduğuna 
	kanaat getirerek tazminat davasının reddine karar vermişti. Doğan'ın temyize 
	götürdüğü dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de mahkemenin deliller 
	üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde buldu. 
 
	Balyoz darbe davasının temelini oluşturan ve içerisinde ana eylem 
	planlarının yer aldığı 11, 16 ve 17 No’lu CD’lerin incelemesi, TÜBİTAK 
	bilirkişileri Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Dr. Hayretdin Bahşi 
	tarafından yapılmıştı. Bilirkişiler, incelemelerinde CD’lerin orijinal 
	olduğunu belirtmişti. Üç bilirkişinin hazırladığı 19 Şubat 2010 tarihli 
	raporda 19 CD’nin içerisinde kayıtlı dosyaların oluşturulma ve son kaydetme 
	tarihlerinin 2003 ve öncesine ait olduğu tespit edildi. Ayrıca CD’lerin 
	içerisinde oluşturulan dosyaların aynı tarihte yazdırıldığı ve CD’lere 
	sonradan ekleme yapılmadığı belirtildi. 
 
	Emniyet ve TÜBİTAK raporlarından sonra savcılık soruşturmayı 
	derinleştirmişti. TÜBİTAK’ın hazırladığı bu rapor Çetin Doğan, eski Hava 
	Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve eski Deniz 
	Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in tutuklanmasına gerekçe 
	gösterilmişti. Çetin Doğan’ın avukatı Celal Ülgen, TÜBİTAK’ın hazırladığı 
	söz konusu raporu Amerikalı Arsenal Consulting Adli Bilişim şirketine 
	inceleterek, davaya gerekçe gösterilen CD’lerin sahte olabileceği yönünde 
	rapor almıştı. Arsenal Consulting hazırladığı rapor üzerine avukat Ülgen, 
	‘CD’lerdeki belgelerin gerçek olduğu sonucuna varılmasının asla mümkün 
	olunamayacağı ve CD’lerin sahte olma ihtimalinin mevcut olduğu ve bunun 
	raporlarda hiçbir şekilde belirtilmediği’ni iddia ederek, TÜBİTAK 
	bilirkişileri hakkında görevi kötüye kullanmaktan tazminat davası açmıştı. 
 
	60 bin TL’lik tazminat davasına bakan İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi, 
	iddiaların asılsız olduğuna kanaat getirerek davayı reddetmişti. Ancak 
	Doğan, temyize başvurdu. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, avukat Ülgen’in temyize 
	götürdüğü dosya üzerindeki incelemesini tamamladı. Mahkemenin deliller 
	üzerinde yaptığı incelemeyi ve verdiği hükmü yerinde bularak tazminat 
	davasının reddini onadı. 
 
	Bilirkişilerin avukatı Rufayi Taştan, Yargıtay’ın kararını yerinde bularak 
	“Bu karar müvekkillerimin iade-i itibarı niteliğinde.” dedi. Balyoz 
	davasının en önemli delillerinden olan 3 CD’yi inceleyen müvekkillerinin 
	Çetin Doğan’ın avukatları tarafından medya kanalıyla yıpratıldığını 
	vurgulayan Taştan, şöyle konuştu: “TÜBİTAK’ın CD’lerle ilgili hazırladığı 
	rapor, Amerikalı adli bilişim firmasına inceletildi. Daha sonra medya 
	karşısına, uzmanların açık isimleri kullanılarak görevi kötüye kullandıkları 
	ve sahte CD’ler hakkında orijinal raporu verdikleri iddiasıyla tazminat 
	davası açtılar. İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay 4. Hukuk 
	Dairesi’nin kararlarıyla Doğan’ın ve avukatlarının iddialarında tutarsız 
	olduğu ortaya çıkmıştır.” (Mustafa 
	Gürlek / Zaman) 
  
	 
	 
		 AİHM: Tutuklama ve deliller geçerli 
	Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Balyoz 
sanıklarından emekli Tuğgeneral Cem Aziz Çakmak'ın müracaatını değerlendirdi ve 
'kabul edilemez' buldu. Davadaki delillerin 'hükümete karşı darbe girişimi' suçu 
için ikna edici olduğuna karar veren AİHM, tutuklama sürelerini normal bulurken, 
tutuklamaların da keyfi olmadığını belirtti. AİHM daha önce Çetin Doğan'ın 
başvurusunu da benzer gerekçelerle reddetmişti. 
	 
20.03.2013 13:42 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM), henüz temyiz 
incelemesi için Yargıtay'da bekleyen Balyoz davası için "balyoz" gibi bir karar 
çıktı. Sabah Gazetesi'nin haberine göre, AİHM'nin bu değerlendirmeleri, Balyoz 
davasında 18 yıl hapis cezasına mahkûm olan emekli Tuğgeneral Cem Aziz 
Çakmak'ın, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki yargılama sırasında yaptığı 
başvuru sonucunda yaptı. Çakmak, 3 Eylül 2010'da AİHM'ye başvurarak "adil 
yargılanmadığını", "uzun süredir tutuklu bulunduğunu" ve "savunma hakkının 
kısıtlandığını" ileri sürdü. AİHM, Çakmak'ın başvurusunu 19 Şubat'ta, Türk 
Yargıç Işıl Karakaş'ın da bulunduğu toplantısında inceledi ve "kabul edilemez" 
buldu.  
 
Balyoz iddianamesinden alıntıların yapıldığı kararda emekli Tuğgeneral 
Çakmak'ın, "uzun tutukluluk" ve "adil yargılanmadığı" iddialarına şu yanıtlar 
verildi:  
 
DELİLER İKNA EDİCİ 
 
Şüphelerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgili 
olarak Sözleşme'nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında, 
AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş 
olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği 
kanaatindedir. 
 
TUTUKLAMA NEDENİ İNANDIRICI 
 
Başvuranın, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak 
'inandırıcı nedenlere' dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek 
gerekmiştir. 
 
CİDDİ KANITLAR VAR 
 
Mahkeme (AİHM), ulusal adli makamların başvuranı, hakkındaki suçlamayla ilgili 
ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut delil unsurlarına 
dayanarak Ceza Kanununca yaptırıma bağlanan suçları işlediği iddiasıyla 
yakaladıklarını gözlemlemektedir. 
 
NE KEYFİ NE MANTIKSIZ 
 
Mahkeme, somut olayda başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak 
nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin 
davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi veya mantıksız olduğu sonucunun 
ortaya çıkmadığı kanısındadır. 
 
TUTUKLULUK SÜRESİ NORMAL 
 
Mahkeme öncelikle, hakkında kovuşturma yapılan başvurana atılı suçların ağırlığı 
dolayısıyla ortaya çıkan kaçma riskinin varlığına ve ceza davasının 
karmaşıklığına dikkat çekmektedir. Mahkeme, bu koşullar altında, başvuranın 
tutukluluk süresinin ivedilik gerekliliğine uygun olduğu kanaatindedir. 
 
YARGILAMA SÜRESİ MAKUL 
 
(Başvuru tarihi dikkate alınarak) Yargılama, yaklaşık üç yıldan bu yana sürüyor. 
AİHM, konuyla ilgili yerleşik içtihadının ışığında ihtilaf konusu yargılamanın 
süresinin uzun olmadığı ve hali hazırda, "makul süre" gereğini karşıladığı 
kanaatindedir. (Sabah) 
 
ÇETİN DOĞAN'IN BAŞVURUSU DA REDDEDİLMİŞTİ 
 
Aynı konuda Balyoz davasının 1 nolu sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan da 
AİHM'e başvuruda bulunmuştu. Balyoz Davası devam ederken, mahkemenin yakalama ve 
tutuklama kararı aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan başvuruyu 
inceleyen mahkeme, Doğan'ın başvurusunu reddetmiş, Balyoz delillerinin somut ve 
meşru olduğuna karar vermişti. “Çetin Doğan vs. Turkey” adını taşıyan 19 
sayfalık AİHM kararında, delilleri tek tek sayan mahkeme, geçerli bu belgelere 
göre verilen tutuklama kararlarının da geçerli olduğuna hükmetmişti. "Şu çok 
önemlidir: Tutuklanacak, atılacak, atanacak kişiler sembolik isimler değil, 
gerçek kişilerdi!" denilmiş, birçoğu Çetin Doğan tarafından imzalanmış 2.229 
sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları bu hükme gerekçe 
teşkil etmişti. Ayrıca bir casusluk soruşturmasıyla ilgili arama sırasında 
Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ele geçen “çok sayıda ek belge” de gerekçeler 
arasında sayılmıştı. AİHM’e göre bu deliller, sanıklar hakkında soruşturma açmak 
ve tutuklamak için “ciddi neden ve emare”lerdir! Soruşturma, yakalama ve 
tutuklama kararı “ciddi neden ve emarelerin varlığını da dikkate alarak ve somut 
delil unsurlarına dayanarak” verilmiştir. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com) 
  
	 
	 
		Alt yazı ve dublaj sanıklardan! 
	Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan 
Ümraniye’deki bomba görüntülerinin sanıklar tarafından tahrif edildiği 
ortaya çıktı. Orjinalde bulunmayan ses ve alt yazıları ekledikleri cd'yi 
mahkemeye sunan sanıklar savcı ve polisin tertip yaptığını ileri sürdüler. Ancak 
Tübitak, Emniyet ve Jandarma kriminalin tespitleri asıl tertibi sanıkların 
yaptığını ortaya çıkardı. 
	 
01.04.2013 10:42 Ergenekon davasında mütalaalarını açıklayan savcılar, 
sanıkların yargılama sırasında mahkemeyi yanıltmak için kurguladıkları oyunu 
deşifre etti. Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan 12 Haziran 2007 
tarihinde Ümraniye’de ele geçirilen bombalarla ilgili görüntülerin sanıklar 
tarafından tahrif edildiği ortaya çıktı.  
 
Yakalanan bombaların sahibi Oktay Yıldırım, polisin aramalarla ilgili tutanak 
tanziminde “Soruşturma Ergenekon olduktan sonra sinkaf ederim hakimini de 
savcısını da.” ifadelerini kullandığını ileri sürmüştü. Aramanın yapıldığı 
tarihte Ergenekon isminin kamuoyu tarafından bilinmediğini belirten Oktay 
Yıldırım, buradan hareketle operasyonların bir tertip olduğunu ileri sürmüştü. 
Ancak bombaların bulunma görüntülerinin yer aldığı orijinal CD’nin bilirkişiler 
tarafından incelenmesinde “Ergenekon” ifadesinin kullanılmadığı kesinleşti. 
 
TÜBİTAK ile Emniyet ve Jandarma kriminal de CD’de Oktay Yıldırım’ın bahsettiği 
Ergenekon kelimesini bulamadıklarını bildirdi. Savcıların davayla ilgili 
mütalaasında CD’nin orijinalinde alt yazı bulunmadığına dikkat çekildi. Sanığın 
dışarıdan alt yazı ekleyerek mahkemeye yeni bir CD getirdiği vurgulandı. 
 
Ergenekon soruşturması, 12 Haziran 2007'de Ümraniye Çakmak mahallesindeki bir 
gecekonduda bulunan 27 adet el bombasının yakalanması sonrası başladı. 
Ümraniye'de bulunan el bombalarının sahibi emekli Astsubay Oktay Yıldırım, 
Ergenekon yargılamalarını tertip diye niteleyenler arasında. Yıldırım bu 
iddiasına delil olarak polisin el bombalarını bulduktan sonra tutanak 
hazırladığı sırada sarf ettiği sözleri gösterdi. Mütalaada, Yıldırım'ın kurgusu 
özetle şöyle anlatıldı: Yıldırım, mahkeme dosyasından aldığı görüntü CD'sini 
avukatları aracılığı ile tape ettirip duruşma salonunda dinlettirdi. CD'de 
Ümraniye'de bulunan bombalarla ilgili tutanak tanzim eden polislerin kendi 
aralarındaki konuşmada “Soruşturma Ergenekon olduğu zaman sinkaf ederim hakimi 
savcıyı” ifadelerinin geçtiğini ileri sürdü. Bunu gerekçe gösteren Yıldırım, 
davanın 85. celsesinde mahkemeye getirdiği CD'deki beyanları esas alarak, 
bilgisayarında arama yapılmadan polislerin “Soruşturmanın Ergenekon olmasından” 
bahsettiğini ileri sürdü. Söz konusu CD ile Ergenekon operasyonlarının bir 
tertip olduğunun ortaya çıktığını iddia etti. 
 
Yıldırım'ın iddialarına 89. celsede cevap veren iddia makamı, söz konusu CD'nin 
orijinalinde alt yazı bulunmadığını, sanığın dışarıda alt yazı ekleyip yeni bir 
CD ile mahkemeye getirdiğini kaydetti. Savcılar ayrıca orijinal CD'nin 
incelenip, Yıldırım'ın iddia ettiği ifadelerin geçip geçmediğini bulunmasını 
talep etti. 91. celsede karar alan mahkeme, CD'yi TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve 
Kriptoloji Araştırma Enstitüsü'ne gönderdi. TÜBİTAK'ın mahkemeye gönderdiği 
rapor, Yıldırım'ın iddialarını net bir şekilde yalanlayarak, CD'de Ergenekon 
kelimesinin geçmediğini bildirdi. Ancak bu rapora inanmayan Yıldırım, CD'nin 
farklı kuruluşlara inceletilmesini istedi. Bunun üzerine mahkeme CD'yi Emniyet 
ve Jandarma kriminale gönderdi. İki kuruluş da Yıldırım'ın bahsettiği Ergenekon 
kelimesini CD'de bulamadı. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, TÜBİTAK, Emniyet ve 
Jandarma Kriminal'den gelen belgeleri göz önünde bulundurarak Yıldırım'ın 
iddialarının asılsız olduğunu duruşmada ifade etti. Buna rağmen bazı sanıklar 
yargılama sürecinde bu iddiaya dayanarak savunma yapmaya devam etti. (Göksel 
Genç / Zaman) 
  
	 
	 
		 Balyoz'da 
	Yargıtay aşaması 
	Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Yargıtay'da dün temyiz duruşmaları başlayan Balyoz davasındaki 
	delillere sanıkların itirazlarını ve mahkemenin görüşünü bir kez daha 
	gündeme getiriyor. 
	 
	16.07.2013 12:32 Nazlı Ilıcak (Sabah): Balyoz'da Yargıtay aşaması.. Balyoz 
	davası Yargıtay'da... "Adil yargılanma" konusunda çeşitli itirazlar mevcut. 
	Sanıklar, Oraj, Suga, Sakal, Çarşaf gibi darbe planlarını içeren 11 Nolu 
	CD'nin sahte olduğunu iddia ediyor. 10. Ağır Ceza Mahkemesi, CD'nin sahte 
	olmadığı, sadece içindeki bilgilerin güncellendiği kararını verdi. 
	 
	"Sahte" denilmesinin sebebi şu: 11 Nolu CD'nin oluşturulma tarihi TÜBİTAK ve 
	Emniyet kayıtlarına göre 5 Mart 2003. CD tek oturumda oluşturulmuş. CD'nin 
	içindeki bilgilerin üst verisi, bu tarihten önceki tarihleri taşıyor. Balyoz 
	belgelerinin ıslak ya da matbu çıktıları yok; sadece dijital kayıt. Sanık 
	yakınları soruyor: "Balyoz CD'si gerçekten 2003'te oluşturulmuşsa, içinden 
	daha sonraki tarihlere ait bilgiler nasıl çıkıyor?" 
	 
	Sözgelimi, "İlaç depoları" isimli 4 Şubat 2003 tarihli belgede, "Recordati 
	İlaç AŞ" unvanlı bir firma var. Oysa bu firma, evvelce "Yeni İlaç AŞ" idi. 
	Recordati olarak unvanı 2009'da değiştirildi. "Özel hastaneler" isimli 
	belgede yer alan "Medical Park Sultan Gazi Hastanesi"nin unvanı 2003'te 
	"Sultan Hastanesi"ydi; adı 2008'de değişti. Basın yayın organları listesinde 
	bulunan "İlk Adım" gazetesi 15 Ağustos 2005'te kuruldu. "Savunma Sanayi" 
	isimli belgede Havelsan'da çalıştığı iddia edilen 357 kişiden 115'i, 
	2002-2003 tarihlerinde Havelsan'da çalışmıyordu; sonraki tarihlerde işe 
	başlamışlardı. (Bu örnekleri çoğaltmak mümkün) 
	 
	Bütün bu bilgilerden bana göre şöyle bir sonuç çıkabilir: 11 Nolu CD'nin son 
	kaydı, TÜBİTAK ve Emniyet raporunda iddia edildiği gibi, 5 Mart 2003'te 
	yapılmadı. Zaten sanık yakınları, tarih hatalarından yola çıkarak "CD sahte" 
	diyor ama, 10. Ağır Ceza Mahkemesi, belgeler güncelleştirilirken, 
	bilgisayarın gerçek tarih yerine, tanımlanan tarihi (yani 2003'ü) 
	göstermesinin sağlandığı kanaatinde. 11 Nolu CD'nin içeriği, hem Gölcük 
	Donanma Komutanlığı'nda İstihbarata Karşı Koyma biriminin parkelerinin 
	altında bulunan 5 Nolu hard diskte, hem de Eskişehir'de Hakan Büyük'ün 
	evindeki flaş bellekte çıktı. Farklı yerlerde aynı muhtevaya rastlanmasının, 
	mahkemenin belgelerin gerçek olduğuna dair kanaatinin oluşmasında önemli bir 
	rolü oldu. Ayrıca, hem hard diskteki, hem flaş bellekteki taranmış 
	belgelerin asıllarının ilgili askeri birliklerde mevcut olması da, 
	"sahtelik" iddialarına hakimlerin inanmamasına yol açtı. 
	 
	10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin dijital verilere inanmasına başka unsurlar da 
	etki yaptı. Çetin Doğan'ın konuşmaları, Plan Semineri'nde özel isimlerin 
	kullanılması, Kara Kuvvetleri izin vermemesine rağmen iç tehdide yönelik 
	plan semineri yapılması, Gölcük'te ele geçirilen hard diskteki bilgilere 
	göre Poyrazköy'de gerçekleştirilen kazıda 1200 tabanca fişeği ile, 900 uzun 
	namlulu tabanca fişeğinin ortaya çıkması. 
	 
	Yargıtay, sanık avukatlarını dinleyecek. Sonuçta bir karara varacak. Belki 
	"Suç eksik teşebbüs değil; henüz teşebbüse geçilmemiştir" diyebilir. Türk 
	Ceza Kanunu'nun 316'ncı maddesinde yer aldığı gibi, "Soruşturma başlamadan 
	vazgeçtiler" diye çok düşük cezalar verebilir. Ama, "Çetin Doğan ve 
	arkadaşları bir darbe hazırlığı içinde değillerdi" iddiası akla ziyan bir 
	iddia. Böyle bir hazırlık içindeydiler; selefleri gibi "irtica" algısı 
	karşısında laik cumhuriyeti koruma ve kollama görevini üstlendiklerini 
	sanıyorlardı. Aslında keşke Çetin Doğan itiraf etseydi. Belki o zaman, 
	kurunun yanında yanan yaşlar da Balyoz alevinden kurtulurdu. (Nazlı 
	Ilıcak / Sabah)  
	 
	 
		 BM'nin 
	balyoz raporu çöktü 
	BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu'nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı 
	'Balyoz davasındaki tutukluluklar haksız' içerikli rapora BM'den tepki 
	geldi. Birleşmiş Milletler genel sekreter sözcüsü, Grubun BM adına açıklama 
	yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan medya organlarının 
	bu gerçeği çarpıttığını söyledi. Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz 
	davasının çöktüğü dahi ileri sürülmüş, sanıkların derhal tahliye edilmesinin 
	gerektiği savunulmuştu. Sanık avukatı Murat Ergün'ün Yargıtay'daki temyiz 
	duruşmasında dün dile getirdiği bir cümle, ulusalcıların çarpıklığını 
	çarpıcı şekilde ortaya koyuyor: 'Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil, 
	kıtalar ötesi karar verdi.' 
	 
	24.07.2013 10:01 ‘BM’den Balyoz Gibi Karar’ başlıklı haberin gerçekleri 
	yansıtmadığı açıklandı. TRT Haber’e özel açıklamalar yapan Birleşmiş 
	Milletler genel sekreter sözcüsü, BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun BM 
	adına açıklama yapma yetkisine sahip olmadığını, söz konusu haberi yapan 
	medya organlarının bu gerçeği çarpıttığını söyledi. BM İnsan Hakları Konseyi 
	bünyesinde 48 değişik konuda görevli ‘Özel Usuller’ bulunduğunu açıklayan BM 
	Sözcülüğü, Konsey ile birlikte çalışan ve üye ülkelerin iştirakiyle 
	oluşturulan 4 grup yer aldığını kaydetti. Söz konusu grupların üye 
	ülkelerden oluştuğunu ve BM’nin görüşlerini yansıtmadığını vurgulayan sözcü 
	ofisi, bu grupların ancak İnsan Hakları Konseyi’ne tavsiye niteliğinde 
	raporlar sunabildiğini ve bu raporların da BM’nin görüşlerini yansıtmadığını 
	duyurdu. Balyoz davası için İnsan Hakları Konseyi’ne sunulan rapor hakkında 
	BM’nin yorum yapmayacağını dile getiren sözcü ofisi, çalışmanın ancak grup 
	üyelerince değerlendirilebileceğini bildirdi. Grubun, Balyoz davası 
	konusunda yaptığı söylenen açıklamayı henüz görmediklerini belirten BM 
	sözcüsü, “Raporun BM raporu olarak lanse edilmesi kabul edilemez. BM’yi veya 
	BM İnsan Hakları Konseyi’ni hiçbir şekilde bağlamaz. Böyle bir rapor BM 
	belgesi de değildir. Çünkü bu grup BM’den bağımsızdır.” değerlendirmesini 
	yaptı. 
	 
	BM KEYFİ TUTUKLAMALAR GRUBU RAPORU 
	 
	Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu (UNGWAD), geçtiğimiz 
	günlerde Balyoz sanıklarının başvurusu üzerine hazırladığı raporu 
	açıklamıştı. Grup, Balyoz davasındaki tutuklulukların keyfi olduğuna 
	hükmederek Türkiye Hükümeti’nden hakkında başvuru yapılan 250 tutuklunun 
	durumunun düzeltilmesini talep etmişti. 
	 
	250 sanık hakkında Balyoz sanıklarının yakınlarından oluşan "Vardiya Bizde" 
	adına yapılan başvuru Grup tarafından incelemeye alınmıştı. Bu girişim 
	üzerine harekete geçen hükümetin, halen AİHM'de incelenmekte olan derdest 
	dosyaların olduğuna ve davanın halen Yargıtay'da temyiz aşamasında olduğuna 
	vurgu yaptığı itirazı ise Grup tarafından reddedilmişti. AİHM'e başvuru ile 
	farklı standartlara sahip olduğunu ifade eden Grup, Temyiz aşamasının devam 
	etmekte olmasının kendi incelemesine bir engel oluşturmadığını belirtiyordu. 
	 
	Grup kararını önceki gün taraflara tebliğ etti. 16 sayfalık kararda, 
	Türkiye’nin Balyoz yargılamasında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 
	keyfi tutuklama, adil yargılama ve savunma hakkına dair üç maddesini ihlal 
	ettiğine hükmediliyordu. Raporda, Türkiye’den sanıkların durumlarının telafi 
	edilmesi de isteniyordu. 
	 
	Raporda Grubun (UNWGAD) görüşü şöyle açıklanıyordu: 
	 
	"Yukarıda aktarılanların ışığında, Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu 
	aşağıdaki görüşü oluşturmuştur: 
	 
	Balyoz ya da Sledgehammer davalarında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın 
	tutuklulukları keyfidir, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası 
	Sözleşmesi’nin 9 ve 14ncu maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 
	9,10, ve 11nci maddelerinin ihlalidir; Keyfi tutuklamalar kategorisinde, 
	Çalışma Grubu ‘nun başvuru incelemelerinde referans verdigi III kategorisine 
	düşmektedir. 
	 
	Oluşturulan görüş akabinde, Çalışma Grubu Türkiye Hukumeti’nden 250 kişinin 
	durumunun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Medeni ve Siyasi Haklara 
	İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin hükümlerine uygun olarak duzeltilmesini 
	talep eder. Davanın tüm koşulları dikkate alındığında, Çalışma Grubu bir 
	uygun çözümün, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 
	9ncu madde, 5nci paragrafındaki yaptırılabilir bir tazminat hakkı olduğunu 
	takdir etmektedir." 
	 
	BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR ÇÖKTÜ 
	 
	Bu rapor, Balyoz sanık ve avukatları ile o kesime mensup çevrelerde büyük 
	etki yaptı. 'BM'den Balyoz gibi karar!' başlığıyla verilen haberler ve 
	yapılan yorumlarda; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü, sanıkların derhal 
	tahliye edilmesinin gerektiği savunuldu. Bu görüş Yargıtay'da devam eden 
	temyiz duruşmalarında sanık avukatlarınca sık sık dile getirildi. 
	 
	Balyoz sanık yakınları, avukatları ve diğer kesimlerce dile getirilen 
	görüşler şu şekildeydi: 
	 
	Balyoz sanıklarından emekli Orgeneral Ergin Saygun'un kızı Ece Saygun: “Bana 
	göre bu ailelerin zaferi ve kadınların zaferi. Bana göre bu dava çok uzun 
	soluklu bir dava. Biz hayatlarımızı adadık bu davaya. Adım adım, emek emek 
	haklılığımızı herkese anlatacağız.” 
	 
	Kara Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un oğlu ve avukatı Selim 
	Yavuz: “Artık mızrak çuvala sığmamaktadır. BM bile böyle bir karar 
	alabildiğine göre konu uluslararası kamuoyunda da ciddi anlamda tartışmalı 
	haldedir. Yargıtay'ın artık bu ayıbı temizlemesi gerekir.” 
	 
	Balyoz davasındaki 6 sanığın avukatı Hüseyin Ersöz: “Her ne kadar Çalışma 
	Grubunun verdiği kararların, tıpkı AİHM Kararları gibi bir bağlayıcılığı 
	olmasa da ülkelerin demokratik gelişmişlik göstergelerinde önemli bir kriter 
	olduklarını da göz önüne almak gerekiyor. Bu kararın uygulanması da, 
	Türkiye'nin insan haklarına ne kadar saygılı bir ülke olduğunun göstergesi 
	olacak. Hükümet yetkililerinin kamuoyuna yönelik açıklamalarının yönü 
	demokrasimiz ve uluslararası saygınlığımızın, Yargıtay'ın vereceği karar ise 
	ne kadar Hukuk Devleti olduğumuzun ölçütünü ortaya koyacak.” 
	 
	Balyoz davasındaki 5 sanığın avukatı Murat Ergün: “Türkiye Cumhuriyeti 
	vatandaşı olarak neden Birleşmiş Milletler'den gelen bir karara seviniyoruz? 
	Atatürk'ün büstü olan bir mahkemeden gelen bir karara neden sevinemiyoruz da 
	kıtalar ötesi, bizden tamamen yabancı insanların verdiği kararlara 
	seviniyoruz? Neden bu topraklarda güller hep kırmızı açıyor?” 
	 
	CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran: “Balyoz davası bu kararla iflas 
	etmiştir. Bu utancın büyümemesi ve hukuk devletini güçlendirmek için, 
	hükümetin acilen atması gereken adımlar bulunmaktadır. Davada hukuk 
	ihlallerini neden olan personel soruşturulmalıdır, bu hataların neden 
	yapıldığı ortaya çıkartılmalıdır. Tutuklu sanıklar bir an önce serbest 
	bırakılmalıdır ve bu zamana kadar uğradıkları zararlar mutlaka tazmin 
	edilmelidir.” 
	 
	ÇÖKEN BALYOZ DAVASI DEĞİL KEYFİ RAPOR 
	 
	Görüldüğü gibi Balyoz çevrelerinde; bu raporla Balyoz davasının çöktüğü 
	ileri sürülebilmekte, sanıkların derhal tahliye edilmesinin gerektiği 
	savunulmakta. Balyoz sanıklarının defalarca yaptığı başvurular Avrupa İnsan 
	Hakları Mahkemesi'nden ve Yargıtay'dan dönmüşken, bu kurumlar, 
	tutuklamaların yerinde, delillerin hukuka uygun olduğunu belirtmişken ve bu 
	kurumların bağlayıcılığı da bulunmakta iken, keyfi bir raporla Balyoz 
	davasının çöktüğü ileri sürülebilmekte. 
	 
	VALLA BİLLA BEN YAPMADIM! 
	 
	Aslında Ergenekon ve Balyoz davaları üzerinde kafa karışıklığı oluşturma 
	gayretleri yeni değil. Bunları sık sık haberleştirdik. Ergenekon sanığı 
	Hurşit Tolon'un cezaevinden sahte raporla kaçırılmaya kalkışılması.. 
	Ergenekon sanığı Mehmet Haberal'ın sahte raporlarla hastanede hasta 
	gösterilmeye ve cezaevine girmekten korunmaya çalışılması.. Haberal'ın, 
	kurduğu telsizli haberalma sistemi ile hastaneye yapılabilecek savcı ve 
	polis baskınlarını önceden haber almaya çalışması.. Ergenekon sanığı Mustafa 
	Dönmez'in, evinde ve arazisinde çok sayıdaki silahları arama yapan 
	polislerin koyduğu iddiası.. Bu iddianın aramalara katılan askeri 
	görevlilerce yalanlanması.. Dönmez'in duruşmalarda sık sık Atatürkçülükten 
	bahsetmesi, polislerin Atatürk'e suikast düzenlediğini, bu nedenle de TSK 
	düşmanı olduklarını iddia edecek kadar seviye kaybetmesi. Yine Dönmez'in 
	eşini başka bir kadınla aldattığının askeri mahkemedeki o tartışmalarda 
	ortaya çıkması, eşinin şok geçirmesi.. Ergenekon sanığı Serdar Öztürk'ün, 
	yoldan geçen bir kişinin belgeleri ofisine koymuş olabileceği iddiası.. 
	Sanık Levent Bektaş'ın, aramaya gelen polislere çay söylemek için dışarı 
	çıktığında polislerin cd'leri bürosuna yerleştirdiği iddiası.. Duruşmalara 
	sanık avukatlarınca getirilen ıslak imza makinesi ile imzanın sahteliğini 
	kanıtlama fiyaskosu.. Duruşmaya buzdolabı getirerek polis aramalarının 
	usulsüzlüğünü ispatlama planları.. Sanık avukatlarının, delillerin 
	sahteliğini ispatlama adına mahkeme heyetinin evrakları arasına duruşma 
	arasında cd yerleştirip buldurma tiyatrosu. Bu nedenle de haklarında dava 
	açılması.. Odatv davasında delillerin virüsle dışarıdan yüklendiği 
	tartışmaları.. Tüm bunları sık sık haberleştirdik, özenle takip ettik. 
	Hepsini toplasak ilginç bir albüm olurdu. Bir de 'ıslak imza' tartışmaları 
	var ki, başlı başına bir alem. TÜBİTAK'ın bilirkişiliği bu çevrelerce makbul 
	görülmedi. Defalarca yapılan ve hepsi aynı sonucu veren Adli Tıp, Jandarma 
	ve Emniyet Kriminal'inkiler de. Bu çevreler o kadar ileri gittiler ki, imza 
	incelemelerinin yurtdışında yapılması gerektiğini, çünkü TÜBİTAK'ın 
	Başbakanlığa bağlı olduğunu dahi ileri sürebildiler. Bir tek 'valla billa 
	ben yapmadım' demedikleri kaldı. 
	 
	HARİKA AVUKATLAR! 
	 
	Dünkü temyiz duruşmasında sanık avukatlarından Murat Ergün, 2010 yılı 
	sonunda ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube 
	Müdürlüğü'nün zemin karolarının altında ele geçirilen çuvallarca belgeye 
	dahi bir kulp buldu. 'Yok artık!' dedirtti. Ancak 3 yıl sonra ileri sürülen 
	bu kulp sanıklara fayda değil zarar getirecek. 
	 
	Ergün şöyle diyor: "Gölcük'te Donanma binasındaki İstihbarata Karşı Koruma 
	biriminin zeminindeki kablo kanallarında bulunan işleri bitmiş ama devlet 
	malı olduğu için atılamayan, kullanılmayan, boş duran hardiski kim girip 
	alır yükleme yapıp geri koyabilir?" 
	 
	Deillerin sahteliğini savunma adına bir avukatın bu sözleri hukuk adına 
	içler acısı. O çuvallarca belge acaba orada ne arıyordu? İşleri bittiği ve 
	atılamadığı için oraya konulmuş diyor avukat Ergün. Ya, böyle bir saçmalık 
	olabilir mi?.. Ergün, TSK'yı savunayım derken ona nasıl bir hakarette 
	bulunduğunun farkında değil. Halı altına süpürme işlemini hatırlatır 
	şekilde, TSK da işe yaramayan atılacak evrakları zemin karolarının altına mı 
	saklıyor yani? O çuvalların içinden suç içeren belgeler çıktı. 'Devlet malı 
	olduğu için atılamayan' diye bir avukat o belgelerin orada bulunmasını nasıl 
	açıklayabilir. O belgelerin vehametini nasıl gözlerden kaçırmaya 
	çalışabilir. Bu nasıl bir savunma stratejisi böyle?.. En azından sus, o 
	konuya girme.. 
	 
	Balyoz davasında duruşmaları boykot eden avukatlar, sanıkların daha fazla 
	ceza almasına neden olmuşlardı. Aslında şimdi de aynı hata sürüyor. Aklı 
	başında avukatların söylememesi gereken saçma gerekçeler dile getiriliyor, 
	müvekkillerini savunduklarını zanneden bu kişiler aslında yine onlara zarar 
	veriyor.  
	 
	'KITALAR ÖTESİ KARAR VERDİ!' 
	 
	Aynı sanık avukatı Murat Ergün'ün, BM Keyfi kararı üzerine Yargıtay'daki 
	temyiz duruşmasında dün dile getirdiği tepkisindeki bir cümle, ulusalcıların 
	içine düştüğü çarpıklığı çarpıcı şekilde ortaya seren bir niteliğe sahip: 
	“Atatürk'ün büstü olan mahkeme değil, kıtalar ötesi karar verdi.” (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com)  
	 
	 
		 Yargıtay'dan 
	Balyoz gibi gerekçe 
	Yargıtay Balyoz davasında temyiz kararını açıkladı. 361 kişiden 237'sinin 
	cezası onandı. 36 sanık hakkında verilen beraat kararı onandı. 25 sanık 
	hakkında verilen mahkumiyet kararları yeterli delil bulunmadığından, 63 
	sanık hakkındaki mahkumiyet kararları ise 'sanıkların eylemlerinin suç için 
	anlaşma suçu' kapsamında kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına 
	hükmedilmesi gerekçesiyle bozuldu. Bu 88 sanıktan tutuklu olanların 
	tahliyelerine, haklarındaki yakalama kararlarının geri alınmasına karar 
	verildi. Kararlar oy birliği ile alındı. Böylece, büyük oranda Yargıtay 
	Başsavcılığın tebliğnamesindeki talep doğrultusunda karar verilmiş oldu. 
	Sanık yakınları karar karşısında gözyaşlarını tutamadılar. Lanet olsun diye 
	ağlayarak karara tepki gösterdiler.. Yargıtay, Balyoz davasında temyiz 
	kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı. Dijital 
	delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu ve hukuka 
	uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu belirtildi. 
	Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar 
	elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının 
	açıkça anlaşıldığı belirtildi. Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten 
	uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme 
	kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi. 
	 
	09.10.2013 16:30 Yargıtay, Balyoz Davası'da kararını açıkladı. 361 kişiden 
	237'sinin cezası onandı. Hakkında mahkumiyet kararı verilen 63 sanığın 
	eylemlerinin "suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması nedeniyle bu kişiler 
	hakkındaki karar bozuldu. 24 sanık hakkındaki bozma kararı delil 
	yetersizliğinden verildi. Tutuklu sanıkların tahliyesine karar verildi. 
	Kararlar oy birliği ile alındı. 
	 
	“Balyoz Planı” davasının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9’uncu Ceza 
	Dairesi, aralarında emekli orgeneraller Halil İbrahim Fırtına ve Çetin Doğan 
	ile emekli Oramiral Özden Örnek’in de bulunduğu 361 sanıkla ilgili kararını 
	bugün açıkladı. 
	 
	KARARLAR OYBİRLİĞİ İLE ALINDI 
	 
	Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nde kararlar oybirliği ile alındı. Yargıtay 9. Ceza 
	Dairesi Heyeti saat 10.12.'de salona girdi ve 2 sayfalık kararı okuması 16 
	dakika sürdü. Dairenin oy birliğiyle aldığı kararı, Daire Başkanı Ekrem 
	Ertuğrul okudu. 
	 
	Başkan Ertuğrul, aralarında Çetin Doğan, Halil İbrahim Fırtına, Ahmet Feyyaz 
	Öğütçü, Dursun Çiçek, Ahmet Zeki Üçok, Bilgin Balanlı, Engin Alan, Ergin 
	Saygun, Nejat Bek, Süha Tanyeri, Şükrü Sarıışık, Mehmet Otuzbiroğlu, Özden 
	Örnek'in de aralarında bulunduğu 237 sanık hakkında verilen mahkumiyet 
	kararlarını, "sanıklara vekalet ücreti yükletilmesi" ve sanık Berna Dönmez 
	hakkında Türk Ceza Kanununun, "babalık hakkında men edilme" hükmünün 
	uygulanmasındaki hata nedeniyle düzelterek onanmasına karar verildiğini 
	bildirdi.  
	 
	Ertuğrul'un okuduğu karara göre, 36 sanık hakkında verilen beraat kararı 
	onandı. 
	 
	Yargıtay 9. Dairesi, 25 sanık hakkında verilen mahkumiyet kararlarını 
	yeterli delil bulunmadığından, 63 sanık hakkındaki mahkumiyet kararlarını 
	ise "sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu" kapsamında kalması 
	nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi gerekçesiyle bozdu. 
	 
	Daire, bu 88 sanığın tutuklu olanların tahliyelerine, haklarındaki yakalama 
	kararlarının geri alınmasına karar verdi. 
	 
	Yargıtay böylece, büyük oranda Yargıtay Başsavcılığın tebliğnamesindeki 
	talep doğrultusunda karar vermiş oldu. 
	 
	DELİLLER GEÇERLİ 
	 
	Yargıtay, kararının gerekçesini de günün ilerleyen saatlerinde açıkladı. 
	Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Balyoz Planı davasıyla ilgili kararının 60 
	sayfalık gerekçesinde çarpıcı tespitler yapıldı. Buna göre; 
	 
	Dijital deliller ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır. 
	 
	Dijital delillerin elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu 
	ve hukuka uygun deliller olarak hükme alınmalarının isabetli olduğu 
	neticesine varıldığı belirtildi.  
	 
	Dijital delillerin, ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar 
	elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığının 
	açıkça anlaşıldığı belirtildi. 
	 
	Çetin Doğan'ın, iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç için TSK'da ayrı 
	bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararı aldığının anlaşıldığı ifade edildi. 
	Gerekçede, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi 
	ve ülkede hızlı bir zemin kayma gerekçesi yaşandığı gerekçesiyle iktidarı 
	hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava 
	unsurları olarak hareket ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan eylem 
	planlarını gerçekleştirebilmek için TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında 
	ayrı bir hiyerarjik yapılanma gitme kararı aldıkları kaydedildi. 
	 
	Askerin son aşamaya kadar gelmesi de cebir ve şiddettir. 
	 
	Balyoz, Suga, Oraj planlarındaki yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu 
	ilgilendiren 2003'e ait bilgilerin kurgulanmış, asılsız, sahte olduğu 
	savunmalarının, hayatın olağan akışına uygun olmadığı belirtildi. 
	 
	Genelkurmay eski başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri eski komutanı Org. 
	Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenilmesi sonuca etkili değildir. 
	 
	Sanıkların yerel mahkemedeki sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri 
	tartışarak savunma yaptıkları, birçok uzman mütalaasını alıp dosyaya 
	sundukları dikkate alınarak itirazın yerinde olmadığı anlaşılmıştır. 
	 
	Sanıklar hükümeti vazifeden men etmeye çalışmıştır. 
	 
	-------------------------------------------------------------------------------- 
	 
	65 SAYFALIK GEREKÇE 
	 
	Yargıtayın Balyoz Planı davasındaki gerekçeli kararı açıklandı. 65 sayfalık 
	gerekçede, usul ve uygulamaya ilişkin iddialar 8 başlık altında ele alındı. 
	 
	Gerekçede, yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve 
	doğal hakim ilkesine uygun olduğu, bu nedenle sanık ve müdafilerin 
	Anayasa'ya aykırılık iddialarının ciddiye alınmadığı belirtildi. Birleşmiş 
	Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubunun dava 
	görülürken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları 
	bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan kararının 
	daire bakımından bağlayıcı olmadığı vurgulandı. 
	 
	Gerekçede, yargılamanın usule uygun oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız 
	ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı ifade edildi. 
	 
	Engin Alan'a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında 
	kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum 
	bulunmadığı kaydedildi. 
	 
	Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeleri içeren bölümünde, deliller 
	irdelendi. Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğunun 
	bilindiği vurgulanan gerekçede, dijital delillerin de sonuçta deliller 
	hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza 
	muhakemesi sisteminde bir ispat aracı olduğu belirtildi. 
	 
	-Dijital delillerin hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil 
	olgusuna aykırıdır 
	 
	Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından 
	çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişli olduğu 
	ifade edilen gerekçede şunlar kaydedildi: 
	 
	"Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, 
	gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa 
	koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike 
	oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak 
	düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal 
	oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil 
	olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi 
	sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok 
	davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır." 
	 
	Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003'te verdiği Hizbullah terör örgütüyle 
	ilgili karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin 
	mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas 
	alındığı belirtildi. 
	 
	Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin aynı yönde 
	farklı kararlarının bulunduğu da kaydedildi. 
	 
	Gerekçede, "Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli 
	makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği 
	yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine 
	ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere 
	konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında 
	delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş 
	olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun 
	görülmemiştir" ifadesi kullanıldı. 
	 
	Sanık Cem Aziz Çakmak ve Çetin Doğan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 
	başvurdukları hatırlatılan gerekçede, "AİHM'in kabul edilebilirlik kararında 
	ulaştığı sonuca dava dosyasındaki aleyhte delil unsurlarını oluşturan 
	dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları ve savunma 
	makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi 
	yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara 
	alınmalıdır" ifadesine yer verildi. 
	 
	Gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iç hukukun ve ulusal yargının 
	yetki alanına giren delillerin kabul edilebilirlikleri veya bunların 
	değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymadığına işaret edildi. 
	 
	Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa 
	uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas 
	alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edilen gerekçede, 
	bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas 
	alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmadığı kaydedildi. 
	 
	-TSK'nın yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanma 
	 
	Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde "özel değerlendirme" 
	bölümüne yer verildi. Bu bölümde şunlar kaydedildi: 
	 
	"TSK'daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası'nda Deniz 
	Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava 
	Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim 
	Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin 
	Doğan'ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde 
	istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı 
	gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı 
	Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava 
	unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları 
	gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı 
	dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları, 
	 
	Bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın, ittifak ettiği ast birlikleri 
	olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve 
	eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 
	3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri 
	Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat 
	Planı'nın eki olan 'görevlendirmede yetkili personeli' belirleyen EK-A 
	listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır." 
	 
	-"Hayatın olağan akışına uygun değil" 
	 
	Yargıtay 9. Ceza Dairesinin gerekçesinde, yürütme organını cebren ıskat veya 
	vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan 
	Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin 
	organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok 
	geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu 
	ilgilendiren 2003'e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, 
	ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki 
	savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığının 
	anlaşıldığı belirtildi. 
	 
	Gerekçede, şu ifadelere yer verildi: 
	 
	"Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, 
	yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve 
	çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine 
	ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça 
	matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı 
	ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve 
	eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas 
	alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün 
	görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç 
	tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir 
	anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini 
	gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır." 
	 
	Gerekçede, hazırlanan planların, yapılan organizasyon ve görevlendirmelerin, 
	bunların gereklerine ilişkin çalışmaların TSK'nın meşru hiyerarşik yapısı, 
	görev ve yetkileri, mutat imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan 
	yapıldığı ifade edildi. 
	 
	Bunların her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmadığı 
	belirtilen gerekçede, "Ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon 
	ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla 
	yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele 
	geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen 
	eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın 
	olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, 
	Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak TSK'nın görev ve 
	yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul 
	edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu 
	durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer 
	faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna 
	varılmaktadır" denildi. 
	 
	Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahallerinin, planlar dahilinde 
	görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumlu olduğu anlatılan 
	gerekçede, "Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz 
	unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına 
	ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden 
	istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele 
	geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru 
	olan 1. Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak 
	bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün 
	hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile 
	bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da 
	olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup 
	kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular 
	nitelikte görülmüştür" değerlendirmesinde bulunuldu. 
	 
	Gerekçede, 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde 4-6 Mart 2003'te icra edilecek 
	plan seminerinde örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın 
	görüşüleceğinin kararlaştırıldığı belirtilerek, dönemin 1. Ordu Komutanı 
	Orgeneral Çetin Doğan'ın 5 mart 2003'te plan semineri açılışında, "Bazı 
	endişe verici gelişmeler var. Bu bakımdan içte gelişecek olumsuz gelişmelere 
	karşı hazırlıklı olmak, planları gözden geçirmek ve yeni planlar üretmek 
	durumundayız" şeklindeki ifadelerinin bu durumu teyit eder nitelikte 
	olduğunun anlaşıldığı kaydedildi. 
	 
	Çetin Doğan'ın ve bazı komutanların konuya ilişkin yaptığı konuşmalardan 
	bölümlere yer verilen gerekçede, şu tespitler yapıldı: 
	 
	"Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, 'bilmesi 
	gereken' ve 'bilinmesi gereken' prensiplerine uygun hareket tarzını esas 
	almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK'nın yasal teşkilat 
	ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir 
	yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek 
	kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş 
	bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun 
	çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır." 
	 
	-Hukuki nitelendirme- 
	 
	Anayasanın 6. maddesine göre egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu 
	anımsatılan gerekçede, egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görevin 
	yasama, yürütme ve yargı erklerine verildiği, hiç kimse veya hiçbir organın 
	kaynağını anayasadan almadığı bir devlet yetkisini kullanamayacağı 
	vurgulandı. 
	 
	Anayasal bir erk olan yürütmenin ceza hukuku bağlamında korunmasının tabii 
	olduğu ifade edilen gerekçede, tek tek yürütme organına mensup kimseler veya 
	bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, 
	siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme 
	organının bütününün korunduğu anlatıldı. 
	 
	Gerekçede, şöyle denildi: 
	 
	"Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış 
	olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, 
	'yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya 
	bunları teşvik eylemek' suçunu 765 sayılı TCK'nın 147. maddesi ile 
	cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada 'bu 
	suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini' 765 sayılı 
	TCK'nın 171/2. maddesinde, 'halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik 
	etmek' suçunu ise 765 sayılı TCK'nın 149. maddesinde düzenlemiş 
	bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin 
	değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması 
	bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate 
	alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi 
	iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları 
	çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre 
	de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır." 
	 
	Anayasa Mahkemesinin AK Parti'ye yönelik kapatma davasında ve AİHM'in 
	Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili 
	tespitlere yer verilen gerekçede, bir programın uygulanması vaadiyle 
	demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen 
	siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda 
	bulunmalarının doğal olduğunun altı çizildi. 
	 
	Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar 
	tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka 
	uygun, meşru yol ve yöntemlerin de Anayasa ve yasalarda gösterildiğine 
	işaret edilen gerekçede, "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan 
	almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına 
	gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar 
	çerçevesinde ve yetkisini Anayasa'dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu 
	husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa'dan, hukuka uygunluktan ve 
	demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır" 
	değerlendirmesine yer verildi. 
	 
	Yasa koyucunun suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar 
	düzenlediği belirtilen gerekçede, bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli 
	ittifak suçunun, "hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men 
	etme" suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade 
	birliği ile tamamlanacağı anlatıldı. Gerekçede, ittifakın vasıtaları tespit 
	etmiş olmasının, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye 
	düşürecek nitelikte bulunması gerektiği, suçun oluşması için vasıtaların 
	temin edilmiş olmasına gerek bulunmadığı ifade edildi. 
	 
	Gerekçede, şu ifadelere yer verildi; 
	 
	"Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade 
	haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı 
	olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen 
	faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten 
	cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat 
	veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için 
	elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek 
	olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve 
	elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında; 
	Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat 
	Planı'nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, 
	ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve 
	seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana 
	getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun 
	işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir." 
	 
	Sanıkların, TSK'nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip 
	illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdikleri ifade edilen gerekçede, 
	"TSK'nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, 
	denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum 
	çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı 
	yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin 
	tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin 
	teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele 
	alınması gerektiği anlaşılmaktadır" ifadesi kullanıldı. 
	 
	Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk 
	göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte 
	anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün 
	olmadığı belirtilen gerekçede, "Yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde 
	ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve 
	tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair 
	gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da 
	nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa 
	dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin 
	teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin 
	yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk 
	bulunmaktadır" görüşü aktarıldı. 
	 
	Gerekçede, cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde 
	belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile 
	konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, 
	cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile 
	mümkün olan engel sebeplerin de dikkate alınması gerektiği belirtildi. 
	 
	Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermediği 
	anlatılan gerekçede, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça 
	yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe 
	sahip olup olmamadığının önem taşıdığı ifade edildi. 
	 
	Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men 
	etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice 
	ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilen 
	gerekçenin devamında şunları kaydedildi: 
	 
	"Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı'ndaki 
	ifadesiyle 'harekat ortamının şekillendirilmesi', maddi cebir olarak ortaya 
	çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç 
	bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan 
	çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı 
	maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı 'sokağa çıkma' 
	diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. 
	 
	Dosya kapsamından, sanıkların TSK'da mevcut olan ve başka bir birimde 
	bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki 
	istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da 
	kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik 
	yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve 
	yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda 
	meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı 
	Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları 
	silahlı güce ve kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı 
	bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını 
	cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. 
	 
	Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve 
	personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet 
	düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik 
	kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı 
	Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra 
	organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, 
	planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta 
	Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan 
	sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi 
	engelle karşılaşmayacakları açıktır." (Kaynak)  
	 
	 
		 Sehven 
	davası beraatle bitti 
	Ergenekon davasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan Teğmen Mehmet Ali 
	Çelebi'nin soruşturma sırasında emniyette cep telefonuna sehven (hata ile) 
	bir başka kişinin telefonundaki numaraların yüklenmesi davası sonuçlandı. 
	Suçsuz bulunan sanık polis memuru beraat etti. Poliste sehven bazı 
	numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle Ergenekon çevrelerinde 
	davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven gerçekleştiğini savunsa 
	da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta Odatv'nin bile sehveni kabul 
	ettiği görmezden gelindi. Bir bardak suda fırtına koparılmaya çalışıldı. Ve 
	ilerleyen günlerde o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında 
	kullanılmadığı ortaya çıktı. Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de 
	tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon 
	duruşmasında itiraf etti. Bu kadar açık delillerin ortaya çıkması ve 
	hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit görülmesi üzerine Çelebi, 5 
	Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon davasında 16 yıl 6 ay hapis 
	cezasına çarptırılmıştı. 
	 
	28.11.2013 11:36 Ergenekon davasında 16,5 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan 
	sonra yeniden tutuklanan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin soruşturma kapsamında 
	gözaltındayken cep telefonuna sehven yükleme yaptığı gerekçesiyle yargılanan 
	polis memuru H.Ö., 'Görevi kötüye kullanma' suçunun unsurları oluşmadığı 
	gerekçesiyle beraat etti. Çelebi'nin avukatları karara tepki gösterip itiraz 
	edeceklerini söyledi. 
	 
	İstanbul 18’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Çelebi’nin 
	telefonuna ‘sehven’ yükleme yaptığı iddiasıyla 2 yıla kadar hapis istemiyle 
	tutuksuz yargılanan polis memuru H.Ö. katılmadı. H.Ö.’den şikayetçi olan 
	Teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davası nedeniyle tutuklu bulunduğu Hasdal 
	Askeri Cezaevi’nden Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na getirildi.  
	 
	-Eşi ve ailesi yalnız bırakmadı- 
	 
	Duruşmaya Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ile 
	babası Muharrem Çelebi, ağabeyi Volkan Çelebi, CHP milletvekilleri Bülent 
	Tezcan, Tufan Köse ve Emre Köprülü ile CHP İstanbul il yönetim kurulu 
	üyeleri izleyici olarak katıldı.  
	 
	-Çelebi: Sanık cezalandırılsın- 
	 
	Müşteki olarak hakim karşısına çıkan Mehmet Ali Çelebi, “Bugün Ergenekon ve 
	Balyoz davalarında Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yürütülen dijital 
	komploların açığa çıkacağı bir duruşmadayız. Suç sabittir. Sanığın 
	cezalandırılmasını istiyoruz” dedi. 
	 
	-Çelebi'nin avukatı: Karar vererek çetenin üstünü kara toprakla 
	örteceksiniz- 
	 
	Çelebi’nin avukatı Serkan Günel ise şunları söyledi: “Ergenekon, Balyoz gibi 
	dijital komplo davalarının bir Susurluk kazası olarak nitelendirdiğimiz 
	kamuoyunda ‘sehven yükleme’ davası olarak bilinen davanın maalesef son 
	duruşmasındayız. Maalesef diyorum çünkü emniyet içerisinde komplo oluşturan 
	çetenin bir ucu yakalanabilecekken, siz sayın yargıcımız 3’üncü duruşmada 
	karar çıkartarak bu çetenin üstünü kara toprakla örteceksiniz. Sanığın 
	yargılanmasından çok maddi gerçeğin ortaya çıkarmayı amaçlarken, siz 
	yargılamanın genişletilmesi yönündeki taleplerimizi reddettiniz. Bu olay, 
	masum bir teğmenin telefonuna emniyetteyken yani güvende olması gereken 
	yerde, bir kişinin tek başına 139 numarayı yükleyebileceği bir şey değil” 
	 
	-Çelebi'nin avuaktı: Maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı kanaatindeyiz- 
	 
	Çelebi’nin diğer avukatı Celal Ülgen de “Ortada polis içerisine sızmış bir 
	çete var. Bu çeteye ‘aşağılık çete’ ismini koydum. Bu çete suçsuz insanların 
	telefonlarına bilgisayarlarına deliller yükledi. Elinizdeki dava bir suç 
	nasıl saklanır onun örneğidir. Bu olayları yapanlar gerçekten kamuoyu önünde 
	mahkum olmuştur. Yargılama sonunda maddi gerçeğin ortaya çıkartılmayacağı 
	kanaatindeyiz” diye konuştu.  
	 
	-Sanık avukatı: Telefonun kimde olduğunu bilmiyoruz- 
	 
	Sehven yükleme yaparak görevini kötüye kullandığı iddia edilen polis memuru 
	H.Ö.’nin avukatı Ali Çelik ise “Müvekkilimin iddia edildiği gibi ekleme ya 
	da çıkarma yapamaz. Program buna müsaade etmez. Sadece önüne gelen cep 
	telefonunu bilgisayara takıyor ve çıkış alıyor. Telefonun 1 dakika 23 saniye 
	açık kaldığı ve yüklemenin de bu sırada yapıldığı iddia ediliyor. Oysa 
	müvekkilim telefonun açık olduğu belirtilen bu süreden 4 saat sonra 
	printerdan çıkış almıştır. Telefonun açık olduğu iddia edilen o zaman süresi 
	içerisinde kimde olduğunu biz bilmiyoruz. Beraatini talep ediyorum” dedi. 
	 
	MAHKEME: SUÇUN UNSURLARI OLUŞMADI 
	 
	Sanık ve müştekinin sözlerinin ardından hakim kararını açıkladı. Hakim, 
	sanığın üzerine atılı 'görevi kötüye kullanma' suçunun unsurlarının 
	oluşmadığını belirterek beraat kararı verdi.  
	 
	-CHP: Meçhul olmayan bir sonuçla karşılaştık- 
	 
	Duruşmadan sonra Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı önünde basın 
	açıklaması yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Bizce bilinen 
	ve meçhul olamayan bir sonuçla karşılaştık. Sanığın beraati ile sonuçlandı. 
	Yani dijital verilerin yüklenmesi sahte delil üretme ile ilgili bir dava 
	beraatle sonuçlandı. Mahkemenin beraat kararı vermiş olması bu suçun 
	işlenmediği anlamına gelmiyor. Beraat kararı ortada bir çetenin olmadığı 
	anlamına gelmiyor. Bugün bu davada bir çetenin üzeri nasıl örtülürün 
	örneğini izledik. Soruşturma dosyası iddianame düzenlenirken daha mahkemenin 
	önüne gönderilirken sanıklar nasıl beraat ettirilebilir gerçek sanıklar 
	nasıl gizlenebilirin üzerine kurgulanmıştır” dedi. 
	 
	-Çelebi'nin babası: Peşini bırakmayacağız- 
	 
	Çelebi’nin babası Muharrem Çelebi de, “Bu davanın adı sehven değil kasten 
	davasıdır. Bu dava sürecinde bildiğiniz gibi 6 savcı değişikliği yapıldı. Bu 
	dosya neden 6 savcı değiştirdi sormak gerek. Savcılar değişe değişe bu 
	duruma gelindi. Teğmenin telefonun yükleme yapanların aklanması çeyete 
	ulaşılmaması için yapılıyor. Bir çete bir örgüt ver örgütü ayağı bir türlü 
	yakalanamıyor. Yakalama aşamasında beraat kararı verildi. Teğmenin 
	telefonunda 18 Eylül 2008’e dönüş yapılırsa 19 Eylül sabahı bazı gazeteler 
	‘teğmen Hizbullahçı’ diye manşet yaptılar. Acaba niye yaptılar 
	tutuklanmasını sağlamak için yaptılar. Savcının hazırladığı iddianameye göre 
	verilen karar normal. Peşini bırakmayacağız. ” diye konuştu. 
	 
	-Çelebi: Beklenen sonuç- 
	 
	Çelebi’nin Hasdal Cezaevi’nde evlendiği eşi Kezban Çelebi ise kararın 
	ardından yargıcın izni ile 5 dakika görüştüğü eşinin kararı normal 
	karşıladığını belirterek, “Beklenen bir şeydi. Yargılanan kişi aslında o 
	kişiler arasında en masum olanıydı” dedi. 
	 
	2 YIL HAPSİ İSTENMİŞTİ 
	 
	Mehmet Ali Çelebi'nin gözaltına alındığı zaman telefonuna 'sehven' yükleme 
	yapıldığı iddiaları üzerine avukatı 26 Ocak 2011'de Fatih Cumhuriyet 
	Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. İki seneden fazla süren 
	soruşturma sonunda Savcı Seyfettin Atıcı tarafından hazırlanan iddianamede, 
	başka suçtan gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı'ya ait sim kartındaki 139 
	adet telefon numarasının Çelebi'nin telefon hafızasındaki sehven kopyalama 
	ve fiziki ortamdaki dökmelerinin içerisine 20.09.2008 tarihinde eklendiği 
	belirtildi. İddianamede bu eklemeyle Mehmet Ali Çelebi'nin mağduriyetine 
	sebebiyet verdiği kaydedildi. İddianamede şüpheli polis memuru H. Ö.'nin 
	görevi ihmal suçunu işlediği kaydediliyor ve 2 yıla kadar hapis istemiyle 
	cezalandırılması isteniyordu. 
	 
	------------------------------------------------------------------------------ 
	 
	-Teğmenin itiraflarını gözlerden saklayanlar hata olasılığını da görmezden 
	geliyor- 
	 
	Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle 
	Ergenekon çevrelerinde davanın çöktüğü iddia edilmişti. Polis olayın sehven 
	gerçekleştiğini savunsa da bu çevreler buna hiç ihtimal vermedi. Hatta 
	Odatv'nin bile sehveni kabul ettiği görmezden gelindi. Ve ilerleyen günlerde 
	o telefon numaralarının teğmenin suçlanmasında kullanılmadığı ortaya çıktı. 
	Ayrıca Teğmen Çelebi, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir 
	örgütüne sızdığı suçlamasını Ergenekon duruşmasında itiraf etti. Bu kadar 
	açık delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit 
	görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan Ergenekon 
	davasında 16 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 
	 
	OLAYIN GEÇMİŞİ 
	 
	18 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan Teğmen 
	Mehmet Ali Çelebi’nin el konulan cep telefonu mahkeme kararı ile bir gün 
	sonra imajı alınmak üzere birkaç dakikalığına açıldı. Bu işlem Mehmet Ali 
	Çelebi ile birlikte gözaltına alınan Mahmut Oğuz Kazancı ve diğer 
	şüphelilerin cep telefonlarına da uygulandı. Telefonlardaki kayıtlar Telefon 
	Ve Sim Kart Çözüm Tutanağı’na imza karşılığı geçirildi. 2. Ergenekon Davası 
	başladığında 13. Ağır Ceza’nın 2 Aralık 2010 tarihli talimatıyla sanıklar 
	Mehmet AliÇelebi ve Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefonlarındaki numaraların 
	birbirleriyle karşılaştırılarak, aralarındaki ortak irtibatın kim olduğunun 
	araştırılmasını istedi. İnceleme yapılırken, Mehmet Ali Çelebi adına 
	hazırlanması gereken tutanağın altında Kazancı’nın imzasının bulunduğu 
	belirlendi. Bu ‘sehven’ yapılmış olan yanlışlık İstanbul Emniyet 
	Müdürlüğü’nden mahkemeye bildirilen cevap yazısında belirtildi. Telefon HTS 
	kayıtlarına göre, Teğmen Mehmet Ali Çelebi yakalanmadan önce Hizbuttahrir 
	üyesi Kurtça Bektaş ile 25, Süleyman Solmaz ile de 90 kez görüşmüş. Öte 
	yandan İstanbul Emniyeti, 2. Ergenekon iddianamesinde Ergenekon 
	yöneticilerinin talimatıyla Hizbuttahrir terör örgütüne sızma girişiminde 
	bulunmakla suçlanan Çelebi’nin, tutuklanmasına rehber bilgisinin değil, elde 
	edilen delillerin neden olduğunu açıkladı. 
	 
	Poliste sehven bazı numaraların eklendiğinin ortaya çıkmasından hareketle 
	Ergenekon davasının çöktüğü iddia edildi. Oysa bu kadar yoğun dava ve 
	soruşturmaların içinde olan polisin hata yapabilmesi de mümkün. Ama bu 
	olasılığa hiç değinmediler. Ayrıca o telefon numaralarının teğmenin 
	suçlanmasında kullanılmadığı da ortaya çıktı. Ve bir gerçek daha ortaya 
	çıktı. Teğmen, diğer delillerle de tespit edilmiş olan Hizbuttahrir örgütüne 
	sızdığı suçlamasını zaten kabul etmişti. Ergenekon duruşmasında bunu itiraf 
	etti. Yalnız bunun için bir gerekçe gösterdi: "Evet örgüte sızdım ama örgüt 
	hakkında bilgi toplamak için. Konu ile ilgili komutanlarımı 
	bilgilendirecektim. Olgunlaşmasını bekledim. Arkasında kimler vardır tespit 
	etmek istedim." Yeni rejimin selameti için yaptığını savundu. Bu kadar açık 
	delillerin ortaya çıkması ve hakkındaki suçlamaların mahkemece de sabit 
	görülmesi üzerine Çelebi, 5 Ağustos 2013 tarihinde sonuçlanan davada 16 yıl 
	6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 
	 
	-Odatv bile sehveni kabul etti- 
	 
	Konuyu haberleştiren Odatv'nin de sehven yükleme yapıldığını gördüğü, ancak 
	"Yanlış Yorumluyorsunuz" uyarılarına rağmen "Olsun abi Tartışılsın tamam" 
	diyerek bile bile yalan haberler yaptığı da ortaya çıkmıştı. Odatv 
	soruşturması kapsamında dinlemeye takılan bir telefon görüşmesinde, Odatv 
	haber müdürü Barış Terkoğlu'na kimliği belirlenemeyen bir kişi “Oğlum Yalan 
	Söylüyorsunuz Yazıyorsunuz heryere rezil olacaksınız bak sonra” “ Yanlış 
	Yorumlamışsınız ben dün Hüseyin'e de söyledim abi tamam ya söyledik bir kere 
	dedi” “Emniyet in orada kabul ettiği şey Mehmet Ali'nin telefon rehberi diye 
	yolladığımız rehberin devamına Mahmut ne diğer ismi öbür ismi” “Onun telefon 
	rehberini ekleyip yollamışız diyor” “Daha burada telefonu da açtık onun 
	içine yükledik diye bir ikrar yok…” “…bu salaklar bunlar yanlış anlamışlar 
	diye haber yaparlar” dediği, Terkoğlu'nun da gülerek "Olsun abi Tartışılsın 
	tamam" cevabını verdiği tespit edildi. Polis sorgusunda zanlılara "Bu durum 
	yaptığınız haberlerin doğruluğuyla ilgilenilmediğinin, soruşturmayı yürüten 
	görevlilerin yıpratılmasına ve soruşturmanın yönlendirilmesine yönelik yayın 
	yapıldığının bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Sitenizde bu tarz 
	haberler yapılmasının nedeni nedir?" sorusu yöneltildi. Halen görülmekte 
	olan Odatv davasının kapsamında bu iddia da yer alıyor. (Kaynak)  
	 
	 
		 Hanefi 
	Avcı haklı çıktı 
	Eski emniyet müdürü Hanefi Avcı 3 yıl önce yazdığı bir kitapla gündemi 
	sarsmıştı. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm kadroları ele geçirdiğini, 
	Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize ettiğini, hatta Deniz Baykal 
	kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürmüştü. 28 Şubat döneminde 
	darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın bir isim olarak 
	bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden olmuş, inanılmaz 
	abartılı ve uçuk bulunmuştu. Üstüne bir de Devrimci Karargah terör örgütüyle 
	bağlantıları da ortaya çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve 
	karanlık bir kişi olduğu, kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 
	'önalma' amacıyla yazdığı, kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini 
	uyandırmaya çalıştığı kanaati hakim olmuştu. Kitabında hükümete de 
	uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın 
	kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Son 
	haftalarda cemaat eksenli yaşanan yolsuzluk operasyonları ve paralel devlet 
	tartışmaları, Avcı'nın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Ancak tartışılması 
	gereken bazı ayrıntılar da var.. 
	 
	13.01.2014 15:43 Hükümet-cemaat kavgası, özellikle cemaatin yargı üzerinden 
	yaptığı salvolar pek çok adli süreçle ilgili soru ve kuşkuları tekrar akla 
	getirdi. Cemaatin emniyet ve yargı içinde keyfi ve kendi hesabına 
	girişimleriyle ilgili pek çok ciddi kanıt, şüphe var ve bu işin pek çok 
	mağduru var. Şüphe yok ki Hanefi Avcı bunların başında geliyor. 2010'da 
	yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat' başlıklı, 
	cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği kitabı onu bir anda 
	cemaatin 'hedef'i yapmıştı. Tutuklandı Avcı. Solcu ve Ergenekoncu ilan 
	edildi. Kitabı delil oldu. 
	 
	Fethullah Gülen, Avcı için o günlerde, 'Son günlerde emniyet teşkilatından 
	birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah 
	taksiratını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' 
	diyordu.  
	 
	HALİÇ'TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT 
	 
	3 yıl önce 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün 
	Cemaat' başlıklı, cemaati sorguladığı, pek çok yönüyle teşhir ettiği 
	kitabında şok iddialar ileri sürdü. Cemaatin emniyet ve yargıda tüm 
	kadroları ele geçirdiğini, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları organize 
	ettiğini, hatta Deniz Baykal kasetinin dahi cemaat işi olduğunu ileri sürdü. 
	28 Şubat döneminde darbecilere karşı cesur çıkışları nedeniyle çok saygın 
	bir isim olarak bilinen Avcı'nın bu iddiaları kamuoyunda şaşkınlığa neden 
	oldu. İnanılmaz abartılı ve uçuk bulundu. Hemen ardından bir de onun sol 
	görüşlü Devrimci Karargah terör örgütü (DKÖ) ile bağlantıları da ortaya 
	çıkınca Avcı'nın Ergenekon'a bağlı çok derin ve karanlık bir kişi olduğu, 
	kitabı da kendisine yönelik bir operasyona karşı 'önalma' amacıyla yazdığı, 
	kendini cemaatin linç etmeye çalıştığı izlenimini uyandırarak kendisini 
	masum göstermeye çalıştığı kanaati hakim oldu. Avcı, kitabında hükümete de 
	uyarılarda bulunuyor ve önlem alınmadığı taktirde bu yapılanmanın 
	kendilerine karşı da bir gün harekete geçeceğini ileri sürüyordu. Kitabın 
	586'ncı sayfasında hükümet yetkililerine uyarı mahiyetinde olarak Avcı'nın 
	şu sözleri, yaşananlarla adeta birebir örtüşmektedir: 
	 
	"Bugün bu olaylara mani olma makamında olmasına rağmen yeterince müdahil 
	olmayanlar şunu bilmelidirler ki kendileri hakkında da şu an cemaat 
	tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde basına servis 
	edilecektir." 
	 
	Ancak önce 7 Şubat 2012'deki MİT gözaltıları krizi ile, ardından özellikle 
	de 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile doğan tartışmalar, Avcı'nın 
	haklı olabileceğini gösterdi. Paralel devlet tartışmalarında ortaya çıkan 
	somut bulgular onun iddialarıyla örtüşüyor. Artık kamuoyunda, Ergenekon ve 
	Balyoz gibi davalarda sıkça yaşanan ve 'artık sıktı dedirten' sahte delil 
	tartışmalarında haklılık payı olabileceği, delillerin tamamı olmasa bile çok 
	ufak bir kısmında sahteliğin söz konusu olabileceği, ya da sahte olmasa bile 
	kurgulanmış olabileceği, en azından bir kısmının üzerinde şüphe oluştuğu 
	gözleniyor. Bir bardak temiz süte düşen bir damla pislik nasıl süte karşı 
	şüphe doğurursa malesef bahsi geçen davalara da bu şüphe karışmış bulunuyor. 
	Bu nedenle bu davaların yeniden görülmesinde kamuoyu vicdanında oluşan 
	şüpheyi gidermek adına büyük bir gereklilik ortaya çıkmış bulunuyor. 
	 
	"Kontrgerilla.com" olarak sık sık yaptığımız bir açıklama var.
	
	Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme adresinden de 
	görülebileceği gibi, hiç kimsenin haksız yere suçlanmasını istemeyiz. 
	Suçlular cezalarını çeksinler. Acıma olmasın. Af olmasın. Yapan yaptığının 
	karşılığını bulsun. Kim ama kim olursa olsun. Ama bir kişinin tipi, 
	düşüncesi hoşumuza gitmedi diye, ya da başka başka kişisel nedenlerle hiç 
	ama hiç kimseye de leke sürülmemelidir. Birileri bize sürse bile biz onlara 
	süremeyiz. Bir kişi haksız yere bir an dahi gözaltında ya da tutuklu 
	kalmamalıdır. Hatta bir suç isnat dahi edilmemelidir. Bilerek bu yapılırsa 
	çok büyük bir zulüm ve günah işlenmiş olur. 'Ama o çok kötü biriydi' falan 
	gibi mazeretler olamaz. Kul hakkına Allah dahi karışmaz. Allah Kur'an'da 
	"aleyhimize bile olsa adaleti sağlamayı" emreder. Birileri bize zulmedebilir 
	ama biz başkasına yapamayız. Yaparsak hesabı öbür tarafta sorulur. Zulmün 
	hiç bir haklılık gerekçesi yoktur. Öyle ki, Allah zulmü kendisine dahi haram 
	kılmıştır. Bir kişinin suçluluğuna dair deliller yeterli değilse ya da ibre 
	orta tarafta yer alıyorsa kanatimizce onun masumiyetine karar verilmelidir. 
	'Ama darbeciler cezasız mı kalacak' gibi ya da benzeri 'ama'lı itirazlar 
	leke sürmeyi haklı çıkarmaz. Kim olursa olsun kişilerin şeref ve haysiyeti 
	herşeyin üstündedir. 
	 
	Daha önce de belirttik; "kontrgerilla.com" olarak bize birilerine olduğu 
	gibi bavul içinde belgeler gelmiyor. Biz açıktaki bulgulara bakarak, bu 
	bulguların somut olup olmadığına bakarak ve de bu somut bulguların 
	birbiriyle örtüşüp örtüşmediğine bakarak bir kanaate varmaya ve onu 
	yansıtmaya çalışıyoruz. Bu şekilde ortaya çıkan somut delillerden hareketle 
	analiz ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Bu bakış açısıyla da Hanefi Avcı 
	olayı hakkında yorumlarımızı defalarca belirttik. Onun suçlu olduğuna kanaat 
	getirdik. Ancak anlaşılıyor ki, ilk günlerde sık sık duyduğumuz "Ergenekon 
	içindeki ABD karşıtları tasfiye ediliyor diğerlerine dokunulmuyor" ya da 
	"kısmi tasfiye yapılıyor" itirazlarında doğruluk payı bulunmakta. 
	 
	Yine anlaşılıyor ki, deliller sahte olmasa dahi en azından kurgulanmış 
	oldukları şüphesi söz konusudur. Bu bile çok önemlidir. Kurgulanma derken 
	şunu kastediyoruz. Örneğin bir kişi hakkında takip dinleme falan yapılıyor 
	diyelim. O kişi hakkında ele geçen delillerden lehtekiler gözardı edilirken 
	aleyhtekiler dosyaya konuluyorsa, hedeflenen amaca uygun kısımlar 
	konuşmalardan alınıp dosyaya konuluyor kalanlar dışarıda bırakılıyorsa, veya 
	benzer uygulamalar yapılıyorsa bize göre bu kurgulamadır. Hedef kişiyi suçlu 
	gösterme çalışmasıdır. Yanlıştır. Kurgulama yoluyla ya da sahte deliller ile 
	herkes suçlu gösterilebilir. Bir kişiyi sürekli takip ederseniz illa ki 
	kullanmaya müsait bir şeyler bulursunuz. Örneğin bir kişiyi öyle bir yerde 
	beklerken, örneğin durakta otobüs beklerken bir kişinin yanında ya da 
	önünden geçerken fotoğraflarsınız ki bu fotoğraf o kişiyi diğer kişiyle 
	bağlantılı göstermek için kullanılabilir. Bir kişinin evine işyerine delil 
	bırakırsanız o kişi suçlu gösterilebilir. O kişi kendisini savunsa da 
	ağzıyla kuş tutsa da hakkında bir şüphe algısı ortaya çıkar. En yakınlarının 
	bile içinde bir şüphe kırıntısı ortaya çıkar. İnsanın doğası buna müsaittir 
	çünkü. O kişinin kendisini aklaması için geçecek yargılama süresi ise ayları 
	yılları bulabilmektedir. Ve bu sonuç ortaya çıktığında da olan olmuş olur. 
	 
	Buna dair yakın zamanda yaşanan çok somut bir örneği gösterebiliriz. 2010 
	yılında İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın da gözaltına 
	alınıp tutuklandığı bir rüşvet operasyonu yaşandı. Menfaat sağlamak adına 
	yüksek yargıda bazı kişilere rüşvet verildiği şüphesiyle bir çok kişi 
	gözaltına alınıp tutuklandı. Buradaki rüşvet olayı da AK Parti ile ilişkili 
	gibi gösterilmek istendi. Sonuçta şüpheliler arasında yüksek yargı 
	görevlileri de bulunduğundan Anayasa Mahkemesi'ndeki Yüce Divan'da yargılama 
	yapıldı. Anayasa Mahkemesi, esasa girmeden, toplanan delillerin hukuka uygun 
	olmadığına karar vererek, davayı sonuçlandırdı. Sanıklar beraat etti. Ama 
	aradan 2 yıl geçmiş oldu. 
	 
	Şimdi ise tam yerel seçimler öncesinde 17 ve 25 Aralık ve İzmir rüşvet 
	operasyonları ile seçim sonuçlarının etkilenmek istendiği görülüyor. Bu 
	operasyonların başlamasından kısa süre önce CHP Mustafa Sarıgül'ü İstanbul 
	Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterdi. Ancak bu şahıs hakkında 
	yine CHP tarafından daha önce bir yolsuzluk klasörünün hazırlanmış olduğu ve 
	CHP raflarında yer aldığı da herkes tarafından bilinen bir husustu. Bu 
	nedenle Mustafa Sarıgül CHP'ye katıldığı gün, Kemal Kılıçdaroğlu'na bu yönde 
	bir soru soruldu. Soru şöyleydi: "Mustafa Sarıgül hakkında bizzat partinizin 
	açıkladığı bazı yolsuzluk iddiaları var. Bu dönemde bu iddialar hakkında 
	yargı harekete geçerse tepkiniz ne olur?" Kılıçdaroğlu'nun cevabı şu 
	şekildeydi: "Bu aşamadan sonra açılacak her dava siyasi olur ve bu kararı 
	tanımayız!.." Ancak bunu diyen Kılıçdaroğlu, kısa süre sonra gerçekleşen 17 
	Aralık operasyonları ertesinde AK Parti hakkında demediğini bırakmadı. Hatta 
	"Yolsuz, hırsız! Hemen istifa edin!" diyecek kadar ileri gidebildi. 
	 
	Tekrar son tartışmalara dönecek olursak, hiç bir hakim samimi olarak ve 
	vicdani kanaatine dayanarak verdiği karardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bir 
	kişiyi suçlu gösteren somut deliller varsa ona göre işlem yapılması 
	normaldir. Ama o delillere şüphe karışmışsa o zaman o yargılamanın yeniden 
	yapılmasında ya da o delillerin yeniden değerlendirilmesinde bir mecburiyet 
	ortaya çıkmış olur. Aksi halde kamuoyu vicdanı rahatsız olacaktır. Adalet 
	duygusu zedelenecektir. Şu da önemlidir ki, şüpheli şahıs ya da sanık kim 
	ama kim olursa olsun ilk anda masumdur. Yargılama sonucu beklenmelidir. 
	 
	MESELENİN DİĞER YÖNÜ 
	 
	Ancak bir de meselenin öbür boyutu vardır... Bir şüphe ortaya çıktı diye 
	aksi yönde bir gayret göstermek, bu tartışmaları bahane edip kafa 
	karıştırmaya çalışmak, suç delillerini delil saymamak, hiç bir suç yokmuş 
	gibi göstermek de mazur görülemez. Buna izin verilemez. Bu şüpheyi bahane 
	edip son günlerde tekrar tartışılmaya başlanan "dijital deliller delil 
	olmaktan çıksın, dijital deliller sahteliğe ya da kurgulanmaya müsaittir ya 
	da uzaktan virüslerle yüklenmesi mümkündür" gibi ya da "imzalar ıslak imza 
	makinesiyle atılmış olabilir, teknolojik olarak bu mümkündür" gibi en uç 
	ihtimalleri gündeme getirmek ve ıslak imza ile dijital delilleri delil 
	olmaktan çıkarmak da kabul edilemez. Aksi durum mahkemelerdeki tüm davaların 
	çökmesi anlamına gelecektir. Çünkü bu delillerin söz konusu olmadığı bir 
	dava hemen hiç yoktur herhalde. Eğer bu kapı açılırsa uçuk gerekçelerin önü 
	alınamayacaktır. Buna izin verilmemelidir. Hiç bir suçlu suç üzerinde 
	yakalanmadığı sürece suçlular yakalanamayacak mıdır şu halde? Buna benzer 
	durumlar da adaletin tümden kaybolmasına neden olmayacak mıdır? 
	 
	Hanefi Avcı'nın dediklerinin doğru olabileceği ortaya çıkmıştır. Bu açıdan 
	kendisi hakkındaki suçlamalarda da şüpheler ortaya çıkmıştır. Sadece onun 
	yargılamasının değil diğer davaların da yeniden görülmesi, delillerin 
	yeniden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu tartışılabilir. Ancak 
	Avcı'nın dediklerinin bazıları doğru çıktı diye ya da paralel devletin 
	varlığı şüphesi ortaya çıktı diye o yöndeki tüm iddiaların da doğru olduğunu 
	varsaymak aynı derecede yanıltıcı olabilir. Sadece bir delilden söz 
	edilseydi hükme varmak kolay olurdu. Ancak bahsi geçen davalarda çok ama çok 
	fazla delil söz konusudur. Örneğin Balyoz davasında darbe seminerine ait 
	saatlerce süren ses kayıtları vardır. Bunu destekleyen diğer deliller 
	vardır. Bu örnekte olduğu gibi delillerin tümünün sahte ya da kurgulanmış 
	olduğunu varsaymak mümkün değildir. Aksi, insan aklıyla alay etmek demektir. 
	Bir davanın yeniden görülmesine karar verirken hangi gerekçeler etkili 
	olacaktır? Eğer örneğin Ergenekon ve Balyoz gibi davalar yeniden 
	görülecekse bu istisna niye diğer tüm davalardan esirgenecektir? Basit bir 
	adli davada bile aynı şüphe söz konusu olmayacak mıdır? Bu şüphelerin sonu 
	nereye varacaktır? 
	 
	Hiç bir şüphenin olmadığı bir yargılama bize göre mümkün değildir. 
	Unutmayalım ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) dahi Allah'ın bildirmediği 
	hususlarda bizler gibi hareket etmiştir. Önüne gelen davalarda kişiler 
	arasında hüküm verirken hata yapmış olabileceğini, hükmünü ortaya çıkan 
	bulgulara göre verdiğini belirtmiş ve davalı ile davacı tarafı uyararak 
	"bilerek haksızlık yapan varsa sorumluluğun onda olduğunu" hatırlatmıştır. 
	 
	Sonuç olarak, bilerek haksızlık yapan, davaları ve delilleri kurgulayan bir 
	paralel yapılanma şüphesi ortaya çıkmıştır ve bu acilen soruşturulmalıdır. 
	Varsa ilgili kişiler tespit edilip en ağır cezalara çarptırılmalıdır. Bu 
	yapılanmanın tüm hükümetler için ortak bir tehdit olduğu görülmeli, siyasi 
	kazanımlar sağlama fırsatçılığı bir yana bırakılarak bu tehlikeye karşı 
	ortak bir tavır gösterilmelidir. (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com)  
	 
	 
		 Başbuğ: 
	Evet, bize kumpas kurdular 
	Eski Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde 
	sessizliğini bozdu: 'Gizli tanıklarla, ayarlanmış hakimlerle kumpas kuruldu. 
	Amaç orduyu tasfiye etmekti. Bizi bu noktaya TSK'ya karşı nefret ve intikam 
	duyguları içinde olanlar getirdi..' Başbuğ, açıklamalarında çeşitli davalar hakkında somut 
	iddialarda bulundu. İddialarına, açıklamalarına katılmasak da, kişisel 
	kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu 
	yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir 
	diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas 
	kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış 
	bulunmaktadır. Bu nedenle 
	Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi, ya da en azından tartışma 
	konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz. 
	Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir, ama bu onlara haksızlık 
	yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve 
	gücü herşeye yeten Allah bile kendisine zulmü haram kılmıştır. Kumpas 
	konusunda ortaya çıkan somut bulgular nedeniyle kamuoyunda bu davalarla 
	ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu vicdanını rahatlatmak için; 
	dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden görülmesi ya da en azından 
	tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği 
	kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı çıktı' başlıklı yazımızda 
	(http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş 
	açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz. 
	 
	06.03.2014 09:59 Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi'nde 
	Sabah'tan Mehmet Barlas ve Şaban Arslan'a son günlerdeki tartışma 
	konularıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. Başbakan Erdoğan ile danışmanı 
	Yalçın Akdoğan'ın "Orduya kumpas kuruldu" iddialarını değerlendiren Başbuğ, 
	"Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve savcılarla bize kumpas kuruldu" 
	dedi. 
	 
	'DIŞARIDA' TEKRAR GÖRÜŞMEK ÜZERE 
	 
	Hükümeti devirmeye tam teşebbüs suçundan müebbet hapisle cezalandırılan 
	emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 26 aydır Silivri Cezaevi'nde yatıyor. İlker 
	Başbuğ'u, Adalet Bakanlığı'nın izniyle ziyaret ettik. Sabah Başyazarı Mehmet 
	Barlas'la birlikte, dün sabah saat 10.00'da cezaevine gittik. Görevli infaz 
	memurları, ısrarla üzerimizdeki metal eşyaları bırakmamızı, aksi halde son 
	arama noktasında üzerimizden metal eşya çıkarsa suç unsuru kabul edileceğini 
	söyledi. Dijital göz tarama noktasından geçtikten sonra, İlker Başbuğ'un 
	cezasını çektiği 5 No'lu L Tipi İnfaz Kurumu koğuşlarının bulunduğu bölümde, 
	son kontrol noktasından da sorunsuz geçtik. 
	 
	Başbuğ, lokal gibi geniş bir salonda gerçekleşen görüşmemize gecikmesiz 
	olarak geldi. Biraz kilo verdiği ancak kafasının son derece dingin olduğu 
	belli olan Başbuğ'un, sorularımızı, akademik bir üslupla, sözlerini tane 
	tane seçerek cevaplaması dikkat çekiciydi. Bugüne kadar, Başbuğ'un 
	cezaevinde çekilen hiçbir fotoğrafı yayımlanmamış. Hatta cezaevinde yazdığı 
	kitap için yayıncının talep ettiği fotoğrafı bile vermemiş. Biz de Başbuğ'un 
	fotoğraf çektirmeme konusundaki hassasiyetine saygı gösterdik. 
	Açık görüşler en fazla bir saat sürüyor. Ancak infaz koruma memurlarının 
	hoşgörüsüyle, görüşmemiz yaklaşık iki saat sürdü. Ayrılırken de kendisine, 
	"En kısa sürede dışarıda tekrar görüşmek üzere" dileklerimizi ilettik. 
	 
	Hükümeti devirmeye kalkışmak suçundan müebbet hapse çarptırılan İlker 
	Başbuğ, askeri müdahalelere karşı olduğunu belirterek, "Çünkü askeri 
	müdahaleler Türkiye'ye zarar vermiş, hiç bir şey kazandırmamıştır" diye 
	konuştu. Çeşitli isimlerle anılan darbe davalarında yargılanan ya da hüküm 
	giyen Silahlı Kuvvetler mensuplarına iftira atıldığını ifade eden Başbuğ, 
	"Amaç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı ama 
	başaramadılar" dedi. İşte emekli Orgeneral Başbuğ'un Mehmet Barlas ve Şaban 
	Arslan'a yaptığı o çarpıcı açıklamalar:  
	 
	DOĞRULARI SÖYLEDİĞİM KANITLANDI  
	 
	* 14 Nisan 2009'daki konuşmamda, "Cemaatler, sosyal gruplaşmaya, ekonomik 
	olarak güç kazanıp sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye çalışıyorlar" dedim. 
	Din çok yüksek bir değer. Din siyaset ekonomi konusu yeni değil. Önlemek çok 
	zor. Bu sorunları, güçlü bir burjuvazi ve orta sınıfımız olmadığı için kolay 
	aşamıyoruz. 2009 bizim için çok kritik bir yıldı. Genelkurmay başkanıyım, 
	Silahlı Kuvvetler'le ilgili çok önemli projelerim var. Ancak çoğunu 
	yapamadım. Yaptığım konuşmalarda doğruları söylediğim, bugün gelinen noktada 
	daha iyi anlaşılıyor.  
	 
	İMZA TAKLİT EDİLMİŞ  
	 
	* Kumpası soruyorsunuz. Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hakim ve 
	savcılarla kumpas kuruldu bize… Bana niye bunu açıklamadınız diye 
	soruyorsunuz. Hala kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile. Kesinlikle 
	kumpas kuruldu. Aksini söylemek, eşyanın tabiatına aykırı.  
	Somut olaylarla gidelim… Erzincan olayı örneğin... Savcı kim; İlhan Cihaner. 
	2007'de bir soruşturma açıyor. Odakta İsmailağa cemaati var. 2 Şubat'ta 26 
	kişi gözaltına alınıyor, 9'u tutuklanıyor. Sonra soruşturmanın çerçevesi 
	genişletiliyor. Gülen cemaati işin içine katılıyor. Sonra Kayseri'deki 
	olayla birleştiriliyor soruşturma. Kayseri'de, Hava Kuvvetleri 
	Komutanlığı'nda sahte bir emrin yazılması var. İmza taklit edilmiş. İşin 
	içinde 3 astsubay, 5 sivil var. Dijital veriler hazırlamışlar, karargahın 
	bilgisayarlarına yerleştirmişler. Astsubaylardan biri, "Ben Işık 
	Evlerindenim" demiş. Konu cemaate doğru yönelince, Erzurum'daki savcılığa 
	intikal etti. Ancak bütün araştırmalara, soruşturmalara rağmen olayda adı 
	geçen bu 5 sivil bir türlü bulunamadı. Bahsi geçen askeri personelin tamamı 
	ise tutuklandı.  
	 
	PARMAK İZİ OLAN 14 KİŞİ KİM?  
	 
	* 25-26 Haziran… Meclis'ten gece yarısı, 20 dakikada yasa çıkıyor. 
	Kayseri'deki 5 sivili kurtarmak için. Bu yasayla, sivillerin askeri 
	mahkemelerde yargılanmasının önüne geçiliyor. Genelkurmay'dan görüş 
	alınmadan... Milli Savunma Bakanı'nın haberi yok. Askerler kendi alanlarında 
	bile suç işleseler sivil mahkemelerde yargılanacaklar.  
	 
	* 8 Nisan 2009'da, İrtica Eylem Planı diye, fotokopi bir belge sundular 
	mahkemeye biliyorsunuz. Türkiye'nin gündemine oturdu. Ben "Kağıt parçası" 
	diyorum, aman Allahım, kıyametler kopuyor. Fotokopi çünkü, kağıt parçası 
	değil mi? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, "Bu belge kim tarafından 
	hazırlandı" diye soruyor, yetkisizlik kararı alıyor, Ankara Başsavcılığı'na 
	yazı yazıyor. Bakırköy Başsavcılığı "Belgeyi kim basına sızdırdı" diye 
	soruşturma açıyor.  
	 
	* İhbar mektupları ortaya çıkıyor. Mektubu yazan bir subay... Zekeriya Öz 
	(Savcı) belgeyi Adli Tıp'a veriyor. 3.5 ay sonra rapor geliyor. "Islak imza" 
	diyor. Islak imza madem, kağıdın üzerinde 14 kişinin parmak izi var, bir tek 
	ıslak imzanın sahibi Dursun Çiçek'in parmak izi yok. O kadar ısrar edildi 
	ama o 14 kişinin kimler olduğu araştırılmadı.  
	 
	ASIL AMAÇ TSK'YI TASFİYE ETMEKTİ  
	 
	* Asıl niyetleri, Erzincan'da startı verilen, Kayseri'yle birleştirilen bu 
	planı çok geniş bir alana yayarak, TSK'nın bütün birimlerinde komple bir 
	tasfiye yapmaktı. Bunu iki nedenden yapamadılar. Biri dosyayı Yargıtay'ın 
	devralması, diğeri de Saldıray Berk'in ifade vermeye gitmemesidir. Geç 
	kaldıkları için geri adım atmak zorunda kaldılar.  
	 
	* Bundan bir şey çıkaramayınca bu sefer, internet andıcı diye bir şey 
	çıkardılar. 'irtica.org' sitesini kapatan benim. 4 aydır güncelleme 
	yapılmamış. O siteden, AK Parti'nin kapatılma davasına belge sağlandığı 
	iddiası var. Halbuki o davaya bu siteden sadece bir tane haber girmiş. 
	Yurtdışındayım… Kara Kuvvetleri Komutanım Işık Koşaner beni arıyor. İrtica 
	ile Mücadele Mücadele Yasası kapsamında soruşturma açılması konusunu bana 
	haber veriyor. Ahlaksız herifler... Bu görüşmemizi, terör örgütü faaliyeti 
	olarak lanse ediyorlar.  
	 
	* Neymiş, müzedeki denizaltı gemisine bomba yerleştirilmiş. Patlatılacakmış, 
	çocuklar öldürülecekmiş. Hangi subay, kim böyle vahşice bir şey yapabilir 
	ki?..  
	 
	"ARINÇ'A SUİKASTLA SUÇLANACAKTIM" 
	 
	* Kozmik Oda'ya girmelerine izin vermek, hayatımda verdiğim en doğru 
	karardır. 19 Aralık 2009'da bir ihbar geliyor. İhbar Amerika'dan, Ankara 
	Terörle Mücadele Şubesi'nin özel telefon numarasına yapılıyor. İhbarı yapan, 
	06 BE 9712 ve 06 LJY 48 plakalı araçların içindeki kişilerin Arınç'a suikast 
	düzenleyebileceğini belirtiyor. Kozmik Oda'da, Bülent Arınç'a suikast 
	delilleri arayacaklar. Başbakan'la görüştüm, "Bırakın arasınlar" dedi. 31 
	Aralık günü arama yapıldı. Kozmik Oda'da çok önemli şeyler çıktığını da 
	sanmayın.  
	 
	* Kozmik Oda'ya giriş izni vermeseydim, beni Arınç'a suikast azmettiricisi 
	bile yapabilirlerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri töhmet altında kalacaktı.  
	 
	* Hurşit Tolon Malatya'ya konferans için gittiği gün, orada Zirve 
	Yayınevi'nde vahşice cinayetler işleniyor. Burada da bir gizli tanık var. 
	Silahlı Kuvvetler'den atılmış, ahlaksız bir uzman çavuş. Onun suçlamaları... 
	Bunlar ne kadar ağır iftiralar. Bizi buraya, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 
	nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi.  
	 
	* Meclis İnsan Hakları Komisyonu'ndan geldiler, onlara da söyledim. 7 Şubat 
	2012 (MİT'e baskın) ve 17 Aralık 2013… Bu konuda iki önemli kırılma noktası 
	var. Bu iki olay olmasaydı, bu konu buralara kadar gelmezdi (Paralel yapı bu 
	kadar deşifre olmazdı demek istiyor) (Sabah) 
	 
	BAŞBUĞ'UN GÖRÜŞLERİNE KATILMIYORUZ 
	 
	Başbuğ'un yukarıda aktardığımız iddialarına, açıklamalarına katılmasak da, 
	kişisel kanaatimiz bu yönde olsa da, karşı görüşleri yansıtmak da sorumlu 
	yayıncılık gereğidir. Belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir 
	diye Başbuğ'un itirazlarını da aynen aktarmak istiyoruz. Cemaatin kumpas 
	kurduğu konusunda doğrusu bizim de çok ciddi şüphelerimiz ortaya çıkmış 
	bulunmaktadır. Bu nedenle Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi, 
	ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden değerlendirilmesi 
	gerektiğine inanıyoruz. Tipini, fikrini beğenmediğimiz insanlar olabilir, 
	ama bu onlara haksızlık yapılmasını gerektirmez. Haksızlık ve iftira bir 
	zulümdür. Herşeyin sahibi olan ve gücü herşeye yeten Allah bile kendisine 
	zulmü haram kılmıştır. Kumpas konusunda ortaya çıkan somut bulgular 
	nedeniyle kamuoyunda bu davalarla ilgili doğan şüpheleri gidermek, kamuoyu 
	vicdanını rahatlatmak için; dediğimiz gibi, ya davaların tamamen yeniden 
	görülmesi ya da en azından tartışma konusu olan delillerin yeniden 
	değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu konuda 'Hanefi Avcı haklı 
	çıktı' başlıklı yazımızda 
	(http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5791) daha geniş 
	açıklamalar yapmış olduğumuzu da hatırlatmak istiyoruz. (Abdullah Harun / 
	kontrgerilla.com)  
	 
	 
		 Yargıtay'dan 
	5 nolu Disk reddi 
	Yargıtay Başsavcılığı, en önemli delillerden 5 No’lu harddiskin sahte 
	olduğu iddiası ile Başbakan Erdoğan’ın paralel yapı ile ilgili iddialarının 
	dava sonucunu etkilemeyeceğine karar verdi. 
	 
	17.05.2014 21:14 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 
	Balyoz Planı davasıyla ilgili onama kararına itiraz edilmesi istemini 
	reddetti. Balyoz Planı Davası'nda sanık avukatları, davanın delillerinden 5 
	No'lu harddiskin sahte olduğu yönünde TÜBİTAK tarafından yeni rapor 
	hazırlandığı iddiası üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda 
	bulunmuştu. Avukatlar başvuruda, bu yeni iddialar nedeniyle Yargıtay 9. Ceza 
	Dairesi'nin kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na itiraz edilmesini 
	istemişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, avukatların istemini reddetti. 
	Başsavcılığın ret kararında, "sahte olduğu ileri sürülen harddiskin diğer 
	delillerin geçerliliğini etkilemeyeceği" belirtildi.  
	 
	DETAYLAR 
	 
	Balyoz sanıklarını, mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay 9. Ceza 
	Dairesi kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na itiraz edilmesi 
	yönündeki başvurusu Yargıtay Başsavcılığı tarafından reddedildi. Balyoz 
	davası sanıkları, Poyrazköy davasında TÜBİTAK tarafından verilen raporda 
	davanın en önemli delillerinden biri olan 5 No’lu harddiskin sahte olduğu ve 
	cemaatin yargıdaki faaliyetlerine ilişkin hükümetin açıklamalarını gerekçe 
	göstererek Yargıtay Başsavcılığı’na başvurmuşlardı. 
	 
	Balyoz davası hükümlüleri Çetin Doğan ve Hakan Büyük’ün avukatı Hüseyin 
	Ersöz’ün 31 Ocak 2014’de yaptığı başvuruya ilişkin Yargıtay Savcısı Hüseyin 
	İnce tarafından verilen kararda, 5 No’lu harddisk ile ilgili olarak Donanma 
	Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca aldırılan 14 Ocak 2011 tarihli bilirkişi 
	raporunda da benzer şekilde ayrıntılı değerlendirme ve tartışmaların 
	bulunduğu savunuldu. Kararda bilirkişi raporu ile ilgili ileri sürülen 
	hususların yerel mahkemece tartışıldığı ve Daire tarafından yapılan 
	incelemede değerlendirildiği ileri sürüldü. 
	 
	Dosyadaki delillerin bütününün suçun işlendiğine yönelik olduğu savunulan 
	kararda “özellikle hükümete karşı işlenecek suç için yapılacak hazırlıkların 
	güncelleneceğine ilişkin talimatları içeren belgelerin” olduğuna işaret 
	edildi. Kararda manipüle edildiği iddia edilen dijital veriler ve diğer 
	belgelerin suç tarihinden ele geçirildikleri tarihe kadar mahkum olan bazı 
	sanıkların elinde tutulduğu anlatılarak, “Bazı belgeler aynı amaçla kısmen 
	veya tamamen güncellenmiş olsa bile, nicelik olarak az olan bu belgelerdeki 
	çelişki iddialarının, mahkemece kabul edilen diğer delillerin sıhhatini 
	etkilemeyeceği, delillerin bütünü karşısında, bu iddianın hükümlünün mahkum 
	olduğu suçun sübutuna ve vasfına bir etkisinin olmayacağı” ifade edildi. 
	Ayrıca, harddisk ile ilgili iddiaların dosyadaki delillerin sıhhatini ve 
	sübuta ilişkin kabulü etkilemeyeceği değerlendirmesine yer verildi. 
	 
	Etkisi yok! 
	 
	Kararda, “Bir köşe yazarının (Yalçın Akdoğan) iddiaları, Başbakan’ın ortaya 
	attığı hususlar, Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in yargının içerisinde 
	bir yapılanmanın olduğuna ilişkin beyanlarının, atılı suçun sübutuna ve 
	vasfına bir etkisi yoktur” denildi. 
	 
	Sanık avukatı: AYM hukuku yüceltsin 
	 
	Karara ilişkin bir açıklama yapan avukat Hüseyin Ersöz, “Yargıtay 
	Başsavcılığı’nın ret kararı, hukukun ne ölçüde insan hak ve özgürlüklerine 
	saygı ilkesinden uzaklaştığının açık bir kanıtı olmuştur. Yaşanan hukuka 
	aykırılıklar sonucu oluşan mağduriyetlerin telafisini Anayasa Mahkemesi’ne 
	yapmış olduğumuz bireysel başvurular neticesinde verilecek karardan 
	beklemekten başka yol kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararla 
	hukuku bir kez daha yüceltmesini beklemekteyiz” diye konuştu. (Vatan)  
	 
	 
		 AYM: Balyoz'da hak ihlali var 
	Anayasa Mahkemesi Balyoz davasında hak ihlali yaşandığına hükmetti. Dün 17 üyenin oy birliğiyle alınan kararın gerekçesi 5 No'lu hard diskle ilgili iddiaların yeterince incelenmemesi ve eski komutanlar Yalman ile Özkök'ün dinlenmemesi oldu. Bu kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın yapılabileceği değerlendiriliyor. Yeniden yargılama talepleri daha önce reddedilmişti. Karar üzerine sanık avukatları müvekkilleri için peşpeşe tahliye başvurusunda bulundu. 
	 
19.06.2014 13:20 Anayasa Mahkemesi, Balyoz davasında, aralarında Çetin Doğan ve 
MHP'li vekil Engin Alan'ın da bulunduğu sanıkların haklarınının ihlal edildiğine 
ve yeniden yargılanmalarına karar verdi. Konuyu dün görüşen mahkeme, dijital 
verilerle ilgili iddiaların yeterince araştırılmamasını, eski Genelkurmay 
Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın tanık 
olarak dinlenmemesini ortak gerekçe olarak gösterdi. Karar, davada tahliyelerin 
de yolunu açtı. Anayasa Mahkemesi, Balyoz Davası sanıklarının haklarının ihlal 
edildiği iddiasıyla yaptıkları 230 bireysel başvuruyu birleştirerek görüştü. 
Bireysel başvurular Birinci ve İkinci Bölüm'lerde ayrı ayrı görüşülürken AYM, 
kararın niteliği ve kapsamını da dikkate alarak başvuruları tüm üyelerin 
katıldığı Genel Kurul'da ele aldı. Başkan Haşim Kılıç ve 16 üyenin katıldığı 
toplantıdan, sanıkların haklarının ihlal edildiği sonucu çıktı.  
 
OYBİRLİĞİYLE KARAR 
  
AYM, oybirliğiyle aldığı kararda; İstanbul 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki 
yargılamada sanıkların ortaya attığı "sonradan dijital veriler üretildiği" 
iddiasının yeterince araştırılmadığını kabul etti. Yüksek Mahkeme, bu nedenle 
sanıkların adil yargılanma hakkı kapsamında olan "çekişmeli yargılama ilkesi"nin 
ihlal edildiğini saptadı. Mahkeme, kararını alırken, TÜBİTAK'ın davanın en 
önemli delillerinden olan "5 No'lu hard diske sonradan veriler yüklendiği" 
yolundaki raporunu da referans aldı. AYM, sanıkların, verilerin dijital 
ortamdaki delillere sonradan eklendiği ve verilerin değiştirildiği iddialarının 
yeterince araştırılmadığını bunun açıkça hak ihlali olduğuna karar verdi. Balyoz 
davası sırasında sanıkların en önemli taleplerinden biri de eski Genelkurmay 
Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın, mahkeme 
huzurunda, tanık olarak dinlenmesi idi. Sanıklar bu taleplerini, "Özkök'ün 
Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde Balyoz darbe planını araştırması için 
Yalman'a talimat verdiği ve böyle bir planın olmadığı yanıtını aldığı" iddiasına 
dayandırdı. Anayasa Mahkemesi, bu iddia ve sanıkların taleplerinin 
yargılamasının sonucunu değiştirebilecek ciddiyette olduğunu kabul etti. AYM, bu 
talebin yerine getirilmemiş olmasının da adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu 
kararlaştırdı.  
 
TAHLİYE UMUDU DOĞDU 
 
Yüksek Mahkeme, hak ihlallerinin ancak yeniden yargılama yoluyla 
giderilebileceğine karar verirken, sanıkların tahliye taleplerini 
değerlendirmeyi ise yeniden yargılama yapacak ağır ceza mahkemesine bıraktı. 
AYM'nin kararı özellikle haklarındaki mahkumiyet kararları bozulan 88 sanık 
açısından tahliye umudu oldu. Cezaları onanan 237 sanık için de tahliye umudu 
tamamen ortadan kalkmış değil. Yargılama yenilendiğinde kişiler hükümlü değil, 
sanık statüsünde olacak. Balyoz davası sanıklarının avukatlarından Celal Ülgen, 
Anayasa Mahkemesi'nin 'hak ihlali' yönündeki kararını değerlendirdi. Avukat 
Ülgen, AYM'nin sadece hak ihlalini tespit ettiğini, tahliye kararı vermediğini 
belirterek, bu nedenle sanık avukatlarının bugünden itibaren tahliye kararı ve 
yargılamanın yenilenmesini içeren dilekçeleri yerel mahkemeye vermeleri 
gerektiğini söyledi. Ülgen, "Sonuç olarak 230 Balyoz hükümlüsü komutan çok kısa 
zamanda tahliye olacak. Türkiye yeni döneme giriyor" diye konuştu.  
 
GECİKMİŞ OLUMLU KARAR 
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Balyoz 
kararını NTV'ye değerlendirdi. Yüksek Mahkeme'nin, Balyoz sanıklarının yeniden 
yargılanmasının önünü açan kararını "Son derece olumlu" bulduğunu belirten 
Kılıçdaroğlu şunları söyledi: "Geç gelen adalet adalet değildir. Çok gecikerek 
geldi adalet, ama geldi. Gecikmiş olumlu bir karar. Umuyorum insanlar bir an 
önce serbest bırakılır, yargılama yeniden başlar ve adalet sağlanmış olur. En 
büyük arzumuz o."  
 
AYM, AVCI İÇİN DE İHLAL KARARI VERDİ 
 
Anayasa Mahkemesi, Devrimci Karargah Örgütü'ne yardım suçundan 15 yıl 4 ay 5 gün 
hapis cezası alan, Odatv Davası'nda yargılaması devam eden eski Emniyet Müdürü 
Hanefi Avcı'nın bireysel başvurusunu da sonuçlandırdı. Yüksek Mahkeme, 4 yıldır 
tutuklu bulunan Hanefi Avcı'nın 'Uzun tutukluluk' ve 'Tutukluluk gerekçeleri 
yetersiz olduğu için' haklarının ihlal edildiğine karar verdi. 
 
BALYOZ KARARLARI ONANMIŞ, YENİDEN YARGILAMA REDDEDİLMİŞTİ 
 
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararla Balyoz davasında yeniden yargılamanın 
yapılabileceği değerlendiriliyor. İstanbul 10. Ağır Ceza mahkemesi tarafından 
görülen dava daha sonra Yargıtay tarafından da büyük oranda onanmıştı. Paralel 
yapılanma tartışmalarının başlaması ve bu yapıya mensup polis ve yargı 
üyelerince Balyoz sanıklarına kumpas kurulmuş olabileceğine dair iddiaların 
ortaya çıkması üzerine Balyoz davasında hüküm giyen bazı sanıklar "yeniden 
yargılanma" talebinde bulunmuştu. Talebi değerlendiren ve üst mahkeme olan 
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla oluşturulan İstanbul 10. Ağır Ceza 
Mahkemesi'nin yeni heyeti talebi oy birliği ile
reddetmişti. Mahkemenin ret gerekçesinde şu ifadeler yer alıyordu: 
 
"Yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal bir neden gösterilmedi. 
Hükümlüler ve avukatlarınca ileri sürülen hususlar mahkemece yeni delil 
niteliğinde görülmedi. Sadece bazı dijital belgelere yöneltilen çelişki 
iddialarının doğru olsa bile suçun sübutuna etki etmeyeceği kabul edilmiştir..." 
(1) 
 
BALYOZ DAVASI, PARALELİN DEŞİFRESİNE HİZMET EDEBİLİR 
 
AYM kararının nasıl bir sonuç getirebileceğine dair çeşitli görüşler ileri 
sürülüyor. Yeni Akit gazetesinin aynı zamanda avukatı da olan yazarı Ali İhsan 
Karahasanoğlu, bugünkü yazısında konuya dair şu değerlendirmeyi yaptı: 
 
"Gündeme yetişemiyoruz dedik. Akşama doğru da.. Balyoz davası ile ilgili Anayasa 
Mahkemesi’nin kararı çıktı. Yeniden yargılanmanın yolu açıldı.. Yeniden 
yargılanmada, tanıklar ve bilirkişi esaslı rol oynayacak. 
 
Balyoz davasının tepe sanıklarının yeniden mahkum olacaklarına inanıyorum.. 
Çünkü, 2003’teki o darbe sürecini, biz canlı olarak yaşadık.. Balyoz’da yer 
almasa bile; Hurşit Tolon’u ve Tuncer Kılınç’ı ile.. Balyoz’un bir numarası 
Çetin Doğan’ı ile.. Bu generallerin Cuma dergisine neler yaptıklarını.. Akit 
hakkında nasıl illegal eylemler sergilediklerini, bire bir gördük, yaşadık.  
 
Ama bizden ziyade.. Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın şahitlikleri gündeme 
gelecek.. İşte o noktada.. Bence Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın, paralelin hangi 
baskılarına maruz kaldıkları da, gün yüzüne çıkacak.. 
 
Evet, Balyoz davasının üst yönetimi, darbeci idi.. Ama bunların en tepesinde de 
Aytaç Yalman vardı. Kendisini bu davadan nasıl sıyırdı, belki de onu 
öğreneceğiz.. Balyoz sanıkları, ısrarla şahitliğini istediler. O da, ısrarla 
şahitlik yapmaktan kaçındı.. Niye ki acaba? Paralelciler, Aytaç Yalman ile, bir 
anlaşma mı yapmışlardı? İzleyip göreceğiz.." 
 
AYM KISA KARARI AÇIKLADI 
 
Bu arada ilerleyen saatlerde Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 230 Balyoz sanığının 
“adil yargılanma haklarının” ihlal edildiğine ilişkin kısa kararı internet 
sitesinden yayınlandı. Anayasa Mahkemesi'nin açıklamasında "Dijital delilere 
ilişkin şikayetler giderilmeli." denildi. Kısa kararda ayrıca Hilmi Özkök ve 
Aytaç Yalman'a da yer veriliyor. 
 
Karar üzerine Meclis’in tek tutuklu vekili Engin Alan ve Balyoz Davası’nın bir 
numaralı sanığı Çetin Doğan da infaz durdurma ve yeniden yargılama talep 
edeceklerini açıkladı. Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan 
Nacak dilekçelerinin hazır olduğunu ve Kartal’daki Anadolu 4. Ağır Ceza 
Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini söylediler. 
 
ZAMANDAN RET 
 
AYM’nin kısa kararında aralarında Doğan ve Alan’ın da bulunduğu başvurucuların 
“Özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin şikâyetlerinin”, “zaman bakımından 
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilmediği belirtildi. Kararda, adil yargılanma 
hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin ise dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve 
Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin 
reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin şikâyetlerinin ve dijital 
delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair 
iddialarının kabul edilebilir olduğu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği 
kaydedildi.  
 
Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz ve Alan’ın avukatı Ayhan Nacak, Kartal’daki 
Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne infaz durdurma ve tahliye talep edeceklerini 
söylediler. 
 
İŞTE O KISA KARAR 
 
  
 
(Kaynak)  
	 
	 
		 Kumpas'la 
	doğan kahramanlar 
	Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını kahraman haline 
	getirdi. Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler.. Gözümüzün içine baka 
	baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor. Hatta daha da ileri 
	gidilerek Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. 
	Devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye oldular. İadei 
	itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek istiyorlar. 
	 
	23.06.2014 17:33 Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve 
	Ergenekon çevreleri tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel 
	yapılanmanın tezgahı olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi 
	anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine 
	yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle 
	ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu durum Ergenekon ve darbe gerçeğini 
	değiştiremez. 
	 
	AYM'nin yol açtığı yeniden yargılama kararının doğru olduğunu düşünmüyoruz. 
	Ergenekon çevrelerinde bunun adeta beraat kararı olarak yorumlandığı da 
	gözleniyor. Meclisin iadei itibar kararı almasından ve tazminat vb. davalar 
	açılarak onları yargılayanların yargılanmasından bahsediliyor. Toptan 
	yeniden yargılama yerine sadece tartışma konusu olan delillerin yeniden 
	değerlendirilmesi  ile yargılamada eksik bırakılmış, örneğin komutanların 
	tanık ifadelerinin alınması gibi hususların tekrar değerlendirilmesinin 
	yargılamanın daha adil yapılmasını sağlayacağını düşünüyoruz. 
	 
	Ancak bunlar sağlansa bile savunma taleplerinin bitmeyeceği, sürekli yeni 
	bahanelerin hazır olduğu geçmişte görüldü. Haklı çıkıncaya kadar yeni 
	bilirkişi ve tanık talepleri gelecektir. Ergenekon davasının son döneminde 
	yeni tanık dinletme talepleri 800 küsüre ulaşmıştı. Mahkeme ise bu durumun 
	davayı çıkmaza sokacağını matematiksel olarak ortaya koymuş, ret kararı 
	vermişti. Benzer bir durum Balyoz davasında da söz konusu oldu. 
	 
	AYM'nin "Balyoz davasında mahkeme hak ihlali yaptı" gerekçesine tanıklardan 
	sadece ikisi sokuldu. Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara 
	Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman. Oysa tanıklığına başvurulması istenen 
	kişilerin sayısı çok daha fazla idi. Şu halde sadece iki üst komutanın daha 
	tanık ifadesi vermesi ile Balyoz yargılamasında tartışma bitecek midir? 
	Sanmıyoruz. Göreceğiz. 
	 
	Kaldı ki, bir mahkeme o komutanların tanıklığına ihtiyaç duymayabilir. 
	Eldeki delillerin yeterli olduğuna kanaat getirmişse duymayabilir. Bu 
	hukukun değişmez gereğidir. Bize göre Balyoz mahkemesi o tanıkları 
	dinlememekle yanlış bir şey yapmış değildir. Ama "efendim ne olmuş yani 
	dinleseydi kötü mü olurdu" diyenler, bahanelerin bunlarla bitmeyeceğini 
	Ergenekon ve Balyoz sanıklarının savunma sürecinde yaşananları hatırlayarak 
	görmeli. (1) 
	 
	Eğer Balyoz davasında mahkemenin yaptığı yargılama yanlışsa, AYM herşeyin 
	doğrusunu biliyorsa buyursun yargılamaları AYM yapsın o zaman. Sadece 
	Balyoz'da değil tüm davalarda da.. Ayrıca benzer durumların söz konusu 
	olduğu o kadar çok dava vardır ki, onların da yeniden görülmesi gerekir 
	adalet gereği. 28 Şubat sürecinde hapse giren Salih Mirzabeyoğlu gibi bazı 
	sanıklar adil olmadığı açık olan yargılamalarla yargılandılar ve halen 
	içeride tutuluyorlar. Kendilerini adeta yırtıyorlar seslerini duyurabilmek 
	için. Ama onları duyan yok. Yoksa onlar insan değil mi? Onların hakları yok 
	mu?.. Ama işin bu kısmı hiç tartışılmıyor. Neymiş, AYM 17 üyenin oybirliği 
	ile o kararı vermiş, dolayısıyla AYM yanlış yapmış olamazmış. Nasıl da sakat 
	bir düşünce bu. AYM nasıl da yüceltiliyor böyle. Oysa AYM'nin hukuki değil 
	de siyasi davrandığı, daha geçtiğimiz haftalarda tartışma konusu olmuştu 
	twitter kararı ile. 
	 
	Bir başka örnek daha hatırlatalım. Ergenekon davasında AYM üyesi Osman 
	Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt de sanık olarak yargılandı ve 2 yıl 6 ay hapis 
	cezası aldı. AK Parti'nin kapatma davasına bakan Anayasa Mahkemesi Başkan 
	Vekili Osman Paksüt'ün davadan önce dönemin Genelkurmay Başkanı İlker 
	Başbuğ'la görüştüğü ortaya çıktı. Ne var bunda denilebilir ama var bir şey.. 
	Şöyle ki, Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt Hanım, dava dosyasına giren 
	görüşmelerinde partinin kapatılacağını CHP'li bir milletvekiline daha karar 
	kamuoyuna açıklanmadan önce söylüyordu. (2) Muhtemelen kocasından aldığı bu 
	haberi CHP'li milletvekiline duyuruyordu. 
	 
	Bu şüphe, ihtimal değil kesindi. AYM üyesi Osman Paksüt Ergenekon 
	soruşturmasında dinlemeye takılmıştı. Osman Paksüt´ün, Ergenekon sanığı eşi 
	Ferda Paksüt bazı Ergenekon sanıkları ile gazetecilere bilgi sızdırırken 
	telefonu alarak konuşmaya devam ettiği belirlenmiş ve bu dinleme kayıtları 
	AYM´ye gönderilmişti. Ancak ilginçtir AYM, yaptığı soruşturma sonunda 
	Mahkemede görüşülmekte olan bir davayla ilgili bilgi sızdırdığı belirlense 
	de Paksüt hakkında mahkemeden alınmış dinleme kararı olmadığı için 
	takipsizlik kararı verdi. 
	 
	DİĞER AYM ÜYESİ BİLE TEPKİ GÖSTERDİ 
	 
	Ancak AYM´nin Osman Paksüt hakkında verdiği ´takipsizlik´ kararına diğer bir 
	AYM üyesi Serruh Kaleli muhalefet şerhi koydu ve Paksüt hakkında cezai işlem 
	uygulanmasını talep etti. Ergenekon mahkemesine ulaşan Paksüt´le ilgili 
	karardaki şerhinde Kaleli, dinlemelerdeki iddialarla işlem yapılması 
	gerektiğini, ancak yasal mevzuat boşluğu nedeniyle eldeki delillerin hukuka 
	aykırı olarak tanımlanmasını eleştirdi. Kaleli, "İstanbul Cumhuriyet 
	Başsavcılığı´nın elde ettiği Osman Paksüt´e ait olduğu iddia edilen bulgu, 
	görevin kötüye kötüye kullanıldığı suçunun işlendiği konusunda şüpheye mucip 
	bir bilgidir. Osman Paksüt´ün yaptığı telefon görüşmelerinde doğrudan 
	görülmekte olan bir davayla ilgili bilgileri aktarıp meslek etiği ve yasal 
	sorumluluk dışında görevini kötüye kullandığı şüphesi uyandıran eylem ifa 
	ettiği açıktır" dedi. 
	 
	Şimdi suça karışan kendi üyesi için diğer bir üyesinin dahi tepki gösterdiği 
	şekilde böyle bir takipsizlik kararı veren Anayasa mahkemesinin adil bir 
	yargılama yaptığı söylenebilir mi?.. Ergenekon davası sanıklarına bilgi 
	sızdırdığı bu şekilde kesinleşen Osman Paksüt'ün hala AYM üyeliğini 
	sürdürmesi kabul edilebilir mi?.. Muhtemelen yakın gelecekte tıpkı Balyoz 
	davası gibi hak ihlali açısından önüne gelecek Ergenekon davasında ne yönde 
	karar vereceğinin, bunun da kitabına uydurulacağının tahmin edilmemesi 
	mümkün mü? 
	 
	AYM'nin hukuki olmayan ama siyasi olan kararlarıyla adaletin sağlanacağına 
	inanmıyoruz. En basitinden Osman Paksüt örneğinden hareketle bu mahkeme 
	üzerinde şaibe söz konusudur. Bu şaibe ortadan kalkmadığı sürece alınan 
	kararlarda illaki bir şüphe söz konusu olacaktır. 
	 
	'AYM'ye itibarlı mahkeme, kararları doğru ve saygın', diğerlerine ise 
	'değil' gözüyle bakılacaksa o halde AYM baksın tüm davalara. İsteyen 
	kendisini kandırmaya devam etsin ama bize göre AYM siyasi kararlar veren bir 
	mahkemedir. 17 üyenin oybirliği de bu durumu değiştirmeyecektir. 
	 
	Ayrıca AYM kararlarından daha önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 
	Balyoz ve Ergenekon sanıklarının muhtelif başvurularında verdiği ve 
	yargılamaları hukuka uygun bulduğu kararlarını da hatırlayalım. Bu kararları 
	nereye koymalı şu halde?.. 
	 
	Belki bir çözüm, son karar merciinin AYM olmaktan çıkarılması ve AYM'den 
	çıkan kararların halk oylamasına götürülmesi olabilir. İşte bu ya da benzer 
	alternatifler tartışılmaya değerdir bize göre ve kamuoyunu yakından 
	ilgilendiren bu kadar büyük davalara dair tartışmaları bir çözüme 
	götürebilir bize göre. 
	 
	Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli 
	açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Hiç kimseye haksızlık yapılmaması 
	gerektiğini belirttik. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon ve diğer 
	darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3) 
	 
	Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve 
	delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar bunun 
	kanıtı. Ayrıca paralel yapının bazı açılardan Ergenekon ve diğer 
	darbecilerden daha tehlikeli olduğuna da inanıyoruz. 
	 
	Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası 
	şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle 
	karşıyız. Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de darbecilerin 
	aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa  bile artık 
	geçtiğine inanılmasına da karşıyız. 
	 
	Ortada somut deliller olmadan ve bunları göstermeden yargılamayı yapan 
	mahkeme heyetlerini bir çırpıda itibarsızlaştırmak, verdiği kararları da yok 
	saymak bize göre büyük bir yanlış ve o heyetlere saygısızlıktır. Mahkeme 
	heyetlerinin verdiği kararlarla konuşur denilmektedir. Bize göre konuşmuştur 
	da. Verilen kararlar ayrıntılı bir gerekçeyle açıklanmıştır. Danıştay 
	saldırısına bakan Ankara'daki ilk mahkemenin görmediği çok basit 
	ayrıntıların peşine düştü diye ya da atmadığı temel yargılama adımlarını 
	attı diye Ergenekon davasına bakan mahkeme yanlış mı yapmış olmaktadır? 
	Alparslan Arslan'ın dinci bir tetikçi olduğuna inanmamız isteniyordu. Bunun 
	aksini gösteren kanıtlar Ergenekon davası sürecinde ortaya çıktı. Bunu 
	Ergenekon çevreleri de kabul ediyor. Danıştay saldırısının planlamasından 
	örtülmesine kadar birbiriyle uyumlu gerçekleşen gelişmeler, “Biri emretmiş, 
	biri planlamış, biri vurmuş, biri karartmış, biri de örtmüş..” deyişine 
	neden oldu. Mahkeme de haklı olarak bunu gördü ve hükmünü verdi. Ne yani 
	kameraları mahkeme heyeti mi kararttı?.. Önceki mahkeme saldırıya uğrayan 
	diğer hakimlerin ifadesini almak gibi en temel yargılama şartını yerine 
	getirmemişken sonraki getirmişse yanlış mı yaptı?.. Önceki mahkeme dinci 
	kalkışma deyip davayı kısa sürede sonuçlandırmışken sonraki, tetikçi 
	Arslan'ın dincilikle alakasının olmadığını ortaya çıkardıysa yanlış mı 
	yaptı?.. Önceki mahkeme Arslan'ın diğer Ergenekon sanıklarıyla bağlantısı 
	kendisine daha yargılama bitmemişken Ergenekon savcısı tarafından bir 
	mektupla bildirilmesine rağmen hiç dikkate almadıysa, sonraki mahkeme ise 
	bunu ortaya çıkardıysa yanlış mı yaptı?.. Yargıtay Ceza Kurulu somut 
	gerekçelerle Danıştay davasını bozup davayı Ergenekon davasıyla 
	birleştirdiyse yanlış mı yaptı?.. 
	 
	Kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yaptı. 
	Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, 
	yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok 
	yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız için 
	şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o şüpheler esasa taalluk etmeyen 
	şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf bir 
	yargılama yapılmıştır. 
	 
	Bize göre; ne o iki komutanın tanıklığı durumu değiştirecektir ne de 
	tartışma konusu olan dijital delillerin tekrar değerlendirilmesi.. Çünkü 
	diğer deliller o kadar çok sayıda ve netliktedir ki, diğerlerinin durumu 
	değiştirmesi mümkün değildir. 
	 
	Bugün Sabah gazetesinde "Paralel yargı Balyoz'da gerçeklerin üstünü örttü" 
	başlığıyla bir röpörtaj yayınlandı. AYM kararıyla tahliye edilen Balyoz 
	sanıklarından Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, "Paralel yapı orduya kumpas 
	kurdu. 160 kişiyle darbe toplantısı mı olur? Oldu diyelim bunun yazılı 
	belgesi tutulur mu, ses kaydı alınır mı?" diyerek Balyoz sanıklarının masum 
	olduğunu iddia etti. (4)  
	 
	Röpörtaj incelendiğinde Yavuz paşanın ne kadar abuk subuk konuştuğu daha iyi 
	görülecektir. Şöyle diyor: "Ben 1960 darbesini, 1971 muhtırasını inceledim. 
	Hiçbirinde belge tutulmamış. 160 kişinin birlikte yaptığı bir darbe planı 
	olabilir mi? Darbeciler o kadar insanın önünde yapılan planın mutlaka dışarı 
	sızacağını düşünmezler mi? Böyle bir plan yapıldı diyelim. Bunlar yazılı 
	kayıt altına alınır mı? Ses kayıtları alınır mı?" 
	 
	27 Mayıs ve 12 Mart muhtırasını incelemiş de orada böyle bir belgelere 
	dayanan bir darbe toplantısının  yapıldığına tanık olmamışmış. İyi de 12 
	Eylül'ü nereye koyuyor acaba ya da 28 Şubat'ı?.. Kamuoyunu aptal yerine mi 
	koymaya çalışıyor bu paşa? 
	 
	12 Eylül'ün hazırlık planı olan 'Bayrak Planı'na ne demeli? Demek ki 
	darbenin belgesi oluyormuş.. Ayrıca bu planın Balyoz darbesine de hazırlık 
	kaynağı olduğu Balyoz davası sürecinde ortaya çıkmadı mı?.. 
	 
	Paşa, Balyoz darbesini kanıtlayan ses kayıtlarının üzerinde de şüphe 
	uyandırmaya çalışıyor. Montaj olmadığı ortaya çıkan saatlerce uzunluktaki 
	ses kayıtları dinlendiğinde gözaltına alınacak siviller vesaire vesaire 
	detaylar açıkça görülüyor. Bu ses kayıtlarını masum gösteren Yavuz paşa o 
	kayıtları neresiyle dinlemiştir acaba?.. Bir darbe hiç bu şekilde toplantıda 
	görüşülür mü diye soruyor. Onu size sormak lazım be paşa. Biz de çok safız 
	ya, inanalım bari size.. 
	 
	İşte bu ve benzer delil tartışmaları defalarca yapıldı. (5) Bir kez daha 
	yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf kalabalığı yaparak doğrular 
	örtülmeye çalışılmasın. 
	 
	Bize göre; hem Balyoz hem de Ergenekon davalarında mahkeme heyetleri adil 
	bir yargılama yapmıştır. Her ne kadar bazı eksikliklerden ve hatalardan söz 
	edilse bile bunun esası etkilemeyeceği çok açıktır. Bu tür hatalardan uzak 
	bir yargılama olabileceğini de sanmıyoruz. Dünyadaki ve Türkiye'deki tüm 
	yargılamalarda ufak büyük illaki eksikler hatalar olur. Hatasız kul 
	olamayacağı gibi mahkeme de olamaz. Eğer o mahkemeler hata yaptıysa, Paksüt 
	ve twitter örneklerinde olduğu gibi AYM de yapmıştır. Nasıl yerel 
	mahkemelerin kararları AYM'de inceleniyorsa AYM'ninkileri de bir başkası 
	incelesin. Bir başka mahkeme ya da AİHM örneğin.. Bakalım hatasız mı çıkacak 
	AYM'nin kararları acaba?.. AYM'de hukukçu olmayan üyeler ile Ergenekon'a 
	yakınlığı tescillenmiş üyelerin var olduğunu da hatırlayalım bu arada.. 
	 
	SEVSİNLER KAHRAMANLIĞINIZI! 
	 
	Sonuç olarak; paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi darbe sanıklarını ve 
	AYM'yi kahraman haline getirdi! Nasıl olsa günah keçisi var: Paralelciler.. 
	Gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamız bekleniyor. 
	Daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in yargılanan sanıklara iadei itibar 
	getirmesi isteniyor. Olur neden olmasın. Emriniz olur.. Beyfendiler 
	devirmeyi başaramadıkları Meclis'in çıkardığı kanunla şimdi dışarıdalar. 
	İadei itibar kararı aldırarak Meclis'i bir başka açıdan devirmek itibarını 
	yerle bir etmek istiyorlar. Hallerine şükredeceklerine ve özgürlüğün tadını 
	çıkarıp darbeciliğe tevbe edeceklerine kaldıkları yerden hemen faaliyete 
	geçip ortalığı karıştırmaya başladılar. İntikam çığlıkları falan.. Gören de 
	beraat ettiler zanneder. Referandumda hayır diyenler evetçilerin getirdiği 
	imkanla şimdi dışarıda bol keseden ucuz kahramanlık yapıyorlar. Ama bu da 
	normal olsa gerek.. Bunlara pahalısı değil herhalde ucuzu yakışır olsa 
	gerek.. (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com) 
	 
	(1) Kontrgerilla.com/yazilar/ergedavaengelleme.asp 
	(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=3755 
	(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887 
	(4) 
	Sabah.com.tr/Gundem/2014/06/23/paralel-yargi-balyozda-gerceklerin-ustunu-orttu 
	(5) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp 
  
	 
	 
		 TÜBİTAK: 
	Deliller sahte değil 
	İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme.. 5'i muvazzaf, 
	10'u tutuklu 357 sanıklı davada TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi. 
	TÜBİTAK, delillerde sahtecilik bulgusuna rastlanmadığını belirtti. Sanıklar 
	raporu kabul etmeyeceklerini açıkladılar. Paralel yapılanmanın etkin hale 
	geldiği iddiası sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden almalar yaşanmıştı. 
	Ancak kurumdan yine de böyle bir rapor çıkması, delillerde sahtecilik ve 
	kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış oluyor. Sanıkların istedikleri yönde 
	bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi talebinde bulunmaya devam 
	edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve davayı sonuçlandırması halinde 
	ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye başvurarak hak ihlali 
	gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini hedefledikleri ileri sürülüyor.. 
	Diğer taraftan, son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek her taşın 
	altında kumpas aranır hale geldi. Elde somut delil olmadan kestirmeden 
	paralel yapı suçlanıyor. Balyoz ve Ergenekon çevreleri, kendilerinin masum 
	melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı olduğunu savunuyor. 
	Bu durum ise bir atasözünü akıllara getiriyor. 
	 
	24.06.2014 12:31 İzmir 'askeri casusluk ve fuhuş' davasında flaş gelişme.. 
	Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından İzmir 5. Ağır Ceza 
	Mahkemesi'nde görülen, 5'i muvazzaf, 10'u tutuklu 357 sanıklı, 'fuhuş, 
	casusluk tehdit ve şantajla askerî bilgi ve belge ele geçirme' davasıyla 
	ilgili TÜBİTAK'tan istenen bilirkişi raporu geldi. Mahkemeye ulaşan ve 
	sanıklardan ele geçirilen 19 adet harddisk ve flaş bellekler üzerinde 
	yapılan inceleme sonucu hazırlanan Dijital Adli Analiz Raporu'nda, 
	sanıklarda ele geçirilen dijital materyaller üzerinde sahtecilik yapılıp 
	yapılmadığı iddiasına cevap verildi. 
	 
	"SAHTECİLİK YAPILDIĞINA DAİR BİR BULGUDAN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR" 
	 
	Raporda, "Yapılan analizler bütüncül olarak değerlendirildiğinde, delillerde 
	sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir bulguya 
	rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından, bunun 
	tarihinden bahsetmek mümkün değildir." denildi. 
	 
	Uzmanlar Burak Akoğuz, Yalçın Çakmak ve Süheyl Mustafa Keskin tarafından 
	hazırlanan raporun sonuç bölümünde ise, "Yukarıda kapsamı belirtilen adli 
	analiz incelemeleri bütüncül olarak değerlendirildiğinde, normal kullanıcı 
	davranışlarıyla açıklanamayacak bir uyumsuzluğa rastlanmamıştır." 
	değerlendirmesi yapıldı. 
	 
	69 SAYFA VE 17 EK KLASÖRDEN OLUŞAN RAPOR 
	 
	İzmir'de görülen ve kamuoyunda "askerî casusluk" olarak bilinen davayla 
	ilgili TÜBİTAK tarafından hazırlanan ve mahkemeye ulaşan Dijital Adli Analiz 
	Raporu, sanık avukatlarına verildi. 9 Haziran 2014 tarihli, 69 sayfa ve 17 
	ek klasörden oluşan raporda uzmanlar tarafından mahkeme, sanık ve avukatları 
	tarafından yöneltilen sorulara cevaplar verildi. Sanıklar Bilgin Özkaynak, 
	Narin Kormaz, Saygın Özdemir, Onur Süer, Hakan Oğuzhan, Safiye Köten, Sunay 
	Akkaya, Filiz Albayrak, Songül Akdin ve Meryem Bağcı'dan ele geçirildiği 
	iddia edilen 19 adet harddisk ve flaş bellek gibi dijital materyallerin 
	incelenmesi sonucu hazırlanan raporda, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi 
	tarafından yöneltilen, “Suça konu dijital veri ve materyallere teknik 
	anlamda usulüne uygun el konularak imajlarının alınıp alınmadığı”, 
	“İmajların teknik anlamda asılları ile örtüşüp örtüşmediği”, “El koymadan 
	sonra herhangi bir tahrifat ve manipülasyona maruz kalıp kalmadıkları, imaj 
	alındıktan sonra herhangi bir ekleme çıkarma yapılmış olup olmadığı” 
	şeklindeki sorulara cevap verildi. TÜBİTAK uzmanları, “İmajların, adli 
	bilişim standartlarınca kabul edilen yazılımlar vasıtasıyla alındığı 
	görülmüştür. 19 delilin bir tanesi hariç diğerlerinde, özetleme fonksiyonu 
	değerlerinin tutanaktaki değerlerle aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma 
	tutanaklarındaki özetleme fonksiyonu değerleri ile tarafımızdan hesaplanan 
	özetleme fonksiyonu değerlerinin aynı olduğu tespit edilmiştir. İmaj alma 
	tutanakları dijital delillere el konulduğunda oluşturulduğundan, bu 
	delillerin şu an aynı özetleme fonksiyonu değerlerine sahip olmaları, bu 
	delillere el konulduktan sonra herhangi bir müdahale edilmediğini 
	göstermektedir.” cevabını verdi. 
	 
	BİLİRKİŞİ SANIK VE SANIK AVUKATLARININ SORULARINA DA RAPORDA CEVAP VERİLDİ 
	 
	Ayrıca bilirkişi sanık ve sanık avukatlarının sorularına da raporda cevap 
	verildi. “Dijital materyallerin tamamen sahte olarak üretilip üretilmediği”, 
	“Üst veri yollarında oynama olup olmadığı”, “Bilgilerde değişiklik yapılıp 
	yapılmadığı”, “Varsa bu değişikliğin hangi tarihte yapılmış olabileceği” 
	sorularına, "Delillerde sahtecilik olarak değerlendirilebilecek herhangi bir 
	bulguya rastlanmamıştır. Sahtecilik yapıldığına dair bir bulgu olmadığından, 
	bunun tarihinden bahsetmek mümkün değildir. Dosya sistemi üst verilerinde 
	dosyanın zaman bilgileri içerenleri ile dosya iç üst verilerinde bulunabilen 
	zaman bilgileri farklı olabilmektedir. Birçok dosyanın, birden fazla delilde 
	ve Pandora veri tabanında aynı hash değerlerine sahip olduğu tespit 
	edilmiştir. Bu bağlamda, aynı hash değerine sahip dosyaların bir veri 
	depolama biriminden diğerine aktarılmış olabileceği değerlendirilmektedir.” 
	şeklinde cevaplar verildi. 
	 
	Sanık avukatları, TÜBİTAK raporunu kabul etmediklerini söyledi. 
	 
	PARALEL'İN KUMPASINDAN AYM'NİNKİNE: NASIL OLSA AYM VAR!  
	 
	Hatırlanacağı gibi, paralel yapılanmanın etkin hale geldiği iddiaları ve 
	buna dair somut delillere ulaşılması sonrası TÜBİTAK'ta geniş çaplı görevden 
	almalar yaşanmıştı. Ancak buna rağmen kurumdan yine de böyle bir rapor 
	çıkması, delillerde sahtecilik ve kumpas olduğu iddialarını zayıflatmış 
	oluyor. 
	 
	Ancak sanıkların istedikleri yönde bir rapor çıkıncaya kadar yeni bilirkişi 
	talebinde bulunmaya devam edecekleri, mahkemenin bunu kabul etmemesi ve 
	davayı sonuçlandırması halinde ise tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi AYM'ye 
	başvurarak hak ihlali gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini 
	hedefledikleri ileri sürülüyor. 
	 
	Görüldüğü gibi işin suyu çıkmış bulunuyor. Bilgisayar programcıları 
	'for-next' ve benzeri döngüleri iyi bilir. İstenen sonuç sağlanıncaya kadar 
	bilgisayarın işlem yapmaya devam etmesi talimatı anlamına gelir. Burada da 
	benzer bir durumla karşı karşıyayız. İstenen bilirkişi raporu verilinceye 
	kadar itirazların sürdürüleceği, mahkemenin dikkate almaması durumunda ise 
	paralelcilikle suçlanabileceği ve davanın da AYM'ye götürüleceği 
	anlaşılıyor. 
	 
	Sanıklara -en azından bazılarına- atfedilen ahlaksızlıklar casusluk 
	davasında açıkça ortaya konulmuş. Komutanların kızlarının uygunsuz resimleri 
	sanıkların bilgisayarlarından çıkmış. Buna benzer o kadar çok örnek 
	sayılabilir ki bu davada, bunların tümünü kumpas kurulmuş deyip geçiştirmek 
	inandırıcı olamaz. "Hırsızın hiç mi suçu yok?" deyişini hatırlatıyor bu 
	durum. 
	 
	O kadar çok sayıda somut bulgu var ki bu davada saymak zor. Dava 
	iddianamesinde bunları görmek mümkün. Ancak.. Kamu adına açılmış dava 
	iddianamelerini yayınlarken sansürlememize rağmen bu davanınkini kısa sürede 
	yayından kaldırmak zorunda kaldık. Çünkü müşteki ve mağdurlardan gelen 
	uyarılar üzerine gözden kaçan o kadar çok bölüm olduğunu farkettik ki, 
	sansürlemekle başa çıkılmayacağını, en uygun çözümün iddianameyi tamamen 
	yayından kaldırmak olduğuna karar verdik. İddianamenin yayınlanmaya devam 
	edilmesini ısrarla isteyenlerden de anlayış rica ettik. 
	 
	Son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz ve Ergenekon çevreleri 
	tarafından kendilerinin masum olduğu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı 
	olduğu savunuluyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle 
	haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 
	Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor. 
	Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de 
	değiştiremez. 
	 
	Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut 
	delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit 
	durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la 
	doğan kahramanlar' başlıklı dünkü yazımızda (1) bu durumu geniş olarak 
	ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine 
	şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak 
	görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve 
	tefrit durumu söz konusu yani. 
	 
	Bir çok haber ve yazılarımızda Ergenekon ve Balyoz sanıklarını çeşitli 
	açılardan savunan satırlar kaleme aldık. Açıklamalarını gündeme getirdik. 
	Gönderilen tekzipler olursa hemen yayınlıyoruz. (2) Hiç kimseye haksızlık 
	yapılmaması gerektiğini savunduk. Hem paralel yapılanmaya hem de Ergenekon 
	ve diğer darbeci yapılanmalara karşı olduğumuzu belirttik. (3) 
	 
	Paralel yapıya dair ortaya çıkan şüphelerin son derece somut bulgulara ve 
	delillere dayandığını görüyoruz. Peşpeşe açılmaya başlanan davalar da bunun 
	kanıtı. 
	 
	Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesi ortaya çıkan ya da başka olası 
	şekillerde hiç bir davada hiç bir sanığın haksızlığa uğramasına kesinlikle 
	karşıyız. 
	 
	Ancak paralel yapı şüphesi ortaya çıktı diye de her suçun yok sayılmaya 
	çalışılmasına, tüm suçların paralelcilerin işi olduğuna inanılmasına, 
	darbecilerin aklanmasına, bu tehlikenin zaten olmadığına ya da vardıysa  
	bile artık geçtiğine inanılmasına, kısacası kamuoyunun keriz yerine 
	konulmasına da karşıyız. 
	 
	Balyoz, Ergenekon, Odatv ve benzeri davalarda delillerin sahte olduğu 
	tartışmaları yeni değil. Defalarca yapıldı bu tartışmalar. Buna dair 
	ayrıntılı bir sayfa dahi
	
	açtık. (4) Bir kez daha yapılsın önemli değil. Ama dürüst olunsun, laf 
	kalabalığı yaparak doğrular örtülmeye çalışılmasın. (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com) 
	 
	(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049 
	(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=par-tekzip 
	(2) Kontrgerilla.com/mansetara_act.asp?aranacak=tekzipduzeltme  
	(3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=5887 
	(4) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp  
	 
	 
		 'Kumpasa 
	bak' cambazlığı zirvede 
	Malatya'da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında sanıkların 
	sergilediği rahat tavırlar, vahşice öldürülen maktullerin yakınlarında şok 
	etkisi yaptı. Bu kişiler ayrıca duruşmanın başlamasını, sanıklarla aynı 
	yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri 
	fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve 
	mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin 
	yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı 
	giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat 
	edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar 
	da gözlerden kaçırılmamalı. 
	 
	26.06.2014 15:08 Malatya’da Zirve Yayınevi katliamının son duruşmasında 
	sanıkların sergilediği tavır, vicdanlarda büyük bir yara açtı. 
	Katledilenlerin yakınları, 23 Haziran’daki celse öncesinde duruşmanın 
	başlamasını, sanıklarla aynı yerde beklemek zorunda bırakıldılar. Agos 
	gazetesinden Uygar Gültekin’in haberine göre son dönemde yaşanan siyasi 
	gelişmeleri fırsat bilen sanıklar, mahkeme salonunda saldırgan tavırlar 
	sergilediler. Adliye önünde, tutuksuz sanık Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un 
	destekçileri, bayraklar ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganlarıyla 
	gövde gösterisi yaptı. Davayı yakından izleyenler, sanıkların, AK 
	Parti-Cemaat kavgasının yarattığı, Balyoz ve Ergenekon sanıklarının 
	salıverildiği ortam sayesinde cesaretlendiğini söylüyor. 
	 
	Zirve Katliamı davasının son duruşmasına, Mart ayında denetimli serbestlik 
	yasasıyla tahliye edilen sanıklar ile Ergenekon davasında yargılanan ve 
	geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Emekli Orgeneral Hurşit Tolon da katıldı. 
	 
	-Sırtları sıvazlanıyor- 
	 
	Duruşmayı izleyenlerden Protestan Kiliseler Derneği Genel Sekreteri Umut 
	Şahin, sanıkların son dönemdeki siyasi gelgitler sayesinde 
	cesaretlendiklerine ve mahkemeyi tehdit eden tavırlar içinde olduklarına 
	dikkat çekti: “Hükümet-Cemaat kavgası, mahkemeyi de etkiliyor. Sanıklar 
	‘Başbakanımız’, ‘17 Aralık darbesi’ demeye başladılar. ‘Bize bunu Cemaat 
	yapıyor’, ‘bu bir kumpas’, ‘komplo’, ‘Başbakan’a da düzenlemek istediler’ 
	lafları ağızlarından eksik olmuyor. O rüzgârı arkalarına alarak mahkemeye 
	saldırdılar. Cesaret almış durumdalar. Mahkeme üzerinde büyük baskı var. 
	Sanıklar açıkça, ‘Bizi serbest bırakırsanız başbakanın yolundasınız; 
	bırakmazsanız Gülen’in yolundasınız. Tercih sizin’ dediler. Politik 
	atmosferden yararlanmaya çalışıyorlar.” 
	 
	Davayı başından bu yana takip eden avukat Erdal Doğan da, AK Parti ile Gülen 
	Cemaati arasında yaşanan çatışmanın etkisinin, Zirve Katliamı davasında 
	yoğun bir şekilde hissedildiğini söyledi. “Hükümet Gülen cemaatine karşı 
	Ergenekon’u kendine yedekledi” diyen Doğan, Zirve davasının içinin 
	boşaltılmaya çalışıldığından ve her şeye “kumpas” gözüyle bakıldığından 
	şikâyet etti: “Ergenekon ve diğer davalar için kumpas demeye başladılar. 
	Medya katliamın merkezini dağıtmaya çalışıyor. Bütün sorumlulukları Cemaat’e 
	kaydırmak gibi bir çaba var. Bu, davaların altını boşaltmaktır. Her şey 
	kumpasmış gibi bir algı yaratmak çok sakıncalı.” 
	 
	Katliamda öldürülen Uğur Yüksel’in annesi Hatice Yüksel, duruşmanın 
	başlamasını katillerle aynı salonda beklemek zorunda kaldı. “Karşıma geçip 
	oturdular. Paşalar gibi kuruldular, ben çok kötü oldum. Onları görünce 
	sinirlerim boşalıyor” diyen Yüksel, isyanını, “Bunlar üç kişiyi vahşice 
	katletmişler, beş senede çıkmak olur mu!” sözleriyle dile getirdi. 
	 
	Umut Şahin de, sanıkların cinayeti işlediklerini itiraf ettikleri halde 
	tutuksuz olmalarının kamu vicdanını yaraladığına dikkat çekti: “Dışarıda 
	olmaları anlaşılmaz bir şey. Katil sanıklar dışardayken azmettiricilerin 
	içeride olması da trajikomik bir durum.” 
	 
	Şahin, yargılama sonucunda sanıkların ceza alacaklarına inandıklarına, ancak 
	bu arada kaçabileceklerine dikkat çekti: “Biz sanıkların beraat etmelerini 
	beklemiyoruz ama kaçmalarından endişeliyiz. Yeni suç işleme olasılıkları 
	var. Sonuçta üç kere müebbetle yargılanıyorlar. 10 kişiyi de öldürseler aynı 
	cezayı alacaklar şu anda. Onlar için değişen bir şey yok. Ayrıca kaçma 
	imkânları var.” 
	 
	KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE 
	 
	Dikkat edilirse son günlerde paralel yapılanma bahane edilerek Balyoz, 
	Ergenekon, Zirve ve diğer bağlantılı davaların sanık ve çevreleri, 
	kendilerinin masum melekler olduğunu, herşeyin paralel yapılanmanın tezgahı 
	olduğunu savunuyor. Evet, o yapının kumpaslardan iyi anladığı ve bu işle 
	haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 
	Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıkmış bulunuyor. 
	Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de 
	değiştiremez. 
	 
	Dikkat edilirse her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut 
	delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit 
	durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la 
	doğan kahramanlar' (1) ve 'TÜBİTAK: 
	Deliller sahte değil' (2) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak 
	ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine 
	şimdi tam tersi bir muamele yapılmaya başlanmış bulunuyor. Kahraman olarak 
	görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve 
	tefrit durumu söz konusu yani. 
	 
	Bu durum son olarak Zirve davasında da gözlendi. Son dönemde yaşanan siyasi 
	gelişmeleri fırsat bilen sanıklar 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına 
	sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' 
	deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının 
	kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere 
	de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya 
	çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. (Abdullah 
	Harun / kontrgerilla.com) 
	 
	(1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049 
	(2) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053  
	 
	 
		 Balyoz savcısından haklı tepki 
	İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'Balyoz Darbe Planı' davasında duruşma savcısı olarak görev yapan Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen 'kumpas' iddialarına tepki gösterdi. Delillerin net, yargılamanın açık olduğunu dile getiren Kaplan, mahkemeye karşı büyük bir haksızlık ve saygısızlık yapıldığını savundu.. Savcı Kaplan'ın haklılığını gösteren çok fazla somut bulgu mevcut. Ancak bugünlerde her taşın altında kumpas arayanlar, varlığı açık olan darbe girişimlerinin yok sayılmasını bekliyor. 
	 01.07.2014 13:40 İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "Balyoz Planı" davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, Balyoz davası ile ilgili son dönemde gündeme gelen "kumpas" iddialarına cevap veren bir açıklama yaptı. Kaplan'ın hukukçuların kullandığı adalet.org üzerinden yapılan açıklamada "AYM kararına saygı duyduğunun" altını çizerken, davaların görüldüğü dönemde sanık avukatlarının deliller karşısında savunma yapamayacak hale gelerek salonu terk ettikleri anlatıldı.
  Açıklamada, "Keşke AYM'nin sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi" denildi.
  Kaplan, AYM kararıyla birlikte basında yer alan ve sanıklar tarafından dile getirilen iddialarla ilgili ise, "bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır" dedi.
  'Sanıklar tehdit içerikli sözler sarf etti'
  Kaplan ayrıca sanıkların yargılama aşamasında ve sonrasındaki tehdit içerikli sözler sarf ettiğini belirterek, haklarında koruma kararının da alındığını hatırlattı ve şunu dile getirdi: "Duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum."
  Kaplan'ın açıklamasının tam metni şu şekilde:
  "AYM.nin Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen kararı sonrası herkes bir şey söylüyor. Hakaretler, tehditler havada uçuşuyor. Kısa yazıda tüm söylenenlere cevap vermek mümkün olmadığı gibi, gerek olduğunu da düşünmüyorum. Fakat çok söylenen bir iki noktada kısa izahat vermek gerektiğini de düşünüyorum.
  Öncelikli olarak Türk Hukuk Sistemi içerisinde bulunan bir kişi olarak aşamalı verilen yargı kararlarının “doğru-yanlış” kavramı içerisinde sınırlandırılma yapılamayacağını, her aşamadaki karara saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.
  Şöyle ki, bir dosya ile ilgili olarak tutuklamaya sevk edilen bir şüphelinin ilgili Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanması ve bir aşamada Asliye Ceza Mahkemesince tahliye kararı verilmesinin hukukumuzun içerisindeki kontrol mekanizmalarının çalışması olarak görüp, her iki karara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için aşağıda yazacağım itirazlara rağmen AYM'nin kararına da saygı duymaktayım.
  Fakat bu karar sonrası dava sanıklarının kamuoyunu etkileme gücü ile siyasi konjöktürün birleştiği ve sanki söz konusu dosyanın Cumhuriyet Savcılığına sunulmadan önceki hazırlık, Cumhuriyet Savcılığı aşaması, dava açılması ve yargılama ile Yargıtay Başsavcılığının incelemesi ve nihayetinde ilgili Yargıtay Dairesince temyiz incelemesinin yapılması sırasında emeği geçen Emniyet görevlisi, Hakim ve Savcıların birlikte kötü niyetle hareket ederek, medyatik tabiri ile “kumpas” kurulduğu algısı oluşturulmak istenmektedir.
  Dava öncesi ve sonrasında çok güçlü bir medya desteği ile olayın tamamen sahte delillerle başlatıldığı, haksız bir soruşturma yürütüldüğü algısı zihinlere yerleştirilmiş, bir kısım insanların da muhtevası oldukça fazla olan ve zaten incelemenin belli bir uzmanlık gerektirdiği dosyadan hakikatleri öğrenmesi mümkün olmamıştır. Bu sebeple herkes kendi siyasi, fikri, kişisel düşüncelerine göre tartışarak sonuç çıkarmıştır. Halbuki özünde siyasi bir yapıya yönelik eylem olsa da, soruşturma başladığı andan itibaren hukuki zeminde kalmak gerektiği açıktır.
  Söz konusu davada kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesinde değişik tarihlerde açılan üç ayrı iddianame ile toplam 365 sanığın yargılanmıştır. Duruşmalar Silivri'de bu nitelikte davalar için hazırlanmış özel salonda yapılmıştır. Duruşma esnasında tutanak yazdırılmamış, tüm konuşmalar görüntülü ve sesli olarak kayda alınmış, daha sonra ilgili katiplerce daktilo edilmiş, bundan sonra da görüntü ile metinler Mahkeme Hakimlerince kontrol edilerek tutanak haline getirilmiştir. Yani duruşmalar TBMM'de yapılan görüşmeler gibi her isteyen sanık ve müdafiinin istediği kadar zaman sınırına bağlı olmadan kendini ifade edebilmelerine imkan tanımıştır. CMK.da belirtilen hakların tamamını sanıkların tamamı sonuna kadar kullanmıştır. Duruşmaların her anı sesli ve görüntülü kayıt altındadır. Taraflar o kadar çok konuşma yapmıştır ki belli bir süre sonra tekrara düşmeye başlamışlar, deliller karşısında savunacakları bir husus kalmayınca müdafiiler duruşmaları terketmişlerdir. Bu safhada sanıkları ve müdafiileri bir çok defa Mahkeme heyeti ve Savcılığı, soruşturma yapan polis müdürlerini ismen belirterek tehdit ve hakaret etmekten çekinmemişlerdir. Nitekim bir çok sanık hakkında suç duyurusu yapılmıştır. Türkiye'de ve dünyada emsali olmayacak şekilde taraflar kendilerini ifade etmişler, bilgisayar slaytları eşliğinde savunmalarını özgür bir ortamda yapmışlardır.
  Nitekim yargılama devam ederken AİHM'ne değişik sebeplerle müracaat edilmiş fakat adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği karara bağlanmıştır.
  AYM.nin kararına gelince taraf olarak yanlış olabileceği düşüncesine sahip olmakla birlikte, belirtilen iki husustaki görüşlerimi kısaca belirteceğim.
  Birinci olarak tanıklar Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman'ın dinlenilmemesi
  Duruşmalar esnasında bir çok tanık yanında dönemin Genel Kurmay 2.Başkanı Yaşar Büyükanıt ve K.K.K.Kurmay Başkanı İlker Başbuğ tanık olarak dinlenmiştir. Her ikisi döneminde birinci ordu ile ilgili yapılan tüm yazışmaları ve sözlü mülakatları ilgili komutan adına gerçekleştiren kişilerdir. Sanıkların savunmalarında belirttikleri tüm hususları duruşma salonunda açıklığa kavuşturmuşlardır. Ayrıca sanıkların talep ettiği veya duruşma salonunda hazır ettiği bir çok tanık da dinlenildikten sonra tarafların yargılamayı uzatmak amacıyla yüzlerce kişiyi içeren ilgisiz tanık talepleri CMK.206/2-c,d maddeleri gereği reddedilmiştir. Buna rağmen “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman da dinlenemez miydi?” diye düşündüğümüzde, kişilerin haklı olabileceği fakat verilen karar açısından hiç bir değişiklik olmayacağı açıktır.
  İkinci olarak, dijital veriler ile ilgili olarak yargılama safhasında tarafların itirazlarını karşılayacak bir çok bilirkişi raporu alınmış, itiraz konusu tüm hususlar bilirkişilere teferruatlı olarak sorulmuştur. Nitekim AYM Başkanı Sayın Haşim Kılıç'ın Taha Akyol'a vermiş olduğu mülakatta dosyada Mahkemenin dört ayrı bilirkişi raporu aldığı, ilaveten sanıkların bir çok özel mütalaayı dosyaya ibraz ettiği belirtilmektedir. Bu bile Mahkemeye kanaat getirecek kadar bilirkişi raporu alındığının göstergesidir. Tarafların aleyhe olan raporları kabul etmemesi karşısında yüzlerce bilirkişi raporu alınsa da, aynı itirazları sürdürecekleri kesindir. Duruşma sırasında açıklığa kavuşan en basit konularda bile gazete ve televizyonlarda gerçeğe aykırı beyanlar verilmesi bunun delilidir. Gerekçeli kararın dijital verilerle ilgili kısımları okunabilse delillerin kamuoyunda ne kadar çarpıtıldığı anlaşılabilecektir. Fakat insanların buna imkanı olmadığından ve hakikatleri bilenlerin medya ile bilgilendirme yapması mümkün olmadığından yukarıda belirtildiği şekilde algı operasyonu devam etmektedir.
  Dosyanın iddianameleri, diğer belgeleri ve sadece gerekçeli kararı dikkate alındığında kısa bir sürede değerlendirme yapılması mümkün değildir. Keşke AYM.nin Sayın üyelerinin en azından gerekçeli kararı okuyabilecek zaman ve imkanları olsaydı, bu durumda iptale konu her iki hususun da yargılama safhasında karşılandığını göreceklerdi.
  Sonuç olarak:
  1-Ülkemizde güçlü olanlar suç işlediklerinde hesap vermeyeceklerini düşündüklerinden, haklarında delil bulmak zor olmamaktadır. Bu dosyada olduğu gibi kişiler pervasızca ihtilal planlarını bir seminerde görüşüp kayda almışlardır. Yakalandıklarında da adet olduğu üzere “yavuz hırsız” olarak kendilerini yakalayanları sorgulamakta, deliller uyduruldu diye bahaneler üretmektedirler.
  2-Bu aşamadan sonra dava hukuki zeminden çıkıp siyasi bir hesaplaşma konusu haline gelmiştir. Yapılan yeniden yargılamada sanıklar hakkında ne karar verilirse verilsin yapılan darbeye teşebbüs “yaşanmamış sayılamayacaktır”.
  3-Suça ait bir delilin değerlendirilmesi kişilere göre değişmektedir. Dönemin K.K.K.Komutanı Aytaç Yalman, Milliyet gazetesine vermiş olduğu mülakatta seminere ilişkin yapılan eylemin “disiplin suçu” olduğunu beyan etmiştir. Bir dönem askeri darbelerin “görev” olarak yapıldığını düşünürsek disiplin suçu olarak değerlendirmek bile darbeye teşebbüsün itirafı gibidir. Çünkü hukukçular onların disiplin suçu gördüğü eylemi diğer delillerle birleştirince farklı değerlendirebilir.
  4-Hukukçu olarak bu davanın her safhasında çok titiz bir çalışma yapıldığına şahit oldum. Dosya incelense “müzahir” listelerde üç bine yakın ismin olduğu görülecektir. Bu kişiler titizlikle incelenmiş, haklarında başka delil olmayanlara ek takipsizlik kararı verilmiştir. Dijital belgeler üzerinde, taraflar kabul etmese bile, defalarca bilirkişi raporu alınmış fakat yeniden yargılanma safhasında iddianame, duruşma tutanakları veya en azından Mahkemenin gerekçeli kararı gereğince okunmadan raportör ve Mahkeme kararı verilmiştir.
  5-Şunun farkındayım ki, ben ne yazarsam belli bir kısım kişiler buna inanmayacaktır. Hatta tüm duruşma safhalarında ve verilen AYM kararı sonrasında olduğu gibi hakaretlere ve tehditlere maruz kalacağım. Televizyon programları ve internet vasıtasıyla bir çok tehdit ve hakaret içeren sözler işiteceğim. Ben ve arkadaşlarım adına işimizi doğru yaptığımdan emin olduğum için içim çok rahat. Tehditler mi, tehdit edenlerin bize yönelik çok bir şey yapamayacaklarını düşünmüyorum. Zira bir hafta önce İçişleri Bakanlığınca ben ve heyette bulunan Hakim Savcılar hakkında, İstanbul Valiliğinin vermiş olduğu korumalar kaldırıldı. Tehlike olsaydı kaldırılmazdı. Buna rağmen duruşmada ve cezaevi çıkışı atıp tutanlar artık serbestsiniz, kahramanlıklarınızı bekliyorum.
  Hüseyin KAPLAN, İstanbul Cumhuriyet Savcısı, İstanbul Avrupa Adliyesi"
  KUMPAS CAMBAZLARI DEVREDE
  Balyoz savcısı Kaplan'ın açıklaması bu şekilde. Sözlerine ve tepkisine katılıyoruz. 23 Haziran 2014 tarihinde  'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1) başlığıyla kaleme aldığımız haberimizde görüşlerimizi geniş ve açık şekilde aktarmıştık. Yine tekrar etmek istiyoruz ki, kanaatimizce Ergenekon ve Balyoz mahkemeleri yargılamaları hakkıyla yapmıştır. Her ne kadar paralel yapı olgusu ortaya bazı şüpheler çıkarmış olsa da, yargılama sürecini, o süreçteki tartışmaları ve delillerin durumunu çok yakından takip ettiğimiz, sıklıkla yazılar ve haberler yayınladığımız, hatta delillerle ilgili tartışmalara dair ayrı bir sayfa ayırdığımız (2) için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: O şüpheler esasa taalluk etmeyen şüphelerdir. Belki dünyadaki hiç bir davada olmadığı kadar şeffaf yargılama bu davalarda yapılmıştır.
  Sanıklar tarafından yargılama süreçlerinde adeta kabul edilinceye kadar yeni bilirkişi raporları istendi sürekli. Dijital delillerin delil olmaktan çıkarılması gibi tüm dünya hukuk çevrelerinin güleceği, uygulanması halinde davaların çökeceği saçma öneriler ciddi ciddi duruşmalarda dile getirildi. Sanıklar yüzlerce tanık dinletme talebinde bulundu. Bu taleplerin kabul edilmesi halinde davanın kaç yıl daha uzayacağı duruşmalarda matematiksel olarak ortaya kondu. Bir taraftan mahkeme davayı çabucak sonuçlandırmaya çalışıyor, delilleri tam değerlendirmeden davayı örtbas etmeye çalışıyor gibi ya da benzeri itirazlar yapıldı, mahkeme suçlandı. Diğer taraftan yüzlerce tanık dinletme ve yeni bilirkişi raporu alma,, reddi hakim ve benzeri taleplerle dava uzatılmaya çalışıldı. Davaya katkı değil engel olma çabaları o dereceye vardı ki, sanık avukatları duruşmaları boykot ederek davayı kilitlemeye çalıştı. Hatta mahkeme salonunu basma ve sanıkları kaçırma girişimleri dahi yaşandı. 
  Evet tüm bunlar yaşandı. İtalya'da yıllarca süren Gladio davasında daha sert bir yargılama yaşandığı halde bu görmezden gelinmeye çalışıldı. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) defalarca yaptığı; hak ihlalleri olduğu, delillerin sahte olduğu gibi konu taşıyan başvurular hep reddedildi. Mahkeme, tutuklama gerekçeleri ve süre uzunluğunun makul olduğuna, delillerin sahte olmadığına dair karar verdi. AİHM sanıklara ret kararları verdi. Defalarca. Ama bu görmezden gelindi bu çevrelerde.
  -Darbe ile devrilemeyen Meclis'i bir başka devirme yolu-
  Paralel yapının kumpas kurduğu şüphesini kullanan çevreler darbe sanıklarını adeta bir kahraman haline getirmeye çalışıyor. Zannedersiniz ki, karşımızda masum melekler var!.. Nasıl olsa günah keçisi de var: Paralelciler.. Birileri gözümüzün içine baka baka darbe girişimlerini olmamış saymamızı bekliyor. Hatta daha da ileri gidiliyor ve Meclis'in bu davalarda yargılanan sanıklara iadei itibar getirmesi isteniyor. Çok acayip, tuhaf ve alaycı bir girişim.. Devrilmesi başarılamayan Meclis'in çıkardığı kanunla tahliye olunmuşken, iadei itibar kararı aldırılarak Meclis bir başka açıdan devrilmek isteniyor.
  Evet, paralel yapının varlığı çok sayıda somut delille ortaya çıkmış bulunuyor. Bu yapının kumpas merakı ve yeteneği de.. Cemaat tabanlı bu yapının kumpaslardan ne kadar iyi anladığı ve bu işle haşır neşir olduğu, Başbakan ve AK Parti hükümetine yönelik 7 Şubat ve 17 Aralık sivil darbe süreçlerindeki somut delillerle ortaya çıktı. Ancak bu durum Ergenekon ve benzeri yapılanmalar ile darbe gerçeğini de değiştiremez. Her zaman şunu savunduk. AK Parti bugün var, ama belki yarın belki başka bir gelecekte olmayacak. Türkiye ise her zaman var olacak. İnsanların tipini, görüşünü vesair özelliklerini sevmeyebilirsiniz. Ancak bu onlara haksızlık yapmanızı, kumpas kurmanızı gerektirmez. Bu zulümdür, günahtır, kul hakkıdır. Dinen asla kabul edilemez. Biz her zaman bu görüşteyiz. Bu nedenle darbeye karşı olduğumuz kadar kumpasa da karşıyız. Masum insanları kumpasla cezaevlerine atmak, hatta adlarını bile lekelemek alçaklıktır. Asla kabul edilemez. Sanıkların sadece aleyhlerine değil lehlerine olan deliller de dikkate alınsın. Hep bunu savunduk. Ancak kumpasa bu şekilde karşıyız diye darbecileri gözden kaçıracak ve onları masum melekler ilan edecek de değiliz. Kim darbe girişimine kalkıştıysa erkek gibi ardında dursun. Paşa paşa cezaevinde yatması gerekiyorsa yatsın. Ağlayıp durmasın... İşte bunlar bizim görüşlerimiz.
  Dikkat edilirse son dönemde her taşın altında kumpas aranır hale gelindi. Elde somut delil olmadan kestirmeden paralel yapı suçlanıyor. Örneğin Hanefi Avcı'nın bazı dedikleri doğru çıktı diye her dediği doğru kabul ediliyor. Sözü kimin söylediğine değil ne dediğine bakılmalı. Somut bulgular var mı diye bakılmalı. Geçmişte de bugün de bunun tersi yapılıyor. Oysa ne ifrat ne tefrit durumu olmamalı. Birisini suçlarken elde somut delil, bulgu olmalı. 'Kumpas'la doğan kahramanlar' (1), 'TÜBİTAK: Deliller sahte değil' (3) ve ''Kumpasa bak' cambazlığı zirvede' (4) başlıklı haberlerimizde bu durumu geniş olarak ele almaya çalışmıştık. Daha önce yerden yere vurulan sanık ve çevrelerine şimdi tam tersi bir muamele yapılıyor. Kahraman olarak görülen bu kişilerin her dedikleri doğru kabul ediliyor. Tam bir ifrat ve tefrit durumu söz konusu yani.
  Bu durum Ergenekon ve Balyoz'dan sonra son olarak Zirve davasında da gözlendi. Vahşice öldürülen 3 kişiye olan oldu ve de yakınlarına. Maktullerden birisinin annesi duruşmada 'katilleri nasıl serbest bırakırsınız' diye feryat etti. Duyan yok. Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri fırsat bilen sanıklar duruşmada 'cemaat kumpası' iddiasının arkasına sığındı ve mahkeme salonunda saldırgan tavırlar sergiledi. 'Cambaza bak' deyiminin yerini 'kumpasa bak' aldı. Evet, doğrudur. Paralel yapının kumpasçılığı giderek açığa çıkıyor. Ama her taşın altında bu var diyenlere de dikkat edilmeli. 'Kumpasa bak' deyip cinayetlerini gözlerden kaçırmaya çalışanlar da gözlerden kaçırılmamalı. Bu itibarla, Balyoz savcısı Hüseyin Kaplan'ın açıklamalarının doğru olduğuna inandığımızı belirtmek istiyoruz. Yanlışlıklar varsa bunlar ilerleyen süreçlerde ortaya çıkacaktır. Ancak somut bulgular göstermeden, genel kabuller yaparak savcı ve hakimlerin karalanmasına karşı olduğumuzu da dile getirmek istiyoruz. (Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
  (1) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6049 (2) Kontrgerilla.com/yazilar/delil_tartismalari.asp (3) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6053 (4) Kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=6060  
	 
	 
		 Savcı: Deliller zehirli meyve gibi 
	Malatya'da 9 kamu görevlisinin DHKP-C adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı dava özel yetkili mahkemeler kapanınca Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Savcı Kurtuluş Çalışır, daha önce özel yetkili mahkeme sürecinde toplanmış deliller için 'zehirli meyve' benzetmesi yaptı. Savcının görüşüne uyan mahkeme de 'hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için' dosyayı Savcı Çalışır'a havale etti. Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan'da da gündeme gelmişti. Telekulak olaylarını eleştiren yazıları ve yargı üzerine kitapları nedeniyle yasa dışı olarak dinlenen Malatya Cumhuriyet Savcısı Kurtuluş Tayanç Çalışır, paralel yapıyı 'mandacılıkla' suçlamıştı. Kendisini dinleyen ve emri verenler için suç duyurusunda bulunan Çalışır, gelişmelere rağmen sessiz kalan YARSAV üyeliğinden istifa ettiğini açıklamıştı. Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı. 
	 09.07.2014 12:28 Malatya’da dokuz kamu görevlisinin bir terör örgütü adına faaliyet gösterdiği iddiasıyla yargılandığı davada ilginç bir karar alındı. Savcı, dosyadaki delillerin, kaldırılmış olan özel yetkili savcılık tarafından toplandığını, bu delillerin hukuka ve yasal düzenlemelere aykırı olabileceğini, yargılamanın önyargılar dahilinde sürmemesi için delillerin hak ve özgürlükler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Mahkeme de “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı Savcı Çalışır’a havale etti. 
  ‘ZEHİRLİ AĞACIN MEYVESİ DE ZEHİRLİ OLUR’ 
  Radikal'in haberine göre; DHKP-C adına faaliyette bulundukları suçlamasıyla Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haklarında dava açılan dokuz kamu görevlisi ile ilgili yargılama, özel yetkili mahkemelerin kaldırıldığı 6526 sayılı yasadan sonra Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne düştü. Davanın, geçen 25 Haziran’da görülen ilk duruşmasında söz alan Savcı Kurtuluş Tayanç Çalışır, özel yetkili savcılık ve mahkemelerin kaldırılması ile birlikte davanın açılmasına yol açan delillerin de tartışmalı hale geldiğini savunarak, “Zehirli ağacın meyveleri de zehirli olur” benzetmesini yaptı. Dava dosyasında hukuka aykırı deliller bulunabileceğini savunan Savcı Çalışır, şunları kaydetti: 
  “Hukuka ve mevcut yasal düzenlemelere aykırı olma olasılığı, bu aykırılığın tespiti halinde 6526 sayılı yasa ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerindeki kovuşturma aşamasının da hukuka aykırı olarak toplanmış kanıtlar üzerinden oluşması, muhtemel önyargılar dahilinde devam etmesi hususları göz önünde bulundurulduğunda, mevcut dosyanın, toplanmış olan kanıtların, mevcut hukuki düzenlemeler, hak ve özgürlükler ışığında mahkemece değerlendirilerek, hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi halinde kovuşturmanın hukuka aykırı kanıtların göz önünde bulundurulmaksızın devam etmesi gerektiği mütalaa olunur.” 
  Mahkeme heyeti, savcının bu değerlendirmesini dikkate alarak, “hukuka aykırı olduğu iddia edilen delillerin tespiti ve bunların kovuşturma aşamasında dosyadan ayıklanması hususunda beyanda bulunması için” dosyayı savcıya verdi. Duruşma, 6 Kasım 2014’e bırakıldı. 
  Konuyla ilgili bir açıklama yapan avukat Engin Gökoğlu, Malatya ve diğer illerde açılan KESK davalarının tamamının, Yürüyüş dergisi bürosunda bulunduğu savunulan 1055 numaralı bir CD’ye dayandırıldığını ve bu CD’nin kaybolduğunun söylendiğini belirtiyor. Aynı şekilde, bu davaların tamamında soruşturma aşamasında usulsüz dinleme, teknik takip ve arama kararları verildiğini ileri süren Gökoğlu, “Özel yetkili mahkemeler usulsüz mahkemelerdi ve bunların yaptığı bütün işlemler de hukuka aykırıydı. O mahkemeleri kaldırıp bunların yaptığı işlemlerle yargılamaya devam etmek demek, temeli sakat bir işlem yapmak demektir. Bu usulsüz işlemlerin tamamının dosyadan çıkarılması gerekiyordu. Başka türlü de dava sürmezdi” diyor.
  SAVCI: PARALEL KULAKLAR MANDACI
  Savcı Çalışır'ın adı 21 Nisan 2014 tarihinde de gündeme gelmişti. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçe veren Çalışır, "İllegal olarak dinlenen 148 bin kişi içinde, kullandığım telefon numaram 2011 yılı içinde 3 ay süreyle dinlendiğimi öğrendim.. Söz konusu tertip malzemelerin kale gibi korunan yerlerden elde edilmesidir. Bu da yapılanların belli bir merkezden yönetildiğini, gizli amacın da devlet ve ulus meselesi olacak kadar büyük sahip olduğunu göstermektedir. Bu amaç için çok büyük teknolojik olanaklar seferber edilmektedir." diyordu. Biyolojik, kimyasal ya da nükleer savaştan sonra sıranın bilişim teknolojisinin kirli savaşına gelindiğini belirten Çalışır, "Bu savaş pilot bölge seçilip ülkemizde uygulamaya konuldu. Acaba 'manda yönetimi'nin bir örneği bu yollarla ülkemizde mi denenmeye çalışılıyor" sorusunu yöneltiyordu. 
  Çalışır, yasadışı elde edilen deliller için zehirli meyve benzetmesini o gün de yapmıştı. Bu tip usulsüz yöntemlerle elde edilmiş çeşitli bilgilere zaman zaman kanıt değeri tanımasının kahredici olduğunu belirten Kurtuluş Çalışır, "Zehirli ağaç usulsüzlüklerse, zeh  |